Mikro Yapıda Birey, Makro Yapıda Toplum Temelli

Kurum: Aile [1]

Kenan TAŞTAN, Prof. Dr., Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi

Özet

Aile toplumun çekirdeği ve küçük bir nüvesidir. Nasıl ki insan hücrelerden, madde atomlardan oluşuyorsa toplum da ailelerden oluşur. Onun için aileyi parçaladığınızda insanın hücresi ve maddenin atomu bölünmüş gibi olur. Bu durumda da ortada o hakikati ifade eden bir bütünlük kalmaz. Allah insanları sosyal bir varlık olarak yaratmış ve sosyal varlıkların merkezine de aile kurumunu yerleştirmiştir.

Aile kelime olarak birini çekince diğeri veya diğerleri ayakta duramayan yapıya denir. Bu betimsel izah aslında bize bir hakikati gösteriyor; madem birini çekince diğerleri de ayakta duramıyor o hâlde asıl olan hiçbirinin çekilmemesi yani gitmemesidir. Aile kurumunda asıl olan “Ben gideyim.” değil, diğeri, “Diğerleri gitmesin.” diye uğraşmaktır çünkü o giderse zaten ben de yerimde sağlam duramam bilincinde olmaktır. Onun için aile “ben-ben-ben” diyenlerin değil, “sen-sen-sen” diyenlerin yani diğerleri için çırpınan insanların bulunduğu ortamdır. Peki, böyle olmazsa ne olur? O zaman aile değil, “ğaile” olur yani bela ve keder.

İçinde yaşadığımız modern toplum bireyciliği dayatıyor. Daima karşısındakinin egosunu okşuyor. Egonun putlaşması öncelikle aileyi vuruyor çünkü egoya “Sen sana yetersin.” telkini yapılıyor.  Daima “ben-ben-ben” telkini yapılıyor ve bencillik telkini verilmiş oluyor. Kendi kendine yettiğini zanneden biri Allah’tan koptuğu gibi aileden de kopuyor çünkü kendi kendine yettiğini düşünen biri anne ve babadan, kardeşlerinden müstağni olur. Alak suresi 6-7. ayeti kerimelerde buyrulduğu gibi: “…İnsan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”

Ev, ailenin tesettürüdür ve tesettürün asıl gayelerinden biri de korumak, korunmaktır. Bugün bu tesettürü muhafaza edemediğimiz için kültürel erozyonlar yaşıyoruz. Kültürlerini koruyamayan toplumların ortak özellikleri, kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği, popüler kültürün beslediği, kimliksizleştirilen bireylerden oluşan bir yığının meydana gelmesidir.

Bu yazımızda mikro yapıda birey, makro yapıda toplum temelli kurum olan ailenin, teolojik ve biyopsikososyal açıdan tartışılması amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Birey, Aile, Toplum, Huzur

 

Individual in Micro Structure, Society-Based Institution in Macro Structure: Family

 

Abstract

Family is the core and a small nucleus of society. Just as humans consist of cells and matter consists of atoms, society consists of families. That’s why when you break up the family, it’s like the human cell and the atom of matter are split. In this case, there is no integrity that expresses that truth. Allah created humans as social beings and placed the family institution at the center of social beings.

As a word, family refers to a structure that cannot stand when one of them withdraws, the other or others cannot stand. This descriptive explanation actually shows us a truth; If you pull one of them, the others cannot stand, then the important thing is that none of them should withdraw, that is, not leave. The main thing in the family institution is not “let me go”, but the other is to try to make sure “the others don’t go”, because if he goes, I won’t be able to stand firm anyway. For him, family is not the environment where people say “me-me-me”, but those who say “you-you-you”, that is, people who struggle for others. So, what happens if this doesn’t happen? Then it will not be family, but ‘ghaile’, that is, trouble and sorrow.

The modern society we live in imposes individualism. He always caresses the other person’s ego. The idolization of the ego primarily affects the family, because the ego is told that “you are enough for yourself”. The suggestion of “me-meme” is always given and selfishness is suggested. Someone who thinks he is self-sufficient is disconnected from his family as well as from God, because someone who thinks he is self-sufficient becomes independent of his parents and siblings. As stated in the verses 6-7 of Surah Al-Alaq: “…A person becomes transgressor because he sees himself as sufficient.”

The house is the hijab of the family and one of the main purposes of hijab is to protect and protect. Today, we are experiencing cultural erosion because we cannot preserve this hijab. The common feature of societies that cannot preserve their culture is the formation of a mass of individuals who are de-identified and shaped by mass media and fed by popular culture.

