“The Middle Course/Balance Principal” and the Economic Approach of Bediuzzaman about the Manufacturing, Consumption and Circulation Economics in Hadiths
Giriş
İslâm Dîni’nin temel iki kaynağından biri olan sünnet-hadis, her
alanda İslâmî hayatın oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir. İslâm’ın ilk
yıllarında olduğu gibi, tarih boyunca da bu böyle olmuştur. İslâm’ın yayılma
tarihi gözden geçirildiğinde de bu gerçekle karşılaşılır. İslam’ın tebliğ
edildiği her kültür ve coğrafyaya sünnet verileri de ulaşmış ve bunlar, hayatın
şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Günlük hayatımızın önemli bir alanını
oluşturan iktisat/ekonomi ilminin alanına giren konularda da durum böyledir.
Dîni gereği gibi anlamak ve yaşamak, Kur’ân-ı Kerîm’i ve
özellikle onun beşerî planda evrensel yorumu demek olan Sünnet’i bütün ölçü ve
hususiyetleri ile kavramakla yakından alakalıdır. Kur’an ve Sünnet’e istinad
etmeyen her tür anlayış ve yaşantı şu veya bu şekilde ölçüsüzlükten
(ifrat-tefrit) kurtulamaz. Bunun ise Kur’an ve Sünnet’teki “orta yoldan
(vasatiyye)” uzaklaşmak anlamına geldiği aşikardır. Nitekim tarihte olduğu gibi,
günümüzde de Kur’an ve Sünnet’in orta yol ölçülerinden uzaklaşmakta, olumsuz
sonuçlara sebep olmakta ve birtakım aşırılıklara (ifrat-tefrit, ğuluv) sebep
olabilmektedir.
Bu tesbit, hayat için Kur’an ve Sünnet’in getirmiş olduğu ölçü
ve prensiplerin her birinin “orta yol/i‘tidal” ölçüsü olduğu gerçeğini bir çözüm
yolu olarak ortaya koymayı gerekli kılar. Çünkü her türlü ifrat-tefrit ve
radikallikten kurtuluş ancak Kur’an ve Sünnet’in ilkelerini vazettiği “orta yol”
ölçülerinin tesbit edilip onları hayatın her alanına tatbik etmekle mümkündür.
Zira sağlıklı fert ve toplum inşası Kur’an ve Sünnet’in ana hedeflerindendir.
Aşırılıklardan uzak kalıp orta yol üzere olmak, her hususta i‘tidali elden
bırakmamak ise fert ve toplum sağlığının şartıdır. Ekonomik krizin alabildiğine
hissedildiği günümüz dünyasında bu orta yol ölçüsü/prensibi, çok daha gerekli
hale gelmiştir.
Ne var ki Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu “orta yol”
anlayışının tesbitinde güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu güçlüklerin, öncelikle
Kur’an’daki ilgili nasların anlaşılmasında düğümlendiği açıktır. Ayrıca
Kur’an’ın hedeflediği orta yol prensibinin ferdî ve sosyal hayata uygulanmasında
tarihte farklı pratiklerin yaşanması bu güçlükleri daha da artırmaktadır. Ancak
Hz. Peygamber’in sünnetindeki orta yol/i‘tidal örnekleri ve bilhassa Hulefâ-yi
Râşidîn olmak üzere önde gelen Sahâbîlerin bu yöndeki uygulamaları, gerek
Kur’an’ın orta yol ölçüsünün tayin ve tesbitinde gerekse tarihteki Kur’an’ın
orta yol ölçüsünden sapmaları algılamada hayatî önemi hâizdir. Bu itibarla
konunun, koordinatları çizilmiş olarak günümüz insanına takdimi bizce zarurîdir.
Her ne kadar değişik eserlerde bu konu muhtelif yönleriyle ayrı ayrı gündeme
getirilmekte ise de, müstakil olarak ve modern dönemdeki tartışmaları da
kapsayacak tarzda ele alınmamıştır. Bedîüzzaman’ın gerek İktisad Risâlesi
gerekse Risâle-i Nûr Külliyâtı’nın diğer bölümlerindeki ilgili söz ve görüşleri,
esasen Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu orta yol prensibi ile alabildiğine
paralellikler taşımaktadır.
Temel Hadis Kaynaklarındaki İktisatla İlgili Rivâyetlere
Genel Bir Bakış
Sünnet verilerini ele alan ekonomistler, sünnetin hüküm ve
teşrî’ boyutuna dair hadislerdeki iktisadî prensiplerin1 dışında;
doğrudan üretim, tüketim ve dağıtım ile piyasalarda mal ve paranın serbestçe
dolaşımına dair pek çok ilke, uygulama ve yönlendirme bulacaklardır. Bu
ilkelerin yer aldığı hadisleri bazen inanç ve akîde ile alakalı hadisler
arasında; bazen özellikle zekât ve sadaka gibi ibâdetlerle ilgili hadisler
arasında bulmak mümkündür. Bunlar bazen de sünnetin zühd, tarih, ahlâk ve edeb
bölümlerinde bulunabilir. İktisatla ilgili hadisler bazen de, tahâretle alakalı
hadisler arasında karşımıza çıkar.2 Bu hadislere dualar ve zikirlerle
ilgili bölümlerde de rastlamak mümkündür. Şu hadisler buna dairdir:
“Allahım! Zenginlik fitnesinin şerrinden sana sığınırım.
Allahım! Muhtaçlık/Fakirlik fitnesinin şerrinden sana sığınırım.”3
Bir başka rivâyette de Resûl-i Ekrem, borçlanmaktan Allah’a
sığınmış ve Sahâbîlerin, “Yâ Resûlullah! Borca girmekten ne kadar Allah’a
sığınıyorsunuz?” diye sorduklarında da şöyle cevap vermiştir:
“Kişi borçlandığı vakit konuşur ve yalan söyler; söz verir,
sözünde durmaz.”4
“Allah’ım! Senden hidâyet ve takvâ, kanâatkârlık ve zenginlik
diliyorum”5
İktisatla alakalı hadisleri çoğu zaman da ahlâka ve davranışlara
dair hadisler arasında buluruz. Ayrıca hadislerde fâiz yiyen, yediren, fâiz
işinde çalışan ve şâhitlik eden kimseler için lânette bulunulmuştur. “Aldatan
bizden değildir”6 hadisinin de gösterdiği gibi, iktisadî hayattaki
önemli bir ahlâkî problem teşhis edilmiştir. Aynı şekilde, “Malı daha fahiş bir
fiyata satmak için günahkâr olandan başkası stok yapmaz”7 hadisinin
de gösterdiği üzere, piyasada malın dolaşmasına engel olan “stokçuluk” yapmak,
bir ahlâkî müeyyide olarak hadislerde yasaklanmıştır. Ayrıca sadece kendisi için
yaşayıp komşu ve akrabalarına önem vermeme kuruntusundan kurtulmayı öğütleyen
hadiste ise Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Komşusu aç iken tok olarak geceleyen (olgun-kâmil) mü’min
değildir.”8
Yine kamu mallarının çalınması, kötüye kullanılması ve bu yolla
ülkenin iktisadî hayatının zarara uğratılması da hadislerde özellikle yasaklanan
hususlardır.
Öte yandan hadis/sünnet kaynaklarını tetkik eden bir ekonomist,
çeşitli yatırım alanlarında üretim yapmayı teşvik eden pek çok hadis ile
karşılaşacaktır. Bu hadisler, bazen ilk bakışta hiç de o yönüyle düşünmediğimiz
hadisler olabilir. Mesela “Bir Müslüman ağaç diker veya ekin eker de ondan kuş,
insan veya hayvanlar yerse, bu yenen şey o Müslüman için sadakadır”9
hadisi böyledir. Zira burada topluma faydalı olacak bir iş/üretime yönelik bir
teşvik söz konusudur. Hz. Peygamber’in sanat ve meslek edinme, el emeği ile elde
edilen (helâl) kazanç ile geçinme konusudaki şu hadisleri de bu meyandadır:
“Hiç kimse asla kendi el emeğinin karşılığından daha hayırlı bir
rızık temin etmemiştir. Çünkü Davûd Peygamber (a.s.) el emeği ile geçinirdi.”10
“Sizden birinizin (yük taşıdığı) ipini alıp onunla bir demet
odun getirip satması (bu şekilde geçimini temin etmesi) ve böylece insanlardan
istememesi, isteyip de bazılarının verip bazılarının da vermemesinden çok daha
hayırlıdır.”11
Esasen bu hadislerde zikredilen durum, Bedîüzzaman’ın “hayatımın
bir düstûru” dediği ve hayatında bunun pek çok şâhidini gördüğümüz az bir helâl
kazanç ile yetinip “kanâatkârlık” ve “nâsdan istiğnâ”12 prensibi ve
hâlidir.
