İslam’ın en önemli sembollerinden birisi tesettürdür. Bunun nedeni,
tesettürün ne İslam’la ortaya çıkmış olması, ne de tesettürü bugün sadece
Müslümanların kullanıyor olması değildir. İyi bilindiği gibi, diğer dinlerdeki
kadınlar da bazı durumlarda tesettürü kullanmış ve bazı Müslüman toplulukları
erkeklerin setredilip kadınların edilmediği bir şekilde teşekkül etmiştir.
Mesela, Endülüs’te ülkeyi fethetmiş ve Kuzey Afrika’da teşekkül etmiş rejimlerin
bu geleneği hukuki olarak tasdik ettirmeleri gerektiğinde, bu mesele ilginç
hukuki tartışmaların kaynağını oluşturmuştur. Hiç şüphe yoktur ki, bugünlerde
hangi kadının Müslüman olduğunu söylemenin en kolay yollarından biri onun
tesettürüne bakmaktır ve tesettür bir İslam sembolü olmuştur. Bu durum özellikle
Müslümanların çoğunluğu oluşturmadığı ülkelerde böyledir. Mesela, Amerika’da,
Müslüman olan polis memureleri genellikle saçlarını setredecek şekilde örtünür
ve Batı’nın sokaklarında ve kampuslerinde başörtüsü ve tesettür çok sık görünür.

Başörtüsünün Batı’da tartışmaya yol açtığı durumlar da olmuştur. Laik olan
eğitim sistemlerinde, mesela Fransa’da, başörtüsü bazı problemlere sebep
olmuştur. Okula tesettürle gelen bazı kızlar; aniden keşfedilen, devlet
okullarında dinin sergilenmesinin uygun olmadığı prensibine karşı geldikleri
gerekçesiyle evlerine gönderildiler. Fransa’daki tartışmalar bir süre devam
etti, ancak üzerinde dini semboller taşıyan kolyelere müsaade edip başörtüsünü
yasaklayan mantık, bu yasağın yürürlükte kalamayacak kadar nazik bir konu
olduğunu gösterdi.

Daha sonra bir de, tesettürsüz kadının görünmesi cürüm teşkil ettiğinden,
tesettürün mecburi ya da görünüşte mecburi olduğu ülkeler var. Burada tesettürün
alenen giyildiği gerçeği önemlidir. Örneğin, İran’da Yahudi ve Hıristiyanların
evlerinde ve restoranlarında içki içmesi ve bulundurmasına müsaade edilir, ancak
kadın iseler açık başla ortalıkta dolaşmalarına izin verilmez. Yetkililer,
toplumdaki dini farklılıklara rağmen ortak bir giyim tarzında ısrar etmekte
haklı çıkmış mıdır? Bütün ülkeler, öyle ya da böyle, bir giyim tarzına sahiptir.
Mesela, bazı ülkeler elbiselerini alenen çıkaran insanlarla çok az bir problem
yaşarken, diğerleri bundan tiksinip yasaklar. Bir ülke giyinme konusundaki genel
kurallara itaat etmeleri için vatandaşlarını ve ziyaretçilerini zorlama hakkına
sahip midir?

Zarar verme ve gücendirme arasında liberalizmde, geleneksel bir ayrım vardır.
Liberaller, gücendirmeyi değil, zarar vermeyi engelleyen, ferdi hürriyet üzerine
bazı kısıtlamaları kabul ederler. Birisi beni gücendirebilir, ancak bana zarar
vermediği müddetçe onu yalnız bırakmalıyım, şeklinde temel liberal fikir devam
eder. Kıyafetlerin zarar vermekten daha ziyade gücendirme kategorisi altına
girdiği düşünülebilir. Geçende New York Times’da (2 Kasım 2003) Brooklyn’de bir
kıyafet giyip insanların tepkilerini gözlemleyen bir adamın hikayesini
okuyordum. New York’luları şok etmek zor olmasına rağmen, insanlar oldukça
şaşırmış ve bazen epey şok olmuş, ama hiç kimse bu deneyimden zarar gördüğünü
hissetmiş gözükmüyordu. Eğer birisi bakıp bayılsa ve kaza geçirseydi, bu bir
zarar verme örneği olabilirdi, ama zarar vermenin olduğu yerde bile uygulamayı
yasaklamayı ilk bakışta doğru gösterebilecek bir durum yoktur. Liberal bir
ülkede; zarar yalnızca, davranışın kendisine addedilebileceği söylenilen her
türlü iyilikten daha fazla geldiğinde, bu zarar kanun önünde ciddi bir mesele
adayı olur. İnsanların şok olabileceği gerçeği belki onlar hakkında ilginç bir
özellik, ama bu kanunların müdahale etmesine ihtiyaç olduğu anlamına gelmemekte.
En azından bu kendi başına belirleyici bir faktör değildir, birisi şok eden
insanların iyi olduğu sonucuna varabilir. Bohem sanatçının bilinen bir sloganı
épater les bourgeois (orta sınıfı şok et) olmuştur ve şok rutin bir şekilde
kanundışı olarak sınıflandırılırsa bu mümkün olmayacaktır.

