“Biz”in İçindeki “Ben”i Tanımak

Handenur YAŞAR, Arş. Gör., Gebze Teknik Üniversitesi

Özet

Evliliğin kişisel ve toplumsal işlevlerinin olması sebebiyle hemen hemen her kültürde evlilik olgusu karşımıza çıkmaktadır. Her evlilik, oldukça karmaşık ve sürekli değişen bir prosestir. Sağlıklı evlilikler için bilinçli ve kendini tanıyan ve sınırlarını bilen bireyler gerekir. Kişi kendi iç huzurunu sağlamadan evlilik kararı alması durumunda kiminle evlenirse evlensin daha huzurlu bir birey haline gelmesi çok zordur. Bu yüzden hayatından ve kendinden memnun olmayan bireyin evlilik kararı alması her iki taraf için de risklidir. Kişinin iletişime açık olması, kararlarında ve isteklerinde net olması ve en önemlisi neyi neden istediğini ve istemediğini bilmesi çiftlerin iletişimini güçlendirmektedir. Bu da aslında iki kişinin bir araya gelip biz kavramını inşa etmesi demektir. Kişi biz kavramını, ben kavramından önce öğrenmeye çalışırsa ya benliği kaybolur ya da benliğini koruma içgüdüsüyle bencil bir insana dönüşür. İki zıt uç arasındaki dengeyi sağlamak için biz olma çabasını her iki taraf eşit göstermeli, anlaşılmak ihtiyacını karşılıklı sağlamalıdır. Sorun çözerken izlenen yol her iki taraf için de benzer olduğu zaman, aile içi güven, hürmet ve muhabbet çok daha kolay tesis olur.

İçi sevgi dolu sıcak bir yuva hayal ederken herkes nasıl bir eş istediğini düşünür. Hâlbuki ilk düşünülmesi gereken nasıl bir eş olacağım, sorusunun cevabıdır. Bu da evlilik içerisindeki bireysel farkındalığın ilk adımıdır. Nasıl bir eş olacağını bilen kişi nasıl bir eşe ihtiyaç duyduğunu da bilir. Bu da seçeceği eş ile iletişimini büyük ölçüde kolaylaştırır. İç huzuru olmayan, özgüveni yetersiz olan hiçbir birey; güvenli ve huzurlu yuva inşa edemez. Bu çalışmada, evlilik içerisinde benliğin muhafaza edilmesinin gerekliliği ve biz olmanın temel adımları tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Bireysellik, Aile hayatı, Öz farkındalık, İç huzur, Biz olmak

 

Recognizing the “I” in “We”

Abstract

Since marriage has personal and social functions, the phenomenon of marriage appears in almost every culture. Every marriage is a complex and constantly changing process. Healthy marriages require conscious individuals who know themselves and their limits. Since marriage cannot make anyone who is dissatisfied with their own individual life happier, deciding to marry without achieving inner peace has risks for both people. Being open to communication, being clear in your decisions and wishes, and most importantly, knowing what you want and why you don’t want, strengthens the communication of couples. This actually means two people coming together and building the concept of us. If a person tries to learn the concept of “we” before the concept of “I”, either his self disappears or s/he turns into a selfish person with the instinct to protect his/her self. In order to achieve balance between two opposite extremes, both parties must equally strive to be us and must mutually meet the need to be understood. Having the same or very similar touchstones that couples use to solve problems establishes a sense of trust, respect and affection within the family. A warm family atmosphere full of love is everyone’s dream, but everyone dreams about the kind of spouse they want. However, the first thing to consider is the answer to the question of what kind of wife/husband I will be. This is the first step to individual awareness within marriage. The person who knows what kind of wife/husband s/he will be also knows what kind of wife/husband s/he needs. This greatly facilitates his/her communication with the spouse s/he chooses. No individual who has no inner peace and low self-confidence can build a safe and peaceful home. In this study, the necessity of preserving the self within marriage and the basic steps of being us are discussed.

Keywords: Individuality, Family life, Self-awareness, Inner peace, Being us

 