Diğer taraftan hadislerde ortaya konan ticarî ve iktisadî
ürünlerin en güzel şekilde üretilmesi yönünde de teşvik vardır. Mesela “Allah
ihsanı (işi en güzel şekilde yapmayı) her işte takdir etmiştir”13 ve
“Allah, bir iş yaptığınızda onu en güzel surette yapmanızı sever”14
hadisleri buna örnektir. Bu hadislerde özellikle vurgulanan husus, bir ürünü
rastgele ve gelişigüzel üretmek değil, üretilen mamullerin en güzel ve en
kaliteli şekilde yapılmasına çalışarak bu ürünün rekabete dayalı piyasada yer
bulmasını temin etmektir. Yine yukarıdaki hadiste tavsiye olunduğu üzere,
insanlara faydalı, insanlığın faydasına olanın üretimini gerçekleştirmektir. Bu
itibarla sarhoşluk veren maddeler, her türlü uyuşturucular, çevreyi kirleten ve
insan sağlığına zarar veren maddelerin üretilmesi ve satılması İslâm’da câiz
görülmemiştir.
Bu konuda dile getirilmesi gereken bir diğer prensip de,
sünnetin, kendisinden istifade edilebilecek en küçük bir maddeyi bile israf ve
zayi etmemesi ve bundan istifade etme konusundaki teşvikidir. Nitekim Resûl-i
Ekrem postu alınmadan terkedilmiş bir koç sebebiyle “Derisini alıp ondan
faydalanamaz mıydınız?” buyurarak Sahâbîleri uyarmıştır. Koçun murdar olduğunu
söylediklerinde ise Sahâbîlere, “Onun sadece etinin yenmesi haramdır”
buyurmuştur.15
Resûl-i Ekrem’in, “Sağmal koyunu kesmekten sakının”16
hadisiyle süt veren/sağmal koyunların kesilmesini yasaklamıştır. Zira şayet bir
gereklilik yoksa, bu hayvanların kesilmesi, sütünden mahrum olmaya yol açar. Bu
ise süt piyasasında dengesizliğe sebep olacaktır. Koyun dışındaki sütünden
istifade edilen diğer hayvanlar için de durum aynıdır. Aslında bu, üretim
yollarının ve hayvansal servetin yerli yerinde ve dengeli bir şekilde
korunmasına yönelik bir tedbirdir. Aynı şekilde “Sakın hasta deveyi sağlam
devenin yanına uğratmayın”17 hadisi de, hayvanlara yönelik bir
karantina uygulaması olarak, hayvansal servetin korunmasına yönelik hem tıbbî
hem de iktisadî yönleri olan nebevî bir tedbirdir.
Verimli arazilerin boş tutulması konusunda da Resûl-i Ekrem’in
uyarıları mevcuttur. Bu araziyi ekip-dikmek şayet sahibinin takatini aşıyorsa,
ekmesi için başka birine kira vb. şekillerde vermesi ve böylece o arazinin
üretime/ekonomiye katkıda bulunmasını temin etmektir. Zira bir hadiste, “Kimin
bir arazisi varsa, onu ya ekip diksin veya bir kardeşine ekmesi için versin”18
buyurulmuştur.
Bütün bunların yanı sıra hadis musannefâtında tüketim ahlâkına
dair pek çok nebevî tevcih, tavsiye, emir ve yasaklama söz konusudur. Bu
hadisler genel anlamda ele alındığında aslında, aşağıda görüleceği üzere,
Bedîüzzaman’ın ısrarla “orta yol” anlamındaki “iktisad”ın zıddı olarak gündeme
getirdiği “israf” ve “savurganlık” ile alakalı olduğu görülür. Bu hadislerden
bazıları şunlardır:
“İsraf etmeyip kibre de kaçmadan yiyiniz içiniz, giyininiz ve
tasaddukta da bulununuz”19
“Allah, sana mal-mülk verdiğinde bu nimetin izlerini ve
cömertliğini göster.”20
“…Sizden biriniz kabın içerisinde yemek bırakmasın. Çünkü kabın
içerisindeki yemeğin bereketinin nerede olacağını bilemezsiniz.”21
Özellikle bu son hadiste yemek, ekmek ve yiyeceklerden arta
kalanların israf edilmemesi emir ve tavsiye edilmiştir. Zira toplumda bunlara
ihtiyaç duyan insanlar olabilir. Nitekim günümüzde çöplerden yiyecek toplayan
kimselerin durumu hem ülkemizde hem de dünyanın başka bölgelerinde malumdur.
Şayet günümüzde bu şekilde artık ekmek, yemek ve yiyeceklerin ne oranda israf
edildiği düşünülürse, oldukça önemli bir ekonomik kayıp yaşandığı görülecektir.
Diğer taraftan dağıtım ekonomisine dair hadis musannefâtının
belli başlı eserlerindeki hadisler bir bütün olarak gözden geçirilirse, bu
hadislerin daha ziyade zekât ibadeti, zekât verdikten sonra yerine getirilmesi
gereken bazı haklar, sadaka-i câriye, kendini muhtaç insanların yerine koyma
(îsar-empati) gibi, toplumdaki ekonomik servetin topluma ait katmanlar arasında
adaletli ve dengeli paylaşımı ve dağıtımına dair konular etrafında pek çok hadis
varit olduğu görülecektir. Özellikle muhtaçlara yardım etme, darda kalanların
imdadına yetişme, sıkıntısı olanın sıkıntısını giderme, ekonomik olarak zor
durumdakilerin işlerini kolaylaştırma gibi hususlarda, insanlar arasındaki
sosyal dayanışmanın gerekliliğini bildiren oldukça meşhur hadisler
bulunmaktadır. Bu meyanda yine adaleti, zulümden kaçınmayı emreden, helâl kazanç
peşinde koşmayı, kanâat ve tevekkülü elden bırakmamayı, varlığın şükrünü yerine
getirmeyi, israftan kaçınmayı, özellikle faiz, içki, uyuşturucu, stokçuluk,
dolandırıcılık vb. haram yollardan para kazanmayı yasaklayan pek çok hadisin
varlığını da biliyoruz.