Ancak, bu düşünceler esas meselenin yanında ele alınabilir. Dini bir devlet, bu
demokrasi olsa bile, liberal çizgide olmayacaktır, çünkü devlet yöneticileri ve
onları destekleyenler nasıl yasama yapacaklarını tanımlayan bir yola sahiptir ve
bu dinin ve onların yorumunun bir işlevidir. Yorum meselesi önemlidir. Kur’an,
iyi bilindiği üzere, asla peçe ve örtüden bahsetmez. O, kadın ve erkek
Müslümanları, mütevazılıklarını muhafaza ederek, özellikle kadınları
güzelliklerini gizleyen kıyafetler giymeye davet etmektedir (24:30-31). Ayrıca,
evlerinden çıktıklarında ve erkekler arasında rahatsız edilmemeleri için
kadınları elbise giymeye, muhtemelen oldukça geniş elbiseler giymeye davet eden
bir ayet de vardır (33:59). Bir önceki bölümde, kadınların güzelliklerini
yalnızca kocalarının önünde göstermeleri gerektiği oldukça açıktır.

Her dinde olduğu gibi, farklı yorumcular bu ayetleri farklı şekilde
okumuşlardır. Bazıları, bunların, kadınların yabancıların ve akraba olmayanların
yanında bulunurken tamamen örtülü olmaları gerektiği anlamına geldiğini
düşünmüştür. Bazıları da, bunları yalnızca saçın, genellikle kollar ve
bacaklarla birlikte, örtülmesi gerektiği şeklinde yorumlamıştır. Bazıları,
birçok saç gözükse ya da dar elbiseler giyiyor olsa da, bu ayetin kadını örten
bir tutam saç varsa bir anlam ifade ettiğini düşünmüştür. Bu farklılık İslam
ülkelerinde de görülebilir, ama Batı’daki örtünme şeklinin çeşitliliği daha
fazla göze çarpmaktadır, çünkü Batı’da genellikle aynı şehirde yaşayan farklı
Müslüman kültürlerin karışımı vardır. Böyle bir çeşitliliğin olduğu gerçeği,
yalnızca standart bir kıyafetin zorunlu olduğunu tartışmayı güç kılmaktadır.
Aslında, biraz daha ileri gidilip Batı’daki bazı Müslümanların, şüphesiz büyük
çoğunluğun, hiç de bu ayetleri kıyafetleri ile ilişkilendirecek şekilde
yorumlamadığı ve herkes ile aynı kıyafeti giydikleri ileri sürülebilir.
Mütevazılık kesin bir fikir değildir ve bu açıdan erkek ve kadınlara farklı
davranmanın makul olduğu, birçok Müslüman’a anlaşılır gelmemektedir.

Geçenlerde Londra’da kadınların erkeklerden bir derece aşağıda olduğunu belirten
Kur’an ayeti (2.228) üzerine verilen bir konferans dinledim. Bu ayet, kadınlara
karşı ayrımcılık yapıyor gibi gözükmekte ve bu bazen neden onların erkekler
tarafından korunması ve neden kıyafet giymeleri gerektiğine örnek olarak
verilmektedir. Tartışmada, birisinin öne sürdüğü üzere ayetin işaret ettiği şey,
boşanmış kadının erkeğe nazaran daha fazla sıkıntı çekeceği ve çıkarlarının
korunup gözetilmesi gerektiği yönündeydi. Şimdi, burası İslam’ın erkek ve
kadınlara eşit değer mi verdiği, yoksa onları hor görüp, onlara ikinci sınıf
vatandaş muamelesi mi yaptığı yönündeki uzayan tartışmalara girilecek yer değil.
Şu fark edilebilir ki; Ku’ran’ın standart yorumu, ayrıca mütevazılığa da değer
vermesi öğütlenen kadınların giyebileceği şeyler üzerine, erkeklerle
karşılaştırıldığında daha fazla sınırlama getirmiştir. Eğer kadınlar mütevazı
bir şekilde giyinirlerse erkeklerin de onlara mütevazı bir şekilde davranmaları
kolay olur fikri ya da tam tersi öne sürülebilir. Ancak, bu karşılaştırmanın
temel fikri genelde kadınları koruma gereği ve onların cinselliklerini tehlikeli
bulma üzerinedir.

