Ailede İktisadi Hayatın Getirdiği Huzur
Fikret YÜKSELEN, Prof. Dr., Bağımsız Araştırmacı
Özet
Aile, her devirde her toplumun temel taşı olmuştur ve olmaya devam edecektir. Sağlam ailelerde yetişen bireyler topluma en faydalı olanlardır. Ailenin temelini güçlendiren veya zayıflatan unsurlardan bir tanesi de hiç şüphesiz iktisadî geçim konusudur. Bu çalışmada günümüzde ailenin iktisadi hayatı, zorlukları ve çözümlerine ait bazı noktalara değinilecektir. Yüce yaratıcımızın (C.C.), elçisinin (a.s.m.) ve asrımızın Kur’an müfessiri Said Nursi’nin (r.a.) beyanlarından faydalanarak meseleyi tespit etmeye ve sıkıntılara hal çareleri önermeye çalışacağız.
İktisat etmenin geçim derdine nasıl çare olduğu, bilakis israf ve savurganlığın aile ekonomisini nasıl çökerttiği, ekonomi idaresinin ailede nasıl uygulanması gerektiği, anne-babanın ve çocukların aile ekonomisine nasıl katkı yapabileceği, kadının bu katkıdaki rolünün aile içinde mi yoksa dışında mı olması gerektiği, kadının ekonomik bağımsızlığı, aile ekonomisi planı gibi aile ekonomisini yakından ilgilendiren konular incelenmektedir.
İsraf iktisadın tersidir ve şükre zıttır, bizlere verilen sonsuz nimetleri görmezden gelip hafife almaktır. İktisat ise, nimete karşı hürmet göstermektir. Unutulmamalıdır ki; denizler mürekkep olsa Rabbimizin nimetlerini yazmakla sayamayız.
Hayatın yalnızca maddi cephesini ele alan iktisadi anlayışlar, bugüne kadar insana ve toplumlara gerçek huzur ve refahı yaşatamamıştır. 21. yüzyılda ailelerin ve toplumların, huzuru yaşatan iktisadın arayışı içinde olmaları ümit edilmektedir.
Aile içi ekonomik sıkıntıların dermanının netice olarak şu cümlede saklı olduğu söylenebilir: “Kanaat tükenmez bir hazinedir.”
Bu çalışmanın amacı; iktisatla yaşanılan bir yuvada maddi ve manevi yönden bir ferahlamanın görülebileceğini anlatabilmektir.
Anahtar kelimeler: Risale-i Nur, Ekonomi, Bütçe, İsraf, İktisat, Tüketim, Reklamlar, Kadının Çalışması, Kadının Ekonomik Bağımsızlığı
The Peace That Economic Life Brings in the Family
Abstract
Family has been and will continue to be the cornerstone of every society in every era. Individuals who grow up in strong families are the most useful to society. One of the factors that strengthens or weakens the foundation of the family is undoubtedly the issue of economic livelihood. In this study, some points about the economic life of the family today, its difficulties and solutions will be touched upon. By discussing the economic understanding and problems in the family, the issue is identified and solutions to the problems are suggested by making use of the statements of our Almighty Creator (CC), His Messenger (PBUH) and the Qur’an commentator of our century, Said Nursi (RA).
How economics is a solution to the problem of making a living, how waste and extravagance collapse the family economy, how economic management should be implemented in the family, how parents and children can contribute to the family economy, whether the role of women in this contribution should be within or outside the family, how women’s economic management should be issues that are closely related to family economy, such as independence and family economic plan, are examined.
Waste is the opposite of gratitude; it means ignoring and underestimating the infinite blessings given to us. Economics, on the other hand, means showing respect for blessings. It should not be forgotten that; if the seas were ink, we could not count the blessings of our Lord by writing them down.
Economic approaches that only deal with the material side of life have not been able to provide real peace and prosperity to people and societies so far. It is hoped that families and societies in the 21st century will seek economics that provide peace.
Ultimately, it can be said that the cure for economic difficulties within the family is hidden in the following sentence: “Contentment is an inexhaustible treasure.”
Keywords: Risale-i Nur, Economy, Budget, Waste, Economics, Consumption, Advertisements, Women’s Work, Women’s Economic Independence
1. Giriş
Aile; yeryüzünde sevginin en güçlü hali, bu hayatta yeri doldurulamayacak yegâne bir teşekkül, mutluluk ve huzur, en büyük zenginlik, paradan, maldan, mülkten, kariyerden daha kıymetli varlık, hayatımızda sorgusuz sualsiz kabul göreceğimiz tek yer, şartsız, karşılıksız sevgi, hayatta sırtımızı hiç düşünmeden dayayabileceğimiz tek tahassüngâhtır.
Nice meşhurlar böylesine mühim bir hazine olan aile için neler neler söylemişlerdir. İşte bazı örnekler:
“Bir memleketin yükselmesi ev ve aile muhabbetine bağlıdır”. (Charles Dickens)[1]
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” (Lev Tolstoy)[2]
Toplumun en önemli yapı taşı olan ailenin huzurlu olmasında çok önemli paya sahip “ailede iktisat” konusu bu makalenin temelini oluşturmaktadır.
İktisat, ölçülü hareket etmek, itidal, eldeki mevcut olanı saklama, kısma, toplama, israf olmadan herhangi bir malı, ihtiyacı tam giderecek şekilde kullanma, aldanmama manasına gelir. İktisat, Arapça “kasd” kelimesinden türetilmiştir. Buna göre iktisatlı bir insan maksadını iyi tanıyan, sağa sola yalpalamaksızın, ifrat ve tefritten, aşırı uçlardan uzak, “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.”[3] ayetine uygun bir şekilde yaşayan insandır. Bu sebeple iktisat “uygun davranış” manasında anlaşılır. İktisat, insanın ihtiyacına göre harcama yapmasını, cimriliğe ve israfa sapmamasını gerektirmektedir.
İhtiyaçların neler olduğu asırlar boyunca değişe gelmiştir. Her asrın kendine göre ihtiyaçları olmuştur. Fakat insan ihtiyaçlarını en çok lüzumludan en az lüzumluya kadar sıralamasını becerdiğinde iktisadı en kâmil manada sağlayabilecektir. İhtiyaçların yerini sınırsız istekleri aldığında, fertler iktisatlı bir hayat yaşamaktan uzaklaşırlar. İktisadın zıddı olan israfa sürüklenirler. Tüketici davranışında israf, hem mikro iktisat açısından, ferdin tüketim ve tasarruf dengelerini bozar, hem de makro iktisat açısından kaynakların dağılımını ve ekonomide tasarruf ve tüketim oranlarını etkiler, milletlerarası sahada da gelir dengelerinin bozulmasına yol açar.[4]
Said Nursi şükür, israf ve iktisadı veciz bir şekilde şöyle tarif etmektedir:
“Halık-ı Rahim nev-i beşere (insanlara) verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıddır, nimetlere karşı hasaretli bir istihfaftır (hafife almaktır). İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır (hürmettir).”[5]
İktisat, aile hayatının huzuruna çok yardımcı olur. Aile hayatındaki aksaklıkların en önemli sebeplerinden biri iktisadi zorluklardır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “İktisat eden maişetçe aile belasını çok çekmez.” buyurmak suretiyle iktisat prensibinin bu önemli sonucunu dikkat eder.
İktisat ve kanaatle hareket etmek, yaradılıştaki İlâhî gayeye uygun davranmaktır. Çünkü iktisat hem peygamber ahlakıdır hem de Allah’ın kâinatta cari olan bir hikmet kuralıdır.
Çalışmamızda sağlıklı bütçe oluşturma, israf ve savurganlığa karşı alarmda olma, tüketim çılgınlığı ve olumsuz sonuçları, reklamlar ve duyarlılık, kadın ve kariyer / çalışma hayatı, kadının ekonomik bağımsızlığı, aile ve ekonomik kriz yönetimi konularına değinilecektir.
