Eğitim insanoğlu için vazgeçilmez temel olguların başında gelir.
Çünkü insanoğlu dünyaya gelişinde, diğer canlılara göre en az hazır donanıma
sahiptir. Ancak potansiyelliği bakımından en geniş donanıma sahiptir. Bu
donanımın gelişerek, çeşitli biçimlerde açığa çıkması (bilgi, sanat, kültür
gibi) için iyi işlenmesi gerekir. Bu işleme faaliyetine ise en geniş anlamıyla
"eğitim" denilmektedir. Kendindeki potansiyellerin belli bir disiplin içinde
işlenmesi ile insan, "daha iyi bir insan" haline gelir. Yani daha mütekamil
(olgun) bir varlık halini alır.

Eğer insandaki potansiyeller, olumlu yönde geliştirilmez yada
olumsuz nitelikler ortaya çıkacak şekilde eğitilirse, insan kötü bir insan
haline gelir. Yani mutsuz ve huzursuz bir insan. Özüne yabancılaşmış bir
varlıktır, bu insan aynı zamanda. Bu yüzden eğitim, insanın kendi mahiyeti ile
uyumlu bir bilgi ve davranış kazandırmalıdır. O halde eğitim, insan ve bilgi
kavramları arasında bir uyum, bir ahenk, bir mutabakat olmalıdır. Ancak o zaman,
sağlıklı bireyler ve toplum oluşabilir. Bu ahengi oluşturabilmek için de eğitim,
insan ve bilgi kavramlarının anlamları hakkında bir anlaşma olmalıdır.

Eğitim birey için mi, toplum için mi?

Eğitim, insanoğlunun bulunduğu durumdan daha iyi bir hale
gelmesi için yapılır. Eğer bir kişi zihin. beden ve diğer nitelikleri bakımından
ulaşılabilecek en son noktada olduğunu kabul ediyorsa , o kişinin eğitilmesi
mümkün değildir. O halde insanın daha iyi bir insan olması için, bir eğitim
sürecinden geçmesi gerekir.

Günümüzde geçerli olan eğitim tariflerine göre, eğitimin iki
temel amacı vardır. Bireysel ve toplumsal amaçlar altında toplanabilecek olan bu
hedefler dengeli bir insan ve toplum modeli oluşturmaya yöneliktir. Bireyi yada
toplumu kendi başına hedef edinen eğitim felsefeleri, ifrat ve tefrite yol
açabilirler. Yani eğitim bireyi tatmin edecek şekilde mi olmalıdır? Toplumu
tatmin edecek şe-kilde mi olamlıdir? Soruları yanlış bir sonuca ya da çatışmaya
yol açabilir. Bu yüzden eğitimin bireye yönelik amaçları nelerdir? Topluma
yönelik amaçları nelerdir? Bunları belirledikten sonra, gerçekleştirilecek
eğitim daha dengeli bir sonuca ulaştırabilir.

Toplumu ön planda tutan eğitim, şekilci ve özgürlükleri
kısıtlayıcı bir eğitim sistemi doğurur. Böyle bir eğitim sürecinden geçen kişi,
kendi kendisine yabancılaşarak, mutsuz ve huzursuz bir hale gelir. Edindiği
bilgi ve mesleki nitelikler ile barışık olamaz. Sonuçta, içinde bulunduğu toplum
için verimsiz uyumsuz bir birey haline gelir.

John Locke’un insanı "boş bir levha" olarak gören "bilgi
teorisi" ile James Wafson’un " irade ve bilinçten mahrum hayvanlar gibi gören
davranış teorisi üze-rine kurulan günümüzün hakim eğitim felsefeleri "toplumcu
eğitim felsefeleri" olarak tezahür etmektedir. Bütün ideolojik devletler,
(sosyalist, fasist ve milli devlet-ler) bu bakış açısıyla eğitmeye
çalışmakta-dırlar. Ancak "toplum" anlayışını belirleyen sınırlı bir ideolojik
elit olduğu için, aslında faşist ve sosyalist bir karakter taşır.