In this article, we aim to discuss the family, which is an individual in micro structure and a society-based institution in macro structure, from a theological and biopsychosocial perspective.

Keywords: Individual, Family, Society, Peace

 

1. Giriş

“Çağların ve devirlerin değişmesi ile değişmeyen en önemli kurum hangisidir?” diye bir soru sorulsa hiç tereddüt etmeden ‘aile’ derim.

“Teolojik, psikolojik, metabolik ve fiziksel iyiliğin temeli olan kurum hangisidir?” dense “aile” derim.

“Mutluluk parametreleri arasında göstergelerde en çok değişiklik yapan kurum hangisidir?” diye sorulsa, cevabım yine değişmez, “aile” derim.

İyi ama bu kadar önemli olan bu kurum günümüzde bizim gibi muhafazakâr bir toplumda neden çatırdıyor ve bizler neden elle tutulur gözle görülür çözüm önerileri üretip bu topluma şifa niyetine sunamıyoruz? Çünkü bu kadar önemli olmasına rağmen 21. yy.da bence en çok istismar edilen kurum yine ailedir.

Meşhur hikâyedir: Nasrettin Hoca sazı çalarken eli hep aynı yerdeymiş ve oldukça kötü ses çıkıyormuş. Dinleyenler merak edip sormuşlar: “Hocam herkes sazı çalarken eliyle şöyle bir tellerin farklı yerlerine de dokunuyor oysa sen hep aynı yerde tutuyorsun.” Hoca: “Onlar arıyor ben buldum.” demiş. Günümüzde aile ile ilgili yazılan tüm yazılarda neredeyse hepsinin ortak özelliği aileyi ifsat eden etmenlerin ve aileyi ihya edecek olan unsurların kesinlikle belli olduğu ve bulunduğu yönünde. Teorik olarak bunu doğru kabul etmekle birlikte pratikte eksiklik olduğunu düşünüyorum çünkü konu öylesine geniş ve o kadar çok parametreyi birden ilgilendiren bir konu ki üç-beş madde yazarak bunları yaparsanız bu kurumu mükemmel idare edebilirsiniz, diyebilecek bir kurum değil. En önemli parametrelerden biri insanın kendisi olduğu için ve insanın biyopsikososyal yapısı bırakın yıllar içerisinde değişmeyi anlık bile değişebileceği için konu çok hassas. Bununla birlikte elbette teolojinin ve bilimin bu konuda önerdikleri yadsınamaz gerçekler var ve yine konu o kadar önemli ki yapılan çalışmalarda mutluluğun formülleri ile ilgili farklı parametrelere ulaşılmış. Bununla birlikte ilk madde hemen hemen tüm çalışmalarda hep aynı çıkmış: Sağlıklı aile ilişkisi Eğer ailede bu sağlıklı ilişki kurulamadıysa diğer maddeleri saymaya gerek olmadığını düşünüyorum. Aynı fıkrada olduğu gibi: Komutan bir askerî birliği denetlerken topun önünde durur ve askere sorar: “Bu top çalışıyor mu?” Asker: “Hayır efendim!” der. Komutan: “Niye?” diye sorar. Asker: “Beş tane sebebi var efendim.” der. Komutan: “Say bakalım!” Asker: “Bir, barut yok efendim. İki…” Komutan: “Yeter, üstü kalsın!” der. “Barut olmadıktan sonra diğerleri olsa neye yarar?”

Günümüzde aile kurumunun temellerinin çatırdadığı herkesçe malum. Peki, aile kurumundan kopan bireyler neye tutunuyorlar? Ailenin koruyucu bir bağı var. Bir boşluğu dolduruyor. Ailenin koruyucu bağından kopan insanlar, aile içerisinde bulamadıkları huzuru, mutluluğu dışarıda arıyorlar. Yani olmadığı yerde… Aynı Nasreddin Hoca fıkrasında olduğu gibi… Nasrettin Hoca, evinin avlusunda eğilmiş bir şeyler arıyormuş. Gören dostlarından biri sormuş:

“Hayrola hocam ne arıyorsun?”

“Yüzüğümü kaybettim de onu artıyorum demiş” hoca.

“Nerede kaybettin?”

“Ahırda.”

“Allah Allah! Hiç ahırda kaybedilen şey avluda aranır mı hocam?”

