The Eastern Side of the Education:An Actual Medresetü’z-zehra Trial
Güncel Bir Medresetü’z-zehra Denemesi
Giriş
Tarih, tecrübelerin yazılı olduğu ve okunması gereken vazgeçilmez, en değerli
kitaptır. Tarihin seyrini okuyamayan milletler, içinde bulundukları sürece uygun
ve geleceğe ilişkin düşünce geliştirmezler; dinamik olamazlar ve gelecekte var olma
isteklerini yerine getiremezler. Geçmiş ve geleceği birden görebilen, olaylara ve
düşüncelere bütünsel bakabilen toplumlar gelecekleriyle ilgili önemli stratejiler
geliştirme şansına sahiptirler.
Sosyal psikoloji1 açısından değerlendirildiğinde, geçmişi (mazi) bir "mekteb-i
hissiyat" (duygular okulu), geleceği ise (istikbal) bir "medrese-i efkâr"(düşünce
medresesi) olarak değerlendirmek mümkündür. İslam tarihini de içine alacak şekilde
insanlığın genel tarihine baktığımızda, aydınlanma öncesi dönemlerde ulusların davranış
biçimleri duygusaldır. Bu davranış biçimi insan türünü barış yerine savaşlara, anlaşma
yerine kavgalara, ikna etmek yerine zorlamaya, tatmin etmek yerine susturmaya itmiştir.
İnsan türünün yaratılışına kuşkuyla yaklaşan ve "Yeryüzünde kan döküp fesat çıkaracak
bir tür" olarak niteleyen melekler çok da haksız sayılmazlardı hani.
İnsan türünün geçmişten getirdiği ve onarılması zor olan sosyo-psikolojik özelliklerini
Bediüzzaman üç maddede özetlemiştir:
» Hissiyat Okulu olan mazide kuvvet, heva (Nefsin isteklerini uygulamak), tabiat
(doğallık), müyûlat (eğilimler) ve hissiyat (duygular) hâkimdi.
» Başkasına düşmanlık beslemek kendi mesleğine muhabbet etmekten daha önemliydi.
Anlaşmalar, ittifaklar ve anlaşanlar arasındaki birliktelik ve sevgi, başkasına
olan düşmanlıktan kaynaklanıyordu.
» Körü körüne bağlılığı doğuran taraftarlık, gerçeklerin keşfine en büyük engeldi.
Eğitilmesi böylesine zor olan insan türü, kendi varlığını, bazen kurup bazen
yıktığı birlikte yaşama kültürünün temeli olan medeniyetlerle sağlamaya çalışmıştır.
Kurması uzun zaman dilimlerinde olan medeniyetleri oldukça kolay bir şekilde yıkan
iki neden vardı Said Nursi'ye göre:
Birisi, ahlaki temelleri olmayan medeniyetler yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü insanların
duyguları sınırlandırılmadığı takdirde diğer insanların hukukları tehdit altında
kalacaktır. Bu sınırlandırma ise insanın kendi iradesiyle olmalıdır. İnsan ancak
iç özgürlüğü ile kendi duygularını sınırlandırabilir. İnsanın kendi iç özgürlüğü
dış özgürlüğünü doğuracaktır. Bu da ne kendine ve ne de başkasına zarar vermeme
şeklinde görülecektir. Başkalarının özgürlüğünü tehdit etmeyen bir irade insanlara
yararlı olacaktır. Aksi takdirde iç esareti, yani nefsin esiri olan insanın hayvani
özgürlüklerle sınırsızlaşan sefahati kendi yıkıcı özelliklerine destek verdiğinde
ve durum genel toplumsal yaygınlık kazandığında o medeniyetin ayakta kalma şansı
olmayacaktır.
İkincisi, toplumları "ebter (soysuz)" bırakan ve medeniyetleri yıkan diğer konu
ise, toplumsal merhamet eksikliğine neden olan duygusal zayıflığın gelir dağılımında
da adil olmayan paylaşıma neden olmasıdır. Bu sonuç, ulusların ve dünyanın gelir
dengelerinde ve ekonomide bozulmalara ve sosyal çatışmalara ortam hazırlamıştır.
Toplumsal çarkın ortaya çıkardığı faydalar yetersiz kalıyor ve zararlar galip geliyorsa,
sosyal çatışmalar ve sınıf mücadeleleriyle o medeniyetin ayakta kalması da mümkün
olmayacaktır.
Gerek Doğu ve gerekse Batıda yer alan medeniyetler, coğrafi dağılımdan değil,
düşünce, fen ve sanat alanlarında, düşünce ve felsefi konularda birbirlerinden oldukça
etkilenmişlerdir. Medeniyetlerin birbirine katkısı kaçınılmazdır.
İslam dünyası da gelişen ve değişen dünyayı yönlendirmeyi bir yana bırakın, gelişmeler
ve değişmelere ayak uydurmada da zorlanmıştır. 1900'lü yılların başından itibaren
Osmanlı Devleti'nde oluşan "meşrutiyet, hürriyet ve eşitlik" kavramları ciddi anlamda,
istisnalar dışında, sahiplerini bulmamış ve ölü doğmuşlardır. İslam ülkelerinde
demokrasi, özgürlük ve eşitlik gibi temel insani değerlerin yer bulamamasının nedenlerine
baktığımızda, Müslüman toplumların altı çeşit hastalığıyla karşılaşmaktayız:
1) Ümitsizliğin kişisel ve toplumsal olarak hayatımıza yerleşmiş olması
2) Doğruluğun kişisel, toplumsal ve özellikle politik hayatta ölmesi
3) Düşmanlığı sevmek
4) Toplumu birbirine bağlayan manevi bağları bilmemek
5) En küçük birimine kadar, toplumun her kesimine kadar yayılan ve yayılma yeteneği
olan diktatörlük
6) Hayatımızı kişisel çıkarlar üzerine bina etme arzusunun yüksek olması.