2. Aile ve Sağlıklı Bütçe Oluşturma
Aile bütçe planlaması, işletmelerin finans süreçlerinde olduğu gibi gelirlerin ve giderlerin tespit edilmesiyle başlamalıdır. Ardından hedeflerin belirlenmesi, harcama alışkanlıklarının izlenmesi ve borç yönetimi gibi adımlar izlenir. Son olarak, acil durum fonu hazırlama ve şahsi harcamalara bütçe ayırma gibi aşamaları da geçerek aile bütçesi oluşturulmalıdır.
Temel giderleri belirlemek, aile bütçesi oluşturmanın önemli bir adımıdır. Gider kalemleri, ailenin hayat standardını ve refahını sürdürmek için gereken harcamaları kapsar. Bunlar arasında ev kirası, ev kredisi ödemeleri, beslenme, ulaşım, sağlık ve eğitim masrafları yer alır. Aşağıda bu harcamalara dâhil olan unsurlar sıralanmıştır:
Yiyecek giderleri: Restoran ödemeleri, market ve pazar alışverişi.
Sağlık harcamaları: Sigorta primleri, doktor ziyaretleri ve ilaçlar.
Eğitim giderleri: Okul harcamaları, yurt ödemeleri ve eğitim materyalleri.
Ulaşım masrafları: Araç yakıtı, bakımı, zorunlu ve ihtiyari sigortası, toplu ulaşım ücretleri.
Ayrıca elektrik, su ve doğal gaz faturaları da önemli masraf kalemleri arasındadır. Enerji israfına yönelik tedbirlerle hem tasarruf edebilir hem de ailece çevreye duyarlı davranılabilir.
Aile bütçesini planlamak için bütün hane üyeleriyle iş birliği yapılmasında yarar vardır. Ortak bütçe hedefleri belirlemek; aile fertlerini aynı mali sorumlulukların ve hedeflerin etrafında buluşturur. Bu aşamada istişareler yapmak, mevcut mali durumu tartışmak, herkesin ihtiyaçlarını ve isteklerini anlamak önemlidir.
Aile bütçesi hesaplamasında yalnızca mecburi harcamalar yer almaz. Aynı zamanda tatil, özel gün ve diğer meşru eğlence giderleri de değerlendirilmelidir. Ailenin mutluluğunu ve refahını aynı anda korumak için bu harcamalarda bir denge sağlanmalıdır. Mesela tatilde bütçeye uygun konaklama yerlerini seçmek, özel günlerde abartılı hediyeler yerine ihtiyaçları almak ya da kutlamaları lüks mekânlarda değil de evde yapmak gibi tercihlerle aile bütçesi korunabilir. [6]
İslam dini hayatı hayatlandırmak için gönderilen bir din olduğundan aile için yapılan harcamaların kıymeti bir hadis-i şerifte şöyle dile getirilmektedir:
“Bir kişi, sevabını Allah’tan umarak ailesine harcama yaptığında, bu harcama onun için sadaka olur.”[7]
- İsraf ve Savurganlığa Karşı Alarmda Olmak, Tüketim Çılgınlığı ve Olumsuz Sonuçları
Paranın kolay kazanılamaması ve fakat çok kolay sarf edilebilmesi, bugün bizleri çepeçevre saran büyük bir handikaptır. Kazanma-harcama dengesi kontrolden çıktığında dipsiz bir kuyuya düşmek işten bile değildir. O halde bu denge nasıl sağlanacaktır? Bu konuda yine bizi bizden daha iyi tanıyan yaratıcımızın sözlerine kulak asmakta fayda vardır.
“Onlar (O mutlu kullar) ki harcadıklarında ne israf eder ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” [8]
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. Çünkü malını saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”[9]
İsraf aile efradını zor duruma sokar ve borçlanmak zorunda bırakır. Borç ise insanın hürriyetini kısıtlar. Alacaklıya karşı hakkın savunmasına, doğrunun söylenmesine ve âdil davranılmasına engel olur. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Günahı azalt ki ölümün kolay olsun. Borcu azalt ki hür yaşayasın.”[10]
Yapılan araştırılmalar dünyada üretilen 4 milyar ton gıdanın yarısının israf edildiğini ortaya koymaktadır. Dünyadaki gıda israfının sadece %25 azaltıldığı takdirde, 870 milyon aç insanın yıllık gıda ihtiyacını karşılayacağı hesaplanmıştır. Türkiye gibi Müslüman bir ülkede ise günde 6 milyon, yılda 2 milyar ekmek israf edilmesi inancımızın hayatımıza tam aksetmediğinin delillerinden biridir.
İnsanın sonsuz emel sahibi olması, istek ve arzularının bitmek bilmemesi karşısında şu hadis hatıra getirilmelidir:
“İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır.”[11]
Said Nursi ise bu konuda şöyle söylemektedir:
“Rivayette var ki: ‘Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden (önemli kişilerinden) olan Süfyan’ın eli delinecek…’ Allahu a’lem, bunun bir tevili (yorumu, açıklaması) şudur ki: Sefahet (gayr-ı meşru zevk ve eğlence düşkünlüğü) ve lehviyat (günahlar) için gayet israf ile elinde mal durmaz; israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki: ‘Filân adamın eli deliktir.’ Yani çok müsriftir. İşte, ‘Süfyan, israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamâı (açgözlülüğü) uyandırarak, insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar (hizmetkâr) eder’ diye bu hadîs ihtar ediyor; ‘İsraf eden ona esir olur, onun dâmına (tuzağına) düşer’ diye haber verir.”[12]
İsrafla yan yana olan diğer benzer bir kavram savurganlıktır. Savurganlık, bol keseden harcamaktır. Nefsini şımartmaktır. Moda rüzgârına kendini kaptırmaktır. Bulaşıcı görenek belâsına bile bile esir olmaktır. İhtiyacın zarurî olup olmadığına bakılmaksızın, hatta hiç umursamaksızın gördüğü şeyleri ihtiyacı varmışçasına düşüncesizce satın almaktır. Alışveriş yapmaya hastalık derecesinde kendini kaptırmaktır.
İsraf ve savurganlık neticesinde evler, zamanla adeta birer ’çöp evi’ne dönüşüvermektedir. Modası geçmiş, belki de hiç kullanılmamış eşyalar, takılar, elbiseler, terlikler, ayakkabılarla dolup taşmaktadır.
Kimi evlerin dolapları da birer mağazaya dönüşebiliyor. Bu yüzden, geniş odalı büyük evlere, her odada geniş dolaplara ihtiyaç duyuluyor. Haliyle, bu da büyük masraf ve israfın zincirleme devam etmesi demektir. Hem de her yönüyle: Daire fiyatı, evin düzeni, temizliği, ısıtılması, serinletilmesi, vesaire…
İktisada riayet etmeyip israfa giren kimselerde, zamanla “kanaat” hissi zayıflamaktadır. İman ve itikat sahibi olsa bile, yaşayış ve birtakım alışkanlıklar cihetiyle, farkına varmayarak Mim’siz medeniyetin teşvik ettiği hayat tarzına yönelmiş, hatta o kulvara girmiş oluyor. Bilinen bir hakikattir ki: “İnandığı gibi yaşamayan yaşadığı gibi inanmaya başlar.” Kedinin yavrusunu yemeden önce fareye benzetmesi gibi aslında gereksiz olan her harcamaya türlü bahaneler bulup meyleder ve bu da zamanla alışkanlık haline gelir.
İktisatlı yaşamayı prensip haline getirmeyen müsrif ve savurgan kimseler feleğin çarkı tersine döndüğünde, müthiş sıkıntı ve ıstırap çekmeye başlıyorlar. Hatta şiddetli travmalar sebebiyle ciddî sağlık problemi yaşayanlar oluyor. Daha evvelki yaşantısıyla başkalarını kıskandırırken bu kez kendileri fakir ve zelil duruma düştükleri için başkalarına baka baka kıskançlık krizine girebiliyor.
