Hürriyet Müjdesi ile Cumhuriyete Çıkış Yolu Aramak

Yusuf AKBAŞ, Eğitimci Yazar

 

Özet

Bediüzzaman Said Nursi, 2. Meşrutiyetin ilan edildiği 23 Temmuz 1908 tarihinden itibaren oldukça hareketli günler yaşamıştır. İlk olarak, Sultan Ahmet Meydanı’nda konuşma yapmıştır. Üç gün sonra, 26 Temmuz 1908’de ise Selanik’te Hürriyet Meydanı olarak adlandırılacak olan meydanda Enver Paşa’nın hemen ardından nutkunu söylemiştir. Tarihi Hürriyet Nutku hem Selanik hem de İstanbul gazetelerinde yayımlanmıştır. Bediüzzaman, bu nutkunda Hürriyet ile gaflet uykusundan uyanabileceğimizi ve medeniyeti yakalayabileceğimizi ifade etmiştir.

Hürriyetin, Belkıs’ın egemenlik tahtına benzer şekilde, beş temel hakikat üzerine inşa edildiğini ifade eder. Bediüzzaman Said Nursi, İslam âleminin bugüne kadar yaşadığı eksiklikleri, geri kalmışlığı ve kötü durumu dört ana nedene dayandırır.

Bediüzzaman Said Nursi, nutkunda hürriyeti daha sağlam bir zemine oturtarak, meşrutiyet veya hürriyete İslam şeriatı adına destek verdi. Aynı zamanda, dindar bir kişinin de cumhuriyet ve demokrasiyi savunabileceğini göstermiştir.

İnsaniyet ortak paydası ile insanlık hürriyet ortamını bulur. Dünya barışı ancak bu insanlık ortak paydası ile yani gerçek sivil toplumlarla sağlanabilir. Bu şekilde Hakiki İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyet âlemde tescil edilmiş olur.

Nutkunda, içtimai hayata dair tavsiyelerini dağ ağacının meyvesine benzetir. Bu meyvenin hazmı zor olmakla birlikte, meyve vücuda şifa verir. 112 senedir bu söylemleri ne kadar hazmettiğimiz/ hazmetmediğimiz ortadadır. İslam âleminin saadeti ve geleceği, yönetim ve siyaset açısından sadece İslam’a uygun bir cumhuriyet ve demokratik rejimle mümkündür.

Anahtar Kelimeler: Hürriyet, Cumhuriyet, Bediüzzaman Said Nursi, Namık Kemal

 

 

Searching for a Way to the Republic Through the Struggle for Freedom

 

Abstract

Bediuzzaman Said Nursi experienced quite turbulent days following the announcement of the Second Constitutional Era on July 23, 1908. Initially, he delivered a speech at Sultan Ahmet Square. Three days later, on July 26, 1908, he spoke in what would be later called Liberty Square in Thessaloniki, immediately after Enver Pasha. This historic Speech of Liberty was published in both Thessaloniki and Istanbul newspapers. In his speech, Bediuzzaman stated that with liberty, we could awaken from the slumber of heedlessness and catch up with civilization. He articulated that liberty was built upon five fundamental truths, like the throne of sovereignty of the Queen of Sheba. Bediuzzaman Said Nursi attributed the shortcomings, backwardness, and dire conditions that the Islamic world had experienced until now to four main reasons. In his speech, Bediuzzaman strengthened the foundation of liberty by supporting constitutionalism or liberty in the name of Islamic Sharia. He also demonstrated that a devout person could defend the republic and democracy. Humanity finds the atmosphere of freedom through the common denominator of humaneness. World peace can only be achieved through this common ground of humanity, that is, through real civil societies. Islam, being the true Grand Humanity, can be thus registered across the world. In his speech, he compares his advice regarding social life to the fruit of a mountain tree. This fruit, although hard to digest, brings healing to the body. It is clear how much we have digested/not digested these statements for the past 112 years. The happiness and future of the Islamic world, from a governance and political perspective, are only possible with a republic and democratic regime that is suitable for Islam.

Keywords: freedom, republic, Bediüzzaman Said Nursi, Namık Kemal

 

 

1. Giriş

Cenâb-ı Hak Tekvir suresi 26.  âyette soruyor: “Fe eyne tezhebûn?”[1] (Bu gidiş nereye?)

