Portre

Cemiyetimizin içinde yetişip tarihe mal olmuş kişilerin sağlıklı
bir değerlendirmeye tabi tutulmaları gerekir. Hacı Bektaş-ı Veli, toplum
tarafından fazla tanınmayan bir şahsiyettir. Bu yazımızda, kendisi hakkında bazı
bilgiler vererek tanıtmaya çalıştık. Hacı Bektaş-ı Veli’nin hakkında farklı
değerlendirmeler olabilir ancak, bu değerlendirmeler ilmi çalışmalara
dayandırılmalı ve sathi bilgilerden arındırılmalıdır. Daha sonra hayatı,
fikirleri, yaşadığı dönem, etkilediği ve etki-lendiği insanlar yorum ve
değerlendirmelere tabi tutulmalıdır.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşadığı dönemin karakteristik özelliği
(ileride değinilecek), kendisiyle ilgili resmi kaynakların olmaması, yaşadığı
dönemde fazla dikkat çekmemesi, bıraktığı eser veya eserlerin tarihi tenkidinin
yapılmadan değerlendirilmesi, ileri sürülen tezlerin sıhhatine gölge
düşürmüştür.

Hacı Bektaş-ı Veli hakkında bilgi sahibi olabilmek için,
yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal hadiselerine de bakmak gerekir.

XIII. yüzyılda Anadolu

On üçüncü yüzyıl, Türk-İslam tarihi boyunca Anadolu’nun en
karışık, istikrarsız ve düzensizliğin olduğu yüzyılıdır. Anadolu Selçuklularının
ünlü hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın (1220-1237) ölümünden sonra istikrar
sağlanamamıştır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in (1237-1246) güçlü bir iradeye sahip
olmaması, siyasi gelişmelerdeki karışıklıklar, bir taraftan Anadolu kapılarına
dayanan Moğol istilası, diğer yandan Moğolların önünden kaçan göçebe unsurların
Anadolu’ya geldikten sonra yerli halkla aralarında cereyan eden hadiseler ve
Anadolu Selçuklu tarihinde önemli bir yer işgal eden Babailik isyanı gibi
olaylar bu devletin çöküşünü hazırlarken, Anadolu’da uzun süre devam edecek bir
istikrarsızlığa da sebep teşkil etmiştir.

Kösedağ hezimetinden (1243) sonra Moğollar Anadolu’yu,
yönetimleri altına almadan “müşterek saltanat devri”ni hayata geçirmek1
suretiyle daha fazla sömürdükleri gibi kargaşaya da sebep olmuşlar.

Çok kısa olarak özetlediğimiz bu asırda (daha sonra asırlarca
devam edecek olan) insanlara ışık tutan, onları aydınlatan Mevlana, Hacı Bektaş,
Yunus Emre gibi şahsiyetlerin yetişmesi dikkat çeken bir husustur. Bu
şahsiyetler, insanları içine düştükleri çaresizlikten kurtarmak için çaba sarf
etmişlerdir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hayatı

Yaşadığı dönem boyunca kaynakların kendisinden çok az söz ettiği
Hacı Bektaş-ı Veli’nin şöhreti, ölümünden sonra daha fazla yayılmış ve
artmıştır. XIII. Yüzyılda büyük nüfuza sahip olduğu ve şöhretinin her tarafa
yayıldığına2 dair düşünceler ileri sürülse de bunlar daha çok
menkıbelere dayanmakta ve kaynaklarla bunu ispatlamak mümkün olamamaktadır.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin hemen hemen tüm eserlerde Horasan asıllı
olduğu3 ve daha sonra Anadolu’ya geldiği konusunda ittifak vardır.
Ancak ne zaman doğduğu hakkında kesin bilgi mevcut değildir. Rivayetlerde ve
menkıbelerde çoğu zaman aynı tarihlerde yaşamamış ve birbirlerini görmemiş
insanlar bir araya getirilerek aralarında çeşitli münasebetler kurulur. (Mesela,
Hoca Ahmet Yesevi’nin—ölümünden yaklaşık elli yıl sonra doğmuş olan—Hacı
Bektaş-ı Veli’yi Anadolu’ya gönderdiği belirtilmektedir).