Bu altı hastalık özellikle son üç asır içinde İslam toplumlarında ciddi kaynamalara
neden olmuştur. Oysa İslamiyet'in, aklın hükmettiği günümüzde diğer insanlarca benimsenmesini
engelleyen ve Müslümanların dünya nüfusu tarafından yanlış tanınan imajını düzeltmek
için atılması gereken adımlar şunlardı Said Nursi'ye göre:
1) Cehalet, vahşet ve taassubun yerine konuşlanan marifet ve medeniyetin İslam
aleminde daha fazla gelişmesi gereği.
2) Tahakküm ve taklidin yerine konuşlanan özgürlük ve gerçekleri araştırma eğiliminin
İslam âleminde de yerleşmesi gereği.
3) İslam alemindeki istibdat ve ahlaksızlığın sonuçlarının toplumu perişan etmesinden
dolayı ders alınması gereği.
4) Fen bilimleri ile din bilimleri arasında olduğu sanılan çatışmanın, aksine
İslamiyet'in fenler konusundaki yaklaşımının öğrenilmesiyle düzeltilmesi.
Dört sebebe bağlı bu dört sonucun insanlık aleminde özellikle fenlerin gelişmesiyle
ortaya çıkan "Taharri-i hakikat, insaf ve muhabbet-i insaniyetle" bir şekle girmesi
umut verici gelişmelerdir.
21. yüzyıl silah, kılıç yerine; hakiki medeniyet, maddi terakki, hak ve hukuk
kavramlarının insan eksenli yorumlanmasıyla parlayacaktır. Daha fazla demokrasi,
daha fazla adalet, daha fazla insanlık… Bu parlamada en önemli rolün özellikle yeniliklere
açıklığı ile Türkiye'nin eğitiminde ve eğitime rehberlik yapacak olan eğitim bilimi
aydınlarımızda olduğu kanaatindeyim. Bu çalışma, "Medresetü’z-zehra" adıyla anılan
yakın tarihe ait bir eğitim kurumu modelinin ve bu modelin temel eğitim yaklaşımının
bu ülke gerçeklerine ne kadar uygun ve bu modelin eğitime daha fazla yer vermesi
gereken doğunun reçetesi olduğunu gözler önüne sermektedir.
Medresetü'z-Zehra Projesi
Medresetü’z-zehra Fikrini Ortaya Çıkaran Ortam
1900'ler ile 2000'ler arasında, üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen, eğitim açısından
İslam aleminde ciddi bir değişim ya da gelişimden söz etmek oldukça zordur. İslam
Âlemi, 19. yüzyıla değin, Avrupa'nın yaşadığı gibi devrimleri, iç çatışmaları ya
da Reform ve Rönesans türü atılımları yaşamamıştır. Çünkü İslam âlemi 17. yüzyıla
kadar, kendi dünyasında bilime, sanata ve medeniyete oldukça önem vermiştir. Bunda
din-bilim çatışmasının yaşamamasının da büyük rolü vardır. İslamiyet'in, Hıristiyanlığın
aksine, akla, bilime, fenne, tabiat üzerinde düşünmeye, aklı kullanmaya verdiği
önem bunu sağlamıştır. Düşünme ve düşünce özgürlüğü vardı İslam dünyasında.
Avrupa'nın, aydınlanma sonrasındaki gelişimleri, Osmanlıların ortaçağ egemenliğine
son veren girişimleri, Osmanlılarda özellikle eğitim alanında yanlış yansımalara
neden olmuştur. Bir asker-devlet yapısı olan ve gücünü kılıcından alan bir yaklaşım,
modern silahların üretildiği yeniçağ Avrupa'sında yeterli kalır mıydı sizce de?
Dar kalıplar içinde kalan ve yenilenmeyi eğitim sisteminde değil de yalnızca askeri
alanda gerekli gören bir bakış Osmanlıları yıkılmaktan kurtarabilir miydi hiç! Yaklaşım
böyle olunca, eğitime dikkat çeken ve eğitim reformu isteyen Said Nursi'nin yeri
de tımarhaneden başka bir yer olamazdı herhalde.
Osmanlıların son yüzyılında eğitim çatışmalarla doludur. Bu çatışma mektep, medrese
ve tekke arasında cereyan ediyordu. Bu çatışmayı yakından izleyen Batılı ülkelerse
vuracakları esas hedefi gösteriyorlardı: "Müslümanların elinden Kur'an alınmalıydı.
Bunun için ya Kur'an yok edilmeli, ya da Müslümanlar Kur'an'dan soğutulmalıydı."
Bu sıralarda yüreği Osmanlıyı yıkılmaktan kurtarmak için çırpınan ve bunun için
de temel yeniliklerle çarpan ve düşüncelerini devrin etkili insanlarına aktaran
ancak muhatabını bulamayan Bediüzzaman Said Nursi ise, eğitim reformuyla2 ilgili
görüşlerinde ısrarlıydı. O medrese, mektep ve tekke arasında cereyan eden çatışmalara
çözüm öneriyordu. Çözüm din ve fen bilimlerinin birlikte okutulmasıydı. Bu birliktelik
onun fen bilimlerini Allah'ın isimlerinin tecelli ettiği varlıkları inceleme alanı
olarak almasının, bir gün gelip fencileri Allah'ın varlığına ve birliğine inanmaya
götüreceği inancına sahip olmasıydı. Naturalizm, Nihilizm, Materyalizm gibi Allah'ı
inkar tezinden hareket ederek, inançsızlığa pozitif bilim adını verenlerden bilimi
kurtarmaktı amaç. Böylece Batı'dan gelen inançsızlık akımlarına karşı hem İslam
dünyasını ve hem de insanlığı korumak; fenne, akla, düşünceye karşı İslamiyet'in
ve onun kutsal kitabı Kur'an'ın kapalı sanılan kapılarını açmaktı Said Nursi'nin
amacı. İşte Medresetü’z-zehra fikrinin temel dayanağı da buydu.