Buna bir misal olarak, Said Nursi’nin Burdur’da başından geçen bir hadiseye bakılabilir:
“İktisat vasıtasıyla bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene –şimdi otuz sene– evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrane (ısrarlı) tekliflerini reddettim. Cây-ı dikkattir (dikkat çekicidir) ki iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillahi’l-hamd (Allah’a şükür) onlardan yedi sene sonra, o az para iktisat bereketiyle bana kâfi geldi; benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete (ihtiyaçlarım için yardım istemeye) mecbur etmedi.”[13]
Demek ki, bize lâzım ve elzem olan şudur: İsraftan, müsriflikten, savurganlıktan şiddetle kaçınmak. Buna mukabil, iktisatlı hayata kendini alıştırmak; mal-mülk, para-pul için hırs göstermemek. Asla tembellik etmeyip, helâlinden kazandıklarımıza kanaat göstermek. Nihayet, zekât, sadâka, isar (kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmek), infak (karşılıksız yardım), fakir-fukaraya yardım gibi makbul âdetleri ve hayır-hasenat işlerini asla unutmamak ve ihmal etmemek.[14]
Tüketim çılgınlığı, alışveriş bağımlılığı olarak da tanımlanabilir. Alışveriş bağımlılığı da sigara, alkol, madde bağımlılığı gibi ciddi bir bağımlılık türüdür. Tüketim çılgınlığının altında yatan ana duygu ruhi açlık duygusudur. Çağımızda gerek içtimai gerek çevre gerekse ferdî nedenler ile artan stres, depresyon ve anksiyete gibi duygu bozuklukları, ruhi açlık duygusunu tetiklemekte ve doyum amaçlı, alışveriş alışkanlığını bir davranış bozukluğu haline getirebilmektedir. Manevi açlık hissini doyurabilmek için, çok yemek, çok almak, çok tüketmek gibi davranışlar sergilenebilmektedir. Kişi fazla tüketerek doyum sağlamaya çalışmakta ve peşinden gelen maddi zorluk, borçlanma, kişide tekrar depresyon ve anksiyete hissi meydana getirmekte ve rahatlamak için tekrar tüketime odaklanmaktadır. Bu durum kısır bir döngüye dönüşerek kişide ciddi bir bağımlılık oluşturabilmektedir. Bu bağımlılık Hedonizm (Hazcılık) sapıklığına yol açabilmektedir. Sadece haz ve zevk üzerine kurulu bir hayat biçimi olan Hedonizm, kişileri ağır bir depresyona sürükleyerek, çoğu zaman da intihar etme girişimine kadar götürmekte, ya da alkol ve uyuşturucuya yönelterek geri dönüşü olamayan bir bataklığa sürükleyebilmektedir.
Burada önemli olan nokta, kişinin ruhi tatminini dış kaynaklarda değil, iç kaynaklarda aramasıdır. Bu nedenle bu bağımlılıktan korunmak için, hayatımızı sadeleştirmeli ve gereksiz tüketimden kaçınmalıyız.
Özellikle pandemiden sonra online alışveriş birçok tüketici için cazip bir seçenek haline gelmiştir. İndirimler, çok çeşitli ödeme seçenekleri ve iade politikası gibi alışılmış avantajlara ek olarak, ücretsiz teslimat hizmetlerinin sunulması nedeniyle, şahsen alışveriş yapmak için dışarı çıkmaya çok az ihtiyaç bırakmıştır. Böylece ekran başında alışveriş çılgınlığı giderek artmış ve kredi kartı borçlanmaları kontrolden çıkmıştır. Bu durum ailede maddi-manevi sıkıntılara, huzursuzluklara ve yuvanın dağılmasına sebep olabilmektedir.
Harcamalar, ihtiyacı gidermek yerine, sevgi gösterisi veya birlikte geçirilmeyen zamanın telafisi olarak yapılabiliyor. Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, öğretmenler günü vb. adlar altında sun’i günler ihdas edilerek tüketim daha da arttırılmaktadır. Bu durumda sevdiklerimize gereğinden fazla hediyeler alınabiliyor. İslamî camiada da “hediyeleşmek sünnettir” ambalajı altında bu tüketim çılgınlığına gaz verilmeye devam edilmektedir.
Çocuklarımıza da onları şımartacak şekilde hediyeler veya oyuncak alınabilmekte, çocuğun eksik kalacağı düşüncesiyle ebeveyn çocuğu hiçbir şeyden mahrum bırakmamakta, tüm isteklerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Sıradanlıktan uzaklaşmak için sınırlar zorlanmakta (mesela, doğum günü kutlamaları, satın alınan ‘pahalı sanılmayan’ hediyeler) ve çıta sürekli yükselmektedir.
Hiçbir hazzını erteleme becerisi geliştirmeden büyüyen çocuklar tatminsiz ve doyumsuz olmaktadır. Okul dışındaki hayatta isteklerine hemen cevap almaya alışık olan, sürekli eğlendirilen çocuklar okulda yapılan aktiviteleri sıradan ve sıkıcı olarak algılamakta, sınırlandırılmaya tahammül edememektedirler. Öte yandan çocuklar erken yaşta maddi şeylerle birbirilerini yargılamaya, kendi aralarında kıyaslamaya başlamaktadırlar. Bunun sonucu olarak mutluluğu sahip olunan imkanlarla eşleştiren bir nesil yetiştirilmektedir.[15]
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın naklettiği 20 sene süren ve çocuklarla yapılan bir seri deney çalışması var. Anaokuluna lokum getiriliyor. ‘Sabretmeyip hemen yemek isteyenlere birer lokum, 15 dakika bekleyip sabredenlere daha fazla sayıda lokum vereceğiz’ deniyor. Beklemeyen o aceleci çocuklarla, 15 dakika beklemeyi başaran çocukları 20 sene takip ediyorlar. 15 dakika bekleyen çocuklar ileriki hayatlarında daha çok mutlu olduğu tespit ediliyor. O çocukların 20 sene sonra duygusal zekâlarının diğer gruba oranla %20 yüksek olduğu anlaşılıyor. O çocukların karşı cinsle ilişkileri daha sağlam oluyor.
Bu çılgınlığa dur demek yine dinimizin bize öğrettikleriyle mümkün olabilecektir. “İktisat eden, maişetçe (geçim bakımından) aile belâsını çekmez.” meâlindeki hadis-i şerifi sırrıyla, “iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.
Evet, iktisat kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet (güzel bir geçim vasıtası) olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, had ve hesaba gelmez. (…) Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus (uğursuz, değersiz) bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır. Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse (lüzumlu ihtiyaçlara indirgese, sadeleştirse ve ayırsa), ‘Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.’ (Zâriyat Sûresi, 58) sırrıyla, ‘Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.’ (Hûd Sûresi, 6.) sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor.”[16]
“İsraf, kanaatsızlığı intac eder (netice verir). Kanaatsızlık ise çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar; hayatından şekva (şikâyet) kapısını açar, mütemadiyen (devamlı) şekva ettirir.
{(Haşiye): Evet, hangi müsrif ile görüşsen şekvalar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da yine dili şekva edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen; şükür işiteceksin.}” [17]
Faris Shalahuddin Zakiy, Ahmad Muhtadi Ridwan ve Achmad Sani Supriyanto’ya göre İslam ekonomisinin içselleştirilmesi, Müslüman aile ekonomisindeki ilkeler şu ifadeyi içerir: Bir gayret ve ibadet şekli olarak çalışmanın, harcamanın, servetin maddi ve manevi dağıtımı, tasarruf vasıtasıyla gelecekte zengin olmayı Allah’a kulluk aracı olarak kullanmaktır.[18]
4. Reklamlar ve Duyarlılık
Günümüzde bireyler baktıkları pek çok noktada; televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde, internette, sinemada ve hatta toplu taşıma araçlarında pek çok reklam yayınıyla karşılaşmaktadır. Reklamlar toplumsal değerleri yeniden üreterek ihtiyaç uyandırma ve/veya ihtiyaçları hatırlatma yoluyla tüketici oluşturmaya çalışmaktadır. Bu süreçte reklamlar, kimi zaman toplumsal değerlere vurgu yaparak tüketicilere ödül vaadinde bulunmakta, kimi zaman da bu ödülden mahrum kalınabileceğini işaret etmektedir. Meselâ; en temel gıda maddesi reklamında ürünün rasyonel boyutu değil duygusal boyutu abartılmış, görsel ve sözel kodlama ile gelinli, damatlı, çocuklu, kayınvalideli, sağlıklı, iyi döşenmiş bir evde mutlu bir aile tablosu içerisinde sunulması reklamın toplumsal değerlerle kurduğu ilişkiye örnek teşkil etmektedir. Reklamda temizliğe önem veren, eşinin ilgisine duyarlı, çocukları için çabalayan ve evinin dirliğini düşünen kadın temsilleri, reklamı yapılan ürün tercihleri kadar toplumsal değerler çerçevesinde şekillenen evlilik ve kadınlık konusundaki tutum ve davranışları ön plana çıkartır.