Hacı Bektaş-ı Veli’nin asıl adı Muhammed olup babasının adı
İbrahim, annesinin adı Hatme Hatundur.4 On beşinci yüzyıl şairi olan
Firdevsi-i Tawil’in kaleme aldığı Vilayetname’de Hz. Ali’nin soyuna
dayandırılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Arap asıllı olup olmadığı da
tartışmalara sebep olmuştur. Makalat’ın Arapça yazılmış olması onun Arap
olduğuna delil olarak gösterilemez. Çünkü, bu dönemde yazılmış olan (ilim-din
muhtevalı) çoğu eserin Arapça olması bu tezi zayıflatmıştır.5

Eğitiminin önemli bir kısmını Hora-sanda tamamladığı ve
Anadolu’ya geldi-ğinde kırk yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.6
Horasandan ayrıldıktan sonra sırasıyla şu yolu takip etmiştir; Necef’e giderek
Hz. Ali’nin kabrini ziyaret etmiş ve kırk gün orada kalmıştır. Buradan Mekke’ye
geçerek üç yıl boyunca Ravza-i Mutahhara’ya yakın bir yerde ikamet etmiştir.
Medine’ye gittikten sonra sırasıyla; Kudüs, Şam, Halep ve Elbistan üzerinden
Anadolu’ya gelmiştir.7

Bazı görüşlere göre Anadolu’ya aşireti ile beraber göç etmiştir.
Moğol istilası ile birlikte Anadolu’ya göçler olurken, Hacı Bektaş-ı Veli
kendisine bağlı bir Türkmen aşireti ve Yesevi mektebinden dervişlerle Anadolu’ya
gelmiştir. Bazı aşiretler şeyhlerinin adıyla anılırlardı. Osmanlı tahrir
defterlerinde “Bektaşlı Oymağı” ile ilgili bilgilerin yer alması söz konusu
görüşleri desteklemektedir.8

Anadolu’ya 1230’larda geldiği tahmin edilmektedir.9
Bu tarihler Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemine rastlar. Ancak kısa
bir süre sonra ortam karışır ve Babailik isyanı patlak verir. İsyan sırasında
Anadolu’da olmasına ve bazı kaynaklara göre Baba Resul’ün halifesi olduğu iddia
edilmesine rağmen bu isyana katılmamıştır. 1239 yılında patlak veren bu isyana
Hacı Bektaş-ı Veli’nın kardeşi Menteş katılmış, Sivas’ta meydana gelen
çatışmalarda öldürülmüştür. Hacı Bektaş’ın bu isyana katılmadığı hem Elvan
Çelebi’nin hem de Aşıkpaşazade’nin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.10

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Mevlana, Yunus Emre, Taptuk Emre ve Ahi
Evran ile münasebetleri olmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalatı, Mesnevi’nin
kısa bir özeti11 gibi olup Mesnevi’deki duygu ve tefekkürler bunda da
mevcuttur. Bir eserde mevcut olan bazı sözlerin başka bir eserde de olması gayet
tabiidir. Çünkü Mevlana, Sultan Veled, Molla Cami gibi şahsiyetler başkalarından
duyup hoşlarına giden sözleri eserlerine almışlar, bu alıntıları yaparken de
sözlerin başkalarına ait olduğunu gizlememişlerdir.12

Mevlana ve Mevleviler ile fazla bir münasebetlerinin olmadığı
anlaşılmaktadır. Fakat Vilayetname Yunus Emre ve Taptuk Emre’den bahseder. Buna
göre; kıtlık yılında Hacı Bektaş’a müracaat eden Yunus, nasip yerine buğday
almada ısrar eder. Sonradan pişman olup geri dönünce de artık Taptuk Emre’ye
başvurması gerektiği bildirilir.13