Evet, şu anda bu sorunun muhatabı olarak, gerçekten gidişatın nereye doğru olduğu ve geleceğin nerede olduğu büyük önem taşıyor. Aslında birçok sorunun kaynağı özgürlük ortamının olmamasıdır. Bu nedenle, çıkış yolu, çözüm ve gelecek tasavvuru da özgürlük ortamını içermelidir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde içine girdiği buhrandan ve çöküşten kurtulma yollarını düşünen aydınlar, çıkış yolu olarak o zaman da hürriyeti göstermişlerdi. Avrupa’ya giden veya gidemeyen bütün Osmanlı münevverlerin üzerinde durdukları en önemli konu yine hürriyet olmuştur.

Said Nursi, milletin gaflet uykusundan uyandırılmasının yolunun hürriyet olduğunu belirtir. O dönemin aydınları ise hürriyetin hâkim kılınmasıyla Osmanlı Devleti’nin ömrünün uzatılabileceğini ifade ederler.

1215 yılında çıkış yol olarak Magna Carta sözleşmesi İngiliz devletinin ömrünü uzatmıştır. Aslında yapılan, İngiltere kralının yetkilerinin bir kısmından feragat etmesi, yasalara uygun davranması ve hukukun üstünlüğüdür. Yani, hürriyet zeminine doğru adım atılmasıdır. Osmanlı devlet erkânının bu özgürlük odaklı çözümü görememeleri, devletin çöküşe doğru gitmesine yol açmıştır.

“Devlet ebed Müddet” söylemi[2], cumhuriyet, hürriyet ve adaletle sağlandığı takdirde, tarihteki devletlerin ömrünün bu değerlerle doğru orantılı olduğunu ifade eder. Hâlihazırda Türkiye’de var olan ekonomik buhrana çözüm arayan toplumumuz, hürriyet temelli bir çıkış yolunu dikkate almalıdır. Çünkü hürriyet zemini olmadığı zaman ekonominin ne hale düşebileceğini bizzat yaşıyoruz.

“Hayatımda en esaslı düsturum”[3] dediği hürriyeti, “imanın bir özelliği ve Rahmanın bir hediyesi”[4] olarak gören Said Nursî’nin mesajını anlamayanlar var. Hürriyet ve adalete olan ihtiyacın arttığı bu günlerde, adaletin temel şartının yine hürriyet olduğunu belirtmek önemlidir. İman-hürriyet birlikteliğinde, mesailerini sadece tek bir yöne odaklayanların, bir süre sonra vasat yoldan çıkabileceklerini gözlemliyoruz.

Niye böyle olduk? Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam ilkesinde hürriyet yerine ekmeği tercih etmemiz olabilir mi?

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi, hürriyet temelli bir yol izlemesi nedeniyledir. Moldova, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler AB’ye doğru ilerlerken ekonomik olarak Türkiye’nin gerisindeydiler. Ancak bu ülkelerin, AB sürecinde ilerledikçe, ekonomik olarak Türkiye’yi geçtikleri görülmektedir.

 

2. Hürriyet Kasidesinden Hürriyete Hitaba

Vatan şairi Namık Kemal’in, hürriyet şairi olarak anılmasındaki en önemli eseri Hürriyet Kasidesi’dir. Hürriyete Kasidesi, hürriyet mefkûresini metheden bir metindir.

Namık Kemal şöyle der:

“Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet

Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten.”[5]

Namık Kemal de Genç Osmanlılar hareketinin mensubu olarak “hürriyet kahramanı veya hürriyet şairi” olarak bilinir. Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesinden bahseden Said Nursi “İnkılaptan on altı sene evvel Mardin cihetlerinde, Beni hakka irşad eden bir zata rast geldim. Siyasetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem de o vakitte meşhur Kemal’in rüyasıyla uyandım der.[6]

Bediüzzaman Said Nursi 2. Meşrutiyet’in hemen akabinde 1908-1909 tarihleri arasında, Volkan gazetesinde, Sebiülreşat Mizan gazetesinde Misbah gazetesinde ve sair gazetelerde neşredilen nutukları ve makalelerinde “hürriyet” “meşrutiyet “ ve müsavat” hususları işlemeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin son dönemi olan II. Meşrutiyet Dönemi’ni anlamak bugünün Türkiye’sinin siyasal hayatını anlamak için önemli bir adımdır. II. Meşrutiyet Dönemi yaklaşık on iki yıllık bir süreyi kapsamasına rağmen özellikle 1923 yılından itibaren Türkiye’nin yaşadığı siyasi ve demokrasi tarihinin sıkıştırılmış bir şeklidir. [7]

“Zira nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahat ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emareye esir olmaktır. Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyetinin muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.”[8] Diyerek hürriyete hitap nutku ile âdete Namık Kemal’e nazire yapmıştır.