Toplumsal değerler kategorizasyonundaki aileye ilişkin değerler dikkate alınarak Türk toplumunda aile kurumuna ilişkin değerlerin televizyon reklamlarında temsili şu sınıflandırma çerçevesinde incelenmektedir:
1) Erkek, toplumsal statüsü ve erkeklik değeri.
2) Kadın toplumsal statüsü ve kadınla ilgili değerler.
3) Analık değeri.
4) Babalık değeri.
5) Aile düzeni ve otoriterlik.
6) Akrabalık değeri.
7) Komşuluk değeri.
8) Hemşerilik değeri.
9) Hayırseverlik.
10) Geleneksellik.
11) Hazcılık.
12) Eğitim.
13) Başarı.
14) Sağlık.
15) Temizlik.
16) Güvenlik.
17) Sevgi.
18) Bilim ve teknoloji.
19) Maddi konfor.
20) Pazarlık etme, tasarruf, tutumluluk.
21) Saygı.
Türk televizyon kanallarında prime-time’da yayınlanan reklamlarda kullanılan aile kurumuna ilişkin değerlerin tespiti için 28.11.2011-02.12.2011 tarihleri arasında yayınlanan dizilerin reklam kuşaklarına ait toplam 136 reklam betimleyici durum analizi yöntemi ile incelenmiştir. Bu reklamlardan 71 tanesinde aile kurumuna ilişkin değerlerin temsiline rastlanmıştır. Bu sonuç araştırmanın sorunu olan aileye ilişkin değerlerin reklamlarda ne ölçüde yer aldığını ortaya koymaktadır. Türk toplumunda aile kurumuna ilişkin değerlerin temsiline yönelik sınıflandırma çerçevesinde elde edilen bulguların sıklığı ve yüzde dağılımı şu şekildedir:
Tablo. Türk Toplumunda Aile Kurumuna İlişkin Değerlerin Temsiline İlişkin Dağılım
Tablonun gösterdiğine göre aile temsili içeren reklamların %46’sında sevgi değerinin yer aldığı tespit edilmiştir. Bireyler için yiyecek, barınma gibi temel ihtiyaçların yanında sevgi en temel ihtiyaçlardan biridir.
Reklamların aile değerlerini içeren kısmında kadının toplumsal statüsü ve kadınla ilgili değerler %45’lik bir paya sahiptir. Geleneksel köy toplumunda olduğu gibi, şehirlerde de kadının erkekten aşağı bir toplumsal statü içinde yer aldığına ilişkin yaygın bir inanış mevcuttur. Şehirleşmedeki artışla birlikte kadın, ekonomik hayatın içerisinde geleneksel yapıya göre daha fazla yer almasına karşın hem üretime katılmakta hem de aile görevlerini yerine getirmektedir. Bu yönüyle de her ne kadar ekonomik bir özgürlük elde etse de erkeğin yine de gerisinde kaldığı yaygın olarak düşünülmektedir.
Endüstrileşme ile birlikte kadın, iş hayatında daha fazlasıyla rol aldıkça giyim kuşamından zihin ve beden sağlığına, sigara ve içki tüketimine, intiharlardan işledikleri cinayet ve trafik kazalarına kadar bu değişim gözlemlenebilir.
Tablonun geri kalan kısımları da ayrıca değerlendirilebilir. Buradan şu sonucu çıkartmak mümkündür: [19]
Reklamlar bilinçli olarak planlanmaktadır. Aile ve toplumun kılcal damarlarına inerek onların zayıf ve nirengi noktalarını tahrik ederek ürün pazarlamayı terviç etmektedir. Bir kozmetik firmasının şu sloganlı reklamı kadınları avlamaya yönelik olsa gerek: “Çirkin kadın yoktur, güzelleşmesini bilmeyen kadın vardır.” Bu yüzden reklamların aldatıcı cazibesi aile ekonomisini bozmamasına çok dikkat edilmelidir.
Bu kısmı Said Nursi’nin şu tespit ve ikazıyla noktalayalım:
“Bir bedevi yalnız dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevk etmekle ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir (bozmuştur). Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir.”[20]
5.Kadın ve Kariyer/Çalışma Hayatı, Kadının Ekonomik Bağımsızlığı
Günümüz şartlarında İslam ekonomisinin kadının çalışma hayatına katılım sağlaması, ekonomik bağımsızlığı, kariyer yapması, girişimciliğine bakış açısının değerlendirilmesi, kadın girişimcilerin, ekonomik ve sosyal hayata etkilerini analiz etme ihtiyacı vardır. Aynı zamanda İslam ekonomisine göre kadının ekonomik hayattaki yerinin tespit edilmesi ve girişimci olmak isteyen kadınların neleri göz önünde bulundurması gerektiği ele alınmalıdır.
Ananevî toplum hayatında genellikle dış işleri erkeğe, iç işleri de kadına devredilerek iş bölümü yapılmaktadır. Bu meyanda, evin geçimi erkeğe ve evin ve çocukların idaresi de kadına bırakılmıştır. Elbette ki bu katı bir anlayış değildir. Yani erkeğin evde de sorumlulukları vardır, ev içinde şahsına ait işleri eşinden beklemeyip kendisi halledebilmelidir. Peygamber efendimizin kendi söküğünü tamir ettiğini biliyoruz mesela. Erkek oturduğu yerden hanımına seslenip bir bardak su getirmesini istemek yerine kendisi kalkıp iki bardak su alarak birisini hanımına ikram edebilmelidir. Ev işlerinde elinden geldiğince eşine yardımcı olmalıdır. Çocuk terbiyesinde anneden sonra en önemli faktör olduğundan çocuklarıyla ilgilenmelidir. Benzer şekilde şayet kadının kariyeri varsa, mesleğini icra etmek isterse de fıtratına münasip ve esas vazifesi olan ev kadınlığı ve çocuk terbiyesi noktalarını ihmal etmeksizin ailesine ekonomik olarak destek olabilir. Ancak kadının ekonomik bağımsızlığını kazanması, kadın-erkek eşitliği gibi söylemlerle kadınların yuvalarından çıkarılıp çalışma hayatına sevk edilmesi günümüz medeniyetinde kadınlar aleyhine bir sonuç doğurmaktadır. Şöyle ki; kadın hem dışarıda çalışıp para kazanmakta, kariyer yapmakta hem de ev işlerini ve çocuk bakımını üstlenmektedir ki bu kadına yapılan büyük bir haksızlıktır. Eşler sabah işe gidip akşam işten eve döndüğünde yemek ve sofra hazırlamak genellikle kadına bırakılmaktadır. Erkeğin yorgunluğunu bahane ederek yemek saatini koltuğunda oturarak beklemesi yerine eşine mutfakta yardımcı olması ne büyük fazilettir.
“Kur’an ve Sahih Hadislerde kadının çalışması yasaklanmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de kadınların çalışabileceklerine dair ruhsat olmakla beraber kadının çalışması için zaruret yoksa evinde çocuklarının eğitim ve terbiyesi ile meşgul olması, evinin ve ailesinin tabii ihtiyaçlarını görmesi daha faydalı ve kıymetli bir iş olarak kabul edilmiştir. Ancak kadının gerek ekonomik gerekse psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için çalışma hayatında olabilmesinde de hiçbir engel bulunmamaktadır.