Mevlevilere nazaran Ahilerle daha yakın bir münasebet kurmuş
olan Hacı Bektaş-ı Veli ile Ahi Evran’ın ölümü arasında sadece on yıllık bir
zaman farkı olduğuna göre, büyük bir ihtimalle görüşmüşlerdir.14
Bektaşilik tarikatına giriş ayinindeki eşik öpme, kuşak bağlama, aynı kaseden
müşterek şerbet içme adeti, kıyafetlerdeki teferruat, okunan duaların Ahilikten
alınmış15 olması, Ahilerle önemli bir münasebetleri olduğunu
göstermektedir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlenip evlenmediği konusu Bektaşiliğin
iki kolunu teş-kil eden “Babalar” kolu ile “Çelebiler” kolu arasında tartışma
konusudur. Babalar koluna göre “mücerret”tir ve mesleği “yol evladı” denilen
manevi varisleri aracılığıyla devam etmektedir. Bunlara göre “Hacı Bektaş-ı Veli
evladı” tabiri Hacı Bektaş-ı Veli’nin yoluna tabi olanlar için kullanılmıştır.16
Çelebiler, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, İdris Hoca’nın kızı Fatma Nuriye Hanım ile
evlenerek neslini devam ettirdiğini iddia ederler. Onlara göre Hacı Bektaş-ı
Veli soyundan gelenler posta oturmuşlardır: Seyyid Ali Sultan, Resul Bali,
Mürsel Bali…17

Hacı Bektaş-ı Veli ile Baba İlyas arasında bir münasebet olmakla
birlikte, Baba Resul’ün halifesi değildir. Babailik isyanından sonra bu isyana
katılanların takibe uğraması, kendisine “Baba İlyas’ın mensubuydu” denilmesine
rağmen şöhretine olumsuz etki yapmamış ve bu söylentiler sonuç getirmemiştir.18

Vilayetname’de Baba Resul, Hacı Bektaş-ı Veli’nin halifesi
olarak göste-rilmektedir. Bu görüş, 1240’da öldürülen Baba Resul’ün manevi
nüfuzu Anadolu’da gittikçe azalırken, Hacı Bektaş-ı Veli’nin nüfuzunun daha
üstün duruma gelmesinden kaynaklanmaktadır.19

Kırşehir civarında Sulucakarahöyük’e yerleşen Hacı Bektaş-ı
Veli, Türkmen şeyhi olarak vazifesini ifa ettiği sıralarda Ürgüp civarındaki
Hıristiyanların İslam’a yönel-melerine zemin hazırlar. Bunun yanında Moğolların
da İslam’a girmeleri için faaliyet gösterir.20

Anadolu’ya halifelerini yolladığı gibi Rumeli’ye de Sarı
Saltuk’u gönderir. Sarı Saltuk’un Rumeli’ye gönderilişi 1264-1265 yıllarına
rastlamaktadır. Bu tarihlere dayanılarak, Osmanlı Devletinin ilk defa (1353)
Rumeli’ye geçmelerinden yaklaşık bir asır öncesinden manevi fetihlerin başladığı
söylenebilir. 1332 yılında Güney Rusya’dan geçen ünlü seyyah İbn Batuta, söz
konusu bölgede “Sarı Saltuk’un destanlaşan menkıbeleriyle” karşılaştığını
kaydetmiştir.21

Vilayetname’ye göre doksan iki yıl yaşamış olan Hacı Bektaş-ı
Veli’nin—bazı vakıf kayıtlarına göre—1291 yılından önce vefat ettiği,22
kesin tarihin 1270 yılı olduğu sanılmaktadır.23