Said Nursi II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908 tarihinde oldukça hareketli günler yaşamıştır. Önce Sultan Ahmet Meydanı’nda Meşrutiyetin ilanından üç gün sonra 26 Temmuz 1908 günü Selanik’te sonradan Hürriyet Meydanı olarak adlandırılacak alanda Enver Paşa’dan sonra nutkunu söyler. Bu tarihi hürriyet nutku Selanik ve İstanbul gazetelerinde yer bulur.

Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi rüyasını söyleyen Said Nursi’nin Hürriyete Hitap Nutku ile ideallerini ortaya koymuştur. Hayatı pahasına hürriyet mücadelesini vermiştir. Hürriyetin zemini olarak aslında o dönem meşrutiyete diğer bir deyişle cumhuriyete sahip çıkmıştır.

Hürriyetin milleti gaflet uykusundan uyandıracağını esaret zilletinin biteceğini dayanak noktası şeriat (meşruluk) olan bir hürriyet yeşerirse milleti ilerleyecek ve medeniyet seviyesine çıkabilecek diyerek çıkış yolunu göstermiştir.

Ülke yönetiminin ortak akıl ile yönetilmesi gerektiği çünkü tek aklın yanılabilme ihtimaline karşı ortak aklın yanılmasının çok zor olduğunu söyler.

Bediüzzaman Said Nursi Nutkunda Hürriyeti, Belkıs’ın egemenlik tahtı gibi beş hakikat üzerine kurar:

1- Kalplerin birlik ve beraberliği için toplumsal barış ve gönül birlikteliği,

2-Milli muhabbet yani Türk, Kürt, Arap gibi bütün vatandaşların birbirini sevmesi yani vatandaşlık kavramı ile ortak bir payda oluşturabilme,

3-Eğitim ve fen bilimleri yani maarif,

4-İnsanlığın temel bir özelliği olan bireysel ve toplumsal girişimcilik,

5-Ahlaksızlık ve günahları terk etmek.

Cumhuriyetin 100. yılında veya bu konuşmadan 115 yıl sonra, bu manifestonun bir parçası olan kapıların ne kadarını inşa ettiğimizi veya ne kadarını gerçekleştiremediğimizi muhasebesini yapıyoruz. Ayrıca, geleceğe dair tasavvurumuzda bu kapıların tamamlanma süresi üzerine de tartışmalar yürütüyoruz.

Said Nursi, Hürriyete Hitap nutkunda tasavvur edilen hürriyet ve cumhuriyete giden mükemmellik yolculuğunun esaslarını şöyle belirliyor.

-Kalkınma, fikirlerin birbiri arkasına gelip eklenmesiyle oluşur. Yani bilim eklemelidir. İsim ve resimden ibaret olan bir cumhuriyet sözde çağdaşlaşma adına geçmiş ile bağları koparmak değildir. Bu kesinti ilerlemeyi değil gerilemeyi doğurur.

– Cumhuriyet, meşveret sistemiyle yani ortak fikirlerle yükselir.

– Milletler, bütün güzellikleri bünyesinde toplayan doğru İslamiyet ile ilerleyebilir.

-Gerçek şeriat; eşitlik, adalet ve hakiki hürriyet ile elde edilebilir.

-Hürriyeti, sadece nefsin özgürlüğü olarak tanımlamak, aslında nefsin esaretini pekiştirir. Bu, bir tür esaretten kurtulup başka bir esarete sürüklenmek anlamına gelir.

– Medeniyetin hâkim olduğu zamanlarda, ilim ve marifet yönetici konumdaydı. Medeniyetin günahları ve kötülükleri, hürriyetin sınırları içinde kontrol altında tutulmalıdır. Ahlak da gerçek doğasına ancak hürriyetle ulaşabilir.

-Bizim toplumumuza israf yakışmaz

A- Şeriata müracaat edilmemesi nedeniyle hükümler belirlenememiştir.

B- Bazı riyakâr dalkavuklar, kendi çıkarları doğrultusunda hükümleri yorumlamıştır.