Ayrıca hadis kitaplarında bütün yön ve şekilleriyle
ticâret/alış-veriş, selem (para peşin mal veresiye), ödünç para alıp verme
(karz-ı hasen), şirket kurma, mudârebe yoluyla ortaklık, ekim-dikim ve sulama,
rehin ve ipotek, kiralama ve hibe gibi, günümüz ticarî ve iktisadî hayatındaki
çeşitli uygulama ve işlemlere dair pek çok hadis bulunmaktadır ki, bütün bunları
bir tebliğ çerçevesinde ortaya koyabilmek elbette zordur. Şimdilik bunlara
sadece işaret etmekle yetinip detayları daha sonraki çalışmalara havale
ediyoruz. Ancak şu kadarına işaret etmeliyiz ki, Sünnet’teki iktisadî hayatın
gerek üretim gerekse tüketim ve dolaşıma dair alanları ile alakalı hadisler bir
bütün olarak göz önüne alınırsa şu görülecektir ki, aslında bu tevcihler sosyal
ve ekonomik hayatın düzenli, sağlıklı ve i’tidalli-dengeli olarak yürümesini
temine yönelik ilke ve prensipleri ortaya koymaktadır. Bu ise Kur’an ve
Sünnet’in ısrarla ortaya koyduğu “orta yol/vasatıyye/i’tidal” prensibi ile
birebir örtüşmektedir ki, esasen aksi de mümkün olamazdı. Bu prensiplerden
sapılması ise, “orta yol” ve “i’tidal”in kaybolması olacağından aşırılığa
götürecek ve böylece ifrat ve tefrite düşülmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bu noktadan hareketle “orta yol” anlamındaki “iktisad”, hem
inançta ve ibâdette hem de sosyal hayatta son derece önemli bir prensip ve duruş
olarak karşımıza çıkar. Kaldı ki “iktisad” sözcüğü, mu’tedil olma, dengeli olup
her türlü aşırılıklardan sakınma ve nihayet, israfın zıddı olarak, gerek klasik
dönemde gerekse modern dönemde İslâmî literatürde kullanılmaktadır. Ancak,
kapitalist ekonominin yaygınlaşmasıyla birlikte bu kavram, “verimli üretim” ve
madde ile zamanın rantabl olarak kullanımını da ifade eder olmuştur. Bu
anlamıyla bakıldığında iktisad kavramı, insan yaşamının en verimli şekilde
değerlendirilmesi diye tanımlanabilir. Diğer bir ifadeyle, insanın; dünya, çevre
ve zamanla ilişkisini dengeli olarak kurabilmesidir.22 Esasen bu
anlam da İslâmî literatürdeki kullanımla anlam paralellikleri taşır.
Kur’an ve Sünnet’te alabildiğine öne çıkan bu orta yol ve denge
prensibi ve düstûru, aslında Bedîüzzaman’ın da öne çıkardığı bir husustur.
İktisad Risâlesi’nin en önemli yazılış gayesi de bu olsa gerektir. Zira
“zekât”ın önemini açıklarken Bedîüzzaman’ın değişik vesilelerle dile getirdiği
“Ben tok olayım da, başkası açlığından ölsün bana ne!”23 uyarısı,
esasen Kur’an ve Sünnet’teki verilerden hareketle ortaya konmuş, toplumda
sosyo-ekonomik dengenin teminine yönelik önemli ve çarpıcı bir uyarıdır. Zira
Bedîüzzaman’ın da vecîz bir şekilde ifade ettiği üzere, bu durumun en önemli
sonucu, ekonomik ve sosyal hayatın denge ve muvâzenesinin kaybolması ve toplum
katmanları arasındaki gelir dağılımında büyük ekonomik boşlukların oluşmasıdır.
Bedîüzzaman ve Bir “Vasatıyye/Orta Yol” Prensibi Olarak
“İktisad”
Bedîüzzaman’ın gerek “israftan kurtarmak ve bu fakir milleti
iktisada alıştırmak için yazdığım” diye takdim ettiği24 İktisad
Risâlesi gerekse Risâle-i Nur Külliyâtı’nın diğer bölümlerinde “iktisad” ile
alakalı söz ve görüşleri bir bütün olarak göz önüne alındığında onun, iktisad ve
Din’in (İslâm Dîni) alakasına yönelik ifadelerinin daha ziyade “zekât
müessesesi”, “faiz yasağı”, “kanâatkârlık”, “tevekkül” vb. kavram, ilke ve
emirler etrafında döndüğü görülecektir. Bunların zıddı olarak da o, “israf”,
“hırs”, “tamahkârlık” ve “faiz yeme”yi sıklıkla gündeme getirir ve bunlara dair
nüktelere ve örneklere yer verir. Bütün bunlardan hareketle Bedîüzzaman’ın,
“iktisad”ın din ile alakasında temelde dinî-ahlâkî-manevî tonları ağır basan
duruş ve tavırları öne çıkardığını söyleyebiliriz. İktisad Risâlesi’nin hemen
başındaki şu ifadeler buna dairdir:
“Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde
şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır.
İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.
Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i
İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem katî bir surette sebeb-i bereket, hem bedene
perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir
sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz
görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr
hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.”25
Bedîüzzaman’ın burada sözünü ettiği iktisad, günümüz ekonomik
hayatında nitelikli örneklerini çok az gördüğümüz, dinî-manevî tonları
alabildiğine öne çıkan bir iktisadî anlayış olup, “kanâat”, “şükür”, “bereket”
ve “tevekkül”e tekâbül etmekte ve “israf”, “hırs” ve “savurganlığa” karşı
durmaktadır. Yoksa, tarihte bir kısım zâhid ve mutasavvıfların anladığı gibi,
hiç bir surette dünya nimetlerinden ve lezzetlerinden istifade etmemeyi
gerektirmez. Bu istifadenin Kur’an ve Sünnet’ten hareketle meşrûiyyet
çerçevesini çizen şu sözler Bedîüzzaman’a aittir:
“İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine
getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşru olmak ve
zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir.”
Bu ise başlıbaşına, Kur’an ve Sünnet’in hemen her emir ve
tavsiyesinde izlerini gördüğümüz bir “orta yol/denge”, “i’tidal” ve “iktisad”
duruşudur. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, Kur’an ve Sünnet’te
“vasatiyye=orta yol” ve “i’tidal” merkezî prensiplerdendir. Buna göre
“vasatiyye”, iyi ve kötünün ortası, iki tarafı eşit olan bir nesnenin ortası,26
tarafları eşit olan şey27 ve merkezin kutuplara olan uzaklığını eşit
hâle getirip taraflara eşit mesafede durmak28 anlamlarına gelir. Daha
açık olarak söylemek gerekirse vasatiyyeyi, “ifrat” ve “tefrit”in ortasını
bulmak, bunlara karşı eşit mesafede durmak, kısaca “i’tidal” üzere olmak diye
tanımlayabiliriz. Nitekim yukarıda da zikredildiği üzere Kur’an ve Sünnet’teki
kullanımlar buna uygundur.29 Şayet Kur’an ve Sünnet bir kelime ile
ifade edilecek olsaydı, “denge-orta yol-i’tidal” olarak isimlendirmek mümkün
olurdu.30
“Zekât”ın toplum katmanları arasındaki dengeyi sağlama
fonksiyonu, kanâatin de insanları ellerinde olanla yetinmeyi öğütlediği; buna
karşılık israf ve hırsın bunun tam tersi olarak insanları felakete sürüklediği
düşünülürse, Bedîüzzaman’ın Kur’an ve Sünnet’in de ısrarla üzerinde durduğu bu
“orta yol-denge” ve “i’tidal” prensibinin bir yansıması olarak bunları dile
getirdiği görülür. Bedîüzzaman’ın “İşte, iktisat ve kanâat, hikmet-i İlâhiyeye
tevfik-i harekettir”31 ile “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım
var, kanâate alışmışım. Ben sizden daha zenginim”32 sözlerinin bir
yansıması olarak esasen onun, “iktisad” ile “kanâat”i eş anlamlı gördüğü ve bu
ikisinin de “ilahî hikmet”e götüreceğini ifade etmesi anlamlıdır. Ona göre malı
çok sevip istemek de hırs ile değil, “kanâat” ile olmalıdır.33 Bunun
aksi ise israfa götürür ve israf da sonuç olarak hırsı doğurur; hırs ise
kanâatsizliğe götürür. Bunun tabiî sonucu da, Bedîüzzaman’ın tabiriyle, “meşru,
helâl, az malı terk edip, gayr-i meşru, külfetsiz bir malı aramak” sonucu ortaya
çıkar. Özet olarak israf, hırs ve kanâatsizliğin neticesini Bedîüzzaman, günümüz