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Akidesi

On üçüncü yüzyılda yaşamış olan Hacı Bektaş-ı Veli, devrin
kaynaklarında bir iz bırakmadığı gibi, adını taşımasına rağmen Bektaşiliği de
kendisi kurmamıştır.24 Bektaşiliği; “Türk halklarında hiç sönmeyen
eski Türklerin dini Şamanlık’ın özlemiyle, Sünni Müslümanlığa bir tepki olarak
doğmuştur.”25 gibi göstermek veya “Görünüşte dinsel, temelde siyasal,
ekonomik bir hareket olarak” gösterilen iddiada, daha da ileri giderek
“Bektaşiliğin yerine günümüz burjuva toplumunda sosyalist mücadele geçmiş…
yepyeni içerikler getirmiştir insanlığa. Ekonomik temeli yok olan Bektaşilik de
geçerliliğini yitirmiştir.”26 demek, dönemin karakteri hakkında bilgi
sahibi olmadan, söz konusu dönemde yaşamış olan insanların sosyal münasebetleri
hakkındaki bilgisizlikten kaynaklanır. Gerçekte hiçbir zaman Sünni-Bektaşi
çatışması olmadığı gibi, cereyan eden bazı olaylar da devleti yönetenlerle dinî
kimlik taşıyanlar arasında ( gerçekte dinî olmayan sebeplerden dolayı) olmuştur.
İslam tarihi boyunca mezhep çatışmalarına örnek teşkil edecek hiçbir olay
olmadığı gibi; Osmanlı-İran mücadeleleri de dini olmayıp siyasidir.

Tasavvuf inancına göre her şeyin gerçek sahibi Allah’tır. Bu
düşünce Kur’an-ı Kerim’den kaynaklanır ve kendine has bazı özellikler taşır.
Dolayısıyla, temeli maddeye dayanan materyalist Marksist felsefenin iktisat ile
ilgili fikirlerini uluorta kullanmak mümkün değildir. Bektaşilik, İslam’ın
özündeki evrenselliği vurgular. Menkıbe-lerde bütün canlılara ve hayata saygı
destanlaşmıştır.27

Osmanlı Devleti’nin ünlü (tarihçi) Şeyhülislamlarından İbn
Kemal, Orhan Bey zamanında Işık ve Kalenderi zümrelerinin sıkı takibe uğrayarak
sürüldüklerini bildirdiği halde Bektaşilerden söz etmez.28

Fatih devrinde yaşamış olan Ebul Hayr Rumi, Saltukname adlı
eserinde “Sarı Saltuk (Hacı Bektaş-ı Veli’nin halifesi) Sünni ve Hanefi’dir.
Rafızi ve Haricilerle savaşır. Hz. Peygamber’in (a.s.m.) olduğu kadar
Ebubekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin emanetlerini de taşır…”29
der. Bu bilgiler Osmanlı Devleti’nin Bektaşiliğe bakışını göstermesi açısından
çok önemlidir.

On altıncı yüzyıl yazarlarından Taşköprülüzade,
Eş-şakaiku’n-Nu’maniye adlı eserinde Hacı Bektaş-ı Veli’yi Sünni bir Veli olarak
tanıtır.30

Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli’nin İmam Musa el-Kâzım soyuna
nispetle seyyid ve Şii mutasavvıf olduğu görülse bile on üçüncü yüzyılda,
Anadolu’da İmamiyye ve İsmailiyye mezheplerinin olmayışı (Vilayet-namenin on
beşinci yüzyılın sonlarına doğru yazıldığı göz önüne alınınca), bu kaydın
sonradan düşüldüğü anlaşılmaktadır.31

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Şii olduğu iddiası tamamen yanlıştır.32
Şeriata bağlı ahlak sahibi, riyadan uzak bir tasavvuf ehli olup, Mevlana, Yunus
ve Aşıkpaşazade ile aynı düşüncelere sahiptir.33 Hacı Bektaş-ı Veli,
şeriatın makamları arasında “sünnet ve cemaat ehlinden olma” kaydını koymuş, Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) sahabelerinden birini inkar edip küçümseyen kişinin
ibadetlerinin mahvolacağını belirtmiştir. Beş vakit namazı Hz. Peygamber ve dört
halifesine benzetmesi, Hz. Aişe’nin anılması gibi konular, Şiiliğin Bektaşiliğe
Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra girdiğini göstermektedir.34 On iki imam
meselesine gelince; Makalat’ın tahrif edildiği (bazı nüshalarının), halifelerle
ilgili bölümlerin müstensihler tarafından çıkarıldığı, bazı kısımların sonradan
eklendiği kaydedilmekle35 beraber Hacı Bektaş-ı Veli’nin on iki imamı
sevmesi, onun Şii olduğuna delil olmaz. Çünkü bütün Müslümanlar, Ehl-i Beyt’e
büyük muhabbet beslerler. Zaten İslami açıdan onların sevilmemesi mümkün
değildir.