C- Dışarıdan bakıldığında cahil görünen bazı hocalar veya gerçek ilimden yoksun kimselerin gereksiz taassupları…

D- Kötü talihimizden dolayı kötü bir seçim yaparak elde edilmesi zor olan Avrupa’nın güzel gelişmelerini bıraktık; çocuk gibi heva ve hevese uygun olan medeniyetin günahlarını ve kötülüklerini papağan gibi taklit ettiğimizden bu kötü sonuç ortaya çıkıyor. Kötü seçim yaparak Avrupa’nın güzelliklerini almak yerine günah ve kötülüklerini taklit etmekten dolayı geri kalınmıştır. [9] Diyerek nutkunu özetler.

Dolayısıyla şeriat üzerine tesis edilecek olan bir cumhuriyet; bozuk fikirleri, şeytani desiseleri ve dalkavukluğu ortadan kaldıracaktır.

 

3. Anayasa, Meşveret ve Hürriyet Kavramları

Bediüzzaman Nutuk’taki anayasa ve meşveret ifadeleri ile İkinci Meşrutiyet’i yani cumhuriyeti kastediyor. Yaptığı benzetmeden de anlaşılacağı gibi; anayasa bir toplumun verimli, düzenli ilerlemesi için demiryolları ve tren gibidir. Bugün demokrasi denilen meşveret ve meşrutiyet sistemi ise havayolları ve Burak (en hızlı hava aracı) gibidir. Evet, bir memlekette anayasa ne kadar oturmuşsa ve demokrasi ne kadar ileri gitmiş ise o memleket o kadar oturaklı ve ilerlemiş olur.

Söz konusu nutkunda hürriyeti daha bir temellendirerek meşrutiyete/hürriyete şeriat adına sahip çıkar. Bediüzzaman’ın şeriat kelimesi ile kastettiği İslam dininin bizzat kendisidir. İbn Rüşd ve İbni Sina olmak üzere İslam feylesoflarının çoğu şeriat kelimesi ile bizzat İslam dinini kastetmişlerdir. Çünkü şeriat kelime olarak anayasa ve dinin temel yol ve yöntemleri demektir. Sonuç olarak bu manaların hazmedilmesinin çok zor olduğunu söyler. Yüz yılı aşkın bir süre boyunca, bu düşüncelerin ne kadarını sindirdiğimiz veya sindiremediğimiz açıkça görülmektedir.

Hürriyet bütün insanlık için gereklidir. İslâm dünyasındaki fukaralığın sebebi, İslâm’ın ayrılmaz bir parçası olan hürriyetin Müslümanlara bir türlü gelememesidir. İslâm toplumlarının, İslâmî olmayan pek çok geleneğin esiri olduklarını görmek mümkündür. İstibdat, zulüm ve tahakküm altında yaşamak zorunda kalan insanların; kendilerini ifade edebilmeleri, kabiliyetlerini inkişaf ettirebilmeleri son derece zordur. Hür bir ortamda insanlar korkmadan ve çekinmeden kendilerini ifade edebilir, toplum terakkisine katkı sunacak teşebbüslerde bulunabilirler. Hürriyetin olmadığı, insan iradesinin kısmen veya büyük ölçüde esir olduğu toplumlarda ilerleme olması beklenen bir durum değildir.

İnsan hak ve hürriyetlerini bilinçli bir şekilde kullanmak, insanın kemale ulaşması ve mutlu olması, toplumsal barış ve ilerlemenin sağlanması açısından oldukça önemlidir. Özellikle özgürlüklerin bilinçli bir şekilde kullanılması, Allah’ın, insana için hürriyeti bahşettiği değerlerin gelişimini sağlayacaktır.

Müslüman fert, aklını kullanarak düşünen, yanlışları eleştiren ve hakka yönelen, kendine güvenen, yalnızca Allah’a kul olup başkasına boyun eğmeyen ve başkalarını tahakküm altına almaktan kaçınan bir birey olmalıdır. Bu, insan olmanın da gereğidir.

Allah’a kul olan başka insanlara tahakküm de etmez. “İnsanlar hür oldular, ama yine Abdullah’tırlar”. [10] İman insanı doğrudan doğruya Sultan-ı kâinata bağlar. Kâinatın Sultanına bağlanan birisinin, başkasının tahakkümü altına girmesine, başkaları istiyor diye hürriyetinin kısıtlamasına razı olmasına imkân yoktur. İmanlı insan Rabbinden daha büyük hiçbir şeyi görmez ki hürriyetini feda etsin. Allah’a kul olan başka insanlara tahakküm etmez.