Medresetü’z-zehra'nın Yeri ve Yapısı
Bediüzzaman'ın Medresetü’z-zehra'sı, "Alem-i İslam medresesi" ve "Mübarek medrese"
diye vasıflandırdığı Mısır'daki Câmiü'l-Ezher'in bir kız kardeşi olarak kurulacaktı.
Kız kardeşler doğurgan olacak, buradan yetişen nice insanlar gelecekte kendi ülkelerinin
başında, yönetimlerinde görev alacak, İslam ve dünya kardeşliğine adım atılacaktı.
Nice bilim adamları okul arkadaşlarıyla birlikte çalışacak, dünya bilimine yön vereceklerdi.
Nice yöneticiler ülkelerin kardeşliği için çırpınacaklardı. Hem de Camiü'l-Ezher
gibi bir tek kıtada değil, kıtaların birleşim yeri olan Bitlis'te, yani Avrupa,
Afrika ve Asya'nın coğrafi olarak tam ortasında yer alacaktı. İnsanlığın kardeşliği,
barışı ve esenliği, şefkat tohumları atılacaktı bu üniversitede. Bu önemli bir teoridir
ve bu okuldaşlık duygularını, bugün en iyi şekilde ABD üniversiteleri kullanmaktadır.
Bediüzzaman Medresetü’z-zehra'yı bir bütün olarak ele aldı. Yani kendi öğrenci
kaynağını kendisinin oluşturduğu bir sistemdi bu. Buna "Mahreç" dedi. Yani ilk ve
ortaöğretim de bu okullarda olacak; buradan mezun olanlar Medresetü’z-zehra'ya devam
edecekti. Belki de bu Medresetü’z-zehra'nın "bütünsel müfredatına" ya da "disiplinlerarası
müfredata" daha uygundu.
Bediüzzaman Medresetüzzehra'yı önemli bir insan kaynağı olarak gördü. Bu Osmanlının
dinamosu olacak yeni bir kuşak demekti. Osmanlıyı yıkılmaktan, arkadan hançerlenmekten
ve ihanetlerden koruyacak önemli bir projeydi. Bu bakımdan insan kaynağını yetiştiren
bu üniversiteden yetişen beyinlerin sosyal hayatın her alanında hizmet vermesi sağlanacaktı.
Neden Medresetü’z-zehra İsmi?
Bediüzzaman, bu projeye "medrese" adını koydu. Gerekçelerini ise bu ismin bilinirliğine
ve toplumca kabul edilebilirliğine bağladı. Ayrıca medresenin "cazibeder" ve "şevketengiz"
bir itibarının olduğuna atıfta bulundu. Bu ismin "büyük bir hakikati tazammun ettiği"ni
açıkladı. Gerçekten de "Nizamiye medreseleri"nin kurucusu ve bu geleneğin başlatıcısı
bilge vezir Nizamül-Mülk'ten bu yana, İslam dünyasında bilime, sanata, kültüre yön
verenler medrese mahsulüydü. Onun için "mübarek" "cazibedar" ve "şevkengiz"di medrese
ismi. Ayrıca o dönemde yeni kullanılmaya çalışılan ve üzerinde çatışmaların yaşandığı
"mektep" ismine karşı olası tepkileri önlemekti amaç.
Medresetü’z-zehra'nın Dili
Bediüzzaman, Medresetü’z-zehra'nın dili için, "Arabî vacib, Kürdî caiz, Türkî
lazım" diyor projesinde. Gerçekten de Bediüzzaman, bugün AB'nin üye ülkelerde zorunlu
kıldığı üç dille eğitimi, bir asır önce İslam dünyasında açılacak bir üniversiteye
öneriyordu. Osmanlının hala ayakta olduğu ve Arapçanın İslamiyet'in temel dili olduğu
gerçeğinden hareket edersek İslam aleminin neredeyse her tarafında hakim dildi Arapça.
Üstelik medreselerin kuruluşundan itibaren bir bilim diliydi de. Bu biraz da güçle
açıklanabilir. Eğer Osmanlı hakimiyetini devam ettirseydi ve Medresetü’z-zehraların
yaygınlaştığını tasavvur etmiş olsaydık, Arapça ve Türkçe dünyada en çok kullanılan
dil olabilirdi. Nitekim ortak kültüre sahip ülkelerin en baskın olanı kendi dilini,
İngilizce gibi, ortak dil haline getirmiştir.
Ancak durum bugün böyle değildir elbette. Günümüzde İngilizce dünyada bilim dili
olmuş ve hemen her ülkede ikinci dil haline gelmiştir. Gerçekçi düşünürsek, ana
dilden başka, bugün dünya için İngilizce gereklidir.
Ana dilde eğitim bağlamında "Kürtçe" tartışmalarının devam ettiği günümüzde,
Bediüzzaman'ın "Kürdi caiz" ifadesi de bir gerçeği yansıtmaktadır. Çünkü o, en büyük
düşmanlarımızdan biri olan "cehaleti" Doğu Anadolu'ya "eğitimi, medrese kapısıyla
sokmak"la ortadan kaldırmaya niyetlenmiştir. Daha ötesinde ise ırkçılıkla Doğu Anadolu'daki
insanların ifsat edilmemesi için de, o insanların anlayacağı dille onlara hitap
edilmesini bu üniversite modeliyle teklif etmektedir. Bediüzzaman Türkçeyi de resmi
ve siyasî dil olarak görüyordu. Bu model eğer yaygınlaştırılmış olsaydı, o döneme
göre söyleyecek olursak, muhtemelen Arapça sabit kalıp, yerel diller ile resmi diller
değişmiş olacaktı.
Projenin Şekilsel Diğer Özelliklerine Gelince…
1) Öğretim üyelerinin hem maddi ve hem de manevi alanda yetkin olmalarını istemektedir.
Özellikle birbiriyle ters düşen değil, birbirini tamamlayan özelliklerinin olmasını
istemektedir.
2) Öğretim üyelerinin bir kısmının yerel insan kaynaklarından temin edilmesini
öngörmektedir. Bu düşüncenin iki amacı vardır: Birincisi, yerel toplumla iletişim
kurmak için aracı insan gücüne duyulan ihtiyacı karşılamak; ikincisi ise bu tür
okullara tepki değil destek bulmaktır.