1. Giriş

“Aile” kavramı yüzyıllardır net bir tanım ile ifade edilememiş, toplumdan topluma, yıldan yıla da tanımlamaları hem artmakta hem de değişmektedir. Çoklu tanıma sahip olmasının en büyük sebebi ise tabii ki ailenin insanlardan oluşması ve her insanın istek, ihtiyaç ve davranışlarının farklı olmasıdır. Eşler arasında istek ve ihtiyaçların uyuşmaması veya olaylara karşı tutumlarındaki büyük farklılıklar aile hayatına büyük ölçüde zarar vermekte ve hatta ailenin yıkımına yol açmaktadır. Eş seçimindeki yanlışların en başında; kişinin kendi istek ve ihtiyaçlarını tanımlamadan önce evlilik kararı alması gelmektedir. Kendini tanımayan, sınırlarını keşfetmemiş olan bir birey, aile içinde hem kendisine hem diğer aile bireylerine huzursuzluk verebilir. Hâlbuki toplumlarda aile kavramına ihtiyaç duyulmasının en önemli sebeplerinden birisi de insanlara huzur ve güven ortamı sağlıyor olmasıdır. Aile insanın en çok ihtiyaç duyduğu güveni sağlamadığı takdirde bozulmuş sayılmakta ve yıkılmaktadır. Kültürler arası etkileşimin oldukça hızlı olduğu ve giderek daha da ivmelendiği günümüz modern dünyasında aile kurmak ve o aileyi muhafaza etmek çok daha önemli hale gelmiştir.

Sağlıklı bir aile kurmak ise sağlıklı bir şekilde kendini bilmekten geçer. Kişinin kendi önceliklerini tanımlaması, neye tahammül edip neye edemeyeceği, kendini nasıl bir ortamda rahat hissedeceği gibi belli başlı soruların cevaplarının net olması gerekmektedir. Kişinin kendini bilmesi de kulluk bilincinin zihinde yerleşmesiyle doğrudan ilgilidir. İyi bir kul olmaya çalışan insan, zaten başına gelen hadiseleri okumakla kendini tanıma sürecini başlatmış olur. Böyle bir insanın kuracağı aile düzeni de kul olmanın sınırları dahilinde olacağı için az önce bahsedilen huzur ve güven ortamı aslında tesis edilmiş olmaktadır. Ancak günümüzde kadın ve erkek rollerinin değişmesi, toplumsal akımlar, sosyal çevrenin aile içi öğretilerle uyuşmaması gibi nedenlerden dolayı, kulluk bilincine sahip olduğunu düşünen bireylerin aile içi huzursuzlukları da seküler kesimden daha az değildir. İnsan hayatının her alanında zaten neyi neden yaptığını bilmekle mükelleftir ancak aile kurma dinamiğinde bambaşka bir ailede bambaşka öğretilerle büyümüş ikinci bir insan da dâhil olduğu için aile içinde neyi neden yaptığı çok daha önemli hale gelmektedir. Bunun içindir ki benlik üzerine düşünüp bencillik ve bireysel alan ihtiyaçları arasındaki sınır çizilmelidir. Sevgi, merhamet, güven gibi huzurla donatılmış bir aile düzeni ancak yuva olabilir ve bu da her insanın hayalidir. İnsanın hayal ettiği şey için emek vermesi hatta fedakarlıklar yapması da çoğu zaman elzemdir. Fedakarlığı ise güvenin tesisi için yine insanın en evvel sevdiği nefsinden yapması gerekir. Yani aslında bencillik kavramıyla özveri kavramı arasındaki dengeyi kurabilmek, aile hayatının huzurla devam etmesi için temel şarttır. Çünkü sadece bireysel isteklerini düşünerek veya sadece karşı taraf için kendinden vazgeçerek mutlu herhangi bir ilişki kurulamaz. Kurulsa bile oldukça kısa sürer.

Bu çalışmanın amacı da yukarıda bahsedilen iki zıt uç kavram arasındaki dengeyi sağlayacak ve daim kılacak farkındalıklar oluşturmanın da ötesinde, kişinin kendini tanıma yolculuğunda aile hayatının önemine ve tam tersi olarak aile hayatının huzuru için kendini bilmenin gerekliliğine dikkat çekmektir.

2. Evlilikte Mutluluk İçin Kendinle Mutlu Olabilmek; Bireysel Farkındalık

Bencillik, kelime anlamı olarak kendini diğer insanlardan üstün görme halidir. Bilimsel bir kavram olarak egoizm, dini bir kavram olarak da enaniyet olarak geçer. Her şeyde önce kendini düşünme hali, sadece evlilik değil bütün insanî ilişkilerin önündeki en büyük engellerden biridir. Fakat aslında evlilik içeriğinde her ilişkiden biraz da olsa barındırdığı için bencil olma hali evliliğe daha çok zarar vermektedir. Günümüz dünyasında, modernite insanları daha çok benmerkezci olmaya itmekte bu da evliliklerin sürdürülebilirliğini zorlaştırmaktadır.[1]

Benmerkezci (egoist) diyebileceğimiz insanlar, aslında modernitenin dayatması olduğu kadar özellikle Türk toplumlarının aile dinamiğindeki aşırı fedakârlık ve kendi benliğini hiçe sayma noktasına varan özveriden doğmaktadır. Kendini hiçe sayıp sadece hayatındaki erkeğin isteklerine cevap vermeyi ve kendisiyle ilgili fikir beyan etmeye bile çekinen anneler, ille de ‘ben’ diyen nesil yetiştirmenin doğru olduğuna inanmaktadır. Veya onlar, benmerkezci çocuk yetiştirmese bile çocuklar annelerinin bir yerde yanlış yaptığını anlayıp tam tersi hareket etmeyi doğru bulmuşlardır. Fakat evliliklerdeki mutsuzluk ve tatmin seviyesinin giderek düştüğünü ispatlayan pek çok bilimsel çalışma vardır.