Eserleri, özellikle Makalat incelendiğinde Hacı Bektaş-ı Veli
hakkında daha net bilgilere ulaşmak mümkündür.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin eseri olarak kabul edilen
“Kitabü’l-Fevaid”, bizzat kendisi tarafından yazılmamış, üçüncü bir şahsın
ağzından Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözleri olarak kaydedilmiştir. Esere Fevaid
adını Hacı Bektaş-ı Veli vermiştir. Bu eserdeki alıntıların kaynakları
saklanmamıştır.36 Bu eserle Makalat’ın muhteviyatı, birbirine çok
yakın olup, müphem yerlerin izahına yarayacak bilgiler mevcuttur. Esere sonradan
yapılan ilaveler ve tahrifler asli halinden uzaklaşmasına sebep olmuştur.

Türkçe olarak yazılan “Fatiha Suresi Tefsiri” nüshasına
ulaşılamadığı halde, mutasavvıfların tefsirle ilgilenmeleri Hacı Bektaş-ı
Veli’nin böyle bir eser yazdığını göstermektedir.37

1680 yılında, Enveri mahlaslı bir müellif tarafından nazım-nesir
karışık olarak, “Tuhfetü’s-Salikin” adıyla şerh edilen Hacı Bektaş-ı Veli
şathiyesinin38 kendisine ait olduğu ispatlanamamıştır. Şathiye;
mutasav-vıfların cezbe anında söyledikleri anormal sözler için kullanılan bir
tabirdir.

Dedemoğlu tarafından yazılan “Akaid-i Tarikat” ve “Hacı Bektaş-ı
Veli’nin Emanet-leri”nin de Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait olduğu kesinlik
kazanmamıştır.39

Makalat Hacı Bektaş-ı Veli’nin fikirleri hakkında önemli
bilgiler ihtiva etmektedir. Ahmet Yesevi tarikatına mensubiyetinden dolayı
“Fakrname”nin muhteviyatına benzer. Horasan ve Nişabur çevresindeki fikri hayat
hakkında önemli bilgiler içeren Makalat’ta; akıl, aşk, şevk ve imanın mahiyeti
ile ilgili karakteristik bilgiler mevcuttur. Makalat’ın Hacı Bektaş-ı Veli’ye
ait olduğu kesindir.40 Makalat’ın aslı Arapça yazılmış olup,
Vilayetname’deki “Hünkar’ın Makalatını Türkçeye çevirdi” cümlesi ile eseri nazım
halde yazan Hatipoğlu’nun son sayfalarda verdiği bilgiler bu noktayı
doğrulamaktadır. Eserin değişik nüshaları olmakla birlikte, bu nüshaların Hacı
Bektaş-ı Veli’ye ait olduğu vesikalarla belgelendirilememiştir.41

Makalat’ın Arapça asli nüshasının elde mevcut bölümlerinde42
Hacı Bektaş-ı Veli’nin fikriyatıyla ilgili dikkate değer bilgiler bulmak
mümkündür. Bu yüzden üzerinde durarak incelenmesi gerekir. Makalat’a göre:

Allah’a giden yollar yaratılmışların sayısınca olup, ermiş
kişiler bunlardan dördünü seçmişlerdir. 1. Şeriat, 2. Tarikat, 3. Marifet, 4.
Hakikat.