çalışma ahlâkı ve dünya-âhiret dengesini kurma açısından son derece çarpıcı şu
cümlelerle açıklar:
“Elhasıl, israf kanaatsizliği intac eder. Kanaatsizlik ise
çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar,
mütemadiyen şekvâ ettirir. Hem ihlası kırar, riya kapısını açar. Hem izzetini
kırar dilencilik yolunu gösterir.”34
Öte yandan Bedîüzzaman’ın ısrarla kavramsallaştırarak hakkında
ayrı bir risâle kaleme aldığı “iktisad”, hem Arap lügatinde hem de İslâm
âlimlerinin kavramsallaştırmasında hikmete mebnî “orta yol” duruş ve davranışı
anlamına gelir. Bilindiği üzere İmâm el-Gazâlî’nin, inanç esaslarında
aşırılıklardan uzak “orta yol”un temsilcisi Ehl-i Sünnet’in itikâdî esaslarını
ortaya koymak üzere kaleme aldığı el-İktisâd fi’l-i’tikâd adlı akâid-kelâm
ilmine dair önemli bir eseri mevcuttur. Nitekim Bediüzzaman, “İnsanın
fiillerinin yaratılması (halku efâli’l-ibâd)” konusunda Cebriyye Mezhebi’ni
ifrat; Mu’tezile Mezhebi’ni de tefrit olarak vasfeder. Ona göre Ehl-i Sünnet de,
bu meselede “vasat” yani “orta yol” mezhebidir. Aynı şekilde Bedîüzzaman’a göre
itikadda “ta’til” yani Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarını yok sayma anlamında ifrat,
“teşbih” yani Hâlık’ı (Cenâb-ı Hak) mahlûka benzetme anlamında tefrit, “tevhid”
ise vasat, yani bu iki anlayış arasında “orta yol”dur.35
Buna göre lügatta “iktisad”, biri şeye yönelmek, herhangi bir
hususta ifrat ve tefrîte kaçmayıp ılımlı hareket etmek, haracamalarda mutedil
davranmak, adâletle hükmetmek, birine itimat etmek, yürüyüşte mutedil olmak, bir
şeye azmetmek gibi anlamlara gelir.36 “Kasd”, ifrat ve tefrîtten uzak
orta yol, rüşd adâlet, niyet, maksat, kolay yol, itimat, ne şişman ne zayıf adam
anlamlarında isim olarak kullanılır.37 Istılahta ise “kasd”, ifrat ve
tefrit aşırılıklarına dalmadan söz, fiil ve ibâdette mutedil olup orta yolu
takip etmek, hiçbir surette i’tidali elden bırakmamak olarak tarif edilmiştir.38
Bazan bu terim, ifrat-tefrit arasında bulunan herhangi bir tarafa sapmayan
(doğru-düzgün) yol anlamında manalandırılırken, bazan da bir yola süluk etmek
anlamında kullanılmaktadır.39
İster istikâmet, isterse “orta yolu takip etmek anlamında
alınsın “kasd”ın ifrat ve tefrîte aynı oranda uzak bir kavram olduğu görülür.
Zira tariflerde de görüldüğü üzere aşırı iki uca mesafeli davranmak, “kasd” veya
“iktisâd”ın temel vasfıdır. Kasd/iktisâdın uygulama alanı sadece ibâdetlerle
sınırlı değildir. Bilakis ekonomik hayat başta olmak üzere hayatın her alanında
aşırılıklardan uzak durmak anlamında kasd/iktisad ile hareket edip ölçülü
davranmak esastır. Buna göre kişilerin söz ve fiillerinin yanı sıra başkalarıyla
olan münasebetlerinde ve hatta duygu ve düşüncelerinde de “iktisâd”, vazgeçilmez
ve amaca ulaştırıcı bir denge ve değer ölçüsüdür.40 Onun “maksada
müeddi amel olarak”41 açıklanmasının arkasında yatan saik de bu olsa
gerektir. Bu esas üzere Kur’an ve Sünnet’te yer alan “kasd” ifadesi,
aşırılıklardan uzak olma ve orta yolda yürüme temelli kullanılmakta ve onun bir
hayat tarzı olarak benimsenmesi emrolunmaktadır.42 Bir âyette
Lokman’ın (a.s.), oğluna “yürüyüşünde i’tidalli ol” tavsiyesinde bulunduğu ifade
edilmekte;43 bir başka âyette ise, “kasdü’s-sebîl”44
denerek “orta yol” anlamı açıkça dile getirilmektedir.45
Meseleye bu açıdan bakıldığında Bedîüzzaman’ın “iktisad”ın zıddı
olarak dile getirdiği “israf” ve “aşırı hırs”, bir haddi aşma hâli yani
“ifrat”tır. Ona göre israf, hırsı intaç eder. Hırs da öncelikle kanâatsizliğe,
kanâatsizlik ise sa’ye götürür ve bu durum da çalışmaya olan azmi ve şevki
ortadan kaldırır. Böylece Cenâb-ı Hakk’a yapılacak şükrün yerini şikâyet ve
tembellik alır. Bedîüzzaman’a göre bunun tabiî sonucu ise, onun tabiriyle,
“meşru, helâl, az malı terk edip, gayr-i meşru, külfetsiz bir malı aramak ve o
yolda izzetini, belki haysiyetini feda etmek” olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında, Arapça’da “ğuluv” ve Türkçe’de
“aşırılık” diye de tabir edilen ve istikâmet çizgisini aşıp normal olanın
üzerine çıkmak, istenilenden fazlasını yapmak46 olarak tarifi yapılan
“ifrat” kelimesi, İslâmî literatürde “orta yol”dan sapmanın adıdır. Esasen bu
aşırılık, ifratın olduğu kadar, aşağıda hakkında bilgi verilecek “tefrit”
teriminin de temel karakteristiğini teşkil eder. Ancak ifratta orta yol/normalin
üzerine çıkmak şeklinde tezâhür eden bu aşırılık, tefritte orta yol/normalin
gerisinde kalmak veya indirgemede bulunmak tarzında gerçekleşir.47
Zira “tefrit”, yapmaya muktedir olmakla birlikte, aşırı şekilde gevşeklik
gösterip tembel davranmak diye tanımlanır.48 Bir başka ifadeyle
tefrît, noksanlık ve ihmalkârlık nokta-i nazarından aşırılık gösterip haddi
aşmaktır. Bu aşırılık, ifratta çizginin üzerine çıkmak yönünde olurken, tefrîtte
çizginin gerisinde kalmak şeklinde tezâhür eder.49 Buradan hareketle
Bedîüzzaman’ın kullandığı “sa’y-i insânî” ve “meylü’r-rahat” tabirleri çok daha
anlamlı hale gelir. Zira ona göre “meylü’r-rahat”, “çalışma/sa’y-i insânî”nin50
en büyük düşmanlarından olarak “umum meşakkatin anası ve umum rezaletin
yuvası”dır. Bu durumun neticesi de, tabii olarak sefalettir.51
Bedîüzzaman’a göre ayrıca “sa’y-i insânînin bereketlenmesi için çalışma ve uyku
saatlerinin iyi tanzim edilmesi” gerekmektedir ki, bu ise günümüz modern
hayatındaki çalışma ve istirahat vakitlerinin dengeli düzenlenmesine yönelik
“vakit disiplini”dir.52
Kur’an’daki, “…Kalbini, bizi anmaktan alıkoyup nefsinin
arzusuna uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme” âyeti,53
“ifrat”ın anlamına uygundur. Âyet ve hadislerde ifrat anlamında ayrıca “ğuluv”,
“tuğyân”, “i‘tidâl”, “tenattu‘” gibi terimlerin de kullanıldığı görülür. Gerek
ifrat gerekse onunla eş anlamlı olarak kullanılan mezkûr terimlerin, içerdikleri
aşırılık sebebiyle Kur’an ve Sünnet’teki “orta yol/vasat” ve “i‘tidal” ile tam
bir zıddiyet içerisinde oldukları açıktır. Bu itibarla ele aldığımız konu olan
iktisad konusu başta olmak üzere, insan hayatının her alanında orta yol/i‘tidâl
veya tabiîlik, ölçülü davranma, nizam ve dengeli hareket etme, nasıl hedeflenen
ve aranan bir vasıf ise, bunlara zıt bir davranış şekli olan ifrat yani aşırılık
ve haddi aşma da o derece sakınılması gereken bir davranıştır. Orta yolun aşırı
iki ucundan biri olması dolayısıyla ifratta hiçbir surette “denge” ve
“mutedillik” aranmaz. Orta yolun bir diğer aşırı ucu ise, tefrît/indirgemecilik
olarak karşımıza çıkmaktadır. Esasen Hz. Peygamber’in de insanları sevketmek
istediği gaye, bu orta yol ölçüsüne ulaştırmaktan, yani İslâmî ölçülere göre
istikâmet sahibi olarak yaşamalarını istemekten başkası değildir. Bu anlamda
dikkat çekici hadislerden biri, “Her şeyin iki ucu ve bir ortası vardır. Bu
uçların birinden tutulursa diğeri eğrilir; ortasından tutulursa iki uç da
dengede kalır. Öyleyse her şeyin ortasından tutmaya bakın”54
hadisidir. Bu hadis, orta yol üzere olan söz veya davranışın önemine işaret
ederek, aşırılıklardan uzak kalmanın ancak ifrat ve tefrît uçlarına aynı
mesafede durmakla mümkün olabileceğini vurgulanmıştır.
