Eğitimin Mahiyeti ve Ailenin Saadeti
Abdurrahman KILIÇ ve Sebahattin YAŞAR, Prof. Dr., Düzce Üniversitesi ve Öğr. Gör., Harran Üniversitesi
Özet
İnsanın varoluşu, hayatın anlamı ve amacı gibi temel sorularla şekillenir. İnsanın kendini tanımlaması ve bir kul olarak konumlandırması, sorumluluklarını bilmesi ve gereğini yapması anlamında önemlidir. İnsanın potansiyeli sonsuzdur ve akıl, ruh, kalp gibi özellikleri içerir. İslamiyet, insanı anlamak için bütünsel bir bakış açısı sunar. İnsanın varlığı, evrenin bir parçasıdır ve onunla aynı özellikleri paylaşır. İnsanın yaratılış amacı, ilerlemesi ve ebedi saadete ulaşması için imtihan sürecinden geçmesidir. İnsan, ilim ve ibadetle tekâmül eder, bu süreçte toplumsal etkileşim ve iletişim de önemlidir. Kemâlata, İslamiyet ve dolayısıyla Peygamberimiz vasıtasıyla ulaşılabilir. Ahir zamanda ise bu, şahs-ı manevinin temsil ettiği insaniyet-i kübra ile olabilir. Fertler eksik ve hatalı olabilir ancak bir şahs-ı manevi olan birliktelik hatadan uzaktır. Bu nedenle, insanın kemale ermesi için birlikte çalışması gereklidir.
Birlikte çalışmanın ilk basamağı ailedir. İnsanın en temel ihtiyacının karşılanması için ailede evlilikle birlikte başlayan şahs-ı manevi birlikteliği oluşur. Aile kurmak, fıtrî bir ihtiyaçtır ve evlilik öncesinde eğitim ve hazırlık süreci oldukça önemlidir. Evliliğin sürdürülmesinde sorumlulukların paylaşılması gerektiği ve eşler arasında yardımlaşma, sadakat ve saygının önemli olduğu bilinmelidir. İdeal bir evlilik, kadın ve erkeğin fıtrî rollerini doğru bir şekilde yerine getirdiği bir ortamı ifade eder.
Aile bir eğitim ortamıdır. Aile, inanç, ahlak, okuma alışkanlıkları, özgüven ve kişisel gelişim gibi önemli unsurların öne çıktığı ve yaşanılması gereken bir yerdir. İslami inancın çocukların yaşamına nasıl yön verdiği, ailenin çocuklarına model olması ve Kur’an-Sünnet’e dayalı bir hayat tarzının benimsenmesi açısından aile ortamı önemlidir. Aile ortamında herkes farklıdır ve ailedeki bu farklılıklar desteklenmeli ve ortak amaca yönelik olarak şahs-ı manevi oluşturulmalıdır. Ayrıca, çocukların doğayı keşfetmelerini ve birlikte okuma programlarına katılmalarını teşvik bunun için önemlidir. Böylelikle, çocukların dinî, ahlaki, zihinsel ve duygusal gelişimleri desteklenmelidir.
Anahtar kelimeler: Eğitimin mahiyeti, insan potansiyeli, yaratılış amacı, aile saadeti, insaniyet-i kübra
The Nature of Education and Its Consequences on the Family Happiness
Abstract
Human existence, the meaning and purpose of life are shaped by fundamental questions. It is crucial for individuals to define and position themselves. Human potential is boundless and encompasses attributes such as intellect, spirit, and heart. Islam provides a comprehensive perspective to comprehend human beings. Human existence is an integral part of the universe, sharing its characteristics. The purpose of human creation is to undergo a test process for progression and attainment of eternal happiness. Humans evolve through knowledge and worship, emphasizing the importance of social interaction and communication. Attainment of perfection is achievable through Islam and, consequently, through the guidance of our Prophet. In the latter days, it can be achieved through embodying the ideal human, representing the pinnacle of humanity. While individuals may err, collectively, humanity forms a greater whole. Collaboration is essential for human perfection.
The family constitutes the initial step in collaboration. The formation of a spiritual unity, beginning with marriage, meets humans’ most fundamental needs. Establishing a family is a natural necessity, with the pre-marital process of education and preparation holding significant importance. Sustaining a marriage necessitates the sharing of responsibilities, with mutual assistance, loyalty, and respect being crucial between spouses. An ideal marriage signifies an environment where men and women fulfill their natural roles accurately.
The family serves as an educational environment, emphasizing faith, morals, reading habits, self-confidence, and personal development. It is vital to understand how Islamic beliefs shape children’s lives, with the family serving as their role model, advocating for a lifestyle based on the Quran and Sunnah. Recognizing the diversity within the family and fostering these differences while forming a spiritual unity towards a common goal is essential. Furthermore, encouraging children to explore nature and participate in reading programs is imperative. Thus, supporting children’s religious, moral, intellectual, and emotional development is paramount.
Keywords: The nature of education, Human potential, Purpose of existence, Family happiness, The ideal humanity
- Giriş
İnsanın, dünyaya gönderiliş gayesine uygun olarak Cenâb-ı Hakk’ın isimlerine ayinedarlık etmesi ve bunu ilim (eğitim) ve dua (yaşama) yoluyla kemâlata ulaşarak gerçekleştirmesi için öncelikle kendi cinsi olmak üzere tüm varlıklarla ilişki kurması zorunludur. Bu ilişkinin en canlı ve kaçınılmaz olduğu yer ailedir. Fert hem kendi dünyasında ve hem de en yakın olarak içinde yer aldığı ailede yaratılış gayesinin çekirdeğini oluşturur. Bu çekirdek; bir yönüyle aile, bir yönüyle eğitim ya da her ikisinin etkileşimi ile birlikte oluşan hayat kaynağıdır.
Bu çalışmada, eğitimin mahiyeti ve ailenin saadeti iki bölüm altında ele alınacaktır. Birincisi, İnsaniyet-i Kübra’yı netice verecek eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili çizilen çerçeve üzerinden ailenin kurulması, aile içi ilişkiler, çocuk ve eğitim, eğitimin kapsamı, kişisel gelişim ve yeteneklerin keşfi temel başlıkları altında, ailenin oluşturulması ve sürdürülmesi için düşünce ve eylem olarak nasıl bir konum alınması gerektiği üzerinde durulacaktır. İkinci olarak, aile kurulmasıyla zahiri olarak bir şahs-ı manevi özelliği oluşturma yoluyla saadetin anahtarı elde edilecektir. Aile ve eğitim derken aslında oluşturulan ortamın nasıl bir şahs-ı manevi gerektirdiği ve bunun içinde yaşayan bireylerin potansiyellerini sorumluluk şuuru içinde nasıl geliştirilmesi gerektiği nazara verilmeye çalışılacaktır.
- Eğitimin Mahiyeti
Eğitim, insanın varlık içindeki konumunu ve potansiyelini gösteren ve geliştiren bir unsurdur. İnsandaki yüklü potansiyel, varlığını göstermek için eğitime ihtiyaç duyar. Aşağıda insanın varlık içindeki konumu ve potansiyeli, insanın eğitimi ve gelişimi, özgünlük ve potansiyelin geliştirilmesi, insaniyet-i kübra’nın ortaya çıkması konuları ele alınacaktır.
2.1. İnsanın Varlık İçindeki Konumu ve Potansiyeli
Hayatın anlamı ve amacı konusundaki düşüncelerimiz, “Biz kimiz? Nereden geldik, Burada vazifemiz nedir? Nereye gidiyoruz?” gibi temel sorulara vereceğimiz cevaplar doğrultusunda şekillenecektir. Bu soruları soran insandır. Bu nedenle insanın varlık içinde kendini tanımlaması ve konumlandırması ile işe başlamak esastır. İnsanı tanıma ve evrendeki yerini anlamlandırma çabası içinde insanın “ne olduğuna” dair çok sayıda tanımlamalar yapılmış, kuramlar oluşturulmuştur. Ancak bu kuramların her biri, insan doğasına ilişkin hakikatin sadece belirli yönlerini vurgulamaktadır. Bu nedenle aralarında bazı temel uyuşmazlıklar ortaya çıkmakta, hatta bazen kuramların birbirlerini geçersiz kıldıkları dahi görülmektedir. Hâlbuki beden, ruh ve kalbin bütünleştiği bir varlık olma niteliğini taşıyan insanı anlamak için ona sadece belirli yönlerden değil, bütünsel bir yaklaşımla bakmak gerekmektedir.
İnsanın potansiyelinde sınır konmamış negatif ve pozitif ilerlemeler kateden duygular yer almaktadır. Bu potansiyelde; akıl, ruh, kalp, duygular; düşünmek, yardım etmek; sevmek, nefret etmek gibi birçok özellikler mevcuttur. Bu negatif ve pozitif potansiyellerin sınırları şimdilik bilinmiyor. Bu özellikleri tanımlayanın yine bir insan olması hasebiyle, sınırlarını doğru şekilde çizmek pek mümkün değildir. Bu durumda, “Şecere-i hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirdeğisin. Cismin itibarıyla küçük, aciz, zayıf bir cüzsün. Lakin Sani-i Hakim lütfuyla, latif san’atıyla seni cüzlükten külliliğe çıkartmıştır.”[1] bakış açısı, anlama ve anlamlandırmada temele alınabilir.
İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. İnsanın yaratılışı bakımından sair mahlûkata nispeten bütün mahlûkatın özelliklerini cami bir mahiyette olduğu, âlemle aynı özellikleri taşıdığı ifade edilebilir. “İnsan, cismine verilen hayat sayesinde, geniş duygularıyla âlem-i şehadet üzerinde cevelan etmekle filcümle cüz’iyet kaydından kurtulmuş, insaniyet itasıyla bilkuvve “küll” hükmündedir. Aynı zamanda, iman ve İslamiyet ihsanıyla da bilkuvve “külli” olmuş, marifet ve muhabbetin in’amıyla da muhit bir nur olmuştur. İnsaniyet, İslamiyet, iman, marifet ve muhabbet ile bu dünyada hareket etmezse, dünyaya ve cismani lezaize meylederse, aciz, zelil bir “cüz’i” olur. Eğer cihazatını insaniyet-i kübra denilen İslamiyet hesabına sarf ederse, bir “külli” ve bir “küll” olur.”[2].