Milli eğitim felsefelerinin temeli ve çıkıs noktası, sınırlı bir
çerçeveye dayanır. Bu çerçevenin sınırları "belli bir millet"in hayat
felsefesiyle belirlenir. Eğer belli bir milletin kendi hayat felsefesi ile
dünyanın diğer milletlerinin hayat felsefeleri arasında ne kadar çok ortak
noktalar varsa, o milletin hayat felsefesi de aynı oranda evrensellik özelliği
taşır.

Söz konusu ortak noktayı ise, dünyanın ve geçerli olan
bilgilerimize göre evrenin merkezinde bulunan "insan" denen varlığın psikolojik,
sosyal ve ekonomik dengesinde aramak gerekir. Buradaki insan, herhangi bir
millet, ırk ya da dine bağlı insanlık olarak değil, "salt insan" olarak
düşünülmelidir. Her hangi bir topluluğu öncelikle düşünmek pratikte kolaylık
sağlar ve milli devletlerin eğitim felsefeleri bu yüzden "milli" olarak
belirlenir.

Ancak, 20. yüzyıl boyunca dünya üzerindeki milli devletlerin
sayısı artmış olmakla beraber, insanoğlunun bilgi ve kültür konularındaki
ortaklıkları ve özellikleri de çoğalmaktadır. Hızlı enformasyon ve teknolojik
kolaylıklar yüzünden dünyanın nitelik bakımından küçük bir köye benzediği
görülüyor.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi 20. yüzyılın daha ilk yarısına
gelmeden bu önemli sosyolojik öngörüsüyle, çağdaş toplum bilimcilere öncülük
etmiştir. Artık herhangi bir milletin kaderi, huzuru ve geleceği dünyanın diğer
milletlerinden bağımsız değildir. Dünyanın bir köşesindeki herhangi bir bilimsel
teknolojik gelişme, savaş, bulaşıcı hastalık, dünyanın diğer ucundaki
insanlarıda olumlu-olumsuz etkilemektedir. Bundan tamamen soyutlanabilmek
imkansız gibi birşey. A.I.D.S., kanser, nükleer tehlikeler karsısında tehdit
hissetmeyen toplum var mı?

Bireyi temel alan eğitim felsefeleri ise, bireyi fizyolojik ve
psikolojik özelliklerinin bütünlüğü içinde ele almayıp daha çok fiz-yolojik
özelliklerini ön plana çıkardığı için, hem bireysel hem de kültürel
yabancılaşmaya yol açmaktadır. Nitekim yıllarca eğitim kurumlarından geçtikten
sonra, birçok insan içinde bulunduğu kurumlarla savaş halinde ve kendi
yaşantısından ve işinden memnuniyetsizlik içinde ise bir yabancılaşma
sözkonusudur.

Bağımlılık yapan çeşitli zararlı madde-lerle kendi kendisine
zarar veren insan, "kendi kendisine yabancılık" hissediyor demektir. Kendi
türünün diğer bireylerinin hak ve hukukunu çiğneyen bir insan "insanoğluna
yabancılaşmış" demektir. İçinde bulunduğu kurumu, (işyeri, devlet,.. vs.)
geliştirmek yerine zarara sokan bir insan "topluma yabancılaşmış" demektir.