İslam, eksiksiz bir hayat nizamını vaz eylediği için, erkek ve kadın ayrımı yapmaksızın, her Müslüman’ın dini kurallar çerçevesinde, iş hayatı da dâhil olmak üzere hayatında yapmış olduğu her hareketi, ibadet olarak kabul eder. Aşağıdaki ayet bunun bir delilidir: “Erkek olsun kadın olsun, kim imanlı olarak yararlı işler yaparsa işte onlar Cennete gireceklerdir. Ve kıl payı kadar hakları yenilmeyecektir.” Nisâ Suresi, 4: 124.”[21]
Kadının ekonomiye katkı sunduğu numunelere Resulullah (asm) döneminde de rastlayabiliyoruz:
Kadın, İslam’a göre, meslek seçmede ve o mesleği icra etmede erkekle eşit haklara sahiptir. Peygamberin hayatı boyunca, bazı kadınlar tarımda, bazı kadınlar hayvan işlerinde, dokuma ve kumaş yapımında çalışmış ya da küçük ev sanayilerinde veya diğer ticaret alanlarında faaliyette bulunmuşlardır. İslam, aynı iş için kadınlara ve erkeklere eşit ücret ödenmesini gerektiğini kabul etmektedir. Dahası İslam hem erkek hem de kadına eşit haklar verir. ‘Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.’[22]
Arif Zunaidi ve Facrial Lailatul Maghfiroh’nin yaptığı bir çalışmada aile ekonomisinin iyileştirilmesinde kadının rolü incelenmiştir. Bu çalışmanın sonuçları, kadınların aile ekonomisine yardımcı olmada rollerinin olduğu sonucuna varmaktadır. Kadınların ev işi yerine dışarıda çalışmak zorunda kalmasının temelinde ekonomik nedenler ve kocalarına yardım etmek istemeleri vardır. Ailenin ekonomik talepleri bu kadınların iş hayatında çalışmasına neden olmuştur. Ailenin mali durumuna yardım etmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve kendine güvenli bir mali destek sağlamak amacıyla çalışmak mecburiyetinde kalmışlardır.[23]
Kadının çalışma hakkıyla ilgili olarak, İslam’da kadının toplumdaki en kutsi ve önemli rolünün bir anne ve bir eş olarak kabul edildiğinin altı çizilmelidir. İslam’da kadına, özellikle de tabiatına ve fıtratına uygun ve toplumun en çok ihtiyacı olan mesleklerde çalışması teşvik edilmelidir. Bu mesleklerin ilk akla gelen örnekleri; sağlık personeli, hemşirelik, öğretmenlik gibi mesleklerdir. Yine de herhangi bir alanda kadının sahip olduğu yeteneklerinden meşru olarak yararlanmasının bir kısıtlaması da yoktur. Özellikle günümüzde “home office” tabir edilen, evden ve kısmî zamanlı çalışma imkânları kadınlar için ev hanımlığı ve çocuk terbiyesine de zaman ayırabilecekleri bir alternatif olabilir.
Kadının, fıtratına uygun, meşru, İslam’ın ilkeleriyle çatışmayan bir meslek edinmesinde yarar vardır. Kadının yaratılışı erkeğe benzemediğinden fizyolojisine ağır gelen, psikolojisini yıpratan bir iş olmamalıdır. Kadınların ekonomiye katkı anlamında istihdamının üzücü yanlarından biri de kadının cinsel meta olarak görülmesi ve meşru olmayan şekilde çalıştırılmasıdır. Bu tür çalışma alanları meşru gösterilmeye çalışılarak, sanat adı altında, meşhur olma hayaliyle ve sefih bir medeniyet anlayışıyla özellikle genç kızlar heba edilmektedir. Elbette ki böyle çalışma alanlarından uzak durulmalıdır.
Kadının evinde kocasına çay ikram etmesi onun “hizmetçilik”le suçlanması ama ücret karşılığında çalıştığı iş yerindeki şirket elemanlarına çay dağıtması kadının ekonomik özgürlüğü olarak takdim edilmesi en büyük tuzaklardan biridir. Veya bakımı zor diye çocuk doğurmaktan ve bakmaktan kaçınan bir kadını; sırf kariyer yapmak, meslek icra etmek ve para kazanmak perdesi altında bir kreşte başkalarının onlarca çocuklarıyla uğraşırken görmek başka bir tezat olsa gerektir.
Aşağıdaki kadın tarifi belki de günümüzde çok demode olarak karşılanabilecektir ancak kadının fıtratını da yansıttığı inkâr edilemez:
“Bu dünyada kadın, dünya gailesine koşturulmuş, geçim derdine düşmüş bir zavallı değil, duvarları kanaatle sıvanmış, huzur dolu bir yuvanın, dünyaya getirdiği minicik yavruların ve sevgili eşinin gönlünde taht kurmuş ebedi bir sultandır. Bu dünyada “ana”, içki masalarında meze dağıtan, kumar salonlarında gecelerini yitiren bir kadın değil, her beş vakit namazında, Allah’a uzanan elleriyle, nuranî yüzünde inci misali yaşlarla “yavrum’a” diye niyaz eden, sevilen ve sayılan aziz bir varlıktır.”[24]
“Kadın ihtiyaç hissedilen durumlarda çalışmalıdır” fikrinde olanlar, kadın hekimlerin normal hallerde erkekleri tedavi etmelerini sağlıklı bulmazlar. Meslekte cinsiyetçi bir yaklaşımı fıtrata bağladıklarından, kadınlar, hekim, hemşire, ebe gibi sağlık çalışanı ya da kız okullarında öğretmen olabilirler. Üst araması yapılması gereken yerlerde de memur olmaları mahremiyet açısından uygundur. Kadınlar hangi mesleği icra ederlerse etsinler cinsî hayatlarını etkilemeyecek, çocuklarına ilgiyi aksatmayacak biçimde mesai düzenlemesi yapılması, aile huzuru için önemlidir, görüşündedirler. Yine onlara göre kadının kariyer planı analık hissiyatını zedelemektedir ve bu durum sosyal desenin zarar görmesine sebep olmaktadır. Çünkü kariyer peşinde koşan kadın merkeze kendini koyduğundan, fedakârlık duygularını bastırmış, egoist biri olmuştur. Zaten modern aile için çocuk, ekonomik yük olduğundan, sayıca bir-ikiye düşmüştür ya da aile çeşitli bahanelerle çocuk sahibi olmaktan vazgeçmiştir. Çocuk sayısı bir-iki olmasına rağmen anne-babanın yoğunluğundan dolayı, çocuklar yuva sıcaklığından mahrum şekilde kurumlar elinde yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Anne-çocuk arasında sıcak bağın oluşmadığı bu durumlarda manevi değerler sonraki nesillere aktarılamadığı gibi, çocuklar, merhametsiz ve hodbin olmaktadır.”[25]
İslam’a göre, kadın sahip olduğu emtiayı ve elde ettiği kazançlar ile herhangi bir mal satmak, ipotek etmek veya kiraya vermek için tüm haklarını elinde tutma ve kullanma hakkına sahiptir.