Kâinatta hiçbir şey gereksiz ve abes olarak yaratılmadığı gibi hiçbir insan da gereksiz yere yaratılmış değildir. Her bir insan varlık âleminde bir boşluğu doldurmaktadır. Olumlu olumsuz ifa ettiği vazifesi itibariyle umumi maksada matuf bir işleve sahiptir. Kendi içinde, kendi manasını ifade ederken, aslında bütünün bir parçası olması hasebiyle maksat manayı tamamlamaktadır. “Fakat, çendan insan bütün esmâya mazhardır; fakat kâinatın tenevvüünü ve melâikenin ihtilâf-ı ibâdâtını intâc eden tenevvü-ü esmâ, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur. Enbiyânın ayrı ayrı şeriatları, evliyânın başka başka tarîkatleri, asfiyânın çeşit çeşit meşrebleri şu sırdan neşet etmiştir. Meselâ İsâ Aleyhisselâm; sâir esmâ ile beraber Kadîr ismi onda daha galiptir.”[3]
Cenab-ı Hak yarattığı varlıklar üzerinde kendi eserlerini görmek ve göstermek istediği için insanı yaratmıştır. Ancak burada kemalin ortaya çıkması için arızi bir durumun cüz’i irade manasında tezahür ederek kemal ile kemalsizlik durumunun görülmesine yol açması kaçınılmaz olmaktadır. Bu zıtlık iledir ki, olumluyu, kemali, fark etmek mümkündür. Cenab-ı Hak insanı ahirete layık bir hal alması için bu dünyaya göndermiştir. Verilen potansiyelin inkişaf etmesi ve sonuçta insanın ebedi olarak kalınacak ebed yurduna hazır olabilmesi için fermanlar ve bu fermanları tebliğ makamında peygamberleri göndermiştir. Bu yolla insanın potansiyeli açılacak ve cennete layık bir hüviyet kazanacaktır. “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir.” [4]
İnsan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül ettirilmek için gönderilmiştir. Âlemde tekâmül kanunu denen olgunlaşma kanunu vardır. İnsan âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi tekâmül kanunu gereği ilerleme ve gelişme vardır. Bu meyil ise düşünce ve tecrübelerin birikiminden yardım alıp gelişir. Nasıl ki saniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık bir saatin milleri birbirine benzer ve birbirini ispat eder. Saniyelerin hareketini gören, sair çarkların hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur. İnsan kâinatın küçük bir fihristesi olduğu için, insanda bulunan numunelerin asılları ve sosyal görüntüleri âlemde de bulunacaktır. Bu numuneler âlemdeki gibi tekâmüle uygun olarak tarihî bir süreç gösterecek ve zamana tâbi olup birbirini tetikleyecektir. Bir çocuğun eğitim kademelerini geçip uzmanlaşması gibi, hem insan hem de âlem, hikmetinin gereği gelişim ve değişim sürecine tabi olacaktır. Tekemmülün olduğu yerde tedenninin de olması varlığın zıddıyla bilinmesi hakikatindendir. “Eğer cihazatını insaniyet-i kübra denilen İslamiyet hesabına sarf edersen, bir “külli” ve bir “küll” olursun.”[5]
Potansiyel uygun şekilde beslenip, gözetilmelidir. İnsanın potansiyeli maruz kaldığı muameleye göre pozitif veya negatif istikametlerde seyreder. Bu seyir en düşük düzey olan esfel-i safilinden en yüksek düzey olan alayı illiyyine kadar bir farklılaşmayı içinde barındırır. Öyle bir muamele olmalı ki olumlu özellikler, ala-yı illiyine doğru istikamette bir seyirle gerçekleşsin. Akıl, kalp ve beden birlikte bütünlük içinde ele alınmalıdır. İnsanın akıl, kalb ve beden olarak eğitilmesi gerektiği ile ilgili bilgi ve uygulamalar eski çağlardan beri vardır. İnsana potansiyel olarak verilmiş olan ve birbirini tamamlayan özelliklerin birlikte işlemesi ve gelişmesiyle doğru istikamete ulaşmak mümkün olacaktır. Bunun için insandaki kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye gibi duyguların vasat mertebesinde değerlendirilmesi gerekir.
2.2. İnsanın Eğitimi ve Gelişimi
Fert kemale yürüyüşte, iki kaynağa muhtaçtır. Bunlar İlahi kelam olan Kur’an-ı Kerim ve kâinat kitabıdır. Şeriat, kemalatın yönü ve çerçevesinin ne olacağını ortaya koyan ilahi kılavuzlardır. Yaratıcının kelam sıfatından gelen Kur’an-ı Kerim ve kudret sıfatından gelen Kitab-ı Kebir birlikte anlaşılarak gelişimin yönü olumluya, hayra doğru yol alacaktır. Kemalat için Peygamber Efendimiz takip edilmelidir. İnsaniyet-i kübra, bir insan olarak Peygamberimizin şahsında tam anlamıyla ortaya çıkmıştır. Kemalin kemali son peygamber olarak Peygamberimizin şahsında ve davasında toplanmıştır. Peygamber Efendimizin şahsında bizzat İslamiyetin şahs-ı manevisi gibi insaniyetin de bütün hususiyetleri toplanmıştır. Peygamber Aleyhissalatü Vesselamın şahsında toplanan esma; asırlar boyu gelen peygamberlerin şahsında, kısmi, bölgesel olarak tezahür etmiş ancak, son peygamberle tekamül ettirilmiş ve insanlığa kemalin nihai hududu çizilmiştir. Bu nedenledir ki hiçbir varlık peygamberimizden daha ileri düzeyde kemale ulaşamamış, ulaşamaz denilebilir.
“Bu büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla baktığımızda, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuru o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi olur. Bu mürekkep bütün kâinâtı kendi rengiyle boyamıştır. Eğer kâinâtı bir büyük ağaç farz edersek, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuru bu büyük ağacın hem çekirdeği, hem meyvesi olur! Eğer kâinât cismânî bir canlı kabul edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuru bu büyük cüsseli canlının rûhu olur! Eğer kâinât bir büyük insan farz edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuru o dev cüsseli insanın aklı olur! Eğer kâinât bir güzel Cennet bahçesi kabul edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuru bu Cennet bahçesinin bülbülü olur! Eğer kâinât pek büyük bir saray farz edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuru bu benzersiz sarayın dâvetçisi, rehberi, kılâvuzu, tanıtıcısı olur!” [6]
İslamiyet dışında kemalat sağlanamaz. Bilim ve fen ayağı ile insanlığın ulaştığı güzellikler insaniyeti kuşatacak bir özelliği içinde barındıramaz. Şu an batı medeniyetinin ortaya koyduğu olumlu manadaki gelişmeler bu çerçevede düşünülebilir. Asya’yı ayağa kaldıran din, Avrupa’yı ayağa kaldıran bilim olarak düşünüldüğünde, birinin ilahi kitaplara, diğerinin kainat kitabına göre hayatı tanzimi öne çıkardığı görülmektedir. Ancak bu her iki kaynağının birbirinden bağımsız kullanımı istikameti elde etmesine yetmemektedir. Birlikte çalıştıkları durumda, ancak insanlık kemale erecek ve saadet-i dareyne vasıl olacaktır. “İnsaniyet-i suğrâ denilen mehâsin-i medeniyet, onun mukaddemesidir.”[7]
2.3. Özgünlük ve Potansiyelin Geliştirilmesi
Tekâmül devamlıdır. Çünkü imtihan devam etmektedir. Bu imtihanın devam ediyor olması, ölüme kadar ferdin potansiyelinde bulunan insaniyet-i kübra vasfının ortaya çıkması, yeşermesi umudunun her zaman var olduğunu ifade etmektedir. “Dehre ve tabâyi-i beşere, dâmen-i kıyamete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecellî ve timsali olan hakikat-i İslâmiyettir ki, asıl insaniyet-i kübrâ denilen şey odur.”[8] Kendini aşmışlık, kişinin kendi sınırlarının ötesinde bir toplulukla yaşamaya uyum sağlamasını gerektirir. Maslow’a göre kendini gerçekleştirme yani tekâmül, bireyin kendini ifade etmesi her yönü ile özünde var olan potansiyelini açığa çıkarması ve bu potansiyelini en mükemmel düzeyde kullanabilmesi olarak açıklanır. Bunun yanında, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine bir üst evre olarak “kendini aşmışlık”[9] düzeyinin eklenmesi ihtiyaçlar hiyerarşisine farklı bir boyut kazandırmıştır.
İnsanın kişiler arası iletişimlerinin gelişmesiyle bir üst boyut olan kendini aşmışlık evresi gerçekleşir. İnsan sadece kendisinin kurduğu ilişkilerle (beyinde kurduğu bağlarla) hayatını şekillendirmeye çalışırsa aşırılıklardan kurtulamaz. Kişinin kendi oluşturduğu bağları diğer bireylerle paylaşması, tartışması/meşveret etmesi dengeyi kurmasına yardımcı olacaktır. Bir anlamda demokratik bakış ve anlayış, ferdin istikameti muhafaza etmesine destek verir. Eğer birey sadece kendi kurduğu sinirsel bağlarla yetinmeye ya da başka birinin kurduğu bağları olduğu gibi almaya başlarsa, potansiyelini kullanmamış ve kendine verilen 24 altın hükmündeki zamanı amacına uygun sarf etmemiş olur. “Manevî bir elektrik olan Resâili’n-Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu hâlde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya ve başka üstatlardan taallüm edilmeye ve müderrisînin ağzından iktibas olmaya muhtaç olmadan, herkes derecesine göre o ulûm-i âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir.”[10] Bireyin kendi öznel bakışını, birlikte yaşadığı aile/cemaat içerisinde ders ortamında paylaşması eşyanın hakikatini anlamasına katkıda bulunur. Bilgi mutlak değil, değişkendir. Öyleyse öznel bakışla hayatı anlamlandırmaya çalışmak, onun bakış açısını herkese yaymak ve tek tipleştirmektir. Bu da bireyin özgür olmasını ve dolayısıyla toplumun demokratikleştirilmesini ve varlık bütünlüğüne (bir manada insaniyet-i kübraya) ulaşılmasını engelleyecek ve nakıs bir anlamlandırmayı netice verecektir.
2.4. İnsaniyet-i Kübra’nın Ortaya Çıkması
Şahs-ı manevi ve İslamiyet’in özünde barındırdığı insanlık hikmetiyle Peygamberimizden sonra insanlık; evliyalar, asfiyalar ve onların oluşturdukları halkalarla insaniyet-i kübra-yı ilan edegelmişlerdir. Ahir zaman asrından önceki asırlarda şeyhlerin, hocaların, evliyaların etrafında halkalanan insanların oluşturduğu meclis birlikte düşünüldüğünde insaniyet-i kübra özelliğini taşıdığı söylenebilir. Bu mübarek şahısların oluşturdukları meclisin şahsı manevisinin, “İstikametli tarikat vasıtasıyla, saadet-i ebediyedeki ebedî hazinelerin anahtarları ve menşeleri ve madenleri olan hakaik-i imaniyenin inkişafı ve vuzuhu ve aynelyakin derecesinde zuhurları…”[11] olarak ifade edilen manayı kendisinde topladığı şeklinde düşünülebilir. “Beşaret veriyor ki: Asıl insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya’nın cinanı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşan olacaktır.” [12]
Ahir zamanda insaniyet-i kübra, şahs-ı manevinin kemale ermiş fertlerinden değil, kemale yönelmiş ve bir çizgi üstünde bir araya gelmiş nakıs fertlerin oluşturduğu meşveret ve onun ortaya çıkardığı şahsı manevi ile oluşacaktır. Günümüzde insaniyet-i kübrayı Risale-i Nur ve onun şahs-ı manevisinin temsil ettiği söylenebilir. Kâinatın ömrünün devamı bu zamana kadar insaniyet-i kübrayı dünyada deruhte eden Peygamber’imizden önce bütün peygamberler ve ümmeti, Peygamber’imiz hayatta iken bizzat şahsı, vefatından sonra ahir zaman asrına kadar onun yolundan giden bütün mübarek zatlar ve onların müntesipleri temsil ettiği gibi; ahir zamanda ise mehdi ve onun cemaati, mehdi şahıs olarak hayatta iken kendisi ve onun talebeleri, vefatından sonra onun bıraktığı eserleri kendine hazır bir program olarak kabul eden ve gücünü şahıslardan değil, şahs-ı maneviden alan bir cemaat temsil edecektir. Şahs-ı manevi, bu özelliği ile kâmil manada insaniyeti, İslamiyet’i, risaleti içinde barındırıyor denilebilir.