Bu mertebeler ancak, şeriat ile tamamlanırlar. Şeriata tam bağlı
olmayan kimseye diğer mertebeler kapalı olur. Şeriata bağlılığını bozan kimse,
diğer mertebeleri usulüne uygun tamamlamışsa bile, yine de bunları bozmuş olur.
Şeriat bir ağaçtır, tarikat dalları, marifet yaprakları, hakikat ise
meyveleridir. Ağaç olmazsa bunların hiçbiri olmaz (Şeriatın esas olarak alınması
büyük önem arz ettiği gibi, Hacı Bektaş-ı Veli’nin nasıl bir inanca sahip
olduğunu göstermesi açısından da dikkat çekicidir).

Bu dört mertebe kırk makamdan müteşekkildir. Bunların on tanesi
şeriata, onu tarikat, on tanesi marifet, on tanesi de hakikattedir. Allah’a
ancak bu makamları geçenler ulaşır.

Şeriatın makamlarının ilki “inanmak”tır. Dil ile söyleyip, kalp
ile tasdik gerekir. İnanmak akıl iledir. Akıl bedenin hükümdarıdır. İman onun
vekili ve yardımcısıdır. Hükümdar giderse yardımcısı da kalmaz.

Mesela iman bir hazinedir; şeytan hırsız, akıl ise bekçisidir.
Bekçi giderse hırsız hazineyi soyar. İman kuzu, akıl çoban, şeytan kurttur.
Çobanın gitmesi, kurdun kuzuyu yemesine sebep olur.

İkinci makam; İslam’dır. İslam’ın beş şartını kabul edip
uygulamak esastır (Bilindiği gibi bu şartların en başta geleni namazdır. Hacı
Bektaş-ı Veli’ye göre; şeriat esas olup on makamından bir tanesi İslam’ın beş
şartıdır. O halde namazla ilgili Bektaşiliğe atfedilen görüşlerin mesnetsiz
olduğu ortadadır).

Şeriatın üçüncü makamı; ilimdir. İlim öğrenmek kadın ve erkek
Müslümanlar üze-rine farzdır.

Dördüncü makam; ihsandır. Cenab-ı Hakka samimiyet, saygı, baş
eğme ve edebe riayet etmek suretiyle kulluk etmektir.

Beşinci makam; evlenmektir. Evlilik Kur’an-ı Kerim’deki (IV/3)
ayetle farzdır; “Nikah benim sünnetimdir; kim benim bu sünnetimden yüz çevirirse
benden değildir” hadisi ile sünnettir.

Altıncı makam; helal yemek ve helal giymektir.

Yedinci makam; ehli sünnet ve cemaattan olup bidatçılardan
olmamaktır.

Sekizinci makam; şefkat ve merhamet sahibi olmaktır.

Dokuzuncu makam; kazancın helal olması ve faizin haram
olduğudur.

Onuncu makam; iyiyi emir, kötüyü yasak etmektir.

Şeriatın bu on makamı ayet ve hadislerle örneklendirilmiştir.

Tarikatın ilk makamı; dervişler yoluna girip, günahlardan tövbe
etmektir. Tövbeden kasıt, günahlardan pişmanlık duyup Yara-tıcıya sığınmaktır.
Pişman olan kulunu Allah affeder.

İkinci makam; bir şeyhe mürid olmaktır. Müritler üç türlüdür. 1.
Gerçek ve mutlak mürid, 2. Mecazi mürid, 3. Dönek (mürted) mürid.

Üçüncü makam; başı tıraş edip, tarikatçılar gibi giyinip onlara
benzemektir.

Dördüncü makam; korku ile ümit arasında bulunmaktır.

Altıncı makam; hizmet etmektir.

Altıncı makam; nefsi ezip mahvetmektir.

Yedinci makam; Allah’a dönmek, gayrını bırakmaktır.

Sekizinci makam; hırka, makas, zembil, seccade, icazet, ibret ve
hidayettir. Bunlar Allah tarafından kulların değerlerine göre ve-rilir.

Dokuzuncusu; Allah’ın cemaat, nasihat sahibi kullarına karşı
muhabbetidir.

Onuncusu; aşk, şevk, fakirlik ve kanaatkarlıktır.

Marifetteki on makamda şu şekilde sıralanmıştır.