Örneğin, evli çiftlerin bireysel farkındalığıyla ilgili yapılan bir çalışmada elde edilen bulgulara göre bireysel ihtiyaçlarının farkında olmayan, duygusal olarak kendini fazla sınırlandıran ve tepkisel davranan bireylerin daha fazla depresyon yaşadığına işaret edilmektedir.[2]

Kişi yetiştiği ailenin öğretileriyle kendi oluşturduğu sosyal çevresini birleştirip kendi istek ve ihtiyaçlarının sınırını çizebildiği kadar bireysel farklılaşma yaşamaktadır. Bu, bilinçli ve kendi benimsediği kurallar ölçüsünde yapılması koşuluyla sağlıklı bir süreçtir. Bireyselleşme sürecinde kişi duygularının, davranışlarının sorumluluğunu üstlenir ve tercihlerinde daha isabetlidir.[3] Kök aileden gelen öğretileri bütünüyle benimsemek kişinin dışardaki herkes -buna çoğu zaman eşi de dahil- ile iletişimini zorlaştırmaktadır. Tam tersi düşünüldüğünde, yani kişi kök ailesinden edindiği her türlü duygu ve düşünceyi reddederse de kimlik karmaşası ve beraberinde gelen boşluk hissi ile depresif belirtiler göstermesi kaçınılmazdır. Bu sebeple sağlıklı bir birey olmak için, kök aileye olan aitlik duygusu ve ayrılmış olma yani bireysellik bilinci dengede olması gerekmektedir.[4]

Evlilikte eş ilişkilerinin dinamiğine dönecek olursak, ilişkide “ben” olabilmek “biz” olabilmeyi kolaylaştırır. Kişi kendini sürekli tanıma hali içerisindedir. Her an yeniden yaratılan insanın duyguları da düşünceleri de zaman geçtikçe değişkenlik gösterebilir ve dolayısıyla insan sürekli yeni yaratılan benliğiyle tanışma hali içinde olmalıdır. Eşlerin ise bu yolda birbirlerine destek olması gerekmektedir. Kişinin kendisiyle tanışma yolculuğunda evliliğin en önemli faydası ise kişiye kişinin dışında her haline şahit olan ve gözlem yapan bir ikinci göz imkânı sunmasıdır. Bu karşılıklı sevgi ve saygı ile olduğu zaman kendi istidatlarını inkişaf ettirmeye gayret eden bireye eşi adeta bir basamak bir dayanak olmaktadır.

Giriş bölümünde de belirtildiği gibi sevgi ve huzur dolu bir yuva herkesin hayalidir. Zaten Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ”[5] yani “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” buyurmuştur. Ayetin referansına dayanarak evlilikte hedef eşlerin birbirine sağlaması gereken huzurdur ve yine kurulan yuvayı sevgi ve merhametle güçlendirmek fıtrata uygun ve Allah’ın rahmetindendir. Ayetin devamında ise düşünen toplum için çıkarılması gereken dersler olduğu vurgulanmıştır. Demek ki evlilik, düşünen toplumlar için bu şartları sağlamakta, düşünmeden akletmeden yapılan evliliklerin huzur garantisi olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Yine konuyla ilgili Bediüzzaman Said Nursi’nin “Bekârlık bikârların kârıdır. Bakire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivaç, tasfiye tehzib eder.”[6] sözü de evliliğin kadın ve erkek üzerindeki tesirini ortaya koymaktadır. Bediüzzaman, kadın evlenene kadar üçte biri erkek, erkek evlenene kadar ise üçte biri çocuktur ifadesiyle kadının da erkeğinde kendisini tamamlamada doğru yapılmış bir evliliğe ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. Fakat tabii ki bu ifade üçte birlik kısmı için söylenmiştir. Sağlıklı bir evlilik için kadın da erkek de üçte ikilik kısım için kendilerinden emin olması gerekmektedir.