  1. S. Mill’in “Hürriyet” adlı kitabında:“Her insana yaşamayı kıymetli kılan her şey, diğer insanların fiilleri üzerine tehditler konmasına bağlıdır.” Der. Akıl ve vicdan sahibi varlık olarak insan, gücü nispetinde serbest kalmayı değil, haklılık mikyasına göre hür olmayı tercih eder. [11]

İnsan hürriyetine büyük önem veren Bediüzzaman, bilimsel, siyasi, sosyal her türlü baskının insanın duygusal gelişimini engellediğini ve insanlar arasına kin ve nefret tohumları ekdiğini belirtir. Bunu “İman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o kadar parlak bir şekilde ortaya çıkar.” diyerek ifade ettiği gibi, “Ben ekmeksiz yaşarım, ancak hürriyetsiz yaşayamam!” sözü de hayatının özetidir.

Batı tarihinde, Aristo’dan Montesquieu’ ya kadar hürriyet denildiği zaman ferdi iradenin serbestlik ve bağımsızlığı anlaşılmıştır. “İnsan haklarının açıklanışı gibi hürriyeti, başkalarına zarar vermeyen her şeyi yapma hakkı olarak gören”[12] düşünürlerin, geldiği son nokta liberal demokrasidir. Bediüzzaman’a göre ne kendisine ne de başkasına zarar vermeyecek herhangi bir eylemi yapma hakkı, gerçek hürriyetin özüdür.[13]

 

4.Günümüz Türkiye’sinde Hürriyetin Konumu

Said Nursi’nin “Muhakemat” adlı eserinde, Müslüman olmayan toplumlar için İlk Çağı ve Orta Çağı, mazi olarak değerlendirir. Bununla birlikte Batı dünyasında Aydınlanma Dönemi aklın ve bilimin egemenliğine işaret eder. Bu dönem, 17. yüzyıldan başlayarak Avrupa’nın Rönesans ve reform hareketlerine kadar uzanır. 1789’da Fransız İhtilali ile hız kazanır. Hristiyan dünyasında, ruhban sınıfının ve kilise otoritesinin zayıflaması, ilerlemeyi tetikler ve hürriyet hareketlerini başlatır. Hürriyetin bu topraklara yayılmasıyla birlikte akıl özgürleşmiş ve bilim öne çıkmıştır. Kısacası tüm bu gelişmeler, hürriyet zemininde filizlenmeye başlar.

Bediüzzaman, İslam dünyası için miladi 1100 yılından 1900’lere kadar olan dönemi, hicri takvime göre ise 5. asırdan 12. asra kadar olan süreyi mazi olarak nitelendirir. Bu dönemlerdeki yönetim anlayışı genellikle kuvvete, hisse, tab’a ve saltanata dayanmaktaydı. Ancak, idari sistemlerin evrim geçirmesiyle birlikte, ilme, bilime, şefkate ve meşverete dayalı Meşrutiyet ve Cumhuriyet sistemleri ortaya çıkmıştır. Saltanat ve krallıklar gerilerken, yerlerini hürriyet ve serbestiyet rejimleri almıştır. [14]

Burada dört kritere göre değişim söz konusudur: Efkâr (düşünceler), akıl, hak ve hikmet. İnsan duygularını yönlendiren unsurlar ya akıl ya duygular ya da düşüncelerdir. Ya doğru olan ya da güç olan. Güç arkasında genellikle tahakküm, zorlama, adaletsizlik, zayıfların ezilmesi ve hakikatin kaybı gibi durumlar bulunmaktadır. Ya hikmet ya da hükümet diyoruz. Hükümet, sık sık zorba olabilir, tahakküm edebilir, gerektiğinde kanunlarla baskı kurabilir ve halkına zulmedebilir. Ancak hikmet, her zaman faydaları, hedefleri ve en önemlisi adaleti göz önünde bulunduracak bir yöntemdir. Gerçek bir cumhuriyette hürriyetin; fikir, akıl, hak ve hikmet ilkelerine dayanması gerekir.