Yine de Müslüman kadınlar, özellikle de Batı’da, bu şekilde hissetmemektedirler.
Genelde onların ifade ettiklerine göre mütevazı kıyafet şeklini
benimsediklerinde -bunun şimdi tam tarifini bırakacağız-, içlerinde yeni bir güç
hissetmekteler ve diğerlerinden, özellikle erkeklerden, daha fazla saygı
görmekteler. Aslında, hiç şüphe yok ki, İslam’la kucaklaşmaya gelen kadınlarda
hicab (Çevirenin notu: Bu yazıda "hicab" kelimesi; örtü, tesettür anlamında
kullanılmıştır.) bir engel olmaktan ziyade bir çok durumda teşvik edici bir
unsur olmuştur. Onlar, kendilerini aldatıyor olabilirler ve gerçekten baskı
gördüklerini düşünmüyor olabilirler. Ya da hicaptan önceki hayatları çok zor ve
korunuyor ve örtünüyor olma fikri onlara cazip geliyor olabilir. Bu aslında,
hicab üzerine bir tartışmadan ziyade Batı’daki sosyal ve kültürel şartlar
üzerine bir eleştiridir. Bu, insanların yapmadığı zaman diğer insanların onların
hayatını zorlaştıracağı şeyler üzerine bir tartışma değildir, tabii ilaveten
başka haklı sebepleri yoksa. Böylece, hicab üzerine elbette özellikle dini
olmayan bu tartışmalar zorlayıcı değildir.

İlginç olan soru ise, kadınların hicab giymelerine müsaade edilip
edilemeyeceğidir. Batıda, ufak tefek problemler olmasına rağmen, değişmeyen bir
şekilde müsaade edilirler. Amerikada benim kampusümde yol üzerinde bir bankta
oturan herhangi bir kimse, belli ki arkadaşları olan ve tamamen farklı giysiler
giyen öğrencilerle beraber dolaşan farklı farklı Müslüman kadınlar tarafından
giyilen, farklı farklı hicab türlerini fark edecektir. Diğer taraftan, ilginç
bir şekilde ağırlıklı olarak İslam dünyasında, hicabı üniversite kampuslerinde
yasaklayan ülkeler de vardır. Bunun nedeni; hicabın, rejimin laik doğasına
meydan okuyan dindarlık stilinin bir simgesi olarak görülmesidir. Yine de, bunun
garip bir karşı çıkma olduğu söylenmelidir. Batıda hicab giyenlerin bir çoğu
bilim adamlarıdır ve modernliğe yabancı insan değillerdir. Tam aksine, bunlar
diğer uygulamalarının da yanında hicab giyerek İslam’ı uygulamaya çalışan çok
modern ve teknolojik fikirli insanlardır. Başkalarının da böyle giyinmesi
konusunda ısrar etmezler ve gerçekten de onların hepsi olmasa da arkadaşlarının
çoğu böyle giyinmez. Bu nasıl olur da yıkıcı ya da geriletici bir uygulama
olarak görülebilir? Genellikle, laiklik ve bilimin el ele gittiğini düşünürüz,
ama eğer son bir kaç on yılın bize öğrettiği bir şey varsa, bu fikir
gerçeklerden çok uzaktır. Londra ya da New York’u ziyaret eden herhangi birisi
elektronik eşyalar satan mağazalarda çalışan elemanların genellikle oldukça
dindar insanlar olduğunu gözlemleyecektir. Bunlar kimi zaman hicab giyen
Müslümanlar, kimi zaman da kadınlarının gerçek saçları üzerine şapkalar ve/veya
peruklar taktığı, kollarını ve bacaklarını örten Hasidik Yahudilerdir. Onların
düzenli bir şekilde ibadet etmesi ve mütevazı giyinmenin kurallarını
gözetmeleri, bir bilgisayarın nasıl çalıştığını anlayamamaları ya da belli bir
cihaz için hangi elektronik parçaların uygun olduğunu bilememeleri anlamına mı
gelecektir? Eğer, durum böyle olsaydı bu mağazalar başarısız olup kapanacaktı,
şeklinde düşünülebilir. Elbette ki, bu hiçbir şekilde sınırlayıcı giyinmeyi
savunan bir tartışma değildir; ancak bu, sınırlayıcı giyinmenin, sahibinde
sınırlayıcı fikrin var olduğunu ima etmediğine dair bir gözlemdir. En azından
bilim ve teknoloji meselelerinin şimdiye dek ilgilendiği kadarıyla bu böyle
değildir.