Ben olmanın bilincine varan kişi yani başka bir deyişle kendini keşfetmiş kişi, sınırlarını bilir ve bu kişinin tahammül edip edemeyeceği şeyler bellidir. Evlilikte genel olarak “ben” kalma çabası, biz olmayı zorlaştırır. Hâlbuki ben olmanın bilincine varan kişi, bu bilince evlilik kararı almadan önce varmış olmalıdır ki eş seçiminde hata yapmayı minimuma indirebilsin. Yani kişi; kendi ihtiyaçlarını, isteklerini, sınırlarını fark etmeden gerçekleştirdiği bir evlilikte süreç boyunca ben kalamaz, kendi potansiyelini bilmediği için hep önüne koyulan potansiyellere göre hareket etmeye çalışır.

İnsan, ben olmakla ilgili ihtiyaçları kendi sağlayabilmeli ki biz olmanın benliğine bir saldırı olmadığını veya onu yok edecek bir şey olmadığını, aksine kendisini daha da iyi bulmasına imkân sağlayabileceğini anlayabilsin. Bunu anlayabilmek de kendini anlayabilmekten geçmektedir. Aslında herkes, nasıl biriyle evlenmek istediğini sorgular ama asıl olan kişinin nasıl bir eş olacağı sorusuna cevap verebilmektir. Nasıl bir eş olacağını bilen biri, nasıl bir eş istediğini de bilebilir çünkü.

Kişinin sınır çizmenin bencillik olmadığını kavraması gerekir. Neye ihtiyaç duyduğunu bilmesi, neyi tolere edip neyi edemeyeceği, nelerden vazgeçip nelerden vazgeçemeyeceği bilgisi; evliliği güçlendirir ve biz olmaya olanak sağlar. “Ben buraya kadar yapabiliyorum, daha fazlası için desteğe ihtiyacım var.” diyebilmek karşı tarafın bizden neyi bekleyip neyi beklememesi gerektiğini bilmesini sağlar. Bu da eşler için iletişimde büyük konfor sağlamaktadır. “Bana böyle davranmanı istemiyorum.” demek ve karşıdakinin bunu dikkate alması biz olmak için gereklidir. Sınır çizen kişiye bencil etiketi yapıştırılmasının önüne geçen en önemli faktör ise açık iletişimdir. Kişi, isteklerini bilmesi gerektiği kadar karşı tarafa da doğru ve net bir biçimde aktarmalıdır.

Kişisel farkındalık iç huzurun tesisi için en temel unsurdur. Çünkü kendisini mutlu edemeyen kimseyi, kimsenin mutlu edememesi gibi kendisi de kimseyi mutlu edemeyecektir. Mutsuz bireyler de ayette de açıkça ifade edilen o sıcak yuvayı inşa edemeyeceklerdir. Çünkü o yuva da yine ayette belirtildiği gibi sevgi ve merhametle kurulur. Kendini sevmeyen ve kendine merhamet etmeyen başkasını da sevemez ve merhamet edemez. Kendini sevmenin tefrit boyutu, kişinin kendini ilahlaştırmasına kadar uzanan tehlikeli bir yoldur. O halde ölçüyü belirleyen bir orijin noktası gerekmektedir. Yazının en başından itibaren bahsettiğimiz kendini bilmek meselesi aslında kulluk bilincinden başka bir şey değildir. İslamiyet kişiye haddini en açık şekilde belirten dindir. Kul olduğunu hatırlayan kişi, aile içindeki sınırlarını da bilir ve daha sağlıklı bir aile ilişkisi kurar.

Bireysel farkındalık için Risale-i Nur külliyatından bir örnekle devam edelim. Metnin orjinalliğini bozmamak için aynen naklediyorum.

“Meselâ, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, ‘Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.’ Eğer sen tevazukârâne desen, ‘Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?’ O vakit küfrân-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirâne desen, ‘Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.’ O vakit, mağrurâne bir fahirdir. İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: ‘Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir.’”[7]

Buradan hareketle hakiki kulluk bilinci, güzelliği bilip görüp yok saymak değil, güzelliği sahiplenmeden asıl sahibini hatırlamaktır ve bu da insanı kibirden muhafaza eder. Çünkü insan güzel olan her şeyi sahiplenmek ister. Her şeyi sahiplenmeye çalışan insan, bir süre sonra hatadan kusurdan müberra olduğuna kendisi de inanmaya başlar ve kendini tanrılaştırır.

Eşler arası iletişime dönecek olursak da taraflar huzurlu bir evlilik için ne kendi değerlerini hiçe saymalı ne de tek değerli şey olarak kendini görmelidir.