Bedîüzzaman, “zekâtın mevti” diye tanımladığı zekâtın
terkedilmesi ile “ribânın hayatı” olarak tarif ettiği “faiz”in neşv ü nemâ/hayat
bulmasını, toplumsal ve iktisadî hayattaki i’tidal ve dengeyi bozucu
felâketlerin iki temel ateşleyicisi/müsebbibi olarak görür. Buna karşılık
İslâm’ın “zekât emri”nin ve “faiz yasağı”nın toplumsal felâketleri önlemedeki
fonksiyonlarına sıkça vurgu yapar. Bu iki husus ise, yukarıda dile getirdiğimiz
gibi, Kur’an ve Sünnet’in yine önemle karşısında durduğu “haddi aşma”dır. Bunun
ise “vasatiyye-sırât-ı müstakîm=orta ve doğru yol”dan sapma, “dengeli/i’tidalli”
olamama yani “aşırılık/ifrat-tefrit” olduğu aşikârdır. Yine Bedîüzzaman’ın da
ısrarla zikrettiği “Zekât İslâm’ın köprüsüdür”55 hadisinde
belirtildiği üzere zekât, bu dünyada toplum fertleri arasındaki gelir
adaletsizliğini gidermeye yönelik bir denge köprüsüdür. Zekâtın âhiretteki denge
rolüne yönelik olarak el-Münzirî’nin (ö. 656/1258) bu hadisi açıklarkenki şu
sözleri anlamlıdır:
“Kıyâmet günü Cehennem üzerine bir köprü kurulur. Dünyada
zekâtını vermiş olanlar, onun üstünden geçerek kurtulur. Zekâtını vermemiş
olanlar da o köprüden geçemeyip aşağıdaki Cehenneme yuvarlanırlar.”56
Münzirî’nin işaret ettiği boyut, zekâtın âhirete yönelik faydası
ile alakalıdır. Malî yönü ağır basan ibâdetlerin temsilcisi ve topluca ifadesi
olarak zekât, İslâm toplumunun farklı kesimleri arasında ekonomik olarak
kardeşçe ilişkiler ve iletişim köprüsüdür. Zira ekonomik dengesizliklerin,
çarpık gelir dağılımının beşeri duygularda ve dolayısıyla toplumda meydana
getireceği yozlaşmaları ve tufanları ancak zekât ile sakinleştirmek, toplumun
zengin-fakir kesimleri arasında insanca ilişkileri ancak zekât köprüsüyle kurmak
mümkün olacaktır. Bu sebeple zekât, gerçekten toplum kesimleri arasında oluşacak
kopuklukları giderici ve dengesizliklerin olumsuz etkilerini hafifletici hatta
sımsıcak duygu ve ilişkiler haline dönüştürücü bir etki ve role sahiptir. Esasen
Bedîüzzaman da tastamam buna işaret etmiştir. Zira ona göre zekât ve onun
tamamlayıcıları (yavruları veya ammizâdeleri)57 olarak gördüğü
“sadaka” ve “karz-ı hasen”, toplumsal katmanlar arasındaki gelir uçurumu ve
dengesizliğini gideren ve dolayısıyla sosyal adâleti sağlamadaki en önemli
deva/ilaç, beşeriyetin mutluluğunun önemli bir rüknü, insanlığın hayatının
idamesi için mühim bir esastır.58 O bu durumu şu sözleriyle ifade
eder:
“Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı
kesecek derecede uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı
temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ve hurmet-i ribaya müraat
etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir,
sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram,
itaat, muhabbet yerine ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret
vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan,
taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.
Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken,
tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve
merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime
bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.
Hülasa, tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve
ancak erkan-ı İslamiyyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve
teberruatın heyet-i içtimaiyyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.”59
Bedîüzzaman’a göre bu şekliyle zekât, toplumdaki nizamın
“sırâtü’l-müstakîm”idir. Zira veren elin alan elden üstün olduğu bilinmektedir.60
Kaldı ki “Fatiha Suresi’nin tefsirini yaparken de o sırat-ı müstakîm”i, bu
anlama uygun olarak “Şecaat, iffetin meczinden ve hülasasından hasıl olan adl ve
adalete işarettir” diye “adl ve adalet” anlamında dengeye yönelik vurgu
yapmıştır.61 İşte zekât “veren el”e aslında borcunu verdiğini; “alan
el”e de hakkını aldığını bildirmek suretiyle her ikisini de duygu ve davranış
olarak Müslüman’a yaraşır bir seviye ve olgunluğa sahip olmalarını telkin
etmektedir. Bu ise toplumun iki ayrı kesimi olan zenginler ve fakirler arasına
kurulmuş “İslâm köprüsü”dür. Her iki taraftan öbür tarafa geçecek olanları İslâm
zemininde tutarak dünya ve âhirette kurtaracak bir köprüdür. Dikkatle ve ibretle
düşünüldüğünde bunun esasen başlı başına bir “doğru ve orta yol/sırât-ı
müstakîm” olduğu görülecektir. Zira Bakara Sûresi’ndeki, “O dilediğini doğru
yola iletir” âyetinin62 hemen akabinde zikredilen “İşte böylece sizi
dengeli/mu’tedil bir ümmet kıldık” âyetinin63 zikredilmiş olması,
“sırât-ı müstakîm” ile “orta yol (vasatiyye)” arasındaki irtibatın en önemli
göstergesidir. Zira müfessirlerden pek çoğu, “Ve kezâlike cealnâküm…” âyetini
bir önceki âyetteki “hidâyet” kelimesiyle izah etmişlerdir.64 Buna
göre “dosdoğru yola=sırât-ı müstakîm”e ulaşmak üzere “orta yolda (vasatiyye)”
olmak, ancak ve ancak Allah Teâlâ’ın dilemesi ve hidâyetiyle mümkün
olabilecektir. Kuşkusuz bu durum, “sırât-ı müstakîm”in vasatıyye/orta yolun
zirvesini temsil ettiğini gösterir.
Bedîüzzaman bu durumu, insanda yerleşik bulunan “kuvve-i
şeheviyye-i behimiyye”, “kuvve-i sebuiyye-i gadabiyye” ve “kuvve-i akliyye-i
melekiyye” duyguları bağlamında da izah eder. İslâm bir sınır çizmiş, nasıl
kontrol ve sevk edilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, insan fıtratında bu sınır
çizilmemiştir. Zira ona göre bu duygular, yukarıda sözünü ettiğimiz orta yolun
iki aşırı ucu olan “ifrat ve tefrit” ile ortası demek olan “vasat” olmak üzere
üç mertebedir. Bunu izah ve örneklendirme sadedinde Bedîüzzaman şu ifadeler yer
verir:
“Mesela, kuvve-i şeheviyyenin tefrit mertebesi, humuddur ki, ne
helale ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki,
namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise
iffettir ki; helaline şehveti var, harama yoktur.