3) Öğrenci kaynağını hem yerel toplumdan ve hem de üniversitenin hitap ettiği
o geniş coğrafyadan karşılanması düşünülmüştür.
4) Maddi kaynaklar olarak vakıf öncelikle düşünülmüştür. Bugün en iyi üniversiteler
geniş maddi imkanlara sahip olan vakıf üniversiteleridir. Çünkü eğitim ciddi bir
yatırım sermayesi gerektirir. ABD'nin önemli üniversiteleri ve dünyada diğer meşhur
üniversitelere baktığımızda bunların da kuruluşlarında vakıfların olduğunu hemen
görmekteyiz. Diğer gelir kaynakları da yine "hayır" üzerine kurgulanmıştır.
Projenin İçerik Özellikleri
1) Bediüzzaman'ın en büyük hayallerinden birisi "akıl" ile "kalbi" birleştirmektir.
Bu kavramlardan aklı temsilen "mektep", kalbi temsilen "tekke" ve bu ikisini birden
içeren "medrese" olarak anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Bediüzzaman'ın bu projeyle
esas amacı, İslam alemini cehaletten kurtarmak ve yeniliklere açmaktır.
2) Bunu yaparken aklın nuru olan fen bilimlerini, kalbin ışığı olan din bilimleriyle
birleştirmekle daha pozitif düşünen, ortaçağ İslam bilimi gibi, Anadolu'yu keşif
ve icatların beşiği haline getirmektir. Ayrıca, yaklaşmakta olan pozitivist eğitimin
önünü keserek, naturalizm, materyalizm, nihilizm gibi sonu belirsiz yollardan İslam
alemini ve insanlığı kurtarmaktır.
3) İslam aleminde lüzumsuz çatışmalara beşiklik eden mektep, medrese ve tekke
çatışmalarını önlemekle kalmayıp, bir tür şura oluşturmaktır.
4) Eğitimin yaygınlaştırılması için "öğretmen eğitimi"ne önem vermek de bu projenin
en önemli ayaklarından biridir. "Daru’l-muallimin" özelliklerini Medresetü’z-zehra
ile birleştiren bir yaklaşım istemektedir. Böylece maarif buradan yetişecek öğretmenlerle
topluma inebilecektir.
Bediüzzaman Medresetü’z-zehra Projesiyle Neleri Hedeflemiştir?
1) Eğitimi bu proje ile Doğu Anadolu'ya sokmak,
2) O dönemde anlaşılmaya çalışılan Meşrutiyet ve hürriyetin öneminin kavranmasını
sağlamak,
3) Toplumun aydınları olan dönemin Kürt ve Türk alimlerinin aydınlatma işine
devamlarını sağlamak,
4) İslamiyet'i, ona taraf ve karşıt olanlarda oluşan peşin hükümlerden korumak,
5) Din ve fen bilimlerini buluşturmak,
6) Medrese, mektep ve tekke taraftarlarının birliğini sağlamak…
7) Bireysel dersler veren ancak değeri anlaşılamayan başarılı bilgin ve bilge
kişilerin bu başarılarını kurumsallaştırmak,
8) İnsanları, toplumu ve devletleri ırkçılık tehlikesine karşı bilinçlendirmek,
9) İslamiyet'in ve kaynağı olan Kur'an'ın modern fenlerin de kaynağı olduğunu
göstermektir.
Bir Bakışta Medresetü’z-zehra3
Adı : Uluslararası Zehra Üniversitesi
Vizyonu : Aklı vicdanla destekleyen bir eğitimle uluslararası normlar oluşturan
bir üniversite olmaktır.
Misyonu : Bilim ve eğitimde uluslararası ortak normlara sahip, inanç farklılıklarına
saygılı, kendi ülkesinin gerçeklerine duyarlı bireylerle, insanlığın mutluluğuna
hizmet etmektir.
Temel Değerleri:
» Toplumsal cehaleti ortadan kaldırıp bilinçli dünya vatandaşı yetiştirmek
» Yerel kültürel değerlerle evrensel ortak değerleri buluşturmak
» Pozitif düşünen dünyayla iletişime açık normal bireyler yetiştirmek
Amaçları:
» Eğitimi yaygınlaştırmak
» Eğitimde özgürlüğü sağlamak
» Fen ve din ilimlerini birlikte okutmak
» İttihad-ı İslam'ı sağlamak
» Din alimlerini fen bilimleriyle; bilim adamlarını da dini ilimlerle buluşturmak
» Öğretmen eğitimini sağlamak
» Bilimsel yayın yapmak
» Araştırma kaynağı olmak
» Yerel insan kaynaklarından faydalanmak
» Uluslararası diploma geçerliliğini sağlamak
» Kurumsal eğitim vermek
» Din eğitimi veren kurumlarla fen bilimleri eğitimi veren kurumların barışmasını
sağlamak
Yapılanması:
Kurulacak üniversiteye, pozitif çağrışım yaptıran, uluslararası kabul görecek
ve üniversitenin amacını çağrıştıracak bir ismin konması amaçlanmıştır.
Eğitim Dili: Bilim dilleri, resmi diller ve yerel diller.
Günümüzde gelişmiş ülkelerde eğitim ve öğretimde en az üç dilin öğretilmesi esas
alınmaktadır. Bediüzzaman'ın önerdiği üç dilden Arapça, o günkü dini ve bilim dili
idi. Türkçe resmi dil, Kürtçe ise yerel dil olarak zikredilmiştir. Günümüz şartlarını
da dikkate alarak temel dini dil olan Arapçanın muhafaza edilmesini, yaygın bilim
dili olarak kullanılan İngilizcenin gerekliliğini ve yerel dillerin de kullanılmasını
öngörmekteyiz.