3. Sen, Ben ve Biz Dengesi

Benmerkezcilik, biz olma halinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü evlilikte üç temel ayak bulunur; sen, ben ve biz. Bu kavramların dengede olması gerekir. Herhangi birinin daha güçsüz olması durumunda bu üç ayaklı masa güçsüz tarafa doğru meyleder ve evliliğin yükü diyebileceğimiz sorumluluklar, güçsüz ayağa doğru gittikçe daha çok baskı yapar. Bu da zaten güçsüz olan ayağı daha da çok zorlamaktadır. En sonunda ise o masanın üzerindeki yüklerin devrilmesi, masanın kırılması kaçınılmazdır. Evlilikte en zor olan biz olma ayağıdır çünkü bu, sonradan birlikte öğrenilmesi gereken bir kavramdır. Yani kişi, aslında çocukluğundan itibaren ben demeyi, sen demeyi öğrense de biz olma hali sadece evlilikte yaşanan bir deneyimdir. Biz olma çabası aynı zamanda benliğin yok oluşuna da gidebilmektedir.

Konuyla alakalı belki de pek akla gelmeyen bir ayetle devam edelim. Al-i İmran suresinde, Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor: “لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَؕ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلٖيمٌ ”[8]. Yani “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz.”. İnsan en evvel kendini seviyorsa ve evliliğini de Allah’ın rızası dairesinde sürdürmek istiyorsa aslında iyiliğe erişmek için benlikten harcaması gerekmektedir, diyebiliriz. Fakat burada da denge yine çok önemli çünkü harcadıkça benliğin yok olması da mümkün. İlk bölümde bireysel farkındalık üzerine epey konuştuğumuz için burada üç ayaklı masanın kalan iki ayağından bahsedelim.

Bireysel isteklerin farkındalığı, evliliğin tesisindeki ilk aşama idi. Çünkü ben olmadan biz inşa edilmez. Sonraki aşama ise karşıdakini tanımak ve anlamaya çalışmak yani “sen”. Sürekli kendini ifade etmek zihinde bir süre sonra karşı tarafı yok saymaya kadar gidebilmektedir. Hâlbuki karşı taraf çok başka normlarla büyümüş, karakteri bambaşka, çok farklı sınırları olan, anlaşılmaya ihtiyaç duyan bir kişidir. Bu yönüyle bakıldığında empati, evliliğin olmazsa olmaz unsurudur.

Kişinin kendi istekleri her zaman eşi ile uyuşmayabilir hatta bu oran oldukça yüksektir. Burada devreye sen kavramı girmektedir. “Ben bundan hoşlanmıyorum, fakat senin hoşuna gidiyor diye yapabilirim sanırım.” diyebilmek de kişinin karşısındakine alan açması ve kendi hoşuna gitmeyen bir şeyi sırf eşi istiyor diye yapması biz olma yolunda atılan en büyük adımlardan biridir. Tabii ki bu kavramların da oturup tanımlanması gerekir çünkü sen ben ve biz kavramları bizim genellikle çocukluğumuzdan getirdiğimiz tanımlarda kalmaktadır. Anlaşıldığını hissetmek, zaten çoğu sorunun üstesinden gelebilecek çok kıymetli bir konfordur. Karşılıklı kendini ifade etmek, diyalog kurmak, küçük fedakârlıklar yapmak “sen” alanını açar ve biz olma yolunda sağlıklı bir diğer sağlam adım anlamına gelmektedir.

Kadınlar, kendini ifade etmekte erkeklere nazaran daha rahattır fakat sürekli kendini ifade etmek kadın için anlaşılmadığını hissetmeye, erkek için de kendi isteklerini baskılamaya yol açabilmektedir. Elbette bunun tam tersi durumda hiç azımsanmayacak kadar çoktur. Fakat genellikle tartışma veya anlaşmazlık durumlarında erkeklerin önceliği haklı çıkmak iken, kadınların önceliği anlaşılmaktır. Bununla ilgili peygamber efendimizin Hz. Aişe ile olan bir rivayetiyle devam edelim. Bir gün Hazreti Safiye validemiz, Hz. Peygamber (asm) Efendimiz’e, Hz. Aişe annemizin evinde iken bir tabak yemek gönderdi. Güzel yemek yapmasıyla bilinen Safiye annemizi Aişe annemiz kıskandı ve bu duygunun tesiriyle hizmetçinin eline vurarak yemeği yere döktü, tabak iki parçaya ayrıldı.