Ve keza, kuvve-i gadabiyyenin tefrit mertebesi cebanettir ki
korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve
ne manevî hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu
mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattır ki; hukuk-u diniye ve
dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.
Ve keza kuvve-i akliyyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiç
bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak
suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise
hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.”65
Bedîüzzaman’a göre insanlığı felaketlere sürükleyen,
(maddî-manevî) gelişmeye engel olan ve toplumun emniyetini ortadan kaldıran en
temel şey, “ribâ-faiz”dir. O, bu hakikati, “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben
nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim”66 şeklinde formüle
etmiştir. İslâm’daki en temel yasaklardan olan ve esasen son ekonomik krizde de
açıkca görüldüğü üzere, üretim ekonomisinin en önemli düşmanı olan fâizin
yasaklanması, ekonominin bir denge üzerinde yürümesinin ve ekonomik servetin
belli başlı kişilerin elinde birikmemesini sağlayan en temel yasaktır. Ona göre
“riba”, haris, hodgâm, zalim olup, insanlığın gelişmesinin önündeki en önemli
engellerden biridir.67 O halde, şayet insan hayat bulmasını istiyorsa
ribanın her türlüsünü öldürmelidir. Ayrıca “maraz-ı içtimaî=sosyal hastalık”68
olarak nitelediği fâizin yol açtığı sosyo-ekonomik felaketler ve bu durumdan
kurtulmanının reçetesine dair şu anlamlı sözler ona aittir:
“(Riba/faiz) beşerin terakkiyatını öyle sarsıyor ki, hercü merç
ateşine atmak üzeredir. Şu dâhiye-i dehyanın tek bir devası var; o da hurmet-i
ribadır ve faizin bütün vesailini hayat-ı içtimaiyeden ref etmektir. Hodgâm
ellerde servetin inhisarına vesile olan riba kapları bankaları seddir. Evet, bu
kaplarla servet ve temellük kalil adamlarda toplanır. Bu iki düsturla tevzi
edilmezse, gasp edilecektir.”69
Bedîüzzaman’ın burada dile getirdiği husus, esasen “Siz insanlar
için gönderilmiş en hayırlı ümmetsiniz”70 âyetinde de ifade edildiği
üzere, Kur’an ve Sünnet’teki “orta yol” prensibinin en önemli göstergelerinden
olan topluma yönelik hayırlılık-hayırhahlık ve adaletlilik duygusunu hatıra
getirir. Çünkü “Böylece sizi orta (vasat) bir ümmet kıldık” âyetindeki
“vasatiyye” kelimesini Hz. Peygamber, “adûlen/adlen=adâletli” olarak tefsir
etmiştir. Önemli ilk müfessirlerden olan İbn Cerîr et-Taberî (ö. 311/923), “Bu
âyetin tevili şöyledir: Kur’an’daki ‘vasat’ kelimesinin ‘adâletli’ anlamında
olduğunu Resûlüllah (asm) bildirmiştir. Bu ise ‘hayırlılar’ mânasına gelir.
Çünkü insanların en hayırlıları en adâletli olanlarıdır” diyerek,71
adâletliliğin Kur’an’ın orta yol ölçüsündeki önemine vurgu yapmıştır.
Bu duygunun kaybolması ise, tıpkı Bedîüzzaman’a göre faizin
yaygınlaşması ve zekâtın terkedilmesinin yol açacağı felaketlerde olduğu gibi,
zenginler ile fakirler yani toplumun üst gelir grupları ile alt gelir grupları
arasındaki iktisadî dayanışmayı ortadan kaldırır. Bu ise söz konusu gruplar
arasında nefrete, kine, çekememezliklere ve huzursuzluklara yol açar. Bütün
bunların ise toplumun sosyo-ekonomik gelişmesine ve medeniyet idrakini yakalamış
bir toplum inşasına mani olacağında şüphe yoktur.
Öte yandan Bedîüzzaman, yukarıda söz konusu ettiğimiz orta
yol/denge esasına dayanan gelişmeyi sadece manevî dinamiklerle açıklamamış;
aksine toplumun sosyo-ekonomik gelişimi için, herbiri adeta birer sosyal ve
iktisadî manifesto niteliğindeki somut çözüm önerilerinde de bulunmuştur.
“Maddeten terakkiyi millet olarak gelişme ve ilerlemeyi temin etmek için
yapılması gerekenler” ana başlığı altında o, öncelikle gelişme/terakki için
temel şartlardan olarak gördüğü iktisadın yaygınlaşması için gerek fert gerekse
toplum olarak israftan kaçınmanın altını özellikle çizmiştir. Daha sonra ise
savurganlık, israf ve gelir dağılımındaki dengesizlikle mücadele etmenin
gereğine vurgu yapmıştır. Diğer taraftan da toplumsal kalkınma için adâlet,
eşitlik ve özgür bir ortamın oluturulmasını ve bunun için de zorba olmayan
adâletli yönetimin iş başında olması ve bunun için çalışılması gerektiğini sarih
bir dille ifade etmiştir.72 Zira ona göre
zorba yönetimler “sa’y-i insanî=çalışma”nın temel motivasyonu olan şevki
öldürür.73
Bununla birlikte yukarıda da defaatle sözünü ettiğimiz üzere
Bedîüzzaman, sadece maddî kalkınma ile yetinilemeyeceğini, maddî kalkınmanın
temel taşları diye nitelediği “teâvün=yardımlaşma”, “tedâvül-i
efkâr=sosyo-ekonomik hayatta farklı fikirlerden istifade”, “taksim-i
a’mâl=işlerin dengeli paylaşımı/paylaşımcılık”, “meârif ve
meşveret=bilgilenme/bilgilendirme ve danışma/istişâre” esaslarına da, toplumun
her kesiminin azami dikkat etmesi gerektiğini özellikle vurgular.74
Bedîüzzaman bu bağlamda ayrıca kalkınma için sanat, zirâat ve ticârete
alabildiğine önem verilmesi gerektiğini ifade etmiş ve idarecilik ve memurluğun
da sadece millet menfaatlerini üstün tutan bir hizmet anlayışıyla yapılması
gerektiğini belirtmiştir. Hatta o, geçim için tabiî olan yolun sanat, zirâat ve
ticâret olduğunu; tabiî olmayan ve bir anlamda istisna olması gereken yolun ise
memurluk ve imâret olduğunu söylemiştir.75 Böylece Bedîüzzaman,
insanımızın “âmirlik ve memurluk” takıntısından hızlıca kurtulması gerektiğini
söyler. Esas geçim ve kalkınma yolunun sanayi, ticaret ve teknoloji
sektörlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasından geçtiğini, dolayısıyla
kişisel plan ve stratejilerimizin bu istikamette belirlenmesi gerektiğini
savunur. Onun, “Biz gayr-i tabi (doğal olmayan) ve tembelliğe müsait ve gururu
okşayan imaret maişetine el atıp belamızı bulduk” sözü, bunu oldukça veciz bir
şekilde ifade eder. Dikkat edileceği gibi Bedîüzzaman görevlerini, servet
birikimi ve ekonomik gelişme için “doğal olmayan yol” diye vasfeder ve
tembelliğe müsait ve gururu okşayan sektörler olarak değerlendirir. Bu ise,
sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bakımdan bürokrasiye bakışın önemli bir
açısıdır. Bütün bunların ise el emeğiyle ve ticaretle geçimin alabildiğine
tavsiye edildiği Hz. Peygamber’in sünnetiyle tam bir parallellik arzettiğinde
şüphe yoktur. Zira yukarıda da belirtildiği üzere Efendimiz, sanat ve meslek
edinme, ticaret yaparak el emeği ile elde edilen (helâl) kazanç ile geçinme
konusuda, “Hiç kimse asla kendi el emeğinin karşılığından daha hayırlı bir rızık
temin etmemiştir”76 buyurmuştur.