Edep; Cenabı Hakka ulaşan saygı ve edep ile ulaşmıştır.

Korkmak; korku Allah’ı tanıyan, bilen kimselerde olur.

Nefis terbiyesi, açlık ve kanaat.

Kabul etme (ikrar) ve doğrulama (tasdik).

Haya; “Haya imandandır” (Hadis-i şerif).

Cömertlik.

İlim; “Dünya dört şey üzerinde durur: Alimlerin ilmi,
hükümdarların adaleti, cömertlerin el açıklığı, yoksulların duaları.” (Hadis-i
şerif)

Sükunet ve düşkünlük.

Kalp ve gönüle riayet edip, hoşnut tutmak.

Kendini bilip tanıma.

Hakikatin makamları da şunlardır:

Kulun diğer yaratılmışlar arasında toprak gibi mütevazı olması.

Kâinata bir bakışla bakmak, kişilerin işlediklerine iyi kötü
demeden yalnızca iyi-liğin ve kötülüğün kendisini görmek.

Allah’ın ikramından yemek, giyinmekten sakınmayıp, O’nun
rızasını kazanmak için bol bol vermek.

Ölmeden önce nefsi yok etmek.

Yaratılmışların hiç birine zarar vermeyip, onlardan cefa
görmemek.

Sohbet sırasında daima doğruyu söylemek, mürşidine tam bir
istekle uymak.

İyi ve olgun kulların yoluna girmek.

Kerametleri gizlemek.

Sabretmek ve Allah’a yakarmak.

İç gözüyle gözlemde bulunmak.

Bu kırk makamdan biri eksik olursa hakikate ulaşılmaz.

Sonuç

Hacı Bektaş-ı Veli, sosyal ve siyasi kargaşanın olduğu bir
asırda, menfi gelişmelere taraf olmadan, mütevazi bir hayat yaşamıştır. Baba
Resul ile ilgisi netlik kazanmamakla birlikte kardeşi Babailik isyanına
katılmış, ancak, kendisi katılmamış ve takibata da uğramamıştır. Sünnilerle
mücadele ettiğine dair iddialar mesnetsiz olup bunu ispatlayacak belgelerin
aksine iyi münasebetlere dair bilgiler mevcuttur. Akidesi Hoca Ahmet Yesevi,
Mevlana ve Yunus Emre’den farklı değildir.

Hacı Bektaş-ı Veli’den sora şöhretinin yayılması, Bektaşiliğin
kendisinden sonra geliştiğini gösterir. Hacı Bektaş-ı Veli (veya Bektaşilik) ile
Sosyalizm arasında bağlantı kurmak, her şeyden önce büyük bir hakareti ihtiva
etmektedir. Tamamen İlahi inanca dayanan mutasavvıflarla, materyalist felse-feye
dayanan Sosyalizm arasında irtibat kurmak mümkün değildir.

Yeniçeri Ocağı içinde vücut bulan Hacı Bektaş-ı Veli sevgisi;
Özellikle Orhan Bey zamanında muharebelere katılarak, kahramanlıklarda bulunmuş
ve çevrelerindekilere Hacı Bektaş-ı Veli menkıbelerini anlatan hali-felerinin
(Abdal Musa gibi) faaliyetlerinin neticesi olmuştur. Bununla beraber Osmanlı
kaynaklarında (l6. Yüzyıl sonlarına kadar), Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşiler
Sünniliğin dışında veya aykırı tarikat olarak göste-rilmemişlerdir.

Şiiliğine ve Aleviliğine delil gösterilen vesika ve eserler ya
tahrif edilmiş veya On altıncı yüzyıldan sonra yazılmışlardır. On üçüncü
yüzyılda Anadolu’da İmamiyye ve İsmailiyye mezheplerinin olmaması, Hacı Bektaş-ı
Veli’nin Şii olduğu yolundaki iddiayı çürütmüştür. Ayrıca Makalat’ta; Şeriatın
makamları arasında sünnet ve cemaat ehlinden olma kaydı, beş vakit namazın Hz.
Muhammed (s.a.v.) ve halifelerine benzetilmesi, Hz. Aişe (r.a.)’ın anılması da
Şii olmadığını gösterir. On iki imama olan muhabbeti ise yalnız Şii olanlar için
değil tüm Müslümanlar için geçerlidir. Çünkü, Ehli Beyt sevgisi Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in emirlerindendir.