İman ve Kur’an hizmetinde bulunan fertlerin, kul olmaları ve imtihana tabi tutulmalarından dolayı hatasız addedilmeleri mümkün değildir. Nasıl ki bir güzellikte güzelliğin bütünlüğü vardır ve o bütünün cüzlerinde zahiri çirkinlikler bulunabilir. Yani bütünlüğü, neticesi, amacı güzeldir. Fakat cüzleri parça parça ele alındığında her biri birçok açıdan çirkin addedilebilir. Bu nazarla, kusurlu fertlerden oluşan, hatalı işlemleri içinde barındıran bir cemaat, şahsı manevi olması hasebiyle, bütünüyle güzeldir, hatalar bütünlüğün içinde amaca hizmet sadedinde çirkin olarak görülmeyebilir ki bu da şahsı manevinin insaniyet-i kübra özelliği olarak yorumlanabilir. Bu bazen nazardan kaçarak, birlikte hizmet edenlerin, şahs-ı manevinin zedelenmesine ve insaniyet-i kübra özelliğinden uzaklaşmasına yol açabilir. “Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek” tedbirini gerekli kılarken, nefsin kendini bir an hatasız ve mükemmel düşünmesine mukabil de “ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir”, ikazı yapılmaktadır. “Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”[13] şeklinde devam eden ikazdan anlaşılacağı üzere, her uzuv kendi başına hatalı olabilirken, birlikte, bir çizgi üstünde birleştiğinde vücud-u insan olarak insaniyet-i kübranın bir manasını içinde barındırır. “İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız.”[14]
3. Ailenin Saadeti
Aile saadeti, aile bireylerinin İlahi birtakım prensiplere uymaları neticesi ortaya çıkan bir neticedir. Ailenin kuruluş amacı da budur. Aşağıda ailenin saadeti; ailenin kurulması, aile içi ilişkiler çocuk ve eğitimi, eğitimin kapsamı, kişisel gelişim ve yeteneklerin keşfi temel başlıkları altında ele alınacaktır.
3.1. Ailenin Kurulması
İnsaniyet-i kübranın oluşmasıyla insan kemalini bulur. Bunun ferd için ilk gerçekleşme fırsatının doğduğu yer onun içinde doğduğu ailesidir. Ailenin kurulması, “…Evet insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.”[15] manasının ortaya çıkmasıyla vücut bulur.
Bir erkek ile bir kadının nikâhla birlikteliği ile başlayan şahs-ı maneviye (“biz” şuuruna) aile denir. İlk aile murad-ı ilahi ile kurulan insanlığın başlangıcı olan Adem (a.s.) ve Havva annemizin evliliğidir. İnsanlığın kâinatta yayılması bu ilk evlilikle başlamıştır. Hz. Âdem yalnız başına olduğunda “insanlık âlemi” diye bir kavramdan bahsetmek çok da anlamlı olmazdı. İnsanlık Hz. Havva’nın yaratılıp evlilik/aile tesisi ile oluşmuştur denebilir.
Ailenin kurulması fıtri olarak insanda vardır. Bunun nasıl gerçekleşmesi gerektiği Allah’ın emirleri ile bellidir. İnsanların bu emir çerçevesine uymadan oluşturdukları (dünyevi) birliktelikler aile özelliği taşımaz. Eğer aile kurulurken “Risale-i Nur’un talebelerine ’Başkaları evleniyorlar, siz tezevvüçten vazgeçiniz.’ denilmemiş, denilmez.” (…)”Eğer hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez.” (…) “Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserîsi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar.”[16] manasının dışında, dünyevi maksat vb. niyetlerle olsa, bunun aslında ilk ailenin kurulma amacına uygun olmadığı söylenebilir. “Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak “Ne için imanımı kurtarmadınız?” diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.[17] Çünkü “daimî sıkıntılara ve vicdanî azaplara mukabil, izdivaçta aldığı muvakkat bir keyif ve lezzet, bu bozuk zamanda, ona, o vazifeye mukabil yüzden birisine mukabil gelemiyor.”[18]
3.1.1. Evlilik Öncesi Eğitim ve Hazırlık
Aile ‘ben’lerin ‘biz’ olma şuuru olduğu için (şahs-ı manevi ya da insaniyet-i kübra çekirdeği) önce ‘ben’lerin kendilerini tanımaları, yani kendi istek ve beklentilerini bilmeleri ve ona göre bir çaba içerisinde olmaları zihinsel olarak önemlidir. Mesela, “…Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır.”[19], düşüncesi bir nevi hazırlıktır. Yani evliliği ne için istediğini, ne amaçla yola çıktığını biliyor olması “kalbine mukabil bir kalb”in nasıl olması gerektiğine işaret eder. ‘Ben’leri yok ederek ‘biz’ olunmaz, ancak bu zamanda (belki bütün zamanlarda) bireyin kendi bütünlüğünü sürdürmesinin bir yolu birlikte yaşama kültürüdür. Ancak birey, birlikte oldukları dış faktörlere ve tehlikelere her zaman açıktır. Bu nedenle, “… bunlara karşı gelmek için a’zamî fedakârlık yapmak …”[20] gerektiği göz ardı edilmemelidir. Onun için evlenmeden evvel, ‘ben’leri tanıyıp, nasıl bir ‘ben’ ile evlilik yapılabileceğinin bilinmesi gerekir. Aile kuracak bireyler evlenmeden önce hayatın gerçeklerini düşünerek gerçekçi olmalıdırlar. Sadece hayaller üzerine evlilik bina edilmez. Kimsenin mükemmel olmayacağı, herkesin bazı hususlarda eksikleri olabileceği bilinci içerisinde bulunulmalıdır. Evlenecek bireylerin şahsi, sosyal, kültürel ve dinî beklentileri bilinmelidir. Her iki taraf da, bu beraberliğin kısa dünya hayatından ibaret olmadığının, iki dünya saadetini içine alacak bir imtihan süreci olduğunun şuurunda olmalıdır.
3.1.2. Evlilikte Sorumluluk ve Haklar
İnsanın, hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.[21] Bireyler birbirini tanıyıp, küfuv olma şartları sağlandıktan, evlilik niyetiyle adım atıldıktan sonra karşılıklı sorumluluklar ve haklar başlamış demektir. Nikâhla birlikte eşler birbirinin sorumluluğunu almış olmaktadırlar. Artık bundan sonra birlikte çıkılan bu yolculukta yaşanılacaklara “Madem biz kadere teslim olup bu sıkıntıları, ziyade sevap kazanmak cihetiyle mânevî bir nimet biliyoruz. Ve madem geçici, dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor.”[22] şeklinde bakılmalıdır. Bu sürecin bir imtihan içerdiğini unutmayarak, imtihan sorumluluğu içinde hareket etmek ortak bir sorumluluktur. Eşlerin de birbirlerine karşı sorumlulukları “Bahtiyardır o adam ki; refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklid eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki; kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır.” [23] hakikatine tam mutabık olmalıdır.
İnsan imtihanda olduğu için her zaman hatalı işler yapması mümkündür. Böyle durumlara karşı yangına körükle gitmek yerine, hatadan dönmesi için destek olmak aile olmanın gereğidir. “Sefahete girmiş zevcesine ittiba eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. (…) Zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.”[24] tarzında bir yaklaşım aile bütünlüğünü bozan sorumsuzluk anlayışının bir sonucudur.
Eşler birbirine aile olma sürecinde yardımcı olmalıdırlar. Kadının kocasına karşı olan vazifelerinden birisi de, onu iman ve Kur’an hizmetinde bulunmaya teşvik etmek, ibadetlerini eksiksiz yapabilmesi hususunda ona yardımcı olmaktır. Peygamberimiz (asm) bir hadislerinde ümmetine, ahiretle ilgili hususlarda kendisine yardımcı olacak kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmiş ve böyle bir kadını dünya servetlerinin en mühimlerinden saymıştır.
Hayat birlikte güzeldir. Bu güzellik herkesin işini yapması ve rolünü oynamasına bağlıdır. Kâinatta hiçbir varlık diğer varlığın görev alanına müdahale edecek şekilde yaratılmamıştır. İneğin rolü ile sineğin görevinin, üzümün verdiği lezzetle fındığın verdiği besleyicilik özelliklerinin farklı olması, bize her varlığın amacının bir iş bölümü üzerine bina edildiğini, ancak amacını gerçekleştirmek için de iş birliğine muhtaç olunacak şeklide yaratıldığını göstermektedir. Medeniyet ve yeryüzündeki büyük yapılar (köprüler, barajlar, gökdelenler, uçaklar, yazılım programları vb.) insanın işbölümü ve işbirliği yapması sonucunda ortaya çıkmışlardır. Dolayısı ile aileyi oluşturan kadın ve erkeğin de farklı yaratılışları olduğu aşikârdır. Evet, “… Nasıl ki kadınlar kahramanlıkta, ihlasta şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi, sefahette hiçbir vecihle erkeklere yetişemezler.[25] hakikati elbette her birinden beklenen rol ve görevin farklı olacağını gösterir. Nasıl ki kainattaki diğer varlıklar taşıdıkları özelliklerin gereği olarak ürünlerini vermekte ve görevlerini yerine getirmektedir; aynı şekilde birlikte bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen (aile) kadın, erkek ve çocuklar aynı rolleri oynamak yerine fıtratına uygun bir rolü ifa ederek aile bütünlüğünü oluşturabilir. Bu aile bütünlüğü bir şahs-ı manevi özelliği ile insanlıktan beklenen neticeleri verecek çekirdek hükmünü alabilir.
Eşler arasında fıtri bir iş bölümü vardır. Kadının ve erkeğin de rolleri farklıdır. Peygamber efendimiz (a.s.m), kızı Hazret-i Fatma’ya (r.a.) evinin iç işlerini yapmasını, damadı Hazret-i Ali’ye (r.a.) de dış işlerini yapmasını tavsiye etmiştir.[26] Kadın da evin iç işlerinden sorumludur. “Kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve her şeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir.”[27] “…Erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir.”[28] tespiti ile erkeğe evin idarecilik mesuliyeti verildiğini ve bunun fıtri bir özellikten kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bu mesuliyetin beraberinde getirdiği selahiyetler de vardır.
3.1.3. İdeal Bir Evlilik
İdeal bir evlilikte kadın ve erkeğin rolleri vardır. Kadın ve erkeğin rolleri psikolojileri ile de ilgilidir. “ … hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm ekseriyet itibarıyla olduğundan, ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur.” [29] Kadın, fıtraten bir erkeğin himayesinde olmak ister. Bu erkekte birtakım sorumlulukları da beraberinde getirir. “…Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur. [30] İşte ideal evlilik, kadının ve erkeğin kendi rollerini rahatlıkla uygulayabildikleri bir ortamdır. Erkeğe verilmiş olan himayet, merhamet ve hürmet duyguları, ideal bir aile için vazgeçilmezdir. Buradaki himaye, evin, aile bireylerinin güvenliğini sağlamak amaçlıdır. Bunu yaparken de aile bireylerinin hak ve hukuklarının temin edilmesi ve kararlar esnasında birlikte konuşulması ve ortak görüşlere ulaşılması gerekir. İdeal bir evlilik, dinimizde ele alındığı üzere, sünnet-i seniye ölçeğinde olan ve peygamberimizin uygulamalarında karşılığı bulunandır. Her aile bireyinin aile ortamında, meşru daire içinde hürriyetini yaşayabilmesidir.