“Ama orası çok karanlık be birader!” demiş hoca.[2]

Kıssadan hisse…

Günümüz insanı mutluluğunu, huzurunu evinde kaybetti ama dışarıda arıyor. Kahvelerde, meyhanelerde, internet başında chatleşerek kaybettiği bu huzuru ve mutluluğu bulmaya çalışıyor ama bulamayacaklar, bulamayacağız. Önce evlerimizde yitirdik biz huzurumuzu evlerimizde can yoldaşımız olan veya olması gereken ahiret arkadaşımızı ihmalle başladı bu hastalık. Sonra da topluma sirayet etti. Toplumsal bir cinnetin eşiğindeyiz maalesef. Bu cinnetten kendimizi, eşimizi, çocuklarımızı, toplumumuzu korumak istiyorsak eğer kaybettiğimiz yerde aramalıyız. Kaybettiğimiz değerleri, yani önce evlerimizde inşa etmeliyiz mutluluğumuzu.[3]

2. Risale-i Nur’a Göre Aile Hayatındaki Bozulmaların Esas Sebepleri

Üstat Bediüzzaman 24. Lem’a’da bu konuyu tafsilatlı bir şekilde anlatmıştır. Ben burada 24. Lem’a 2. Nükte’de bahsi geçen tespitlerden kısa bir iktibas yaparak suale cevap vermek istiyorum.

“Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim hâlde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. “İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?” dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslamiyet’in hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahate sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, bîçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki bu millet-i İslam’a bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevî evlâtlarıma kat’iyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur.”[4]

3. Aile İçi İlişkilerde Dikkat Edilmesi Gerekenler

a) Soruna değil çözüme odaklanmak

Aile içi problemlerimizi çözemeyişimizin en önemli nedenlerinden biri çözüm odaklı düşünmek yerine sorun odaklı düşünmemizdir. Çözüm noktasında eşinizin sizden beklentisinin ne olduğunu sorabilirsiniz. Geçmişte kalan problemler en ufak bir tartışmada hemen açılmamalı, rahatsız olunan durumlar ve beklentiler açıkça ifade edilmelidir. Bazı tavırlar sergileyerek bu durumun anlaşılması beklenmemelidir. Örneğin, eşinizin gün içerisinde sizi hiç aramamış olmasından rahatsız olduysanız akşam eve geldiğinde tavır yapıp sessiz kalarak eşinizin bu durumu anlamasını beklemek yerine “Bugün, sanırım yoğun bir gündü ama ben de beni aramanı bekledim.” diyerek ifade edebilir hatta eşinizin aramasını beklemek yerine siz arayabilirsiniz.

Avrupa’da bir üniversitede Fransızlar,  Amerikalılar, Ruslar, Almanlar ve Türkler filler üzerine bir tez yapıyorlarmış. Fransızlar “fillerde moda” üzerine kalınca bir tez hazırlamışlar. Amerikalılar “fillerde kapitalizm”, Ruslar “fillerde askerî hayat”, Almanlar 7 ciltlik bir tez hazırlamışlar, tezin adını “Fil İlmine Giriş” koymuşlar. Türklerde incecik bir tez hazırlamışlar. Tezin adını da “Ne Olacak Bu Fillerin Hâli?” koymuşlar. Bu, maalesef bizim kültürümüzün zayıf özelliklerinden biri ve bu ailede sorunlarımızı çözerken de kendini gösteriyor.

b) Sorunları kendi haline bırakmamak

Termodinamiğin ikinci yasası entropi yasası olarak bilinir. Albert Einstein’a göre, tüm yasaların temelidir ve Allah’ın en büyük delili olarak kabul ettiği bir yasadır. Bu yasaya göre bir şeyi kendi hâline bırakırsanız, o sürekli geriler, negatife doğru, çürümeye doğru gider. Aile ilişkilerini de kendi hâline bıraktığınızda bir süre sonra sorun yumakları oluşur. Bizler olayın sebebine, kökenine inmek yerine olay meydana geldiğinde belirtilerle, semptomlarla uğraşırız ve yanlış yaparız. Aslında o olayın nedeni başta yapılan yanlışlar ve ihmallerdir. “Boşanmalar boş vermelerle başlar. İlgiyi boş verdiğinizde, sevgiyi boş verdiğinizde, bazen iki güzel kelamı boş verdiğinizde, sorun yumakları oluşur ve aile dağılma sürecine girer.”