Hacı Bektaş-ı Veli veya Bektaşiliğe atfedilen namaz ile ilgili
söylentiler uydurma olup Bektaşiliğin aslıyla ilgisi yoktur. Hacı Bektaş-ı
Veli’ye göre insanı Allah’a yaklaştıran şeriatın makamlarının ikincisi İslam’ın
BEŞ ŞARTINI KABUL EDİP UYGULAMAKTIR. Bir tanesinin eksik olması dahi engel
teşkil eder. Bu ibareler namazın önemine dikkat çeker. Buna rağmen söz konusu
söylentileri doğru olarak kabullenmek mümkün değildir.

Dipnotlar

1. Coşkun Alptekin, "Türkiye Selçukluları", Doğuştan
Günümüze İslam Tarihi, 8. cilt, Çağ Yay., İst. 1989, s. 304.

2. Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve
İslamlaşması, DİB Yay., Ank. 1985, s. 121.

3. Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, Yeni Boyut
Yay., İst. 1992, s. 47; Esat Çoşan, Hacı Bektaş-ı Veli Makalat, Seha Neşriyat,
Ankara tarihsiz, s. LIX; Kutluay Erdoğan, Alevilik-Bektaşilik, İletişim Yay.,
İst. 1993, s. 24.

4. Coşan, a.g.e., s. LIX.

5. Öztürk, a.g.e., s. 57.

6. A.g.e., s. 57.

7. A.g.e., s. 58.

8. Ahmet Yaşar Ocak, "Hacı Bektaş-ı Veli", TDV İslam
Ansiklopedisi, C. 14, İst. 1996, s. 455.

9. Öztürk, a.g.e., s. 63.

10. Ocak, a.g.m., s. 455.

11. A.g.e., s. 97.

12. Coşan, a.g.e., s. XXXIX.

13. A.g.e., s. XXXV.

14. Öztürk, Bektaşilik, s. 82.

15. Coşan, a.g.e., s. XXVII.

16. Öztürk, a.g.e., s. 95.

17. Erdoğan, a.g.e., s. 27, 28.

18. Öztürk, a.g.e., s. 54-63.

19. Ocak, a.g.m., s. 456.

20. A.g.m., s. 456.

21. Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler, Sidre
Yay., İst. 1988, s. 142.

22. Coşan, a.g.e., s. XXIV.

23. Öztürk, Bektaşilik, s. 63.

24. Ocak, a.g.m., s. 457.

25. Orhan Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü, Remzi
Kitabevi, 2. bsk., İst. 1994, s. 40.

26. Rıza Zelyut, "Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşiliğin
tarihsel konumu", Hacı Bektaş-ı Veli Bildiriler, Denemeler, Açıkoturum, Hacı
Bektaş-ı Veli Turizm Derneği Yay., Ankara, 1977, s. 104, 105.

27. Öztürk, Tarikatler, s. 143.

28. Öztürk, Bektaşilik, s. 126.

29. A.g.e., s. 102.

30. Ocak, a.g.m., s. 455.

31. A.g.m., s. 457.

32. Öztürk, Bektaşilik, s. 100.; Coşan, a.g.e., s. LIX.

33. Coşan, a.g.e., s. LIX.

34. Öztürk, Bektaşilik, s. 101.

35. Coşan, a.g.e., s. XXXVII.

36. A.g.e., s. XXXIX.

37. A.g.e., s. XL

38. A.g.e., s. XLI.

39. A.g.e., s. XLI.

40. A.g.e., s. XLII, XLIII.

41. A.g.e., s. XLIV-LIII.

42. Makalat’ın mevcut bölümü Esat Coşan tarafından
yayınlanmıştır.