İşte bu çifte yabancılaşmadan arındırılmış bir eğitim
felsefesine ihtiyaç vardır. Hatta bu zorunludur. Nitekim 20. Yüzyıldan 21.
yüzyıla geçerken, gündemde olan "insan" ve "toplum" anlayışları "milli eğitim"
ve "milli devlet" mantığını aşan daha "sofistike" ve daha relatif bir eğitim
anlayışını zorlamaktadır. Ancak genel bir kavramla (post modern) olarak
nitelendirilebilecek bu yaklaşımları, içerisinde taşıdığı belirsizliklerden
dolayı, yeni tehlikeleri ve açmazları da doğurabilir. Bu yüzden, gelenekleri ve
değerleri reddetmeden, tekamül eden bir gelenek ve yerel değerlerin üzerine
oturtulmuş bir evrensel eğitim felsefesi kaçınılmazdır. Gelenekten hareket eden,
ama canlılığını koruyan ve yeniliklere açık bir evrensel eği-tim felsefesine
doğru yol almak… Bu dün-yanın bütün insanî bilgi ve her türden ka-zançlarını,
reddetmeyen bir eğitim felse-fesine ulaşabilmek için, insan ve bilgi
kavramlarında da bir uzlaşmaya varmamız gerekiyor.

İnsan – Bilgi – Evren Bütünlüğü

Eğitimin temel amacı, insan kendisi ve içinde bulunduğu
toplumsal ekolojik sistem ile bütünlüğü sağlayan bir bilgi siste-matiğine
ulaştırmak olmalıdır. Toplumsal ve coğrafi bakımdan hatta daha alt düzlemde
varlık tabakaları arasında bir uzlaşma noktası bulunmalıdır. Bu da insanin
ontolojik=(var-oluş), psikolojik ve sosyolojik özellikleriyle edineceği bilgi ve
içinde bulunduğu evren arasında bir uyum (armoni) kurulmasını gerektirir. Hiçbir
şey diğer bir şeyden bağımsız görmeden ele almak, ortaklıkları benzerlikleri
vurgulamak gerekir. Bu yaklaşım, Klasik Hint ve Çin felsefelerinde dile
getirilmiştir. İslam felsefesinde de daha olgunlaştırılarak (küçük alem) ve
(büyük alem) kavramlarıyla ifade edilmiştir.

"İnsan, evren ağacının, hem çekirdeği, hem de en son
meyvesidir." (Bediüzzaman Said Nursî, Meyve Risalesi, 7. Meyve, s. 51). İfadesi
ise insan ile evreni ontolojik ve kozmolojik anlamları bakımından tam ye-rine
koymaktadır. "Alemin meyvesi olan insana, âlem içine alacak bir genişlikte
istidat (yetenek) verildiğinden…" İnsanın eğitiminin ve öğrenmesinin bir
sınırı yoktur. Bir çekirdek yeni meyveler vasıtasıyla sürekli yenilenir, çoğalır
ve genişleme kapasitesine sahiptir. Bu yüzden insanin eğitimi, sadece diploma
almayla veya meslek elde etmekle sona ermez. İnsan öğrendikçe, öğreneceklerinin
daha çok olduğunun farkına varır. Sokrates bu hakikatı ironik üslubuyla:
"Öğrendigim tek şey, hiç bir şey bilme-diğim" demiştir.

İnsan, evrendeki varlıklar içerisinde, öğrenme ve öğrendiklerini
tarihsel ve kültürel bir ürün olarak sürdürme ve aktarma yeteneğine sahip
(bilinen) tek varlıktır. İnsana verilen anahtar, bütün âlemdeki varlıkların
mahiyetini, anlamını çözebilecek bir niteliktedir. Bu yüzden her şey insanın
emrine verilmiştir. İnsanın mahiyeti ile evrenin mahiyeti birdir. Her ikisi de
aynı hakikati yansıtırlar. Dolayısıyla insanın evren ile kurduğu zihinsel ve
duygusal ilişki sonucunda ortaya çıkan bilgi olgusunun doğru ve isabetli olması
halinde, insan ile evren arasında bir uyum kurulabilir.

Evren hakkındaki doğru bilgi, Ona doğru bir yöntemle bakarak
elde edilebilir. Eğitim de bu doğru yöntem ile doğru bilgiye ulaşma sürecinden
oluşmalıdır.