c) Evliliği en tehlikeli virüse karşı korumak

Evliliğin bilinen ve en tehlikeli virüsü, eleştiridir. Mutlu evliliğin sırrını araştıran bu konuda dünyaca ünlü bir psikolog olan John Gottman bir araştırma yapıyor. Dünyanın farklı merkezlerinde sistemler kuruyor. Tatil merkezleri ile anlaşıyor, finansmanlar buluyor. Her merkeze 30-40 mutlu aile yerleştiriyor ve onların yatak odası hariç yaşam alanlarına kamera koyuyor ve onları bir hafta boyunca izliyor. Bu aileleri tespit ederken o kişilere mutlu olup olmadıklarını soruyorlar, “Mutluyum.” diyenlerin beyin görüntülemesini yapıyorlar ve mutlu olanları çalışmaya dâhil ediyorlar. Bu çalışmaya aynı şekilde mutsuz aileler de alınıyor. Bu çalışma için tam 10 sene ekibiyle birlikte uğraşıyor(psikolog, psikiyatrist, nörolog vs.). Binlerce aile üzerinde çalışma yapıyor ve bu çalışmayı kitaplaştırıyor. Bu çalışmanın sonucuna göre bütün mutlu aileler, aynı şeyleri yapıyorlar. Mutsuz aileler ise aile sayısınca farklı şeyler yapıyorlar. Mutlu ailelerin hepsinde var olan ve hepsinin yaptığı ortak şeyler: Sevgi, ilgi, takdir, övgü, beğeni, iltifat sözcüklerini birbirlerine daha fazla kullanıyorlar. Eleştiri ise neredeyse yok denecek kadar az.[5]

Eşler birbirini eleştirdiğinde birbirinden uzaklaşıyorlar. “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”[6] Bu ayetten ne anlıyoruz? Evlilik sevgi ve merhamet üzerinden yürüyen bir kurumdur.

Asrı Saadet’ten bir örnek: Peygamber’imiz bir gün bir yolculuğa çıkacak, binekler hazırlanmış, bineklerden birinde eşleri var. Yolda biraz sarsılıyorlar, deveciye hitaben diyor ki: “Dikkatli ol, billurlar incinmesin.” Biz olsak ne deriz: “Dikkat et! Hanımlar var.”  Billur nedir? Kırılgan, değerli bir sanat eseri.[7]

Unutmamak gerekir ki madde incelikten, insan kabalıktan kırılır. İnsana yakışan, nezaket, zarafet, letafet ve yumuşaklıktır.

d) İletişimsizlik engelini ortadan kaldırmak

“Üslubu beyan aynıyla insandır.” sözü iletişimi en iyi özetleyen deyimlerden biri. Evet, “Bir insanın ifade tarzı kendisini anlatır.” Kur’an-ı Kerim’de iletişim, üslup ile ilgili teferruatlı bilgi bulmak mümkün. Mesela Kur’an-ı Kerim’de dinin direği olan namazın olmazsa olmazı olan abdest ile ilgili birkaç ayette bilgi verilirken üslup ile ilgili birçok ayeti kerimede bilgi bulmak mümkündür. Birkaç örnek vermek gerekirse:

Kavlen leyyina (Yumuşak konuş.). Kavlen sedida (İçten ve samimi konuş.). Kavlen delila (Açık, net ve anlaşılır konuş.). Kavlen mahrufa (Bilinen, anlaşılan bir dil kullan.). Kavlen adl (Adaletli, dengeli, tutarlı konuş.). Kavlen hasen (Güzel konuş.). Kavlen kerima (İkram eder gibi konuş.). Kavlen meysura (Teselli eder gibi konuş.). Kavlen tayyiba (Güzel, temiz konuş.)[8][9]

Bu kurallar sadece konuşurken yapılması gereken kurallar. Buradaki kelimelerin sebebi nüzullarına bakılırsa üslup daha iyi anlaşılabilir. Burada kullanılan üslup enteresandır. Eşinle, çocuğunda yumuşak konuş demiyor. Bu ayet niye inmiş? Bir zalim ile konuşurken böyle konuş, diyor. Yani kriz anlarında bile nasıl davranmamız gerektiğinden bahsediyor. Bir de yapılmaması gerekenleri sayıyor: Kavl-i zuhruf (Aslı olmayan bir konuyu cerbeze ile abartılı bir şekilde anlatma!) Kavl-i Laht! (Eğip bükerek konuşma!) Kavl-i zuhr! (Yalan konuşma!) Kavl-i suu! (Kötü bir dil kullanma!)[10]