Özetle, otoriter ve tek adam rejimlerinde bir kişinin akli yönlendirmesi hâkimken demokratik rejimlerde ise ortak ve kolektif akıl egemen olur. Kolektif aklı temsil eden meclislerin ve danışma kurullarının, her alanda sistematik bir şekilde kurulması gereklidir. Bu yönetim yapısı, yine hürriyet temelli bir cumhuriyet sistemiyle mümkündür.

 

5.Hürriyetten Cumhuriyete Geçiş

Temel hak ve hürriyetlerin korunmadığı, adaletin tesis edilmediği ve kuvvetin kanunda olmadığı bir sistemde sadece hüküm el değiştirmiş olur. Bir hükümdarın istibdadının yerine bir parti ve grubun istibdadı getirilmiş olur ki; bu daha tehlikelidir.[15]

Gerçekte hürriyet meselesi, bütün otoriter kişi ve yapıların haddi aşan uygulamalarına ve zulümlerine karşı verilen haklı mücadelelerin esasını oluşturmuştur.

İyi anlaşıldığında, Münazarat[16]despotik yönetimler altında ezilen İslam toplumlarında demokratik bilincin yerleşmesine katkıda bulunacağı gibi, İslam’ın şiddet ve zorbalık telkin ettiğini yönündeki yanlış imajın düzeltilmesine de katkıda bulunacaktır. [17]

Çoğu İslam ülkesinin isimlerinde “cumhuriyet” kelimesi bulunmasına rağmen, gerçekte yönetim tarzlarının çoğunlukla otoriter veya despotik olması dikkat çekicidir. Bu durum bazılarına, İslam’ın istibdat yönetimine uygun olduğunu düşündürmüştür. Adı Cumhuriyet de olsa, tek adamın hâkim olduğu, onun her dediğinin icra edildiği bir yerde cumhuriyet sadece isim ve resimden ibaret kalır.[18]

Bediüzzaman Said Nursî, sosyal ve siyasi hayatın temel taşları olan adalet, hukuk, hürriyet ve demokrasi gibi konularda, canını tehlikeye atarak eşsiz bir mücadele vermiş ve hak ve ilim sahibi biri olarak örnek bir duruş sergilemiştir. Hiçbir zaman inandığı değerlerden ödün vermemiş, her zaman bu değerleri savunmuştur. Dolayısıyla, Bediüzzaman’ın tutarlı duruşu, dindar bir insanın da cumhuriyet ve demokrasiyi savunabileceğini açıkça ortaya koymuştur.[19]

İslam hakikatlerinin önünde duran en büyük engel; maziye karışması gereken otoriter ve baskıcı yönetimlerdir, yani diktatörlük ve zorba rejimlerdir. İslam toplumlarının refahı ve geleceği, İslam’a uygun bir cumhuriyet ve demokratik rejimle sağlanabilir. Aksi halde, krallık ve saltanat gibi gücün tek elde yoğunlaştığı yönetim biçimleri, İslam toplumlarının ilerlemesi yerine gerilemesine neden olmuştur.

Bugün İslam dünyasında maalesef hep istibdadı temsil eden dikta ve dayatmacı rejimler hâkimdir. Doğru İslam[20] ilkelerine uymayan hususların başında bu tip yönetim rejimleri gelmektedir. Siyasal kültürümüz içinde, cumhuriyet ve hürriyet gibi kavramların tartışılması 200 yıllık bir geçmişe dayanıyor. Bu zaman sürecinde oluşan birikimin istenilen seviyeye ulaştığını söylemek mümkün değil. Cumhuriyetin 100. yılını doldurduğu şu günlerde ferdi, toplumsal, ekonomik ve siyasal veriler, cumhuriyete yakışacak özellikleri taşımıyor. Bu sonucun oluşmasında etkili olan siyasal ve sosyolojik gerçekliğin kökleri asırlar öncesine kadar uzandığını ifade etmek mümkündür.

Hürriyetin olmadığı bir cumhuriyete hakikatin keşfine mâni olan engelleri yine dört başlıkta Said Nursi’nin Muhakemat adlı eserinde inceleyebiliriz.[21] Bunlar;

1- Akıl yerine kalp, hissiyat ve duyguların öne geçmesi işleyen sistemini ve hakikati engeller. İlmin gelişmesi ve hâkim olmasıyla hisler yerini akla bırakır.

2- Eskiden, tarafgirlik ve taassup duyguları yönetime hâkimdi ve bu duygularla yönetim gerçekleştiriliyordu. Bu dönemde, idarede istibdat egemenken, ilmi istibdat da oldukça yaygındı. İstibdat, her alana nüfuz ediyordu.