3.2. Aile İçi İlişkiler
İnsanlar fıtraten birlikte yaşamaya uygun şekilde yaratılmışlardır. Bu mecburiyet belirli ilişkilerin kurulmasını zorunlu kılar. Varlığın yaratılış sebebi muhabbet olduğu gibi, kurulan ilişkinin temelinde de varlıkları birbirine rapteden muhabbet vardır. Sağlıklı ilişki bu muhabbetin samimi olarak hissedilmesi ve tesis edilmesine bağlıdır. Bu “…Refika-i hayatına muhabbetin, madem hüsn-ü sîret ve maden-i şefkat ve hediye-i rahmet olduğuna bina edilmiş. O refikaya samimî muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddî hürmet ve muhabbet eder. İkiniz ihtiyar oldukça o hal ziyadeleşir, mes’udane hayatını geçirirsin.”[31] anlayışını esas almayı gerektirir. Eğer ilişkinin temelinde samimi muhabbet yoksa sağlıklı bir ilişkiyi inşa etmek mümkün değildir. Çünkü “..Yoksa hüsn-ü surete muhabbet nefsanî olsa, o muhabbet çabuk bozulur, hüsn-ü muaşereti de bozar.[32] Muhabbetin oluştuğu bir ortamda başkasının varlığının kabulü gerekir ve bu kabulün sürekliliğinin sağlanması ise birlikte gösterilecek çabaya bağlıdır. Birlikte çaba göstermek demek, birlikte aynı amaç etrafında çalışıyor olmak demektir. Bunun için Bediüzzaman, “Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.” der. “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.”[33], “İşlerinde onlarla istişare et.”[34] Ayet-i kerimeleri, istişarenin önemine dikkatleri çekmektedir. Bunun için İlahi emir olan bu ayetleri hayatın temeline almak gerekir.
İnsanın içtimai hayatının temelinde aile vardır. Dolayısı ile bu emrin ilk önce uygulanması gereken yer aile hayatıdır. Daha evliliğin başında tarafların birbirlerini görüp anlamaya başladıklarında, ilk meşveret ortamına adım atıldığı bilinmelidir. Karar verme aşamasında, her bir adayın, öncelikle kararı birlikte yaşadığı ve ileride de birlikte yaşayacağı (anne-baba ve kardeşler) ile meşveret etmesi önemlidir. Ayrıca eş adayı ile de meşveret etme ciddiyeti ile bilgilendirmeler yapılmalı ve sağlıklı karar verilmesi için taraflar meşveretin hakkını vermelidir. Yani kendi duygu, düşünce ve beklentilerini sunmanın bir meşveret anlamı taşıdığını, vermiş olduğu bilgilerin verilecek bir kararın zeminini oluşturacağını unutmamalıdır. Evliliğin kurulmuş olmasıyla oluşan ailede artık her iş istişare ile olmalıdır. Yeni kurulan birlikteliğin sağlıklı bir yapı olarak varlığını sürdürmesi, birlikte alınacak kararlara ve kararların alınmasında eşlerin görüşlerinin net olarak ortaya konulmasına bağlıdır. Meşveretin yapılması ile ortaya “…meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iye”[35] çıkacaktır. Aslında meşveret etmenin öncelikli bir şartı da hürriyet-i şer’iye nazarıyla bakmaktır. Bunun gereği “.. tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek,..” ve “Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.”[36] düsturuna riayet etmektir. Birlikte yaşamak demek ortak problemlerle karşılaşmak demektir. Bu imtihan yolculuğunda bireylerin birçok problemle karşılaşabilecekleri unutulmamalıdır. Dolayısı ile ailede de bazı problemlerin olması normal bir durumdur. Problemleri birlikte çözme iradesine meşveret denir. “Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir.”[37] Ancak meşvereti usulüne uygun yapmak hayırlı sonuçların ortaya çıkmasına vesile olabilir. “… Şimdi siz, mâbeyninizde münâkaşasız bir meşveret ediniz….” [38] Meşveret etmenin, bizi rahatsız eden durumun ya da ileriye yönelik olarak yapacağımız planın birlikte yaşanacak bir hayatın içinde olduğu unutulmadan ortak karar alma iradesi göstermek demek olduğu bilinmelidir.
3.2.1. Ailenin Temel Değerleri
Ailenin mesut bir yer olması için üzerinde ittifak edildiği bazı temel değerlerin bulunması gereklidir. İnsanın kendisi, diğer insanlar, toplum ve muhatap olduğu her varlıkla kurduğu iletişimin bir ruhu ve sonucu vardır. Bireylerin değerleri bu ilişkiyi şekillendirir ya da yeniden oluşturulmasını sağlar. “…Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir.”[39] Dolayısıyla insanın eylemlerinin temelinde bu duygunun (değerin) olduğu söylenebilir. Bu durumda insanın kendisiyle ve dışındaki varlıklarla kurduğu iletişimin temelini muhabbet oluşturmaktadır. Ailede bunun doğru bir şekilde kullanılması ile sağlıklı ilişkilerin yeşermesi mümkün olabilir. Aile içi ilişkiler belli prensipler içerisinde gelişir. Öncelikle kadın ile erkek arasındaki saygı, sevgi, emniyet, hürmet, itaat gibi prensipler beraber yaşamanın temel dinamikleridir. Bunlar olmadan aile içinde adalet ve muhabbet sağlanamaz. Bu prensipler her iki tarafın da dikkate alması gereken hususlardır. Bunun da sınırlarını din belirlemiştir. Hadis-i Şerif’te, “Dikkat ediniz! Hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz. İdareci çobandır ve emri altındakilerden sorumludur. Erkek ev halkının çobanıdır, onlardan sorumludur. Kadın kocasının, evinin ve çocuklarının çobanıdır, onlardan sorumludur.”[40] buyurulmuştur.
İnsanın fıtratında muhabbet vardır. Fakat bu muhabbet doğru bir şekilde kullanılmaz ise, tam tersine ailede sıkıntıların, problemlerin kaynağı haline gelebilir. “Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin her birisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir.”[41] Çünkü muhabbet ettiği şeylerin faniliği ona dayanılmaz acılar hissettirirken sağlıklı olmayan davranışlar sergilemesini netice verecektir. “İnsanın fıtratında bekàya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekà tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekàdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhümü bekà olmazsa muhabbet edemez.”[42] İnsanda bulunan nihayetsiz muhabbet ebedi olarak devam etmesiyle ancak teskin olabilir. Bu da “…nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.”[43]
İnsanın özelliği, kendi lehine olarak gelişimini sağlamak, potansiyelini kullanmaktır. Ailede her birey kendi lehine bu özelliğini gerçekleştirmeye çalışacaktır. Herkesin aynı şekilde bunu gerçekleştirmesi birbirilerinin alanlarına girmeyi ve bazen de başkasının alanına tecavüz etmeyi netice verecektir. Bunun için adalet duygusuna (değerine) ihtiyaç vardır. Ailede böyle bir adalet anlayışı ile herkesin kendi potansiyelinin gereğini yerine getirirken başkasının hukukuna riayet etmeyi sağlaması lazımdır. Bu, muhabbet ve adaletin birlikte kullanılması ile mümkündür. Temelinde muhabbet ve adaletin yer aldığı bir ortamın sürekliliği için destekleyici değerlerin de yer alması gerekmektedir. “…bu milletin ve vatanın, hayat-ı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halâs etmek için, beş esas lâzımdır ve zarurîdir. Birincisi: merhamet. İkincisi: hürmet. Üçüncüsü: emniyet. Dördüncüsü: haram-helâlı bilip haramdan çekilmek. Beşincisi: serseriliği bırakıp itaat etmektir.”[44] Bu değerlerin aile içinde esas olmasıyla hakiki muhabbet ve kemal-i adalet varlığını devam ettirebilir. Bu değerleri sarsacak durumlara karşı “…Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın; hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.” [45] ikazına uymak gerekir.
Aile içinde kadın bu değerlerin yeşermesi ve sürdürülmesi için daha etkin rollere sahiptir. “Belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir. Evet şefkat bütün enva’ıyla latif ve nezihtir.”[46] Çünkü “Şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlası ve mukabelesiz bir fedakârlık manasını ifade ettiğinden…”[47] insanların birbirleriyle iletişimde ihtiyaç duydukları anlayış ve fedakarlığın sembolü olma özelliğine sahiptir. Onlar bunu “gayet yüksek bir kahramanlık…” düzeyinde gösterdiklerinde “(…) hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir.”[48] Eğer buna uygun olarak davranmaz ise “O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, âhirette şefaatçı olmak lâzım gelirken davacı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekva edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.[49] tarzındaki bir yaklaşımla “..o kuvvetli ve kıymetdar seciye inkişaf etmez veyahut sû’-i istimal edilir.”[50]
3.2.2. Ailede Eşler Arası İlişkiler
Bediüzzaman Said Nursi, eşler arasındaki ilişkiyi, “İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki; her iki taraf, sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.”[51] diyerek tarif eder. Buradaki içeriğe bakıldığında eşlerin her türlü meşru duygularını aile içinde eşleriyle tatmin edebilmelerinin mümkün olduğu görülür. Bu eşler için en önemli ihtiyaçtır. Sevgisini, üzüntüsünü eşiyle paylaşan birey, aile ortamını her türlü konuda çözüm noktası olarak görür. İhtiyaçların karşılandığı bir aile ortamı, dünyevi anlamda bir cennet atmosferi demektir. Bu çerçeveye rağmen her birey farklı bir fıtrattadır ki bunun da çözümü, “mizaç uyuşmazlıklarının çaresi”[52] olan meşverettedir. Eşler arasındaki mükellefiyetin ne olması gerektiği ile ilgili olarak Peygamberimiz (a.s.m), “Ashabım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz! Zira onlar size emanettir. Kesin olarak bildiğiniz bir ahlaksızlık yapmadıkları müddetçe onlar üzerinde zorbalık yapmayın. Şunu bilin ki: Sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları ve istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki hakları da, kendilerine iyi bir kıyafet ve geçim imkânı sağlamanızdır.”[53], “Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et.”[54] Kur’an’a göre eşler birbirlerinin hatalarına ve eksiklerine karşı “Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir.”[55] nazarıyla bakmalıdır. Kat’iyen nazik davranmalıdırlar, çünkü “en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir.” [56] Sonuçta birbirlerine sonsuz derece sevgi, saygı duyarlar ve o zaife, lâtife mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Birbirlerini ebediyet arkadaşı olarak görmelidirler. “Yoksa, hüsn-ü suretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda biçare hakkını kaybeder.”[57]
3.2.3. Ebeveyn-Çocuk İlişkisi
Çocuklar Allah’ın anne babaya verilmiş birer emanetidir. “Ve evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhametle onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir.”[58] Ebeveyne düşen Allah’ın emirleri doğrultusunda ona muhabbet ve muamele etmektir. Çocukluk ve gençlik davranışları karşısında anne babalar bazen ne yapacaklarını kestiremezler. Ölçüsüz bir şekilde sergilenen davranışlar iletişim problemlerine dönüşebilmektedir. Yaşanılan durumun imtihan olduğu hatırda tutularak, “Oğul da ne kadar serkeş de olsa baba, şefkat-ı fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli.”[59] İkazına uygun davranılmalıdır. Bu yönüyle anne baba da çocuklara emanettir. Kur’an, anneye babaya iyilik edilmesini ve “Onlardan biri veya her ikisinin, evlat nezdinde ihtiyarlığa ermeleri halinde onlara ‘öf’ bile denilmemesini, onların azarlanmamasını, bilakis onlara güzel huylu davranılmasını ve tatlı söz söylenmesini emreder.”[60] “Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister.” [61] kaidesi, babaya karşı takınılacak davranışlarda filtre vazifesi görmelidir. İnsan ilişkilerinde hatalı davranışların etki-tepki kuralı gereği her iki tarafta da olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle “Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur.”[62] Diğer yandan bunun geleceğe taşınan bir neticesi de “Sen valideynine hürmet etmezsen, senin evladın dahi sana hizmet etmeyecektir.” [63] denilerek insanın ebeveynine yaptığının, aslında kendine yaptığı bir şey olacağına dikkatler çekilmektedir. Kişinin kendisini burada test etmesi için “Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.” [64] ölçüsü göz önünde bulundurulmalıdır. Evladın anne babasına hiçbir şekilde saygıda kusur etmemesi, anne ve babanın da evlatları arasında hiçbir biçimde sevgide ayrıcalık tanımaması, evlatlarını ivazsız ve bedelsiz sevmeleri esastır. Çünkü “Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister… Demek, valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa ya gıpta ve hasetten gelir.”[65] hakikatince ana ve babanın evlatları arasında da buna riayet etmeleri gerekir. Çünkü çocuklarının birbirine tercih edilmesi, muhabbete zıt olan “tarafgirlik, inat ve haset” manalarının varlığını gösterir ki bu da “kemâl-i şefkat ve merhametle onları sevmek” gerekliliğine zıttır.