e) Sınırları korumak

Eşler her ne kadar birbirlerine kimseyle olmadıkları kadar yakın olsalar dahi aralarına saygı, sevgi, özerklik, mahremiyet çerçevesinde bir sınır koyabilmelidirler. Nasıl ki ülkeler arasındaki savaşların bir kısmı sınır ihlalleri yüzünden oluyorsa, eşler arasındaki çatışmaların çoğu da sınır ihlalinden yani saygısızlıktan oluyor. Saygısızlık en kısa ifade ile “Ben seni önemsemiyorum, sınırlarını çiğniyorum.” demektir.[11] Filistin asıllı şair Halil Cibran’ın ifadesi ile:

Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız.

Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız.

Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgârları aranızda dans edebilsin…

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın,

Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun.

Ve yan yana ayakta durun; ama çok yakın değil,

Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır;

Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez.[12]

f) Çocuk eğitiminde anneyi öncelemek

Çocuk ilk tecrübe ve terbiyesini annesinden alır. Hayatın ilk adımlarını ve şartlarını çocuğa annesi öğretir. Çocuk ile anne arasında hem şefkat hem de duygusal olarak mükemmel bir bağ vardır. Çocuğun bakım ve terbiyesi çok zor ve müşkülatlı olmasına karşın, annenin bunu lezzet ve keyif alarak yapması, annenin şefkatinin ne kadar esaslı ve kahramanane olduğunu gösterir.

Annenin şefkati ve merhameti genel anlamda babadan farklı ve daha kuşatıcıdır. İnsan beyninde sağ ve sol lob arasındaki bağlantıyı sağlayan anatomik oluşumun adı Korpus Kallozumdur.[13] Bu yapı sayesinde sağ ve sol beyin birbiri ile dengeli bir iletişim kurar. Bu yapı kadınlarda daha kalındır ve bu nedenle kadınlar düşünce merkezi olan sol lob ile duygu merkezi olan sağ lob arasında daha dengeli iletişim kurabilirler. Kadınlar çocuklardaki duygusal değişimleri ve ihtiyaçları erkeklerden daha çabuk ve fıtri olarak daha kolay algılayabilirler.[14] Bu sayede de çocukların fiziksel ve özellikle de ruhsal ihtiyaçlarını daha kolay temin edebilirler. Üstat Bediüzzaman’ın 24. Lem’a da bu konudaki tespiti konumuza ışık tutar niteliktedir.

“Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir… Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım hâlde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki, o dersler fıtratımda, âdeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”[15]

Sonuçlar

Aile müessesesi dünyanın en eski ve en ciddi kurumudur. Bu nedenle bu kurumu oluşturacak bireylerin evliliğe hazır olup olmadığı muhakkak araştırılmalıdır. Bunu tespit etmenin en pratik yollarından biri kişilerin sorun çözme yeteneklerinin gelişmiş olmasıdır.

İnsan bu dünyada sorunlarla, problemlerle karşılaşır. Eskilerin ifadesi ile o sorunları çözdüğü derecede terakki eder, çözemediği ölçüde de tedenni eder. Dinlerin bu konudaki genel tespiti: “Dünya imtihan dünyasıdır.” Psikoloji ise “İnsan dünyaya sorun çözmek için gelmiştir.” diyor. Teoloji ve psikolojinin bu konudaki tespitleri aslında çok benzer. Bu açıdan bakıldığında bir insanın en büyük meziyet ve kabiliyetlerinden biri onun sorun çözebilme yeteneğidir.

Sorun çözmeyi bilmek kadar sorunu büyümeden önemsemek de önemlidir. Sorunlar çoğu zaman temelde küçüktür. Büyük olan sorunlar küçük olan sorunların içinden çıkar. Eşler genelde şu tespitte bulunurlar: “Hocam incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit meselelerden tartışmaya başlıyoruz ve büyüyor.” Küçük sorunları çözemeyenler büyük sorunların altında ezilirler. Bu nedenle danışmanlığa gelen eşlere eşinizin sorun çözme yöntemini öğrenin deriz.