3- Eski devirlerde “kuvvet” ön planda idi. İnsanlığın ortak aklını ve emeğini temsil eden fen ilimlerinin ilerlemesi ile bu zamanda kuvvet yerine hak hâkim olacak, yani hukukun üstünlüğü ilkesi geçerli olacak demektir. Hukuk önünde kuvvetli ile zayıf eşit olacak, kuvvetli olan haklı değil haklı olan kuvvetli olacaktır. Bu da hürriyet zeminindeki cumhuriyetle olacak ölçü hak ve hakikat olacak

4- Daha önceleri şahıs odaklı zamanlardı ancak şimdi toplumsal sistemlerin -şahs-ı manevinin-  zamanıdır. En uygun sistem ise hürriyet temelli cumhuriyet sistemidir. Geçmişte saltanat ve krallıklar gibi otoriter rejimler hâkimdi ve hukuk genellikle güçlülerin lehine işliyordu.[22]

Demokrasi, cumhuriyetin olgunlaşmış halidir. Otoriter rejimler ise İslam’a ve insanlığa aykırıdır. Demokrasi, insanlığın tecrübe ve deneyimleriyle keşfettiği en mükemmel yaşam biçimidir ve temel prensipleri Kur’an’ın şura ve meşveret esasına dayanır.

Cumhuriyet rejiminin hakikî manasının herkes tarafından anlaşılması ve yaşanmasının tüm insanlığa yeniden bir mutluluk asrı yaşatacağına inanıyoruz.

İnsanoğlu, temel haklar ve özgürlüklerle varlığını sürdürebilir. Günümüzde iletişim ve ulaşımın hızla geliştiği, dünyanın adeta küresel bir köye dönüştüğü bir dönemde, karşılıklı uzlaşmalarla temellendirilmiş haklar ve ilkeler üzerine kurulu bir sistem oluşturulması gereklidir.

Hürriyet ve demokrasi, bireyin kendi içinden başlayarak ailesine ve topluma yayılır. Herkesin fikirlerini özgürce ifade etmesi önemlidir. Ancak, günümüzde insanların sadece yüzeysel bir özgürlük algısıyla yetinmek zorunda kaldığı ve asıl özgürlüğün sahte bir görüntü ile sınırlı kaldığı düşünülebilir. Bununla birlikte, günümüzde putperestliğin yerini para, başarı ve şöhret gibi maddi değerlerin aldığı gözlemlenmektedir.

İnsani değerler inkişaf ettikçe beşerin dünyasında hukuk da inkişaf ediyor. Temel hak ve özgürlükler, Standart ölçüler, evrensel hukuk, umumun menfaatini öne çıkarır bireysel menfaatler geri planda kalır. Bunlar hakikat-ı medeniyetin temel taşları olur. Bunlarla medeniyet inşa olur. İnsan, İnsan olur. İnsaniyet ortak paydası ile insanlık hürriyet ortamını bulur. Dünya barışı ancak bu insanlık ortak paydası ile yani gerçek sivil toplumlarla sağlanabilir. Bu şekilde Hakiki insaniyet-i Kübra olan İslamiyet âlemde tescil edilmiş olur.

Her şeye “ağam, paşam” diyen dalkavuk bir toplumun, hamiyet ve gayret sahibi idarecileri de müstebit yapabileceği tehlikesini de unutmayalım. “Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.”[23]

Dolayısıyla bütün ferdî, ailevî toplumsal sıkıntıların çözümü ve sorunların çıkış yolu ve haklı mücadelelerin esasının hürriyet olduğu çıkarımında bulunmak mümkündür.

Bir ülke ve cemiyette hürriyet fikrinin tesisi için “hürriyet”in devlet ve toplumda egemen, kahir ekseriyetin benimsediği kabul ettiği bir değer olması gerekir.

 

6.Sonuç

Tarihteki devletlerin ömrünün adalet ile doğru orantılı olduğu söylenilebilir. Bir devlette hürriyet zemini olmadığı zaman ekonominin çöküşe geçtiğini söylemek mümkündür.

Dolaysıyla şeriat üzerine tesis edilecek olan bir cumhuriyette adalet, meşveret ve hürriyet ile bozuk fikirlerin, şeytani desiselerin ve dalkavukluğun ortadan yok olacağını söylemek mümkündür.