Bunun üzerine Allah Resûlü, orada bulunanlara: “Anneniz kıskandı.” buyurarak iki parçaya ayrılan tepsiyi alıp eliyle birleştirdi, yiyeceği içine koydu. Sonra da evdekilere “Yiyin!” buyurdu. Evdekiler yediler. Daha sonra hizmetçiye sağlam olan başka bir tepsi verdi, kırık olan tepsiyi ise Hz. Aişe’nin odasında tuttu.[9]

Peygamber efendimiz bu durumda sakin kalmayı ve alttan alma sorumluluğunu üstlenmenin de ötesinde Hz. Aişe’ye “Seni anladım.” mesajı da vermektedir. Onun duygusunu yaşamaya alan tanımakta ve bu da aile içi bir krizin nasıl yönetileceği konusunda evli çiftlere bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tahammül seviyesi gittikçe daha da düşen günümüz dünyasında, insanların herhangi bir şeye sabretmesi hele ki öfkeli iken gösterilen sabır çift olmanın en zorlu imtihanıdır denilebilir. Yaşadığımız toplumda tahammülle karşılaşılan krizi tamponlama görevi genellikle kadının vazifesi olarak görülse de bu örnekte peygamberimiz erkeklere de çok yakıştığını ve olması gerektiğini sergilemektedir. Karşılıklı fedakârane hürmet ve muhabbet ile gerçekleştirilen evlilik insanı gerçek anlamda özgürleştirmekte ve kişinin kendisi olmasına yardımcı olmaktadır.

Her ne kadar yukarıda kişinin evlenmeden önce kim olduğunu, ihtiyaçlarını bilmesi gerektiğini söylesek de insan, her an değişim halinde olduğu için veya daha önce hiç imtihan olmadığı konularda kendini tanıyamadığı için kendini tanıma süreci hiçbir zaman tamamen tamamlanmaz. Eşler birbirlerinin kendini tanıma yolculuğunda birbirlerine ışık olmalıdır. Ancak bu şekilde biz olunabilir. Örneğin, şu an ben, gömlek desem herkesin zihninde farklı bir gömlek canlanır. Hepsi gömlektir fakat hepsi birbirine benzemek zorunda değildir. Fakat ben size zihnimdeki gömleği tarif etsem bir sonraki gömlek deyişimde ne demek istediğimi herkes bilir. Evlilikte de kavramları tanımlamak bu yüzden oldukça önemlidir. Sadece benim gömleğim gerçek gömlektir, demek bencilliktir fakat birlikte ikinize yakışacak veya ikinizin de hoşuna gideceği bir gömlek de tasvir etmek mümkündür. Evlilik iki farklı zihindeki iki farklı gömlekten yeni bir gömlek tasarlamaktır.

“Ey genç topluluğu! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek, haramdan korunmak ve iffeti muhafaza etmek için en iyi yoldur.”[10] diyen Peygamber Efendimiz, evliliği bir sığınak gibi korunma amacıyla yapılan bir kurum olarak ifade etmiştir. Sadece haramlardan sığınmak için değil ihtiyaç olan güven, muhabbet ortamı da yine evlilik ile sağlanmaktadır.

Ancak evlenene kadar kendi kendini haramdan sakınmaya çalışan, kendi hayatını kendi idame ettirmeye alışan birey, evlilikte oluşan biz kavramıyla yeni bir “ben” inşa etmeye başlamalıdır. Daha önce tatmadığı duyguları, daha önce düşünmediği birçok şeyi deneyimlediği için fıtratının da etkisi ile yeniden kimlik oluşmaya başlar.

Yeni kimliğine alışmaya hatta yeni kendisiyle tanışmaya çalışan birey, eğer evlenme sebebi sağlıklı ise sağlıklı bir kimlik oluşturabilir. Bir başka deyişle tek kişilik hayatında huzuru olmayan kişi, evliliği bir kurtuluş vesilesi olarak gördüğünde evlendiği kişiye çok fazla anlam yükler. Karşıdaki kişi ise bir kahraman olmadığı için bu anlam altında ezilir ve kurtuluş zannedilen şey, aslında daha da içsel çöküşe sebep olur. Yani iyi bir evlilik, kötü bir hayata şifa olamaz. Ancak iyi bir hayatla kötü bir evlilik kurtarılabilir, iyileştirilebilir.

Konuyla ilgili bir doktora tezi çalışması kapsamında eşlerin birbiriyle olan bağlanma biçimlerinin evlilikteki doyuma etkisi araştırılmıştır. Sonuçlarda güvenli bağlanmanın dışındaki bağlanmaların kişilerin evlilik öncesi inançlarıyla doğrudan ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Çalışmanın devamında yapılan anket sonuçlarına göre evlilik öncesinde hayal edilen evlilik hayatıyla evlendikten sonra yaşanılan evlilik hayatını benzer bulan kişi sayısı oldukça az çıkmıştır.[11]

Kişi evliliği gerçekleştirene kadar etrafındaki evli bireyleri gözlemleyerek evlilik hakkında bir fikir oluşturur. Eğer kendi hayatıyla ilgili çözemeyeceğini düşündüğü problemleri de varsa evlilik, ona büyülü bir masal gibi gelmektedir. Çünkü insan fıtratı, kolayı sever. Problem çözmek zordur; emek ve zahmet ister. Fakat bir süper kahramanın gelip bütün sıkıntılarını çözeceğine inanmak çok daha kolaydır. Fakat bu düşünce de aslında yine temelde “kulluk bilinci”nde bir noksanlık olması muhtemeldir.