Günümüz evliliklerinde boşanmaların bu kadar artmasının en büyük sebeplerinden biri, sorun çözmeyi bilmeyen iki kişinin evlenmesi ve ilk sorunda evliliklerinin temelinin çatırdamasıdır. Eşler bir sorunla karşılaştıklarında onu çözebilecek yetilere önceden sahip olabilmelidirler. Boşanmayı düşünenlerin çok sık kullandıkları argümanlardan biri: “Boşanmak zorundayım çünkü ben elimden gelen her şeyi fazlasıyla yaptım ama nafile.” şeklindedir. Bu ilk etapta doğru gibi görülebilen bir önermedir ama bu çifte şunu sormak gerekir: “Elinizden gelen şeyler doğru şeyler miydi veya doğru şeyleri doğru bir yöntemle mi yaptınız?” Örneğin yüzmeyi bilmeyen biri boğulma esnasında çırpınırken elinden gelenin de fazlasını yapar. Tüm eforunu sarf eder ama bu boğulmasını engellemediği gibi boğulmasını hızlandırır.  Boğulduğunuz ortam su dışında başka bir şey ise bataklık gibi isterseniz dünya yüzme şampiyonu olun burada da çırpınmanız ve yüzme tekniklerini kullanmanızın size faydası olmayacaktır. Burada da başka bir teknik kullanmanız lazım. Çırpınmamak, hareket etmemek ve dışarıdan size uzanacak bir eli beklemek gibi, “İmdat!” diyerek yardım istemek gibi. İşte nice aileler bu yüzden çırpındıkça batar. Genellikle konuşarak sorunlarını çözemeyen ailelerin ortak özelliği sorunlarını boğuşarak çözmeye çalışmalarıdır.

Aileyi oluşturacak bireylerin uyumu bir diğer önemli konudur. Kadın erkek ilişkisini hidrojen ve oksijenin birleşmesine (H2O) benzetebiliriz. Hidrojen ve oksijen, atmosferde ayrı ayrı dolaşırlar, birleşince suyu oluştururlar. Eğer ilişkilerde kişi sevdiği ile uyum içindeyse ve “biz” olmanın güzelliğini yaşayabiliyorlarsa H2O formülünü uygulamışlar demektir. Aksi takdirde biri yanıcı biri de yakıcı olarak felakete neden olabilirler. Halil Cibran’ın da dediği gibi “Evlilik ‘ben’leri yok etmeden ‘biz’ olabilmektir.”

Kaynakça:

  • Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117.
  • CİBRAN, Halil, Aforizmalar, Avrupa Yakası Yayıncılık, 2012.
  • Diyanet işleri Başkanlığı, Kur’an-ı Kerim Meali, Ankara, 2011.
  • Gottman, J.& Siver, N., The Seven Principles for Making Marriage Work: A Practical Guide from the Country’s Foremost Relationship Expert, 1999.
  • NURSİ, Said, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2007.
  • TAŞTAN, Kenan, Aile Danışmanlığının Temel Prensipleri, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 2016.
  • TAŞTAN, Kenan, Bilinmeyen Yönleriyle Hipnoz ve Hipnoterapi, Zafer Yayınevi, 2019.
  • TAŞTAN, Kenan, Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı, Zafer Yayınevi, Erzurum 2016.
  • TAŞTAN, Kenan, Evlilik mi, Evcilik mi? Zafer Yayınevi, Erzurum, 2015.
  • TAŞTAN, Kenan, İletişimin Temel Prensipleri, Eğitim Yayınevi, Erzurum, 2021.

[1] 1   Bu makale XVII. Risale-i Nur Kongresi “Toplumun Temeli Aile” Panelinde sözel bildiri olarak sunulmuştur.

[2]       Taştan Kenan, Evlilik mi, Evcilik mi? Zafer Yayınevi, Erzurum, 2015. S.9-10.

[3]       Taştan Kenan, Aile Danışmanlığının Temel Prensipleri, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 2016, s.22.

[4]       Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2007, s.464-465.

[5]       Gottman, J.& Siver, N.(1999).The Seven Principles for Making Marriage Work: A Practical Guide from the Country’s Foremost Relationship Expert.

[6]       Rum-21

[7]       Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117.

[8]         Taha-44

[9]       Bakara-235

[10]     Nisa-148

[11]     Taştan Kenan, İletişimin Temel Prensipleri, Eğitim Yayınevi, Erzurum, 2021, s. 23.

[12]     Cibran Halil, Aforizmalar, Avrupa Yakası Yayıncılık, 2012, s. 139.

[13]     Taştan Kenan, Bilinmeyen Yönleriyle Hipnoz ve Hipnoterapi, Zafer Yayınevi, 2019, s. 41.

[14]     Taştan Kenan, Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı, Zafer Yayınevi, Erzurum 2016, s. 32-33.

[15]     Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 462-463.