Finansman:
Her türlü bağış, finans destekli proje gelirleri, işletme gelirleri, uluslararası
öğrenci akışından elde edilen gelirler. Diğer gelirler ise şöyledir:
Vakıf gelirlerinden ayrılan paylar: Osmanlıda vakıf müessesesi devletten daha
güçlü durumda idi ve genellikle eğitim müesseseleri vakıflara bağlı idi. Zamanla
bu müessese ihmal edildi. Mallarına çeşitli şekillerde el konuldu, satıldı; ama
günümüzde yine canlanmaya başladı. Vakıflar genellikle eğitim amaçlı kurulmaktadır.
Bu da Bediüzzaman'ın vakıf gelirlerinin eğitime yönlendirilmesi tezini doğrulamaktadır.
Halkın zekâtlarından elde edilecek gelirler: Bilhassa zamanımızda zekâtların
en hayırlı şekilde verileceği yerler eğitim müesseseleri ve orada okuyan talebelerdir.
Bediüzzaman birçok aceze seele üretmek yerine zekâtların eğitim gibi insanların
temel ihtiyacına yönelmesini tavsiye etmektedir.
Sadakalar: Hayır sahiplerinin yardımları olan sadaka ve nezirlerin de eğitimin
gelirleri olması gerektiği fikri yine Bediüzzaman'ın bir içtihadıdır.
Devlet tarafından sağlanan ödenekler: Bunun da daha sonra geri ödenmek kaydı
ile alınması gerektiğini de ifade eden Bediüzzaman böylece üniversitelerin birer
üretim merkezleri olması gerektiğine de işaret etmektedir.
Bu projeyle sivil toplumun eğitime doğrudan ve dolaylı olarak katkısını sağlamaktır.
İnsan Kaynakları: Kendi alanlarında yetkin isimler ile akademik unvanı olmayan
uzmanlar.
Alanlarında uzman akademik deneyime sahip hocaların yanında herhangi bir akademik
unvanı olmayan ancak bilgi düzeyleri yeterli kişileri de öğretimde istihdam etmek
mümkündür.
Sponsoru, Bağlı Olduğu Kuruluş: Vakıf işletmesi
Medresetü’z-zehra'nın Kurulması İçin Girişimler
İstanbul'a gelerek Doğu Anadolu merkezli bir üniversite açılmasını II. Abdülhamid'e
önerdiği 1907 Kasım'ından vefatına kadar bu amacından zerre kadar sapmayan Bediüzzaman,
farklı devirlerde hakim olan zihniyetler yüzünden itilip kakılmışsa da, bugün onun
bu değerli projesi hala güncelliğini korumaktadır.
Milletiyle bütünleşmiş bir AB üyesi ülkenin, bir de İslam alemini de arkasına
almış bir AB üyesi Türkiye'nin nasıl bir güç haline gelebileceğini tasavvur edebiliyor
musunuz?
II. Meşrutiyet döneminde, Sultan Reşad'ın kabulüyle Van-Edremit'te temeli atılan
Medresetü’z-zehra, bugünlerde Kültür Bakanlığı'nın girişimiyle Edremit'in hemen
karşısında yer alan Akdamar Adasında yeniden faaliyete başlayacak olan Ermeni Kilisesi
kadar önemliydi.
TBMM'nin açılışıyla Ankara'ya davet edilen Bediüzzaman, Ankara'da da Medresetüzzehra'nın
açılışı için yine faaliyetlerine devam etmiştir. Bediüzzaman, o dönemde içlerinde
Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu 200 milletvekilinden, 163'ünün reyi ile Doğu'da
bir üniversite kurulmasını kabul ettirmişti. Ancak bu teşebbüs de gelen siyasal
dalganın etkisiyle akim kalmıştı.
Bediüzzaman, çok partili hayata geçildiği dönem olan 1946'dan itibaren, özellikle
DP iktidarında da bu tekliflerini yinelemiştir. Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar
ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere pek çok milletvekili bu projeye destek vermişlerdir.
Ne yazık ki, niyetlenilmesi ve çıkış fikri Medresetü’z-zehra olan böyle bir proje
Erzurum'da başka bir mahiyette kurulduğundan Medresetü’z-zehra amacına ulaşılamamıştır.
55 yıl boyunca gösterdiği çabalara rağmen Medresetü’z-zehra projesini fiili olarak
gerçekleştiremeyen Bediüzzaman, yöneticilere ve topluma şu fikirleri kazandırmıştır:
"Dinsiz bir millet yaşayamaz. Ancak, günümüzde yalnızca din ilimleri yetmez;
din ve fen bilimleri birlikte okutulmalıdır. Eğitim felsefesi bireyi esas almalıdır.
Bireyin dünya ve ahiret dengesini sağlayacak ölçüler kazanmasını sağlamalıdır. Ne
"dinde hassas, muvazene-i akliyede noksan" insan tipi ve ne de "dinsiz bir mutaassıp
kâselis" tipi bize gitmez. Bize hamiyetli insan modeli lazımdır. O da kendine ve
başkasına zarar veremeyen, toplumsal yaşamda hürmet ve merhameti elden bırakmayan
insan tipidir."
Bediüzzaman şekilsel olarak Medresetü’z-zehra projesini gerçekleştirememiş olsa
da, bu projeyi yazdığı Risale-i Nur eserleri ile gerçekleştirmiştir. "Medresetü’z-zehra"
yerine "Medrese-i Nuriye"ler aynı amacı gerçekleştirmiştir. Çünkü Medresetü’z-zehra'
nın mahiyeti Risale-i Nur'la ölçüler halinde sunulmaktadır. Bundan sonra hangi düzeyde
okul kurmak isteyen olursa olsun, hangi düzeyde müfredat yazmak isteyenler varsa,
bir "Yöntemler" kitabı olan Risale-i Nur'a bakmalıdırlar.
Medresetü’z-zehra Üzerine Bir Güncelleme
Çoğumuzun aklından, "Bediüzzaman şu tarihlerde Doğu'da böyle bir üniversite açılsın,
demiş. Bunu anladık da, bugün 80'den fazla üniversiteye sahip ülkemizde, üstelik
İlahiyat fakülteleri de varken, Bediüzzaman'ın bu projesini nasıl güncelleştirebiliriz?"