Bir söylem ile karşılaşıldığında insan ya enaniyeti sebebiyle dinlemez, anlamaya çalışmaz ya düşünmeden körü körüne inanır ya da mihenge vurur hakikat ise alır. İslami tavra yakışan ise elbette mihenge vurduktan sonra hakikat ise dikkate almasıdır. Aile içinde de bu böyledir. Bireysel farkındalığı yüksek olan bir birey zaten hakikati enaniyetine kurban etmez, herhangi bir şeye de körü körüne bağlanmaz. Çünkü Said Nursi’nin de belirttiği gibi hakiki bir Mümin’e her sözü dinlettirmek kolay bir şey değildir. Zira onun kalbinin mihrak noktasında ‘dikkat’ yazar ve bu da hassas bir kontrol görevi görür.[12] Peki o halde mihenk taşı ne olmalıdır?

Mihenk taşı, neyin altın neyin bakır olduğunu sağlayan ve madenin kalitesini saflığını test etmeye yarayan bir ölçü aracıdır. Altın veya gümüşe mihenk taşı sürtüldüğünde, bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri belirlenmektedir. İnsanın ve düşüncelerin de mihenk taşı her daim Kur’an, Sünnet ve manevi bir tefsir olan Risâle-i Nur mihengine vurularak keyfiyeti ortaya çıkmalıdır.[13] Buradan hareketle zaten eşlerin mihenk taşları aynı olduğu için hakikat birdir, değişmez.

4. Sonuçlar

Bireysel farkındalık aile kurmadan önce gerçekleştirilen ve kurulan aile ile birlikte devam ettirilen insanın iç huzuru için gerekli ve kaçınılmaz bir olgudur. Bireyselliğinin, kimliğinin bilincinde olan kişi sorunlara çözüm bulmada çok daha hızlı, pratik ve başarılıdır. İki tarafın da çözüm odaklı olduğu bir ilişkinin kuracağı yuva sevgi dolu sıcak bir yuvadır. Bunun için de taraflar ihtiyaç duydukları kadar kişisel alana sahip olmalı ve zaman zaman bireysel olarak veya başka bir sosyal çevre ile vakit geçirebilmelidirler.

Aile kurma amacı toplumdan topluma değişse de her insanın hayatında bir yoldaşa, yaşamına şahit olacak bir dosta ve duygu düşüncelerini paylaşabileceği birine ihtiyaç duyması fıtridir. Ortak inanç ve değerler ile yapılan evliliklerde bu ihtiyaç güven ortamı ile sağlanmaktadır.

Sınır çizmek bencillik değildir. Potansiyelini bilen bireyin kendisini ifade etmesidir. Bencil olma halinde kişi yalnızca kendi menfaatini düşünür veya kendini diğer herkesten üstün görür fakat sınırlarını bilen ve bunu rahatça ifade eden birey çoğu zaman kendisiyle birlikte karşısındakini de düşünmüş olmaktadır. Bireysel farkındalık, güçlü bir iletişimi doğurur ve kişiye ve karşıdakine konforlu alan sağlar. Bu sebeple evlilikten önce kişinin belli bir olgunluğa ve farkındalığa erişmesi gerekmektedir.

Evliliğin sen, ben ve biz başlığı altında olmazsa olmaz 3 temel kavramı vardır. Bu kavramlar çiftler özelinde tekrar tanımlanmalı ve olası kavram karmaşasının önüne geçilmelidir. Çünkü insan zihnindeki bu kavramlar genellikle aile öğretileriyle şekillenmiştir. Evlilik ise iki başka ailenin yetiştirdiği iki başka insanın gerçekleştirmeye çalıştığı bir sistemdir. Bu kavramlardan biz kavramı sonradan partner ile öğrenilecek bir kavramdır. Bencillik bu kavramın önündeki en büyük engel iken, bireysellik biz olmaya yardımcı olmaktadır. Biz kavramına alışan bireylerin zaman içerisinde yeni bir ben kavramı ortaya çıkar. Bu da neyi neden yaptığını bilen bir kişi için gayet sağlıklıdır.