"Dinde zorlama yoktur" diye ısrar eden bir ayet vardır. Bu, giyinmede de zorlama
olmaması gerektiğini ima etmektedir. Müslümanlara diğer dinlere, özellikle Ehl-i
Kitap’a saygı göstermesi emredilmiştir, aynı zamanda onlardan farklılıklarını
muhafaza ederek sağlam Müslüman olarak kalmaları da emredilmektedir.

Şimdiye dek tesettürün bazı ahlaki yönleri ele alınmıştır; ama şu kabul
edilmelidir ki, tesettürün öneminin büyük bir bölümü semboliktir. Bir çok ülkede
tesettür İslam’ı sembolize eder ve Müslümanların kendilerini taarruz altında
hissettikleri ülkelerde tesettür bir direniş sembolü olarak görülür. Bununla
birlikte, eğer bir rejim tesettüre karşı duruyorsa, hangi sebeple olursa olsun,
o rejim tesettürün rejime karşı gelmenin bir sembolü olarak kullanılmasına karşı
durmaktadır. Mesela, çağdaş Mısır’da rejime karşı gelmenin nispeten güvenli bir
yolu kadınlar için örtünmedir ve bazen ne kadar fazla örtünülürse, halihazırdaki
yönetime karşı o kadar çok tiksinti gösterildiği söylenir. Gerçekten,
kıyafetlerle ilgili asıl önemli olan şey onların görünen anlamları değil,
onların sembolizmidir. Hem Katolik rahipler, hem de bayan pop şarkıcılar İsa’lı
haç takabilirler, ama bu İsa’lı haçların anlamlarının illa da aynı olduğunu
düşünmek yanlış olur. Pop şarkıcısı için bu onun sergilediği kıyafet ile eksik
kalan takımına uygun düşecek bir moda parçasıdır. Rahip içinse bu onun İsa’ya
olan bağlılığının bir göstergesidir. Bunun nedeni, kıyafetlerin yönetimin de
onlara göre kurallar uygulamaya çalıştığı kuvvetli bir sembolik değere sahip
olmasıdır. İronik olarak, yönetimler ne kadar kıyafetle ilgili tercih
hürriyetini kısıtlamaya çalışırlarsa, o derece kıyafet sosyal direnişin bir
işareti olarak önem kazanmıştır. Çağdaş İran’da, kadının gösterdiği saç
miktarının dindar polisin ne kadar ciddi ya da lakayt olduğunun bir göstergesi
olduğu söylenilir.

Kıyafetler bu kadar da önemli midir? Kendi başlarına değillerdir ve Kur’an da
kıyafet hakkında çok fazla detaya girmemiştir. Mütevazılık ve özellikle
kadınlarla alakalı ayetler yorumlanırken kıyafetin şeklinden çok fonksiyonu
üzerinde durulmalıdır. Kıyafetler unsurlara karşı yalnızca bir korunmadan daha
fazlasıdır; ancak, onlar politik ve sosyal münakaşalarda her zaman önemli rol
oynamışlardır. Bir Paris banliyösünde Müslüman bir çete tesettürsüz kadınlara
cinsel taciz yaptığında, aslında onlar, söylediklerinin aksine, kadınların
İslam’a uygun olmayan giyinişlerini eleştirmemektedirler. Onlar işlemek
istedikleri suçlara bir bahane bulmaktadırlar. Benzer bir şekilde, siyasi bir
otorite İslami kıyafetler olarak addedilen şeyleri giyen kadınları iş ve eğitim
imkânlarından mahrum bıraktığında, bu otorite direk olarak İslam’a
saldırmamaktadır. O, kendini dinle bağdaştırıp yönetimin siyasetlerine karşı
çıkan insanlara karşı saldırmaktadır. Kıyafetler yalnızca yüzeyin altında pusuya
yatan belirtilerdir, olanın temel sebebi değillerdir. Kıyafetler üzerine
tartışmalar, öyleyse, çok daha kökten şeyler üzerinedir ve öylece kabul
edilmelidir. Böylece, tartışmaların temellerini ve çözümlenebilme yollarını daha
net görmüş oluruz.

Kaynakça

Mernissi, Fatima (1991), The Veil and the Male Elite: A Feminist Interpretation
of Women’s Rights in Islam, trans. M. Lakeland, Reading, MA: Addison-Wesley.

Shirazi, Faegheh (2001), The Veil Unveiled: The Hijab in Modern Culture,
Gainesville, FL: University Press of Florida.