Kadınların İslam’a göre meslek icra etmelerinde bir engel olmamakla beraber Said Nursi, bilhassa modern çağda ev dışındaki hayatın menfi tesirlerine karşı kadınları ikaz ederek onların esas huzur bulabilecekleri yerin ve vazifelerinin yuvalarında olmasını tavsiye eder:
“Kadınlar yuvalarından çıkmış, beşeri de yoldan çıkarmış tekrar yuvalarına dönmeli. Kadının yeri evi, eğlencesi evladıdır.”[26]
“Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı (kadınlar topluluğunu) yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı (bolca bulunan malı) yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı âilede. Temizlik ziynetleri (süsleri). Haşmetleri hüsn-ü hulk (güzel ahlak), lütf-u cemâli (hoş güzelliği) ismet (masumiyet), hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbab-ı ifsat, demir sebat kararı lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, haset ile hodgâmlık (bencillik) depretir (tahrik eder) damarları. Yatmış olan hevesat birdenbire uyanır. Taife-i nisâda (kadınlar topluluğunda) serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.”[27]
“İslam, kadının kariyer sahibi olmasına, ailesine ekonomik katkıda bulunmasına ve girişimciliğine izin vermekle birlikte, kadınları koruyan bazı kuralların yerine getirilmesini de istemektedir. Bu kurallar;
- a) Kadınlar, ekonomik faaliyetlerinin aileyi ve işini nasıl etkileyebileceğine dair daha geniş bir bakış açısı elde edebilmek için veli ya da eşinin (eğer evliyse), onayını almalıdır.
- b) Bir kadın öncelikle evinin ve çocuklarının uygun şekilde bakımını sağlamalıdır.
- c) Fıtratına uygun ve kendi becerilerine uyan işi seçmek için özen göstermelidir.
- d) İslami yükümlülüklerini (giyim-kuşam, mutedil hal ve hareket, namaz vb.) yerine getirmesini engelleyen herhangi bir iş faaliyeti içinde olmamalıdır.”[28]
Evli kadının ekonomik bağımsızlığını elde etmesindeki gaye, ‘bir gün boşanırsak ortada kalmayayım, kimseye muhtaç olmayayım, kendi yağımla kavrulayım’ peşin hükmü olmamalıdır. Ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınlar genellikle boşanmaktan daha az çekinmekte ve yuva daha kolayca dağılabilmekte, varsa çocuklar ebeveyn sevgi ve alakasından mahrum yetişebilmektedirler. Yapılan bazı araştırmalara göre çalışan kadınların boşanma oranları çalışmayanlara göre altı kat daha fazladır. Boşandıktan sonra daha fazla yükümlülük altına girmeleri onları fiziki olarak ve ruhen yoran bir başka etmendir. Boşanmadan sonra çocuklar çoğunlukla annede kalmaktadır bu da kadının yükünü daha da artırmaktadır. Çevremizde bu durumda olan annelerin ev-iş-çocuk(lar) üçgeninden çıkamadığını gözlemlemekteyiz.
Günümüz şartlarında kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmasından ziyade aile bütçesine katkısı ön plana çıkmaktadır. Çoğu defa kocanın maaşı tek başına aileyi geçindirmeye yetmemekte ve kadının da çalışarak kocasına destek olması beklenmektedir. Yine üzülerek görüyoruz ki; eskiden evlenecek gençler eşinin ev hanımlığı yapmasını tercih ederlerken ekonomik zorluklardan dolayı çalışan bir eş adayı talep eder hale gelmişlerdir.
Yuvada erkek ve kadın hakları üzerine yüce yaratıcımız Bakara Sûresi 228. ayette şöyle buyurmaktadır:
“Erkeklerin hanımları üzerinde hakları olduğu gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû hakları vardır. Ancak erkekler kadınlara göre bir derece daha fazla hak sahibidirler.”
İslâm dinine göre koca ile hanım arasında karşılıklı haklar ve yerine getirilmesi gereken birtakım sorumluluklar vardır. Bunlar, erkeğin ve hanımın sahip oldukları istidat ve kabiliyetleri, fizikî ve ruhî durumları, aile ve içtimâî hayat içindeki konumları dikkate alınarak ehliyet, adâlet ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde dengeli bir şekilde taksim edilmiştir. Evlilik hayatının sıhhatli yürüyebilmesi, ailenin bir huzur ve saadet mekânı hâline gelebilmesi için bu sorumlulukların titizlikle ifâ edilmesi zaruridir. Koca hanımının mehrini verecek, meşrû çerçevede nafaka ve meskenini temin edecek ve ona en güzel şekilde davranmaya gayret gösterecektir. Haklarını koruyacak, zulüm ve haksızlık yapmaktan uzak duracaktır. Aynı şekilde hanım da kocasına itaat edecek, iffetini koruyacak ve çocuklarını İslâm ahlâkı üzere terbiye edecektir. Erkek ve hanım, evlilikten beklenen hedefleri gerçekleştirmek üzere ortak hareket etmelerine rağmen, hak itibariyle erkeklerin hanımlar üzerinde bir derece üstünlükleri bulunmaktadır. Erkeğin fizikî gücünün hanımınkinden üstün olduğunda şüphe yoktur. Yine erkek ve hanımın kalbî ve ruhî yapıları birbirinden farklılık arz ettiği gibi, biyolojik yapılarında da belirgin farklar mevcuttur. Buna bağlı olan hak ve sorumluluklar da farklıdır. Meselâ aile düzeninin tesisi ve evin geçiminin sağlanması hususunda birinci derecede sorumluluk erkeğe aittir. Buna dayalı olarak erkeğe verilen hak da bir derece fazla olmuştur.
Bu konuda Nisâ Sûresi 34. ayette şöyle buyurulmaktadır: “Erkekler kadınlar üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın insanların bir kısmını diğerlerinden üstün yaratması ve bir de erkeklerin, kendi mallarından mehir ve evin geçimi gibi harcama yükümlülüklerinin olmasıdır. Şu hâlde sâliha kadınlar itaatkârdırlar. Allah’ın, onların kocaları üzerindeki haklarını korumasına karşılık, hanımlar da kocalarının bulunmadığı zamanlarda ve kimsenin görmeyeceği yerlerde namuslarını, onların mallarını ve çocuklarını korurlar.”
Erkekler kadınların genel anlamda hâkimi olmakla birlikte, bu hâkimiyet mutlak ve keyfî değil, “Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir”[29] hadisindeki mânaya uygun olarak, hizmet etme anlamını da içinde barındıran bir hâkimiyettir. Böylelikle, Kur’ân’ın belirlediği aile ve toplum içindeki iş bölümünde, kadınla erkek arasında mutlak bir eşitlikten bahsetmek doğru değildir. Ancak her iki cinsin fıtratlarına uygun düşecek bir iş bölümünden ve dayanışmadan söz etmek mümkündür.
Erkek, özellikle doğumdan sonra da hanımına maddi ve manevi destek olmalıdır. Bu tavsiye Bakara Suresi 233. ayet-i kerimede sarihan zikredilmiştir:
“Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez.”
Ailedeki kadın-erkek-çocuklar üçgenindeki fıtrî yapılanma aşağıdaki ifadelerde görülebilir:
“Hem iktidarsız yavrulara ve zaif vâlidelerine tam yardım ve himaye etmek hikmetiyle erkeklerde de haysiyet, nâmus seciyesi fıtratında derc edilmiş. Bu nâmusta hâlis ve ücretsiz, mukabelesiz, samimî bir kahramanlık derc edilmiş.”[30]
Kur’ân-ı Kerîm’e göre kadınlar, aile hukukuna riayet edip etmemelerine göre iki sıfatla vasıflandırılır: “Sâliha” ve “nâşize” (itaatsiz kadın). Sâliha kadınlar itaatkârdır. Onların mümeyyiz (ayırt edici) vasıfları hem Allah’a hem de eşlerine itaatkâr olmalarıdır. Bunlar ilâhî kanunlara uygun davranır, ailenin namus ve şerefine leke sürmezler. Resulullah (s.a.s.), böyle sâliha ve dindar kadınları överek şöyle buyurmuştur:
“Kadınların en hayırlısı, yüzüne baktığında seni mutlu eden, bir şey yapmasını istediğinde itaat eden, yanında bulunmadığın sırada gerek nefsi ve gerekse malın açısından seni korumaya çalışan kadındır.”[31]
Bu konuda Said Nursi şöyle der:
“Erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet (cömertlik) kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlak-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar.”[32]
Kadınların iş gereği uzun seyahatler yapmak durumunda olması, yuvasından uzak kalması, hamilelik ve sonrası çocukla ilgilenme gibi zorunluluklar kadınları kariyerlerine ara vermeye ya da mesleklerini bırakmaya zorlamaktadır. İşin devamlılığı ve maliyet gibi sebepler karşısında kadının hamilelik dönemi, doğum öncesi ve sonrası izin durumları, belirli bir yaşa kadar annenin çocukla ilgilenmek durumunda kalması onları dezavantajlı kılmaktadır. Bu dezavantajlarından dolayı kadınların iş bulması da kolay olmamaktadır.