şeklinde sorular geçmiş olabilir.
Aslına bakarsanız "Medresetü’z-zehra" projesi duvarları yükselmiş, üstünde çatısı
olan, içinde odaları bulunan bir bina kurmak değildir. Bu projenin esas amacı üzerinde
kurgulandığı "Temel felsefedir." Bu felsefe anlaşılırsa, şu andaki gerek ilk ve
orta öğretim kurumlarının ve gerekse üniversitelerin verdikleri ürünler olan mezunları
üzerindeki etkileri de iyi anlaşılacaktır.
Bu bakımdan, Bediüzzaman'ın eğitim yaklaşımını anlamak gerekiyor. Onun eğitim
yaklaşımını bize en mükemmel bir şekilde Risale-i Nur sunmaktadır.
Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı
Eğitim ve Konusu:
1) Bediüzzaman'a göre, eğitim, hem insanda ve hem de kainatta yerleştirilmiş
gizli hazineleri keşfetme sürecidir (30. Söz). Ona göre, tanınmayı isteyen Yaratıcıyı
bilmek ve anlamak için, "ene" olarak isimlendirdiği insan benliğinin bilinmesi ve
benlik şifresinin çözülmesi gerekmektedir. İnsan, bu çözüm için gösterdiği çabanın
sonucunda, kalbine sunulan imanın verdiği güçle, davranış değişikliğine gider ve
insani özgürlüğü elde eder. Ona göre, eğitim, insanı, davranışlarında ifrat ve tefritten,
yani aşırılıklardan korumalıdır. Bediüzzaman'a göre, insanda kişiliği oluşturan
üç temel kuvve vardır. Bunlar, iyiyi kötüden ayıran akıl, menfaatleri çeken şehvet
ve zararlı şeyleri uzaklaştıran gazaptır. İnsan, bu üç kuvvede orta yolu bulmak
zorundadır. İşte, eğitim burada rehberlik yapar. Kişi, eğitim yoluyla "doğruyu yanlıştan",
meşru olanı gayr-i meşru olandan ayırmayı, gücünü hak ve adaletle kullanmayı öğrenmelidir.
Böylece, imtihan için gönderildiği bu hayattan yüzünün akıyla çıkıp, ebedi hayatına
yatırım yapmalıdır.
2) Bediüzzaman'a göre, eğitimin temel konusu "İnsan"dır. Eğitim insanı anlamak
ve onun fıtratına uygun davranışlar kazandırmak için vardır. Çünkü insan, bu dünyaya
"İlim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek" için gönderilmiştir (Sözler, 285). Bu bağlamda,
insan fıtratına baktığımızda gözlenen gerçekler şunlardır:
» İnsanın inanmaya ihtiyacı vardır.
» İnsan değerler sahibidir. İnsan en müntehap ve seçkin şeyleri ister, gözünü
daha iyiye diker. Arzularına ulaşmaya çalışırken ortaya çıkması muhtemel haksızlıkları
ortadan kaldırmak için de bir değerler manzumesine ihtiyacı olduğunu anlar.
» İnsan insana muhtaçtır. Yalnız olduğunu bilen ve toplu yaşamaya ihtiyaç duyan
tek canlı insandır. Bir ekmeği yemek ve bir elbiseyi giymek gibi en basit ihtiyaçları
için diğer insanlara muhtaç bir varlıktır.
Eğitimin Amaçları
1) Bediüzzaman'a göre, eğitimin ilk amacı, kişiye iman ve marifetullah'ı kazandırmaktır;
Allah'ı tüm isimleri ve evrendeki tüm tasarrufuyla bilmektir. Ona göre, güçlü bir
iman, sahibi için hem nur ve hem de kuvvettir. Eğitim, sorumlu bireyler yetiştirmek
için, onlara tahkiki bir iman ve marifetullah'ı kazandırmakla yükümlüdür.
2) Bediüzzaman'a göre eğitim özgür bireyler yetiştirmelidir. Ona göre, hürriyet
"İnsanın ne kendisine ve ne de başkasına zarar vermemesidir." Din ve kalbin hakim
olduğu Doğu toplumlarında, kişisel ve toplumsal hürriyetler, kişilerin içsel sorumluluğuna
bağlıdır. Kanun gücü ikinci derecede etkili olabilir. İçsel disiplin ya da içsel
özgürlük, güçlü bir iman ile sağlanabilir. İman ne kadar parlak olursa, kişi o kadar
özgür olur. Hatta o bunu kendi hayatında şöyle ifade etmiştir: "Ekmeksiz yaşarım,
hürriyetsiz yaşayamam!"
3) Bediüzzaman'a göre eğitimin amacı bilinçli, sorgulayıcı insanlar yetiştirmektir.
Hayatın manasını, ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, vazifesinin ne olduğunu
sorgulamaktır. Bu sorulara ikna edici cevaplar vermek eğitimin işidir. Gerçekten,
sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya ne kadar layıktır? Kendi yaşamını sorgulamayan
insanların, sosyal hayata ilişkin gözlemlerini sorgulaması ne kadar beklenebilir?
Sokrat'ın deyişiyle, "Samimiyetle sorgulayan bir vatandaş, samimiyetle alkışlayandan
daha önemlidir." Bediüzzaman da, "Bir millet cehaletle kendi hukukunu bilmezse ehl-i
hamiyeti dahi müstebit yapar" demekte, eğitimin bu bilinci vatandaşa kazandırmak
durumunda olduğunu belirtmektedir. Nitekim, yapılan araştırmalara göre, halkın siyasi
kararlara katılımı ile eğitim düzeyi arasında yakın bir ilişki olduğu ortaya konulmuştur.
Hatta birçok ülkede, halkın okuma yazma oranı ile seçimlere katılma oranlarının
da aynı olduğu gözlemlenmiştir.