İnsaniyet ortak paydası ile insanlık hürriyet ortamını bulur. Dünya barışı da ancak bu insanlık ortak paydasıyla sağlanacaktır.

Hürriyet bütün insanlık için gerekli olduğu kadar İslâm dünyasına daha fazlası gereklidir. Müslümanların tüm sorunlarının başında bu ifade edilen olumlu insani değerlerin toplumun yaygın kesimlerinde yer almamasıdır.

Otoriter ve tek adam rejimlerinde bir kişinin aklı hüküm sürerken, demokratik rejimlerde ortak ve kolektif akıl hüküm sürer. Kolektif aklı temsil eden meclis ve meşveretin, bir kural hâlinde her alanda tesis edilmesi gerekiyor. Bu yine hürriyet zeminindeki cumhuriyet sistem ile olabilir.

Günümüz dünyasının ilme, bilime, şefkate ve meşverete istinad eden meşrutiyet ve cumhuriyet sistemlerine geçmesi gerekiyor. Saltanat ve krallıklar gidiyor, yerine hürriyet ve serbestiyet rejimleri geliyor

Cumhuriyet rejiminin hakikî manasının herkes tarafından anlaşılması ve yaşanmasıyla tüm insanlığın yeniden bir mutluluk asrı yaşanacağına inanıyoruz.

Tüm sıkıntıların ve sorunların çıkış yolu ve haklı mücadelelerin esası hürriyettir.

 

 

Kaynakça:

ATSIZ, Hüseyin Nihal, Ötüken – 65, Trabzon, 2023

KAAN, Oğuz, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 2021

MİLL, J.S. (2003) Hürriyet Üstüne (Çev. M.Osman Dostel, sad. Ömer Çaha), Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu

Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi

NURSÎ, Bediüzzaman Said, Beyanat ve Tenvirler, www.risaleinurenstitusu.org, 27.02.2024

NURSÎ, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harbi Örfi, www.risaleinurenstitusu.org, 27.02.2024

NURSÎ, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2003

NURSÎ, Bediüzzaman Said, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001

NURSÎ, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999

NURSÎ, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2003

Vikipedi, Zarar İlkesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Zarar_ilkesi, 27.02.2024

 

 

[1]       Tekvir sûresi 26. ayet

 

[2]       Hüseyin Nihal Atsız, Ötüken, Sayı 65, 1969.

 

[3]       Said Nursi Emirdağ Lâhikası, s. 18 Yeni Asya Yeni Asya, İstanbul, 2001.

 

[4]       Said Nursi, Beyanat ve Tenvirler, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/beyanat-ve-tenvirler/beyanat-ve-tenvirler/42

 

[5]       Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi

 

[6]       Said Nursi, Beyanat ve Tenvirler, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/beyanat-ve-tenvirler/beyanat-ve-tenvirler/105

 

[7]       Oğuz Kaan, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, II. Meşrutiyet Dönemi Siyasal Gelişmelerinin Türkiye Demokrasi Tarihine Etkileri, 10(1), 2021, 345 – 368.

 

[8]       Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/munazarat/ifade-i-meram-ve-uzunca-bir-mazeret/55

 

[9]       Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfî, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/divan-i-harb-i-orfi/hurriyete-hitab/84

 

[10]     Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfî, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/divan-i-harb-i-orfi/hurriyete-hitab/65

 

[11]     Mill , J.S. (2003) Hürriyet Üstüne (çev. M.Osman Dostel, sad.Ömer Çaha), Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu.

 

[12]     https://tr.wikipedia.org/wiki/Zarar_ilkesi

 

[13]     Said Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 38.

 

[14]     Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya, İstanbul, 2001 s. 44

 

[15]     Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat

 

[16]     Said Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999

 

[17]     Dr. Mücahit Bilici, Said Nursi’nin Moral Felsefesi, New York City Üniversitesi, 19:1, 2008, 89 – 98

 

[18]     Said Nursi, Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat s. 422

 

[19]     Said Nursi, Emirdağ Lâhikası-II, yeni Asya neşriyat  (89. Mektup)

 

[20]     Bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat,  s. 328-329

 

[21]     Bkz. Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya, İstanbul, 2001 s. 40

 

[22]     Bkz. Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya, İstanbul, 2001 s. 42

 

[23]     Bediüzzaman Said Nursi Beyanat ve Tenvirler, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/beyanat-ve-tenvirler/beyanat-ve-tenvirler/74