Kadının iş hayatına atılması sadece ekonomik avantaj sağlamakla kalmayıp ekonomik bağımsızlığı sebebiyle kendine olan güveninin artması, meslek sebebiyle sosyal çevresinin çoğalması ve psikolojik doyuma ulaşmasıdır.
Mustafa Taş’ın tespitlerine göre;
“Yükseköğrenimden mezun kadınların bile %24’ünün çalışmaması, kadın istihdamına yön veren başkaca unsurların olabileceğini düşündürmektedir. Muhtemel bazı sebeplere göz atılacak olursa;
– Çalışan kadın bazen taşıyabileceğinden çok fazla sorumluluk almaktadır. Bedenî ve zihnî yorgunluk psikolojik baskıya sebep olmakta, bunları takiben çalışan kadın tükenmişlik duygusuyla yüzleşmek zorunda kalmaktadır.
– Çalışmakta olan Türk kadını ev-iş ikileminde kaldığında tercihini evden yana kullanmaktadır. Bu yüzden kadının çalışma hayatı sekiz yıllık ortalama bir süreye sahiptir. Evlilik, hamilelik ve çocuk bakımı kadının çalışmasındaki kısıtlı süreyi açıklamada bir veridir.
– Bedensel zayıflık, vücut direncinin düşmesi çeşitli sağlık sorunlarını gündeme getirmiştir. Örneğin, Türk toplumunda hamile kadınlar çalışmaya devam ettiklerinden düşük tehdidi ve erken doğum riski ile karşı karşıyadırlar.
– Hareketsizliğin ve kaygının artırdığı toplardamar dolaşım bozukluğu çalışan kadınlarda daha fazla görülmektedir. Reflü ve diğer mide rahatsızlığı, yeme bozukluğu gibi stres kaynaklı hastalıklar çalışan kadınlarda sık rastlanan durumlardır.” [33]
Şu anda siyaset, bürokrasi, iş hayatında kadınların en yüksek oranda temsil edildiği ülke Danimarka’dır. Uluslararası Af Örgütünün 2019 yılında yayınladığı rapora göre Danimarka gerçekten de hayatın birçok alanında toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamış bir ülkedir. Mesela, iş, para ve sağlık gibi konuları ele alan 2017 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde Danimarka, İsveç’ten hemen sonra ikinci sırada geliyor. Buna karşılık Endeks için hazırlanan, Avrupa Birliği devletlerinde kadınlara yönelik şiddetle ilgili mevcut bilgilere ek bilgiler sağlayan ve Kasım 2017’de yayımlanan takip raporunda Danimarka, diğer devletlerin hepsine oranla kadına yönelik şiddetin en yaygın olduğu ülke olarak tespit edilmiş olup buna cinsel şiddet de dahildir. Yani kadınları yuvalarından çıkararak fıtratlarıyla ve fabrika ayarlarıyla oynanmasının bedeli de çok ağır olmaktadır. Bu durum, sadece kadınların değil erkeklerin de fıtratlarının bozulmasına yol açmaktadır ve kapalı elmas kutusunda saklanması gerekirken teşhir ürünü seviyesine düşürülen kadınlık, karşılarında erkeklerin doyuma ulaşıp başka sapkın yollara düşmesini netice vermektedir.[34]
6. Aile ve Ekonomik Kriz Yönetimi
Geleneksel yapıda erkek yuvanın geçiminden sorumludur. Ekonomik sıkıntı çekilen bir yuvada en başta babalar olmak üzere bütün aile efradı olumsuz etkilenecektir. Ruhen çökmüş babalar sadece çocuklarından ve eşinden şefkatini, sevgisini esirgemez, yuvayı yapan anneyi de yıllar içinde tüketir. Tükenen anne, babayla mücadele etmekten ailesine ve çocuklarına zaman ayıramaz. İhmal edilmenin, sorumlulukları tek başına üstlenmenin, mücadelenin ortasında kalan anne çocukları bir yana bir süre sonra kendini göremez, kendini tanıyamaz hale gelir.
Ailenin fakir düşmemesi ve ekonomik krizin meydana gelmemesi için tüm aile bireylerinin birbirine destek olması, ihtiyaç listesinin en lüzumludan başlanarak oluşturulması gerekmektedir. Damlaya damlaya göl olur misali en küçük tasarruf tedbiri küçümsenmeden göz önüne alınmalıdır. Odada açık unutulan bir ampul bile israftır. Akıtılan bir damla fazla su israftır.
Bazı aileler sıkı bir doğum kontrol yolunu takip etmekte ve çocuk sahibi olmanın ekonomik yükü artıracağına inanmaktadır. Hâlbuki çocuk rızkıyla beraber gelir, bunu yaşayanlar tecrübe etmişlerdir. “Kanaat, tükenmez bir hazinedir (et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat:7:84; el-Beyhakî, ez-Zühd:2:88; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ:2:133) hadisinin sırrıyla, kanaat bir define-i hüsn-ü maişet ve rahat-ı hayattır. Hırs ise, bir maden-i hasâret ve sefalettir.”[35]
Yuvanın zeminini ekonomik olarak güçlendirmenin yanında manevi olarak da desteklemek çok mühimdir. Aile içerisinde yapılacak Kur’an hizmetleriyle alakalı olarak Said Nursi’nin hanım talebelerinin, beylerinin geçim için çalışmalarına nasıl destek olmak istedikleri aşağıdaki ifadelerden anlaşılmaktadır:
“Risale-i Nur’un neşrinde, mübarek hanımlar da ehemmiyetli fedakârlıklara mazhar olmuşlardır. Hattâ, Hazret-i Üstada gelip, ‘Üstadım! Ben, efendimin göreceği dünyevî işleri de yapmaya çalışacağım; o senindir, Risale-i Nur’undur’ diyen ve erkeklerinin Risale-i Nur hizmetinde çalışmalarına daha fazla imkânlar veren kahraman hanımlar görülmüştür. Risale-i Nur’u yazan efendilerine geceleri lâmba tutarak, onların din, iman hizmetlerine canla başla iştirak etmişlerdir.”[36]
Mala aşırı düşkünlük cenderesine kapılmamak; beslenme, giyim ve mesken gibi temel ihtiyaçların yeteri kadar karşılanmasıyla mümkündür. Gazzâlî, bu konularda ihtiyaç sınırını aşarak daha çoğunu isteyen ve uzun süreli gelecek kaygısıyla zihnini meşgul edenlerin kanaat şerefini kaybetmiş, tamahkârlık ve hırs zilletiyle lekelenmiş olacağını belirtir ve “İnsanoğlu iki vadi dolusu altına sahip olsa buna bir üçüncüsünü daha eklemek ister” (Müsned, V, 117; Müslim, “Zekât”, 116, 119) hadisinin altını çizer.
Kanaat kavramının tembellikle karıştırılmaması lazımdır. Kişi Allah’a dayanarak elinden gelenin en iyisini yaparak tevekkül edecek ve neticeyi Rabbinden bekleyecektir. Çünkü hakiki bir mü’min bilir ki: “Tertib-i mukaddematta (sonuca ulaşmada uyulması gereken sıranın planlanmasında) tevfiz (Allah’a havale) tembelliktir; terettüb-ü neticede (neticenin ortaya çıkması) tevekküldür. Semere-i sa’yine (çalışmanın meyvesine) ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa’yi (çalışma meylini) kuvvetlendirir; mevcuda iktifâ (var olanla yetinme), dûn-himmetliktir (gayretsizliktir).”[37]
7. Sonuçlar
Aile içinde bütçe planları yapmak, ev ekonomisi kavramını çocuklara da aşılamak son derece önemlidir. Planlı alışveriş yapmak, ihtiyaç listeleri belirlemek ve çocukları da dahil ederek öncelikli ihtiyaçları, alışveriş zamanlarını planlamak, sağlıklı tüketim bilincini arttıracak, alışveriş bağımlılığından koruyacaktır.