Evlilik problem çözme yetisini geliştirmelidir. Bu da yine kişisel farkındalığı yüksek kişilerin yapabileceği bir iştir. Olası bir anlaşmazlıkta bakılacak ortak bir rehber, danışılacak ortak bir kılavuz olması bu evliliği daha da huzurlu hale getirir. Kuran, Sünnet gibi sarsılmaz manevi kaynaklardaki ortaklık, kişilerin anlaşmazlıklarının büyük çoğunluğunu halletmektedir. Günah ve sevap ayrımı olmayan işlerde ise karşılıklı fedakârane hürmet ve muhabbet anlaşmazlıkların önüne geçmelidir.

Bencillik bağımlılıkların en büyüğüdür. Bu sebeple bencillik ve benlik kaybı arasındaki kendi öz farkındalığı Kuran ve sünnet ışığında yapmak gerekmektedir. Kılavuz hakikat olduğu sürece öz farkındalığa erişmek kolaydır. Kişi bu süreçte zorlandığı durumlarda ise eşinden destek görmeli ve bu ben olarak da biz olarak da sağlam bir ilişkiye vesile olmaktadır.

İslam dininde evliliğe teşvik edilen pek çok ayet ve hadis bulunmaktadır. Bu da evliliğin insan hayatı için ne kadar değerli bir şey olduğunun ispatıdır. Evliliğin sürdürülmesi büyük bir çaba da istemektedir. Bunun için karşılıklı verilen bir çaba olmadığı koşullarda, yanlış verilmiş kararlarda, ortak inanç değerlerinde buluşamama halinde ise boşanmanın kapısı açık bırakılmıştır. Evliliğin farz olmaması fakat boşanmaya özel sure indirilmesi de insanın kendi değerlerini muhafaza edilemediği durumlarda Yüce Allah’ın insanlara bir ikramıdır denilebilir.

Kaynakça:

BITTER-James Robert, Theory and practice of family therapy and counseling (2nd edition, international edition). U.S.A: Brooks/Cole, Cengage Learning, 2013.

COREY-Gerald, Psikolojik danışma kuram ve uygulamaları (Tuncay Ergene, Çeviren). Ankara: Mentis Yayıncılık, 2008, (Orijinal eser 2005 yılında basılmıştır)

ÇİMİÇ-Abdülbaki, Mihenk taşına vurulmak, Yeni Asya Gazetesi, 18 Ağustos 2014.

GOUVEIA-Tânia, SCHULZ-Marc, COSTA-Maria Emília, Authenticity in relationships: Predicting caregiving and attachment in adult romantic relationships. Journal of Counseling Psychology, s. 736-744, 2016.

NURSİ, Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2008.

NURSİ-Said, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2009.

NURSİ-Said, Mektubat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2010.

POLAT-Kenan, Evli bireylerde çift uyumu ve bazı psikolojik belirtilerin benliğin farklılaşması açısından incelenmesi. Yüksek lisans tezi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Tokat, 2014.

SIĞIRCI-Aktan, Evli Bireylerde Bağlanma Biçimleri Ve Evliliğe Dair İnançların Evlilik Doyumu İle İlişkisinin İncelenmesi, İnönü Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bilim Dalı, Malatya, 2010.

 

[1]       Tânia Gouveia, Marc Schulz, Maria Emília Costa, Authenticity in relationships: Predicting caregiving and attachment in adult romantic relationships, Journal of Counseling Psychology, 2016, 736-744

[2]       Kenan Polat, Evli bireylerde çift uyumu ve bazı psikolojik belirtilerin benliğin farklılaşması açısından incelenmesi. Yüksek lisans tezi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Tokat, 2018, 22.

[3]       Gerald Corey, Psikolojik danışma kuram ve uygulamaları (Tuncay Ergene, Çeviren). Ankara: Mentis Yayıncılık (Orijinal eser 2005 yılında basılmıştır), 2008

[4]       James Robert Bitter, Theory and practice of family therapy and counseling (2nd edition, international edition). U.S.A: Brooks/Cole, Cengage Learning, 2013

[5]       Rum 30/21.

[6]       Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 427

[7]       Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 421

[8]       Ali İmran, 3/92.

[9]       Buhari, Nikah, 106; İbn Mace, Ahkam, 14; Ebu Davud, Buyu, 91; Nesai, İşretü’n-nisa, 4

[10]     Buhârî, Nikâh, 3

[11]     Aktan Sığırcı, Evli Bireylerde Bağlanma Biçimleri Ve Evliliğe Dair İnançların Evlilik Doyumu İle İlişkisinin İncelenmesi, İnönü Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bilim Dalı, Malatya, 2010

[12]     Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Yayinevi, İstanbul, 2008

[13]     Abdülbaki Çimiç, Mihenk taşına vurulmak, Yeni Asya Gazetesi, 2014