Ancak Bedîüzzaman, İslâm medeniyetinin tesisi için Kur’an ve
Sünnet esaslarının temel alınmasını, Avrupa/Batı medeniyetinin de olumlu
yanlarından da mutlaka istifade edilmesini, israf ve tüketimi teşvik eden
yönlerinin ise mutlaka terkedilmesi gerektiğini bilhassa zikreder.77
Bunun ise “Hikmet/hikmetli söz mü’minin yitiğidir; nerede bulursa onu almaya
daha layıktır78 hadisinin bir tezâhürü olduğunu söylemek mümkündür.
Bütün bunlar ise Bediüzzaman’a göre İslâm ile içerisinde bulunduğumuz asrın,
onun tabiriyle “dehâ-i fennî ile hüdâ-i şer’î”nin muvâzeneli/dengeli
götürülmesidir. Bunun ise başlıbaşına bir orta yol/vasatiyye anlayışı olduğu
izahtan varestedir.
Sonuç olarak, aşağıdaki hususların altını çizebiliriz:
1. Kur’an ve Sünnet’iyle İslâm, “orta yol/vasatiyye” ve denge
dînidir. Esesan “Ehl-i sünnet” tabiri de, gerek kelime gerekse anlayış olarak
bunu öngörür. İslâm’ın orta yol/denge” olma vasfı, sosyo-ekonomik hayat başta
olmak üzere hayatın her alanına şâmildir.
2. Hadis kaynaklarının îman, ibâdet, ahlâka dair bölümlerinde,
iktisadî hayatın tanzimine dair pek çok nebevî emir ve tavsiye mevcut olup bütün
bunlarda toplumun sosyal ve iktisadî problemlerine yönelik dengeli ve muvazeneli
çözüm yolları bulunmaktadır.
3. Bedîüzzaman, gerek genel olarak Risâle-i Nur Külliyâtının pek
çok bölümünde gerekse İktisad Risâlesi’nde, Kur’an ve Sünnet’te öne çıkan “orta
yol/denge” prensibini temel almış; iktisadi kalkınma ve problemlere yönelik
maddî ve ahlâkî açıdan oldukça somut çözüm önerilerini, bu zâviyeden yapmıştır.
4. Bedîüzzaman’ın sosyo-ekonomik meselelere bakışında ve toplum
katmanları arasındaki sosyal ve ekonomik problemlerin halledilmesinde, hadiste
İslâm’ın köprüsü olarak tabir edilen “zekât müessesesi” ile “faiz yasağı”, iki
önemli hareket noktasını oluşturur. Zira ona göre “Ben tok olayım da, başkası
açlığından ölsün bana ne!” ve “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve
lezzetler içinde rahat edeyim” şeklindeki iki sakat anlayış ve aymazlığı yok
etmek; ancak ve ancak zekâtın toplumda yaygınlaşması ve faizin kaldırılması ile
mümkün olacaktır.
Öz
Yaşadığımız ekonomik kriz ve bunalımlar, Kur’an ve Sünnet’in
getirmiş olduğu “orta yol/i‘tidal” ölçüsünün çözümler için gerekli olduğunu
göstermektedir. Her türlü ifrat-tefrit ve radikallikten kurtuluş ancak Kur’an ve
Sünnet’in ilkelerini vazettiği “orta yol” ölçülerinin tesbit edilip onları
hayatın her alanına tatbik etmekle mümkündür. Ekonomik krizin alabildiğine
hissedildiği günümüz dünyasında bu orta yol ölçüsü/prensibi, çok daha gerekli
hâle gelmiştir. Bedîüzzaman’ın gerek İktisad Risâlesi gerekse Risâle-i Nûr
Külliyâtı’nın diğer bölümlerindeki konu ile ilgili söz ve görüşleri, esasen
Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu orta yol prensibi ile alabildiğine
paralellikler taşımaktadır. Bu çalışmada öncelikle “ortayol/denge-itidal”
prensibi hadislerden yola çıkılarak açıklanmaktadır. Devamında Bediüzzaman’ın bu
hususlardaki görüşlerine ve iktisad anlayışına verilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kur’an, Sünnet, iktisad, ortayol/itidal,
üretim, tüketim, ekonomi, israf, faiz, zekat
Abstract
The recent crisis and depressions show us that we need the
“middle course / balance way” which had been teached us by Holy Koran and the
Sunnah for permanent solution. The salvation from every kind of excesses,
negligences and extremism is possible only by the “middle course” which had been
teached us by Holy Koran and the Sunnah principles. The middle course principal
is now more important during this economic crisis. The thoughts of Bediuzzaman
which he declared in the Booklets of Economics and also in several places in his
Risale-i Nur Collections are parallel with the middle course principle of the
Holy Koran and the Sunnah. In this article, we will define the “middle course”
principle with some examples from Hadiths (sayings of the Prophet). Later, we
will analyze the thoughts of Bediuzzaman and his economics approach.
Keywords: Koran, Sunnah, economics, middle course/balance,
production, consumption, economy, dissipation, interest, zakat
Dipnotlar:
1- Hadis musannefâtının meşhur eserlerinde geçen iktisadî
terim ve terminolojilerle ilgili daha önce yapılan bazı çalışmalar
bulunmaktadır. Bunlar arasında Muhyiddin Atiyye’ye ait el-Keşşâfü’l-iktisâdî
adlı eser, bu eserlerin en önemlilerindendir. Münzir Kahf’a ait Kur’an ve
Sünnet’teki ekonomi ile alakalı metinleri değerlendiren bir çalışmanın
varlığından da söz edilmektedir. Bu çalışma Cidde’de bulunan Kral Abdulaziz
Üniversitesi bünyesinde kurulan “İslâm İktisadı Araştırmaları Merkezi” için
hazırlanmıştır.
2- İbn Mâce, Tahâret, 48.
3- Buhârî, Deavât, 39; Müslim, Zikr, 49.
4- Buhârî, Deavât, 38; Müslim, Zikr, 50, 52.
5- Müslim, Zikr, 72; Tirmizî, Deavât, 72; İbn Mâce, Dua, 2.
6- Müslim, Îmân, 164; Ebû Dâvûd, Büyû’, 50; Tirmizî, Büyû’,
72; İbn Mâce, Ticâret, 36.
7- Müslim, Müsâkât, 120, 129; Ebû Dâvûd, Büyû’, 47; İbn
Mâce, Ticâret, 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 453.
8- İbn Ebî Şeybe, Kitâbu’l-îmân (nşr. Nâsıruddîn el-Elbânî),
Dımeşk ts., s. 33. Hadis ayrıca Buhârî’nin el-Edebü’l-Müfred adlı eserinde de
tahric edilmiştir. Hadis ayrıca Hâkim, Taberânî ve Beyhakî gibi hadis
musannifleri tarafından İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir. Hadisin değişik
rivayetleri için bk. Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîs’s-sahîha, I, 69-71.
9- Buhârî, Edeb, 27; Hars, 1; Müslim, Müsâkât, 7-10;
Tirmizî, Ahkâm, 40.
10- Buhârî, Büyû’, 15; İbn Mâce, Ticâret, 1.
11- Buhârî, Zekât, 50, 52; Büyû’, 15; Nesâî, Zekât, 85.
12- İktisad Risâlesi, s. 3
13- Ebû Dâvûd, Edâhî, 12; Tirmizî, Diyât, 14; Nesâî, Dahâyâ,
22, 26, 27; İbn Mâce, Zebâih, 3.
14- Beyhakî Şuabu’l-îmân’da Hz. Âişe’den rivâyet etmiştir.
15- Buhârî, Büyû’, 151; Zebâih, 30; Müslim Hayz, 100,
102-104.
16- Müslim, Eşribe, 140; İbn Mâce, Zebâih, 7.
17- Buhârî, Tıb, 53, 54; Müslim, Selâm, 104, 105; Ebû Dâvûd,
Tıb, 24.
18- Buhârî, Hars, 18; Müslim, Büyû’, 87, 88.
19- Buhârî, Libâs, 1; Nesâî, Zekât, 66; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, II, 181.
20- Ebû Dâvûd, Libâs, 14; Nesâî, Zînet, 54; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, III, 473.
21- Müslim, Eşribe, 134-136.