Eğitim Hedefleri
Bediüzzaman'a göre, eğitim hedefleri ferdi, toplumsal ve uluslararası olmak üzere
üç ana grupta toplanmaktadır:
» Tahkiki imana sahip özgür fertler yetiştirmek
» Dini ve dünyevi hayatta dengeli bireyler yetiştirmek
» Çoğulcu ve haklara saygılı, istikametli fertler yetiştirmek,
» Nefsini ıslah etmekle işe başlamak
» İnsanlara faydalı olmak
» Yetenekleri inkişaf ettirmek
» Müspet hareket eden bireyler yetiştirmek
» İnsan psikolojisini bilerek eğitim vermek.
» Mukteza-yı hale uygun söylem geliştirmek
» Kainata mana-yı harfi ile bakmak
» Tezellüle tenezzül etmeyen, zilleti reddeden bireyler yetiştirmek
» Kardeşlik ve uhuvvet duygusu geliştirmek
» Sosyal uzlaşma için ortak paydalardan yararlanmak
» Hukukunu bilen öncü vatandaş tipi oluşturmak
Eğitim İlkeleri
1) Bediüzzaman'a göre, aklı aydınlatan fen bilimleri, kalbi ışıklandıran ise
dini ilimlerdir. Bu ikisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar. Bediüzzaman'ın
bu ifadesi, üç bölümden oluşan beynin öğrenme sistematiği ile örtüşmektedir. İnsani
değerler orta beyin olarak isimlendirdiğimiz hipokampus ile üst beyin dediğimiz
korteksin birlikte kullanımıyla ortaya çıkar ve hakikatler daha iyi kavranabilir.
Kalp olarak isimlendirdiğimiz orta beyin, yani duygularımızın merkezi, dini hissiyatımızı
ayakta tutarken, entelektüel zekamızın kaynağı olan korteks ise düşünce üretir.
Bediüzzaman, aklın nuru olarak ifade ettiği fen bilimlerinin kaynağı olan entelektüel
zekanın din bilimlerinin merkezi olan duygusal zeka ile birlikte kullanılmasını
önermektedir. Öğrencileri başarıya ulaştıran, işte bu iki kanadın birlikteliğidir.
2) Bediüzzaman'a göre, eğitim hizmeti herkese sunulabilmeli, her bireyi kapsamalıdır.
Nasıl ki, güneş doğduğunda ışıklarıyla iyi-kötü, pis-temiz her varlığı aydınlatıyor,
üstelik bir varlığı aydınlatması diğer bir varlığa eksiklik vermiyorsa, eğitim de
herkesi kapsama alanına almalıdır. (non-rivalry) Eğitim aynı zamanda dışlayıcı (nonexculisiveness)
olmamalıdır. Bu görüşler ışığında, eğitimde fırsat eşitliği evrensel bir haktır.
Bu hak hiçbir şart altında ortadan kaldırılamaz. Bu bağlamda, inancından dolayı
başörtüsü takan ve bu nedenle de okuluna devam edemeyen öğrencilere reva görülen
yasak hiçbir şekilde insan hak ve özgürlüklerine sığmaz.
3) Bediüzzaman'a göre, hürriyet olmadan ilim gelişemeyeceği gibi, ilim olmadan
da hürriyet gelişemez. Ona göre, kişisel ve kurumsal baskının ilme ve bilimsel düşünmeye
engel olmaması gerekir. O her şartta ilmi baskıya karşı çıkarak, hür düşüncenin
ve yeni bilim adamlarının önünü açmıştır. Ayrıca o, siyasal sistem ile eğitim ortamı
arasındaki ilişkiye de dikkat çekerek, hürriyetlerin akılları geliştiren ve güçlü
eğitim ortamı tesis eden özelliğine dikkat çekmiştir.
4) Bediüzzaman'a göre, siyasetin ve devlet otoritesinin yönlendirdiği her eğitim
sistemi, eninde sonunda devletin kutsallığı doktrinini aşılayacağından, halkın da
eğitime katılımı sağlanmalı ve özel eğitim kurumları artmalıdır. Onun Doğu'da açmayı
planladığı Medresetü’z-zehra isimli üniversite projesiyle sivil toplumun eğitime
doğrudan ve dolaylı katılımını benimsemiştir. Kısacası, klasik, kitlesel ve merkeziyetçi
eğitim anlayışlarını benimsememiştir.
Eğitim Yöntemleri
1) O eğitim yöntemi olarak şu ilkeleri benimsemiştir:
» Batıl şeyleri tasvir etmeden sunmalı
» Kaynaştırıcı ve seviyeye uygun eğitim vermeli
» Güncel olmalı
» Motive edici olmalı
» Şefkat ve sevgi merkezli sunulmalı
» Fıtratı değiştirerek değil, duyguları yönlendirerek eğitmeli
» Hem hikmetli ve hem de muhakemeli konuşmalı
» Öğretmen, görevinin öğrencilere bilgi hazinelerinin anahtarını vermek olduğunu
bilmeli
» Birden fazla dilde eğitim verilmeli
2) Bediüzzaman, eğitimi mekan, zaman ve kişiyle sınırlandırmamıştır. O her ortamı
eğitim mekanı olarak değerlendirmiştir. Nitekim, o ağır suçlardan dolayı hapis yatan
mahkumlara verdiği derslerle, hapishaneyi bir okul (medrese) haline getirmiş ve
buna da Medrese-i Yusufiye ismi verilmiştir.
Din Eğitimi
Bediüzzaman'a göre, din eğitimi fen bilimleri ile birlikte verilmeli, ayrıca,
bir ihtisas alanı olarak, uzmanı tarafından dini tedrisat olarak da sunulmalıdır.
Örgün ve yaygın eğitimde din eğitimi ilkeleri şunlar olmalıdır:
1) Dini eğitim en az 3 yaşında başlamalıdır. Çünkü insan beyninin % 70'i 3-7
yaş arasında oluşmaktadır.
2) Dini eğitimde iman ve marifetullah özenle sunulmalıdır
3) Din eğitimi fen bilimleriyle desteklenmelidir.