3.2.4. Kardeş İlişkileri
Yukarıda ifade edildiği gibi ana babanın çocukları arasında ayrım yapmaması önemli bir farkındalıktır. Fıtraten olmaması gereken bir durum olan bu hal, çocuklarının farklı davranışlarının sonucu olarak ve arızi olarak ortaya çıkar. Her bir çocuğun kendine has kişisel özellikleri/farklılıkları vardır. Böyle bir farklılığın olması çocuklar arasında kıskançlık vb. duyguların daha çabuk ortaya çıkmasına yol açabilir. Ailelerin buna dikkat ederek, aile içinde kardeşlerin her birinin özel olduğunu hissettirecek şekilde bir ortam ve işleyiş tesis etmesi gereklidir. Anne baba da kardeşler arasında -velev ki bir öpücük veya bir tebessüm de olsa- hak ve hukuku gözetmelidirler. Bu şekilde bir ortamın oluşturulması, ailede kardeşlerin birbirlerinin hukuklarını gözetmelerini desteklemektir. Kardeşler arasında büyüklerin küçüklere göre sorumlulukları vardır. Sevgi gösterme, hayatta problemlerle baş etme, ümitsizliğe kapılmama, Allah’a güvenme gibi sağlıklı dinamikler üzerine yaşanacak bir hayat, Allah’ın razı olacağı ilişkiler olacaktır. Aynı aile içinde yaşayan bireysel bir şahsı-ı manevi olduklarını bilmeleri gerekir. Dolayısı ile onların bir fabrikanın çarkları gibi olmak yerine birbiriyle rekabet eder gibi uğraşmaları bu aile bütünlüğüne zarar verecektir. Çocuklar anne babayı kendilerine örnek aldıkları için sonraki hayatlarında o örneklik devam edecektir. Doğru örnek olmak, çocukların da sağlıklı bir aile kurmalarına, kardeşlerine karşı hakkaniyeti gözetme yoluna girmelerine vesile olur.
3.2.5. Toplumsal Sorumluluk Oluşturma
Toplum hayatının en belirleyici dinamiği ailedir. Sağlıklı bireyler sağlıklı aileleri, sağlıklı aileler de sağlıklı toplumu netice verir. Birey, aile ve toplum aşamaları birbirini olumlu etkileyen yapılardır. Sağlıklı toplumda yaşayan bireyler, toplumuna faydalı birer unsur haline gelir. Aile en küçük topluluk olarak ifade edilir. Ailede bulunan ebeveynlerin daha önce içinde doğup büyüdüğü ve birçok paylaşım ve hatıraların oluştuğu bir aileleri vardı. Ana-baba ve onların akrabaları da geniş bir aile olarak görülmelidir. Her Cuma “Allah ana-baba ve yakınlara iyiliği emreder…” [66] Akraba olarak tanımlanan alt ve üst soydan kişilerin oluşturduğu aileyi (akrabaları) kendi küçük ailemiz dışında ayrı bir yapı olarak görmekle birlikte onlarla da belli düzeylerde ilişki kurulması gerektiğini unutmamak gerekir. Bu, “…sılai rahim ile tâbir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır”[67] Bu hattın kurulması, irtibatın devam etmesi mü’minlerin bir özelliğidir. Çünkü mü’minler birbirine destek veren bir binanın taşları gibidir. Ancak bunu kıran olmak “…akrabalara ve mü’minlere dahi dargın olup, gidip gelmiyorlar.”[68] olmak, mü’min özelliği değildir.
Bir ailenin bireyleri kendi aileleri dışında ana ve babanın aile ve yakınları ile de öncelikle iletişim içinde olmalıdır. “Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı ana hükmündedir.”[69], “Hayat-ı içtimâiye-i insaniyenin hususan millet-i İslâmiye’nin üssü’l-esâsı: Akrabalar içinde samîmâne muhabbet ve kabile ve tâifeler içinde alâkadarâne irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mü’min kardeşlerine karşı, manevî, muâvenetkârâne bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı fedâkârâne bir alâka…”[70] kurmayla oluşacak iletişim iklimi sağlıklı birey ve toplum özellikleridir. Her bireyin içinde yaşadığı toplumuna göre sorumlulukları vardır. Toplum düzeninin bozulmaması, “Şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir.”[71] Çünkü, fertlerin, “Birisinin hatâsıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz, cezaya müstehak olmaz.”[72] düsturunu esas alıp, ilişkilerinde bunlara dikkat etmesi oldukça önemlidir.
3.3. Çocuk ve Eğitimi
İnsanı yaratan onu elbette besleyip büyütecek ve ihtiyaçlarını karşılayacaktır. “Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir.”[73] Ancak bu bazı sebepler tahtında olmaktadır. “Hem nimetlerinin matbahlarına vâsıl edecek yollarda sülûk etmekle seni istimal eder. Tâ ki, ya istidat veya ihtiyaç veya fiil veya kal lisanıyla sen, kader ile tayin olunan tayinatını ve levazımatını alasın.”[74] Ailede bu vazife ebeveyne verilmiş ve çocuğun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak için vasıta kılınmıştır. İnsanın potansiyelinin ortaya çıkması anne ve babasının evlilik tercihleri ile ebeveynlerine bağlıdır. Anne karnında itibaren maddi ve manevi olarak yaşanılan ortamda çocuğun gelişip dal budak salan özelliklerinin ortaya çıkması öncelikle aile içinde olmaktadır. “Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir.”[75] Anneden alınan ilk uyarıcılar onun dünyasında ona ait algı bağları ve davranış örüntüleri “…en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş.”[76] ifadesinde bahsedilen çekirdekler hükmündedir. Anneden sonra muhatap olduğu baba ve sair yakınları ile girdiği etkileşim sonucunda “O çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”[77] Kâinatın sebeb-i vücudu olan muhabbetin bir esası olan “… şefkat etmek ve Risale-i Nur’un da en büyük hakikatı olan acımak ve merhamet etmeyi, o vâlidemin şefkatli fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum.”[78] Ancak bu şefkatin “Masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû’-i istimal etmek..”[79] sonucunu doğurmaması gerekir.
3.3.1. Aile Bireylerinin Birbirine Karşı Sorumluluğu
Evlenmemiş kadın veya erkeğin evlilik niyetiyle bir araya gelmeleri birtakım sorumlulukları da kabul ettikleri anlamına gelir. Aile olmakla eşler biz ruhuna, şahs-ı maneviye ulaşır. Biz, birlerin sorumluluğu ile olur. Aile olduktan sonra kişi aile sorumluluğu taşıyan bireyler haline gelir. Eşlerin birbirlerini tanıyarak, birbirlerinin hak ve hukuklarına saygı gösterirler ve bu birlikteliği sonraki zamanlara taşırlar. Eşlerin birbirini sağlıklı taşıyabilmeleriyle oluşan ortam çocukların da gelmesine müsait demektir. Ailede çocuğun sorumluluk duygusu içinde yetiştirilmesi lazımdır. Bireyin hayatın anlamını çözme ve ona uygun yaşamasında “Bismillah, her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.”[80] diye bir işe başlamanın bir sorumluluk olduğu düşüncesinin verilmesi önemlidir. Kâinatta her şeyin bir görevinin olduğu, “Her şey Cenab-ı Hak namına hareket eder.”[81] çerçevesinde aile bireylerinin birlikte ortak bir amaca hizmet ettiği inancı kazandırılmalıdır. Sonuçta “Biz dahi bismillah demeliyiz.” görevinin “Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle.”[82] eylemlerinin gerekliliğinin yaşandığı bir ortam oluşturulmalıdır.
3.3.2. Çocuk Psikolojisi ve Gelişimi
Çocuk dünyaya gelirken kendini bir aile çatısı altında bulur. Çocuğun geldiği ortamdaki bireylerin içinde oldukları psikoloji, çocuğun soluduğu hava haline gelir ve onun da kişiliğinin gelişiminde oldukça etkili olur. “Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-i Müslim birisinin İslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.[83] Bu süreçte çocuğun seviyesi ölçüsünde muamele edilmesi gerekir. İnsana verilen, “Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye, Sani tarafından tahdit edilmediğinden ..”[84] eğitim ile bu sınırın çizilmesi gerekmektedir. Bu gereklilik “…insandaki göz, kulak, kalp, sır, ruh, akıl gibi letaif ve nefis ve heva ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye”nin[85] Allah’ı tanımak ve bilmek için verildiğini unutmamak ve vazife-i asliyelerine hizmet ettirmek, oluşturulacak ortam ve çabalara bağlıdır. Bu ortamın “Bir çocuk eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister.”[86] şekline uygun, hür ve duyguları rahat ifade edebilen bir durumda olması çocuğun gelişimi için bir yaşam atmosferidir. Ortamın psikolojisi çocuğun bilişsel, duygusal ve sosyal gelişiminin de temeli olur. Özgür, rahat, güven içerisinde olan ailenin atmosferi çocukların gelişimini olumlu etkileyecektir. Çocukla muhatap olunurken onun gelişim düzeyine göre, “Bir çocukla konuşan, kendisini çocuklaştırır ve çocuklar gibi çat pat ederek konuşur ki, çocuk anlayabilsin.”[87] esasına uygun davranmayı temel bir ölçü olarak uygulamak lazımdır. Onun zihninin harekete geçmesi ve iletişimin sürmesi için “Evet, yüksek bir insan, bir çocukla konuştuğu zaman çocukların şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur. Çocuğun fehmi, onun çat pat söylediği sözlerle ünsiyet peyda eder, söylediklerini dinler ve anlar”[88] ilkesine uygun davranmak gereklidir. Diğer taraftan “çocuk anlamaz”, gibi düşüncelere karşı, “Bir çocukla konuşup söz anlatma(nın), bir feylesofla konuşmaktan aşağı …”[89] olmadığı bilinmelidir.
3.3.3. Demokratik Ortam ve Sınırlılıklar
Dünyaya “ilim ve dua” vasıtasıyla “iman ve ibadet” için gelindiği ve bunun gerçekleşmesi için “Hürriyet imanın hasasıdır.”[90] düşüncesi ve “Nazenin hürriyet, adab-ı şeriatla müteeddibe ve ve mütezeyyine olmak lazımdır.”[91] eylemi ile hayatı yaşamak gerektiği temel alınmalıdır. Böyle bir ortam hür ve demokratik bir ortam özelliği taşır.