22- Sabri Ülgener, Zihniyet ve Din: İslam, Tasavvuf ve
Çözülme Devri İktisat Ahlakı, İstanbul 1981, s. 11-19.
23- İşârâtü’l-İ’câz, s. 47-49. Ayrıca bk. Sözler, s. 373.
24- Barla Lahikası, s. 199.
25- İktisad Risâlesi, s. 1.
26- Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredâ fî garîbi’l-Kur’ân, thk.
Muhammed Seyyid el-Kilanî, Beyrut ty., s. 543; Fahruddîn er-Râzî,
et-Tefsîru’l-kebîr, Beyrut 1990, IV, 89; Âsım Efendi, Kamûs, II, İstanbul
1304-1305, 524.
27- Fahruddîn er-Râzî, a.g.e., IV, 89.
28- Fahruddîn er-Râzî, a.g.e., IV, 89.
29- Bu konudaki Kur’an âyetlerini yukarıda beyan etmiştik.
Hz. Peygamber de bazı hadislerinde bu yönde emir ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Mesela bir hadislerinde O (s.a.v.), “Allah’tan Cenneti istediğinizde Firdevs’i
isteyin. Zira Firdevs, Cennetin en hayırlı (evsat) yeridir” (Buhârî, Cihâd, 4;
Tirmizî, Cennet, 4) buyururken diğer bir hadisinde de, “…Amellerin en
hayırlısı orta (mutedil) olanıdır” (Deylemî, Firdevs, II, 331) buyurmuştur.
30- Bununla birlikte “vasat/vasatiyye” terimi dikkatle
incelendiğinde onun, kullanıldığı yere göre değer ve anlam ifade ettiği
farkedilir. Zira bu terim, bazan ifrat ve tefrit gibi iki mezmum kutbu olan bir
şey hakkında kullanılır. İsraf ve cimrilik arasında orta yol olan cömertlik buna
örnektir. Bazan da övülen ve yerilen diye iki kutba sahip bir şeyin ortası olmak
anlamında kullanılır ki, “hayır” ve “şer” arasındaki vasat/orta yol da bunun
misalidir. Bu ikinci durumdaki “vasat”, düşüklükten kinayedir. Zira buna göre
“vasat adam” denildiğinde, onun övgüye layık biri olmadığına dikkat
çekilmektedir.
31- İktisad Risâlesi, s. 2.
32- İktisad Risâlesi, s. 3.
33- Mektubât, s. 262-63.
34- İktisad Risâlesi, s. 6.
35- İşârât-ül İ’caz, Envar Neşriyat, İstanbul 2005, s. 24.
36- Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredâ fî garîbi’l-Kur’ân, thk.
Muhammed Seyyid el-Kilanî, Beyrut ty., s. 414; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, III,
Beyrut ty., 353; Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, I, İstanbul 1304-1305, 670-71.
37- Cevherî, es-Sıhâh, I, 253.
38- Âsım Efendi, a.g.e., I, 670; Azîmâbâdî, Avnü’l-ma’bûd
şerhu Süneni Ebî Dâvud, thk. Abdurrahman Osman, Medine-i Münevvere 1969, IV,
242.
39- Bedrüddîn el-Aynî, Umdetü’l-karî şerhu Sahîhi’l-Buhârî,
Mısır 1972, XIX, 20.
40- Bâcî, Müntekâ, VII, 275.
41- Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili, İstanbul 1936, III,
1736.
42- Lokmân, 31/19. Hadisler için de bk. Buhârî, Rikâk, 18;
İbn Mâce, Zühd, 28.
43- Lokmân, 31/19. Âyetteki konuyla ilgili tefsirler için de
bk. Şevkânî, Fethü’l-kadîr, IV, 275; Kâsımî, Mehâsinü’te’vîl, XIII, 4802.
44- en-Nahl, 16/9.
45- Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 171.
46- Cürcânî, Kitâbu’t-Ta‘rîfât, Beyrut 1983, s. 21; İbn
Manzûr, a.g.e., VII, 369.
47- Cürcânî, a.g.e., s. 21.
48- Ebû Hayyân, Bahru’l-muhît, IV, 107; Bûrsevî,
Rûhu’l-beyân, III, 22.
49- Cürcânî, a.g.e, s. 21.
50- Emirdağ Lahikası, s. 32.
51- Münâzarât, s. 138-139.
52- İbâdet ve iktisadî hayatta vakit disiplinine dair
dikkate değer bir çalışma için bk. Özcan Hıdır, İslâm Kültüründe Vakit
Disiplini, İstanbul 2007.
53- Birinci olarak zikredilen âyet için bk. Tâ hâ, 20/45.
İkinci âyet için ise bk. el-Kehf, 18/28.
54- Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, thk. Hüseyin Selim el-Esed, X,
Beyrut 1984, 501.
55- Ebu’d-Derdâ’dan (r.a.) rivayet edilen bu hadis için bk.
Heysemî, Mecmeu’z-zevâid ve menbeu’l-fevâid, III, Beyrut 1988, 62. Hadis, tasnif
dönemi hadis eserlerinden Taberânî’nin el-Mu’cemü’l-evsat ve
el-Mu’cemü’l-kebîr’inde rivayet edilmiştir. Kütüb-i Sitte veya Kütüb-i Tis’a’ya
dahil hadis kaynaklarında yer almayan hadis, güvenilirlikleri kabul edilmiş
raviler tarafından rivayet edilmiştir. Hadis ayrıca, Münzirî’nin, et-Tergîb
ve’t-terhîb’i, Münâvî’nin Feyzü’l-Kadîr’i gibi tasnif dönemi sonrasındaki
derleme eserlerde ve Aclûnî’nin, halk dilinde meşhur hadislere yer verdiği
Keşfü’l-hafâ adlı eserinde yer almaktadır.
56- el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, I, 517 –dipnot 2-.
57- İşârâtü’l-İ’câz, s. 47-49. Ayrıca bk. İşarât-Yeni, s.
480-82. “Ammizâdeleri” tabiri için bk. Münazarât, s. 103-104.
58- Mektubat, 22. Mektup, s. 262-65.
59- İşârâtü’l-İ’câz, s. 47-49. Bu konuda ayrıca bk. Sözler,
s. 373, 649-50, 685; Mektubat, s. 264-65.
60- Buna dair bazı hadisler için bk. Buhârî, Vasâyâ, 9;
Zekât, 18; Müslim, Zekât, 94-97; Ebû Dâvûd, Zekât, 28; Tirmizî, Zekât, 38; İmam
Mâlik, Muvatta, Sadaka, 8; Nesâî, Zekât, 52.
61- İşârât-ül İ’caz, Envar Neşriyat, İstanbul 2005, s. 23.
62- el-Bakara, 2/142.
63- el-Bakara, 2/143.
64- Taberî, Tefsîr, II, 10; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve
ve’t-tenvîr, II, 15-16.
65- İşârât-ül İ’caz, Envar Neşriyat, İstanbul 2005, s. 23.
66- “Sen çalış ben yiyeyim” vb. ifadelerle de geçen bu
sözler için bk. İşârâtü’l-İ’câz, s. 47-49. Ayrıca bk. Mektubât, s. 262-65;
Sözler, s. 373.
67- İşarât-Yeni, s. 480-82.
68- Mektubât, 22. Mektup, s. 262-65.
69- İşarât-Yeni, s. 480-82.
70- Âl-i İmrân, 3/110.
71- Taberî, Tefsîr, II, 7. Taberî ayrıca, sünnet ve selef-i
salihinden yaptığı nakillerle bu görüşünü desteklemiştir.
72- Makalât, 6 Nolu Makale.
73- Münazarât, s. 33-35.
74- Makalât, 6 Nolu Makale.
75- Bu konuda bk. Münâzarât.
76- Buhârî, Büyû’, 15; İbn Mâce, Ticâret, 1.
77- Bu konuda Bedîüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye adlı eserine
bakılmalıdır.
78- Tirmizî, İlim, 19; İbn Mâce, Zühd, 15.