4) Din eğitimcileri yaşamadan yaşatamayacağı için, öğrettiklerini önce nefislerinde
yaşamalıdırlar.
5) Din eğitimcisi, doğru İslam'ı ve İslamiyet'e layık doğruluğu sunmalıdır.
6) Dini eğitim, sosyal bilimlerin, psikoloji ve pedagojinin kuralları çerçevesinde
verilmelidir.
7) Din eğitiminde iletişim daima pozitif olmalıdır.
8) Dini kavramlar net olarak açıklanmalıdır.
9) Din eğitiminde seviyeye uygun müfredatlar yazılmalıdır.
10) Din eğitimi veren kurumlar çağın gereklerine göre geliştirilmelidir.
11) Din eğitimi, alanında uzman kişiler tarafından verilmelidir.
Sonuç
Bediüzzaman Said Nursi, çalkantılarla dolu, helaket ve felaket asrının insan
fıtratına aykırı eğitim modellerinden hiç birini benimsememiş; beşeriyete yeni eğitim
modeli sunmuştur. Bu bağlamda, Onun sunduğu model insanın özellikleri olarak şunları
sıralayabiliriz:
1) İman çerçevesinde özgürlüğüne düşkün
2) Duygusal ve entelektüel zekasını kullanabilen
3) Farklılıklara saygılı ve çeşitliliği benimseyen
4) Hamiyetli ve gayretli, fedakar ve izzetli
5) Sorgulayıcı ve adaletli, insaflı, şefkatli ve merhametli
6) Niçin yaşadığını bilen ve ona göre biçimlenen
7) Kaliteli, insan-ı kamil bir Asr-ı Saadet Müslüman'ı modelini hedeflemiş ve
bunu kendi yaşayışıyla da göstermiştir.
Öz
Bu çalışma güncel bir Medresetü'z-zehra denemesidir. Bu çalışmayla, "Medresetü'z-zehra"
adıyla projelendirilen yakın tarihe ait bir eğitim kurumu modelinin yapısı ve amaçları
ortaya konmakta, bu modelin bugün Doğu'da yaşanan problemlere çare olabileceği savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Medresetü'z-zehra, Doğu, eğitim, din ilimleri, fen bilimleri
Abstract
This article is an actual trial for Medresetü'z-zehra. In this text, the author
explains about the structure and aims of a model of educational institution from
the recent history called Medresetü'z-zehra. It has been argued that this model
may be a good solution for the problems in the Eastern part of Turkey.
Key Words: Medresetü'z-zehra, East, education, religious sciences, natural sciences
Dipnotlar:
1. Burada Bediüzzaman'ın din ilimlerinin okutulduğu medreselerde
düşünce ekseninin, yani fen bilimlerinin de yer almasını, fen bilimlerinin okutulduğu
mekteplerde ise duyguların yani dini yaklaşımların da yer almasını isteğini veciz
bir şekilde görmek mümkündür.
2. Yakın dostu Van valisi İşkodralı Tahir Paşa'nın Sultan Abdülhamid'e hitaben
yazdığı referans mektubuyla İstanbul'a gelen Said Nursi, ilk iş olarak, Doğu'da
kurulmasını istediği üniversite ile ilgili bir dilekçeyi padişahın özel kalem dairesi
olan Mabeyn-i Hümayun'a sundu. Ancak, hükümet dilekçenin konusu olan üniversite
projesinin önemini kavrayamadı ve bunu gerçekleştirmek için hiçbir teşebbüste bulunmadı.
Bediüzzaman, İstanbul'a gelişinden iki ay sonra Fatih'teki Şekerci Han'da kalmaya
başladı. Burada odasının kapısına "Burada her suale cevap verilir, her müşkil hallolunur;
fakat sual sorulmaz" diye bir yazı astı. İçerisinde alimlere ve aydınlara gizli
bir meydan okuma da bulunduran bu davet, kısa sürede bütün İstanbul'a yayıldı. İlim
adamları, medrese hocaları, talebeler, siyasetçiler, herkes bu Şarktan gelen keskin
zekalı ve garip kıyafetli adamı konuşmaya başladı. İnsanların yavaş yavaş bu genç
alimin etrafında toplanmaya başlaması hükümetin evhamlanmasına sebep oldu. Birkaç
kere tutuklandı ve serbest bırakıldı. Said Nursi'den kurtulmak isteyen hükümet,
onu bir defa da Tımarhaneye gönderdi. Bunun muhalifleri sindirmek için başvurulan
bir yol olduğunu bilen Said Nursi: "Akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık
biliyorum. O çeşit akıldan istifa ediyorum" diyerek kendisini susturmak isteyenlerle
uzlaşmadı. Toptaşı Tımarhanesi doktorunun, "eğer bu adamda zerre kadar cünun varsa
dünyada akıllı adam yoktur" diye rapor vermesiyle de serbest bırakmadılar ve tımarhaneden
alarak hapishaneye gönderdiler. Gözaltında iken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa, kendisini
ziyaret ederek Padişahın selamıyla birlikte İhsan-ı Şahaneden 1000 kuruşu takdim
etmişti. Şefik Paşa, O'nun eğitim hakkındaki teklifinin Bakanlar Kurulunun gündemine
alındığını, kendisinin de açılacak üniversiteye otuz lira maaşla rektör tayin edildiğini
ve maaşının hemen başlayacağını da tebliğ etmişti. Bediüzzaman ise bunun bir sus
payı olduğunu ifade ederek, kendisine takdim edilen makamı ve ihsanı reddetmiş ve
derhal padişahla görüşmek istemişti. Hayretler içinde oradan ayrılan Şefik Paşa'dan
ve hükümetten herhangi bir haber çıkmamış, Bediüzzaman da hapishanede kalmaya devam
etmişti. (www.risaleinurenstitusu.org)
3. Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesince düzenlenen "Arama Konferansı: Risale-i
Nur Modelleri 24-25 Eylül 2005" oturumun sonuç bildirgesinden alınmıştır.