Her şeyden önce insanın sürekli içinde yaşadığı aile hayatı, demokratik bir ortamı sağlamalıdır. Demokratik ortam, her bireyin aile içerisinde taşıdığı rollerle ailede var olması ve bunu sürdürmesidir. Ailede demokratik bir ortamın olması, bireylerin sınırlarının bulunmaması anlamına gelmez. Çünkü “Hürriyet-i umumi efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalası…”[92] anlayışı ile insan kemale ulaşır. Annenin, babanın ve çocukların aile içinde görüş ve düşüncelerini ifade etme ve savunma hakları vardır. Ayrıca hürriyetin yanlış bir şekilde yorumlanmasını engellemek gerekir: “Hürriyetin şe’ni odur ki ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.”[93] Birlikte yaşanılan ortamda insanların birbirlerine karşı durumu, “… İnsana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intaç eder.”[94] çerçevesinde anlaşılmalı ve yaşanılmalıdır. Yoksa “ben hürüm, bizim ortamımız hür” diye her türlü “… sefahet ve rezaletlerini ilan…” [95] tarzındaki bir anlayış hürriyet olmadığına göre , hürriyeti aile içinde su-i tefsir edip, faydasını görmek yerine rezaletlerini yaşamamak gerektiği bilinmelidir.
3.3.4. Model Davranışlar ve Çocuklara Aktarım
Ailenin kurucuları anne ve baba yaşayışları ile hem birbirlerine hem de çocuklarına örnek olmalıdır. Bu örneklik, bir düzen ve herkesi bağlayan bir kural üzerinden olmalıdır. Yoksa kişiler her zaman hatalı davranışlar yapabilir. Çünkü “… şahıs masdar ve menba ve medar olamaz… muhtaçlara yetiştirmeye bir vesile olduğu…”[96] bilinci ile hareket edilmelidir. Dinsizlik cereyanının çok güçlü bir şekilde saldırıda bulunduğu bir zamanda ona karşı “… bir şahıs, en büyük bir manevi mertebede bulunsa..”[97] da yeterince etkili olamayabilir. Bu nedenle bu zamanda rol model olma durumunun şahs-ı manevi içinde karşılama yoluna gidilmelidir. Elbette, bir ailede her bireyin fıtri şartları içinde kendi başarılı olduğu alanda diğer bireyler için bir örnekliği söz konusudur. Bu, biri diğerinin yerine konamayacak kadar önemli modellemelerdir. Bozulmamış babalık fıtratı ile bozulmamış annelik fıtratı, biri diğeri ile giderilemeyecek bir derinliktedir.
3.3.5. Kitap Okuma
Cenab-ı Hakk’ı bize tarif eden üç büyük külli delilden ikisi, kitab-ı kebir ve insan-ı ekber olan kainat ile Kitab-ı Mu’cizü’l Beyan, Kelam-ı akdestir.[98] Okumak denilince bu iki delili de okumakla ancak hayatın anlamına uygun bir faaliyet yapılmış olunur. Okumak, farkındalıktır. Bireysel okumak için öncelikle birlikte okuma faaliyetleri işe yarayabilir. Birlikte okuma faaliyetleri aile içinde ortak okuma saatleri ile güçlendirilebilir. Bu birlikte yaşamayı, paylaşmayı, problemleri görmeyi sağlarken olumlu davranışların da bilinmesine katkı sağlar. İnsanın ruhundaki dalgalanmaları teskin etmesi için okumanın nasıl etkili olduğu “…ayet-i hasbiyeye müracaatla… beni oku ve dikkatle manama bak!”[99] şeklindeki bir yolculuğun duygularına daha rahat hükmetmesini netice verir. İnsanın eşyanın hakikatini merak etme ve anlam arayışı sürekli devam ettiğinden, “İşte şimdi tavusa bak; o mektubu oku, katibe ‘Maaşallah, tebarekallah, süphanallah’..”[100] diyerek hakikatin hakiki suretini anlamak için okumak olmalıdır.
3.3.6. Teknolojik Aletlerin Aile Ortamında Kullanımı
Günümüzde ailelerin en çok sıkıntı yaşadığı konu, teknolojinin hem kendilerini hem de ailenin diğer fertlerini tesir altına alıp, hayatını bu eksende sürdürmelerine ve bu durumun da aile içi iletişimi olumsuz etkilemesine yol açmasıdır. Oysa teknoloji “ve radyo öyle bir nimeti ilahiye..”[101] olduğu gibi Allah’ın insanlara bir ikramıdır. Teknolojik araçlar artık günlük hayatın bir vazgeçilmezidir. Ancak “Halbuki bir kısım mütedeyyin ve alim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar…”[102] tarzındaki bir kullanım ile nimet iken azap aletine dönüşme ihtimali vardır. Teknolojik araçları ailede eğitimin bir parçası haline getirmek gerekir. “Hem beşerin tembelliğine ve sefahatine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına…” sebep olmamalıdır. “… makinecik ve radyo kabı, Kur’an’ı dinlemek için odama getirilmişti, baktım on hissede bir hisse kelimat-ı tayyibe veriliyor, beşer bu hatasını tamir edecek.”[103] müjdesi, radyo ile birlikte bütün teknolojik araçlar için düşünülmelidir. “…radyo nimetine bir şükür olarak, beşerin hayat-ı ebediyesine sarf edilecek kelimat-ı tayyibe beşte dördü ….”[104] olmalı ölçüsü burada esas alınabilir. Hem “… maddi ve manevi şerlerini siyasi diplomatların radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleri…”[105] yerine, mesela ailede problem olarak görülen konularda uzmanların videolarını izlemek, seminerlerini dinlemek gibi bilgiler alınabilir.
3.3.7. Oyun ve Aktivitenin Kullanımı
İnsan duygularını ve dolayısıyla kendini bazen “oyun vb.” ortamlarda daha iyi tanır. Hatta başkalarını da bu tür ortamlarda tanımak ve kurulacak ilişkinin seviyesini belirlemek mümkündür. “Evet, beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat beşte birisi olmalı.”[106] Annenin “eğlencesi, evladı”[107] denilirken, onunla geçirilen vaktin eğlenceye (oyuna) dönüştürülmesi gerektiği düşünülmelidir. Çocuklar için oyun vaz geçilmezdir. Çocuk hayatı oyunlarla tanır. Ebeveyn oyun üzerinden pek çok bilgiyi çocuğa verir. Yardımlaşma, başkalarına zarar vermeme, doğru arkadaşlık ilişkileri gibi pek çok değer ve doğru alışkanlıklar oyun üzerinde çocuğa anlatılır. Aile içinde olması gereken davranışlar çocuğun da içinde olduğu bir aktivite üzerinden çocukla paylaşılır.
3.3.8. Empati ve Merhamet
Birlikte yaşayan insanlar birbirlerini anlayıp, birlikte yaşamanın hem şartlarını oluşturup hem de mutlu olabilirler. “Babasını dar-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini ta ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını cennet’te dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder.”[108] Böyle bir sonucu netice veren, elbette ahiret inancıdır. İnsan, eylemlerinin sonucunu düşünmek ve sorgulamakla kontrol mekanizmasını oluşturur. Ona göre kendisini ve çevresindekileri anlamaya ve kendisi için arzu ettiklerini onlar için de istemeye başlar. Ahiret inancı, çocuklara, “…cennet var, haylazlığı bırak” [109] gençlere “cehennem var, sarhoşluğu bırak”[110] ikazlarını verdiği gibi; haksızlık yapana gerekli uyarıları yaparak daha sağlıklı insan ilişkileri kurulmasında etkili olur.
Ben ve öteki kavramları çocuklara kazandırılmalıdır. Aksi halde öteki için bir şeyler yapma davranışı gelişmez. Kendisini arkadaşının, annesinin, babasının yerine koymak ve onun duygusunu hissetmesini sağlamak çocuğa kazandırılabilir. Anne babaların çocuklarına karşı “merhamet ve ihsan”[111]’ı; çocukların da ebeveynlerine karşı “hürmet ve itaati”[112] sağlayacak bir ortamın oluşması “Benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafi arzu-i kalbimi bilen birisi, elbette bana merhamet ediyor…”[113] düşüncesinin hayata hakim olması ile mümkündür. Bu duyguları kendi hayatında yaşayınca da anlaması daha kolay olur. Şefkat, merhamet gibi olumlu duyguların hayatta nasıl bir işlev gördüğü ise hayatın içinde bunların yaşanılıyor olması ile anlaşılabilecektir.
3.3.9. Okul ve Akademik Eğitim
Günümüz dünyasında zorunlu eğitimden kaynaklı olarak her bireyin bir okul hayatı vardır. Bu hayatın kurallarını birey ve aile dışındaki faktörler belirlemektedir. Çocuk için okul, dış dünyaya açılan kapıdır. Ailenin dışında bir ailedir. Okul aynı zamanda sosyal çevredir. Bireyin muhatap olduğu okul ortamı ve öğretmenler istenmeyen bazı sonuçların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Mesela, “…sırf maddi fünun-u cedide okumuş…”[114] bir talebenin de menfi milliyetçilik cereyanına kapıldığını ve Risale-i Nur’un dersleri ile okuldan aldığı bu olumsuzluğu ancak bertaraf edebildiğini biliyoruz. Kastamonu’da “…bize Halık’ımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar…” [115] diyen bir kısım lise talebelerine, “Sizin okuduğunuz fenlerden her bir fen, kendi lisan-ı mahsusuyla, mütemadiyen Allah’tan bahsedip, Halık’ı tanıttırıyorlar, muallimleri değil, onları dinleyiniz.”[116] dersi, okul eğitiminde çocuklara verilmesi gereken bir bakış açısı olmalıdır. Bu hem “şahıs” zamanı değil, hakikat peşinden gitme zamanı olduğunu gösteren güzel bir örnektir. “Hem her talebe, bugün cereyan eden batıl felsefenin akidelerine hakiki mantıki cevaplar vermek için…”[117] yetiştirilebilir.
3.4. Eğitimin Kapsamı
İnsan kainatın bir misal-i musağğarı olması hasebiyle had konulmamış bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelden kasıt, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliyye diye ifade edilen kuvvelere takılan özelliklerdir. Genel olarak akıl, beden ve kalp alanlarında görülen bu kuvvelere sınır konulmamıştır. Çocuğun anne karnından itibaren her bir alanda gelişimi sürerken, çevresi ile girmiş olduğu etkileşimlerle de öğrenmesi gerçekleşmektedir. Bu etkileşimler onun öğrenme çevresini oluşturmaktadır. Bu çevrenin özellik ve içerikleri ile oluşan öğrenmeler bireyin eğitimini temsil etmektedir. Birey akıl, kalp ve bedeni olarak eğitilmeye muhtaç ve mecburdur. Zira içinde yaşadığı kâinatın fihristesi olma özellikleri bunlara takılmıştır. Bunlar, varlığı anlamak için verilen ve ene olarak tabir edilen ölçü/ölçüt vazifesi görecek aletlerdir. Yaratıcı bunların vazifesini etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için uyulması gerekenleri ihtiva eden kullanım kılavuzu olarak emirlerini göndermiştir. Bu emirler, fenleri temsil eden kâinat ile dinlerin kemalini ifade eden Kur’an’dır. “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”[118] Eğitimin buna uygun olarak yapılması ile insandaki bu aletler hakkıyla vazifesini yapacaktır. Ailenin buradaki sorumluluğu bireyin bu eksende bir eğitim almasını sağlamaktır. Yoksa sadece dünya hayatını esas alan bir eğitimde “Birden manevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü… azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyor..,” [119] olmaları kaçınılmaz bir son olacaktır. Bu hali anne baba şimdiden görüp ve fark edip ona göre çocuğuna eğitim verme çabası içinde olmalıdır.