Çocuk ve gençlerin internet kullanımının takip altında olması, kontrolsüz kullanımdan kaçınılması, çocuklara kontrollü ve belirli seviyede harçlıklar verilmesi, çocukların hatta yetişkinlerin kredi kartı kullanımından mümkün olduğunca uzak durması önemli koruyucu faktörlerdendir.
Reklam izlemekten kaçınmak, özellikle çocuklarımızı uzak tutmak önemlidir.
Alışverişe amaç için yönelmek, ihtiyaç kadar alışveriş yapmak, alışveriş merkezlerinde uzun zaman geçirmemek, alışverişi sosyal planların en sonunda planlayıp, kısa vakit ayırmak, ihtiyaç dışı tüketim davranışlarını azaltmak da faydalı olacaktır.
Sosyal hayatta ailece, alışveriş merkez gezileri yerine tabiat gezileriyle vakit geçirmeyi tercih etmek, sosyal-kültürel faaliyetler yapmak hem tüketim çılgınlığına karşı koruyucu olacak, hem de ruh sağlığımızı besleyecektir.
Kanaat ve iktisadın bitmeyen bir hazine olduğu gerçeğini idrak ederek sürdürülen yuvalar maddi-manevi hazları tadacaktır.
Toplumun en temel yapısı olan ailenin iktisadi olarak gelişmesi; maddi ve manevi yönleriyle sosyal, kültürel, ahlaki ve hukuki gelişmenin topyekûn bir sonucudur. Manevi ve ahlaki cephesi ile kültürel ve sosyal cephesi gelişmemiş bir toplumu, yalnız iktisadi cephesini geliştirerek kalkındırmak mümkün değildir. İnsanların refahı, mutluluğu, huzuru için bu yeterli değildir. Kapitalizm ve sosyalizm bu gerçeğin müşahhas örnekleridir.
Bugüne kadar uygulanan hayatın yalnızca maddi cephesini ele alan iktisadi anlayışlar, insana ve toplumlara gerçek huzur ve refahı yaşatamamıştır. 21. yüzyılda aileler ve toplumlar, huzuru yaşatan iktisadın arayışı içinde olacaklardır.
Kaynakça:
Altuntepe Nihat, Sakarya İktisat Dergisi Cilt 8, Sayı 2, 2019, SS. 100-130. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/733674).
Arif Zunadi ve Facrial Lailatul Maghfiroh, “The Role of Women In Improving The Family Economy”. Dinar Jurnal Ekonomi dan Keuangan Islam 8(1):61-79, August 2021.
Beşer Faruk, “Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslâm”, İstanbul: Seha Neşriyat, 1991.
Ebû Dâvûd, Zekât 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251, 432.
Faris Shalahuddin Zakiy, Ahmad Muhtadi Ridwan ve Achmad Sani Supriyanto. Characteristics of Moslem Families Economy Based on Maqashid Sharia Perspective, Journal of Islamic Economic Laws Vol. 4, No. 1 January 2021: 1-25.
Gökçek, Deniz, “Genç Kız Kardeşim”, İslâmın İlk Emri Oku 12/135, Temmuz 1973.
Gökkaya, Veda Bilican. “Ailelerin, koruyucu aile olma nedenleri (Sivas ili örneği)”, International Journal of Human Science, V.11, 1, 2014.
Lev Tolstoy. “Anna Karenina”, (Tercüme: Ayşe Hacıhasanoğlu), T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2023.
Nursi Bediüzzaman Said, Eski Said Dönemi Eserleri, Şuaat-ı, Marifetü’n-Nebi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010.
Nursi Bediüzzaman Said, Hanımlar Rehberi, RNK, İstanbul, 2022
Nursi Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul. 2017.
Nursi Bediüzzaman Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017.
Nursi Bediüzzaman Said, Sözler, Lemeat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017.
Nursi Bediüzzaman Said, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017.
Taş Mustafa. “Kadının Emeğine ve Çalışma Hayatına Oku Dergisinden Bakmak”. Akif 52/1, NEÜ Press,2022, ss 20-45. http://dx.doi.org/10.51121/akif.2022.13
Zaim Sabahattin, “Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu”, İktisat Risalesi, İstanbul 1996.
[1] Veda Bilican Gökkaya. “Ailelerin, koruyucu aile olma nedenleri (Sivas ili örneği)”, International Journal of Human Science, V.11, 1, 2014.
[2] Lev Tolstoy. “Anna Karenina”, (Tercüme: Ayşe Hacıhasanoğlu), T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2023.
[3] İsra: 29
[4] Sabahattin Zaim, “Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu”, İktisat Risalesi, İstanbul 1996, s. 544.
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 250
[6] https://www.hangikredi.com/bilgi-merkezi/aile-butcesi/
[7] Hadis-i Şerif, Buhârî, Îmân, 41.
[8] Furkan Suresi, Ayet 67.
[9] İsra Suresi, Ayet 26-27.
[10] Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhib, II, 596. Hadisi Beyhakî rivâyet etmiştir.
[11] İbn Mace, Etʻıme 51.
[12] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Beşinci Şuâ, Birinci Mesele, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 614
[13] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’lar, 19. Lem’a, İktisat Risalesi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 253
[14] https://www.yeniasya.com.tr/m-latif-salihoglu/israf-ve-savurganlik-afeti_499276.
[15] https://wiseakademi.com/tuketim-cilginligi/.
[16] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 19. Lem’a, İktisat Risalesi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 252
[17] a.g.e. s. 258
[18] Faris Shalahuddin Zakiy, Ahmad Muhtadi Ridwan ve Achmad Sani Supriyanto. Characteristics of Moslem Families Economy Based on Maqashid Sharia Perspective, Journal of Islamic Economic Laws Vol. 4, No. 1 January 2021: 1-25.
[19] Nergiz Karadaş, Televizyon Reklamlarinda Aileye İlişkin Değerlerin Temsili, Selçuk İletişim, 7(3), 78-89, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/177768
[20] Bediüzzaman Said Nursi. Eski Said Dönemi Eserleri, Şuaat-ı, Marifetü’n-Nebi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 545
[21] Nihat Altuntepe, Sakarya İktisat Dergisi Cilt 8, Sayı 2, 2019, SS. 100-130. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/733674).
[22] Tevbe Suresi, Ayet 71.
[23] Arif Zunadi ve Facrial Lailatul Maghfiroh, “The Role of Women In Improving The Family Economy”. Dinar Jurnal Ekonomi dan Keuangan Islam 8(1):61-79, August 2021.
[24] Deniz Gökçek, “Genç Kız Kardeşim”, İslâmın İlk Emri Oku 12/135, Temmuz 1973, s.19.
[25] Faruk Beşer, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslâm, İstanbul: Seha Neşriyat, 1991.
[26] Bediüzzaman Said Nursi. Sözler, Lemeat, Yeni Asya Neşriyat, 2017, s. 813
[27] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 813
[28] Nihat Altuntepe, Sakarya İktisat Dergisi, Cilt 8, Sayı 2, 2019, SS. 100-130. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/733674).
[29] Deylemî, Müsned, II, 324
[30] Bediüzzaman Said Nursi, Hanımlar Rehberi, RNK Neşriyat, İstanbul, 2022, s. 24
[31] Ebû Dâvûd, Zekât 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251, 432
[32] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 319
[33] Mustafa Taş. “Kadının Emeğine ve Çalışma Hayatına Oku Dergisinden Bakmak”. Akif 52/1, NEÜ Press,2022, ss 20-45. http://dx.doi.org/10.51121/akif.2022.13
[34] https://www.amnesty.org.tr/icerik/sorularla-danimarkada-tecavuz-riza-ve-kadinin-beyani
[35] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017 s. 258
[36] Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 179
[37] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 560