3.4.1. Yaş Gruplarına Göre Farklılıklar
Çocukların yaş gruplarına göre eğitimi farklılık arz eder. Yaşlar değiştikçe algılama da değişeceği için çocuğun yaşının üstünde ve altında olan uyarıcılar dikkate alınmaz. Ebeveynin çocukların yaş gruplarına göre ne gibi adımlar atılması gerektiğini bilmesi önemlidir. Eğitimin aşama aşama gelişmesi, her yaş dönemine uygun atılacak adımları bilmekle mümkündür. Bediüzzaman iman hakikatlerini insan gruplarına ulaştırmak için Gençlik Rehberi, Hanımlar Rehberi (Lem’alar, 2007, 24. Lem’a, s.453), İhtiyarlar Lem’ası, (Lem’alar-2007, s.501) ve Çocuk Taziyenamesi gibi eserler neşretmiştir. Bu eserlerde ilgili grubun özelliklerine uygun ifade ve nasihatler ile onlara ulaşmaya çalışmış ve hedefine de ulaşmıştır. Risale-i Nur her grup insana hitap etme özelliği ile de bunu sağlamaktadır. Mesela gençlerle ilgili konu ele alınırken, “Gençlik Rehberinde izah edildiği gibi, gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata istikamet dairesinde sarf etse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semâvî fermanlar müjde veriyorlar.”[120] denilmektedir. Yine çocuklara hitab ederken, “Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurâne yaşayabilirler. Meselâ, Cennet fikriyle der: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.” [121] denilmektedir. Yine hanımların Risale-i Nurlar ile alakalarını kurarken, “Risale-i Nur’un en mühim bir esası şefkat olmasından nisa taifesi, şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur’la fıtraten alâkadardırlar.”[122] diyerek, hanımları şefkat kahramanları olarak niteler.
3.4.2. Allah’a İman-Tevhid Bilinci
Allah’ı tanıma ve konumlandırma çocuk için önemlidir. Allah’ın varlığı ve birliği çocuk için bir güvencedir. Korkulan değil kendisine sığınılan, emirlerine uyulan bir Yaratıcı, çocuk zihninde yerleşmelidir. Her konuda Allah’a ulaşmak, O’nun ilminin ve iradesinin her şeye gücünün yettiğine inanmak, çocuk için bir dayanak noktası olur. Bu konuda Bediüzzaman, insanın, kainatın ekser envaına muhtaç ve alakadar olduğunu, ihtiyaçlarının alemin her tarafına dağıldığını, arzularının da ebede kadar uzandığını, “İşte, şu vaziyette bir insana hakiki ma’bud olacak, yalnız her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nazır, her mekanda hazır, mekandan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakstan mualla bir Kadir-i Zülcelal, bir Rahim-i Zülcemel, bir Hakim-i Zülkemal olabilir.”[123] diyerek insanın sınırsız ihtiyaçlarına ve sayısız düşmanlarına cevap verebilecek bir Yaratıcıya muhtaç olduğunu ifade eder. Yine insanın ihtiyaçlarına ve düşmanlarına karşı duruşu Risale-i Nur’da dua bahsinde ele alınmakta ve “İnsan nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a’danın hücumuna müptela ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hacata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi imandan sonra duadır.”[124] denilerek insanın kulluğunu yerine getirmesine işaret edilmektedir. Bu inanç çocuğun her şeyi Allah inancıyla ele almasına vesile olur. Çocukta sağlam bir Allah inancının olması, kendini ve mahlûkatı doğru konumlandırmasına katkı sağlar. Ayrıca “insan sırr-ı vahdet ile bütün mahlûkat içinde büyük bir kemal sahibi ve kainatın en kıymettar meyvesi ve mahlukatın en nazenini ve en mükemmeli ve zihayatın en bahtiyarı ve en mes’udu ve Halık-ı Âlem’in muhatabı ve dostu olabilir.”[125] Görülüyor ki, ailede bu gibi konuların ele alınıp okunması ile elbette çocuklarda, Allah’ı tanıdıkça, Allah’a karşı bir sevgi ve muhabbet bağı gelişecek ve O’na olan bağlılığı daha da artacaktır.
3.4.3. Birlikte Okuma ve İbadet Bilinci
Ailede birlikte okuma ve ibadet bilinci çok önemlidir. Anne babanın, kardeşlerin aynı inanç yeterliliğine sahip olması, birlikte konuların mütalaa edilmesi, ortak bir biz ruhunun uyanmasını sağlar. Bir de birlikte okuma ile ortak şuur gelişir. Her metnin her bireyde uyandırdıkları farklı olsa da, ortak yorumlar ile doğru sonuçlara ulaşmak kolaylaşır. Okuyan sayısınca farklı algılamalar da ortaya çıkar. Böylece bir konu çok yönlü ele alınmış olur. İbadet bilinci de gelişir. Birlikte okuma ve mütalaa zihinlerde oluşabilecek sorulara cevap sunar. Bediüzzaman “Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin.”[126] diyerek, evlerin okuyan, düşünen, mütalaa eden fonksiyonuna dikkat çeker. Yine Bediüzzaman Risale-i Nur ile okumak, yazmak, dinlemek tarzındaki meşguliyeti ilim olarak ele alır ve, “Beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakiki talebe-i ulumun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi..”[127] diyerek bu meşguliyetin ehemmiyetini ortaya koyar. İbadetle ilgili farklı bakış açıları kazandıkça çocuğun ibadet yapma şevki artar. Marifetullah, muhabbetullah’ı da netice verir.
3.4.4. Kur’an ve Sünnet Eksenli Düşünme
Ailede Kur’an ve sünnet odaklı bir hayat tarzı içerisinde yetişecek çocuklar her konuyu ayetler ve hadisler etrafında ele almaya başlarlar. Zihin kodlarını ayetler, hadisler oluşturur. Böylece çocuk için her konu İlahi temelleriyle değerlendirilmiş olur. Bu konu Risale-i Nur’da, ‘mana-i harfi’ kavramıyla ele alınır ve değerlendirilir. “Cenab-ı Hakk’ın masivasına yani kainata mana-i harfiyle ve onun hesabına bakmak lazımdır.”[128] Bu bakış açısıyla insan her şeyi Allah hesabına ele alır ve yorumlar. Böylece çocuk sahipsizlik duygusundan kurtulur. Hem şahsi hayatında hem de sosyal hayatta istikametli bir duruş ortaya çıkar. Burada en önemli konulardan birisi, çocuğun, Kur’an ve sünnet eksenli bir hayatı aile bireylerinde yaşanır görmek istemesidir. Anlatılan değil yaşanan bir İslam çocuk için daha etkilidir.
Bu konuda Bediüzzaman, “Lisan-ı hal lisan-ı kalden daha tesirlidir.”[129] der. Nasihat konusu, nasihat edenin hayatında yaşanırsa bu çocuk üzerinde daha kalıcı izler bırakır. Bir de nasihatin, yasaklama tarzında değil de, çağın gereklerine uygun olarak, doğru mecralar sunularak ifade edilmesi nasihatın dinlenmesine yardımcı olur. Ahlak bir davranış halidir. Ahlakın yaşanması, davranışlarladır. Bediüzzaman, “Eğer biz ahlak-ı İslamiyenin ve hakaik-i imaniyetnin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslamiyete girecekler.”[130] diyerek hal dilinin tebliğde etkisine dikkat çeker.
3.5. Kişisel Gelişim ve Yeteneklerin Keşfi
Aile ortamı, bireyin insanlık vasıfları kazandığı, birey olmaya yönelik keşifleri yaptığı ilk merkezdir. Çocuk, kabiliyetlerini ve yeteneklerini burada keşfeder ve geliştirir. Anne baba bu açıdan ilk kâşiflerdir. Çocuğun bir ömür boyu sürecek hayatının ilk intibaları ailede oluşur. Onun için anne baba çocuklar için ilk insan modelleridir. Batı’nın kişisel gelişim olarak ifade ettiği ve insanın farklı kabiliyetlerini tespit ettiği hususlar, aslında İslam literatüründe esma keşfi olarak ifade edilebilir. İnsan Allah’ın bin bir esması ile şekillendiğinden, her insandaki baskın esma aslında onun belirgin kabiliyeti olmaktadır. Bu açıdan bakılsa her insanın, her çocuğun baskın esması keşfedilip, ona uygun meşguliyetler verilse elbette daha başarılı olacaktır. Mesela Risale-i Nur’da ism-i Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs’ün ayrı ayrı ele alınması ve bu isimlerin kâinatla alakası düşünüldüğünde, yaratılışın esma üzerine olduğu anlaşılacaktır.[131]
3.5.1. Bireysel Farklılıkları Destekleme
Aile, çocukla birlikte gelişen bir kavramdır. Nitekim babaya ve anneye bu sıfatı kazandıran da dünyaya gelen çocuktur. Her insan İlahi bir ihsan olarak dünyaya farklı kabiliyette gelir. Allah’ın her bir insanda esma tecellisi farklıdır. Zaten hayatı güzel ve renkli kılan şey de bu farklılıklardır. Ailede çocuk farklılığın en belirgin göstergesidir. Bir ailede kaç çocuk varsa, o kadar bireysel farklılıklar vardır. Anne babanın çocuklarına yaklaşımı da bu farklılıkları dikkate alır tarzda olmalıdır. Çocukların kişilik yapıları, psikolojileri de farklıdır. Anne baba çocukları ile iletişim kurarken bu farklı özellikleri dikkate almak durumundadır. Yoksa birinin hoşlandığı hitap, diğerini incitebilir. Anne baba bu farklılıkları yok eden, törpüleyen değil, gelişmesine destek olan konumda olmalıdır. Yine çocuklardaki farklılıklar keşfedilirse, boş zaman kavramı, bir şeylerle meşgul olmama problemi ortadan kalkmış olur. Bediüzzaman’ın üç büyük düşman olarak ifade ettiği, “cehalet, zaruret, ihtilaf’a karşı mücadele metodu olarak ifade ettiği, “marifet, sanat ve ittifak” kavramları uygulamaya konulmuş olur. Böylece çocuklarda sanat faaliyetleri içinde ele alınabilecek el sanatları, tezhib, hüsn-ü hat; enstrümanlardan birini kullanabilme ve bu yönde olan kabiliyetler hayata dönüşmüş olur ve çocuk boşluktan, can sıkıntısı kavramından bir şeyler üreterek kurtulmuş olur.
3.5.2. Özgüven ve Pozitif Bakış
Çocuklarda özgüven gelişimi çok önemlidir. Neleri yapabileceğine dair kendisiyle ilgili bir kanaati olan çocuk elbette atacağı adımları daha bir güvenle atar. Bu belli konulardaki yeterlilik hali çocukta olumlu duygu uyanımlarına vesile olur. Özellikle Allah’a olan imandan kaynaklanan özgüven ve hayata olumlu bakma aynı zamanda mutlu ve başarılı olmayı da netice verir. İmanın insan için her türlü zorluğu aşmada bir dayanak noktası olmasına dikkat çeken Risale-i Nur eserleri, imanı aynı zamanda bir kuvvet olarak değerlendirir. “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın tazyikatından kurtulabilir.”[132] der. Yine bu konunun devamında ele alınan tevekkül ile de, insan kendini aşan meselelerde Allah’a itimat ederek, ağır hayat yüklerinden kurtulabilir. Yani denilebilir ki, insan, imanı oranında hem hayatı güzel görür, hem de olayları hüsn-ü zan esasıyla değerlendirir ve rahat eder.[133]
3.5.3. Tefekkür Gezileri
Sağlıklı bir iman alt yapısına sahip olan çocuk, artık her şeyi o pencereden değerlendirmeye başlar. Bir iş yaparken ‘bismillah’ der ve bunu neden yaptığını bilir. Çocuk dünyasında ibadet hayatın içinde yer almaya başlar. Gördüğü, işittiği, dokunduğu her şeyde Allah’ın iznini arar ve O’nun yasakladığı şeylerden uzak durur. Gençler ve çocuklar için yapılan okuma programları tam da sağlıklı arkadaş ortamlarıdır. Buralarda akranlarıyla çocuklar daha sağlıklı ilişkiler kurarlar ve konuşma, davranış ve okuma gibi pek çok etkinlikte bir ekip çalışması içerisinde yer alırlar. Böylece daha kolay ve rahat öğrenirler. İnsan sosyal bir varlık olduğu için gençler ve çocuklar akranlarıyla hayatı yaşamak ve öğrenmek isterler. Okuma programlarında kır gezileri yaparlar. Böylece birlikte Allah’ın sanat eserleri olan tabiatta tefekkür ederler. Birbirlerine hayret duyguları içinde kuşlardan, böceklerden, bitkilerden meydana gelen manzaralarda ibadet şuuru içinde tefekkür etmeyi öğrenirler. Arkadaşlık ilişkileri, adab-ı muaşeret, doğru tepkiler oluşturma gibi tavır ve tutumlar bu çevrede kazanılır. Bir de okuma programlarındaki Risale-i Nur derslerinin içeriğinde imanı, İslam’ı, peygamberimizi ve benzeri pek çok meseleleri öğrenirler. Böylece çocuklar hayata doğru hazırlanmış olurlar.
4.Sonuç, Tartışma ve Öneriler
Eğitimin mahiyeti, gerek kişinin dünyasında ve gerekse aile ve toplum hayatında insan ilişkilerini düzenleme ve bu ilişkiler neticesinde saadeti temin etme amacına dönüktür. Bu yönüyle hayatı, varlığı sorgulama ve onlar üzerindeki hikmeti okuma ve hayata tatbik etme temel amaç olarak görülmektedir.
İnsan, dünyaya imtihan için gönderilme ve ona verilen “ene” vasıtasıyla Allah’ın isimlerine ayinedarlık etme vazifesi için “ilim ve dua” çabasını sürekli göstermek durumundadır. Bu şekilde kemâlata ulaşacak ve vazifesini yapacaktır. İnsanın potansiyeli gereği bütün varlıklarla bir irtibatı vardır. Bu irtibatı kurmakla ancak potansiyel ortaya çıkacaktır. Varlıklar içinde en donanımlı olan yine insandır ve insan tüm varlıklarla ve insanla kuracağı etkileşim sayesinde insanlık özelliklerini açığa çıkarabilir. Bu neden kendi hemcinsi ile etkileşim içinde olmak kaçınılmazdır. Hem sosyal özellikleri itibariyle de bu gereklidir.
İnsanın içinde doğup büyüdüğü ilk toplumsal ortam ailedir. Burada kurulacak ilişkiler onun eğitimi anlamına gelir ve ne yapar, nasıl yaşar ise ona uygun özellikleri ortaya çıkar. Aile dışında diğer insanlarla da elbette etkileşim içinde olacaktır ama ailedeki ilk tecrübe ve bunun getirdiği alışkanlıklar diğer ilişkilerini belirlemede de etkilidir. İnsanlar arası kurulan ilişkilerden beklenen, insanlık onuruna yakışan bir ortamın oluşmasıdır. Bütün varlıklarla ve özelde ise bütün insanlarla anlamlı bir bütünlüğün oluşması İnsaniyet-i Kübra olarak ifade edilebilir. Hiçbir birey bunu kendi başına başaracak özellikte değildir. Bunu ancak Peygamber Efendimiz (SAV) asr-ı saadetinde İslamiyet hakikatiyle insanlığa örnek olarak göstermiş ve beşere bu yolun açık olduğunu ilan etmiştir.
Peygamberimizden sonra insanlık evliyalar, asfiyalar ve onların oluşturdukları halkalarla İnsaniyet-i Kübra’yı ilan edegelmişler. Günümüzde İnsaniyet-i Kübra’yı Risale-i Nur ve onun şahs-ı manevisinin temsil ettiği söylenebilir. İman ve Kur’an hizmetinde bulunan fertlerin, kul olmaları ve imtihana tabi tutulmalarından dolayı hatasız addedilmesi mümkün değildir. Nasıl ki bir güzellikte güzelliğin bütünlüğü vardır ve o bütünün cüzlerinde zahiri çirkinlikler bulunabilir. Yani bütünlüğü, neticesi, amacı güzeldir. Fakat cüzleri parça parça ele alındığında her biri birçok açıdan çirkin addedilebilir. Bu nazarla, aile kusurlu fertlerden oluşan şahsı manevinin İnsaniyet-i Kübra özelliği olarak yorumlanabilir. İşte ailede kurulacak eğitim (iletişim-etkileşim) ortamını İslamiyet’in bu asra ve gelecek asırlara taze bir sunumu olan Risale-i Nur hakikatlerine göre oluşturmak, ailenin insaniyet-i Kübra çekirdeğini oluşturması anlamına gelecektir.
Kaynakça
MASLOW, A. H. (1961/1999). Are our publications and conventions suitable for the personal sciences? American Psychologist, 16, 318–319.
NURSİ, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2012
NURSİ, Said, Hanımlar Rehberi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2024
NURSİ, Said, İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Nurun İlk Kapısı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2000
NURSİ, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
NURSİ, Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021
[1] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021, s. 192
[2] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s.192
[3] Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021, s.313
[4] Ahzâb Sûresi: 72
[5] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 192
[6] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 102
[7] Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2021, s. 29
[8] Said Nursi, Muhakemat, s. 28
[9] Maslow, A. H, 1961/1999, s. 117
[10] Said Nursi, Şualar, YAN, İstanbul, 2021, s.595
[11] Said Nursi, Mektubat YAN, İstanbul, 2021, s.450
[12] Said Nursi, Muhakemat, s. 27
[13] Said Nursi, Lem’alar, YAN, İstanbul, 2021, s.178
[14] Said Nursi, Lem’alar, s. 179
[15] Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz, YAN, İstanbul, 2021, s. 191
[16] Said Nursi, Hanımlar Rehberi, YAN, İstanbul, 2023, s. 38
[17] Said Nursi, Hanımlar Rehberi, s. 38
[18] Said Nursi, Kastamonu Lahikası, YAN, İstanbul, 2021, s.200
[19] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 287
[20] Said Nursi, Hanımlar Rehberi, s. 34
[21] Said Nursi, Lem’alar, s. 218
[22] Said Nursi, Şualar, YAN, İstanbul, 2021, s.278
[23] Said Nursi, Lem’alar, s.218
[24] Said Nursi, Lem’alar, s.219
[25] Said Nursi, Lem’alar, s.219
[26] Kâsânî, IV.24.
[27] Said Nursi, Lem’alar, s. 215
[28] Said Nursi, Lem’alar, s.215
[29] Said Nursi, Sözler, s. 386
[30] Said Nursi, Sözler, s.386
[31] Said Nursi, Sözler, s. 605
[32] Said Nursi, Sözler, s. 605
[33] Şura Suresi, s.42:38
[34] Al-i İmran Suresi, 3:159
[35] Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Kasım -2012, s.355
[36] Said Nursi, ESDE, s. 355
[37] Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s.185
[38] Said Nursi, Şualar, YAN, İstanbul, Ocak- 2021, s.291
[39] Said Nursi, Sözler, s. 334
[40] Buhari, Cuma, 11
[41] Said Nursi, Sözler, 335
[42] Said Nursi, Lem’alar, s.17
[43] Said Nursi, Sözler, s. 334
[44] Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, YAN, İstanbul, 2021, s. 260
[45] Said Nursi, Şualar, s.292
[46] Said Nursi, Mektubat, s. 26
[47] Said Nursi, Lem’alar, s. 216
[48] Said Nursi, Lem’alar, s. 216
[49] Said Nursi, Lem’alar, s. 217
[50] Said Nursi, Lem’alar, s. 216
[51] Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz, s. 191
[52] Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s.185
[53] Tirmizi, Rada, 11
[54] Said Nursi, Sözler, s. 602
[55] Said Nursi, Sözler, s. 602
[56] Said Nursi, Sözler, s. 718
[57] Said Nursi, Sözler, s. 602
[58] Said Nursi, Sözler, s. 601
[59] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 77
[60] Nisa Suresi, 1
[61] Said Nursi, Sözler, YAN, İstanbul, 2021, s.601
[62] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 77
[63] Said Nursi, Mektubat, s.307
[64] Said Nursi, Sözler, s. 601
[65] Said Nursi, Sözler, s. 601
[66] Nahl Suresi, 90
[67] Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz, s.218
[68] Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz, s. 218
[69] Said Nursi, Mektubat, s.252
[70] Said Nursi, Şualar, s. 345
[71] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 345
[72] Said Nursi, Şualar, s. 345
[73] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 200
[74] Said Nursi, Nurun İlk Kapısı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2000, s. 45
[75] Said Nursi, Lem’alar, s. 217
[76] Said Nursi, Lem’alar, s. 217
[77] Said Nursi, Lem’alar, s.217
[78] Said Nursi, Lem’alar, s. 217
[79] Said Nursi, Lem’alar, s. 217
[80] Said Nursi, Sözler, s. 6
[81] Said Nursi, Sözler, s. 6
[82] Said Nursi, Sözler, s. 7
[83] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s.35
[84] Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz, s. 135
[85] Said Nursi, Sözler, s.302
[86] Said Nursi, Sözler, s. 296
[87] Said Nursi, İşaratü’l – İ’caz, s.164
[88] Said Nursi, İşaratü’l – İ’caz, s. 203
[89] Said Nursi, İşaratü’l – İ’caz, s. 204
[90] Said Nursi, ESDE, s. 238
[91] Said Nursi, ESDE, s. 236
[92] Said Nursi, ESDE, s. 237
[93] Said Nursi, ESDE, s. 236
[94] Said Nursi, ESDE, s. 238
[95] Said Nursi, ESDE, s. 235
[96] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s.174
[97] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 320
[98] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 219
[99] Said Nursi, Lem’alar, S.274
[100] Said Nursi, Barla Lahikası, YAN, İstanbul, 2020, s. 230
[101] Said Nursi, Şualar, 246
[102] Said Nursi, Şualar, s. 178
[103] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 310
[104] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 310, Nursi, Şualar, s.234
[106] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, 310
[107] Said Nursi, Sözler, s. 685
[108] Said Nursi, Şualar, s.197
[109] Said Nursi, Şualar, s.200
[110] Said Nursi, Şualar, s. 200
[111] Said Nursi, Şualar, s.200
[112] Said Nursi, Şualar, s. 200
[113] Said Nursi, Mektubat, s. 347
[114] Said Nursi, tarihçe-i Hayat, s. 157
[115] Said Nursi, Şualar, s. 229
[116] Said Nursi, Şualar, s. 181
[117] Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 521
[118] Said Nursi, ESDE, s. 291
[119] Said Nursi, Şualar, s. 112
[120] Said Nursi, Şualar, s. 180
[121] Said Nursi, Sözler, s. 118
[122] Said Nursi, Lem’alar, s. 216
[123] Said Nursi, Sözler, s. 299
[124] Said Nursi, Sözler, s. 296
[125] Said Nursi, Şualar, s. 34
[126] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s.342
[127] Said Nursi, Emirdağ Lahikası. 342
[128] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s.44
[129] Said Nursi, Şualar, s. 273
[130] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s.374
[131] Said Nursi, Lem’alar, s. 382
[132] Said Nursi, Sözler, s. 294
[133] Said Nursi, Sözler, s. 294