The Irresistible Power of Unity
Hıristiyanlık gibi tahrif edilmiş bir dinin mensubu olan Batılı
ülkeler birlik ve beraberlik içinde bulunmanın kendilerine sağladığı avantajları
gayet iyi biliyorlar ki, kendi aralarındaki birliği sağlamak için ellerinden geleni
yapıyorlar. Amerika bugün dünyanın tek süper gücü konumundaysa bunu “Amerika Birleşik
Devletleri” ismi altında birleşik bir devlet olmasına borçludur. Avrupa ülkeleri
de bu birliğin değer ve kıymetini iyi takdir ettiklerinden kurdukları Avrupa Birliği’ni
günden güne güçlendirmektedirler. Sovyetler Birliği dağıldı. Ama daha sonra yine
belli ülkelerden oluşan bir birlik kuruldu. Çünkü birlik içinde olmak, her ülkeye
sayısız avantajlar sağlamaktadır. Birlik içinde olan ülkelere baktığımızda, onların
ekonomik, siyasi, askeri bakımdan daha ileride olduklarını görürüz. Demokrasi hazmedilmiş
durumda. Hak ve özgürlükler alabildiğine geniş. İnsanlar dini inanç ve düşüncelerinden
dolayı kınanmıyor. Bu birlikler, daha geniş bir coğrafyada, zorluklarla karşılaşmadan
iş yapma, seyahat etme, eğitim görme haklarına sahip. Üstelik dünyada her bakımdan
sözleri geçerli durumda.
Birlikten kuvvet doğmaktadır. Onların oluşturduğu bu birlik kuvveti,
karşısında birlikten oluşan diğer kuvvetlerle dengelenmediğinde, kuvvetli olanların
zayıf ve güçsüz olanlar üzerinde kötü emeller beslemesine sebep olmaktadır. Mesela
bugün, Müslümanların bir buçuk milyarı aşkın nüfusları ile oluşturdukları bir ekonomik,
askerî ve siyasî bir birlikleri olsaydı, İslam dünyasında meydana gelen üzücü hadiseler
ortaya çıkmazdı. Eğer, bu birliğin içerisinde terör gibi insanlığın düşmanı olan
faaliyetleri destekleyenler olursa, bunları halletmek bu birliğin görevi olurdu.
Kendi içerisinde çeşitli yöntemlerle bu engellenebilirdi. Müslüman coğrafyada zalim,
mazlum, silahlı -silahsız, kadın-erkek, genç-yaşlı, büyük-küçük ayırımı yapılmadan
işlenen cinayet ve katliamların hiçbirisi olmazdı. Yetim kalan çocuklarına feryatları,
dul kalan kadınların acınası durumları, iğfale uğrayan insanların dehşetli halleri
ortaya çıkmazdı. Asrın başında İslam coğrafyasının ırkçılığın körüklenerek parçalanmasıyla,
aynı değer ve kültürlerin insanları, bu oyuna gelmeye devam ettiklerinden potansiyel
güçlerini birleştiremiyorlar. Bu da onları sömürmek isteyen birlik halindeki ülkelerin
yarı-resmi sömürgesi durumuna getiriyor. İşte, Afganistan ve Irak’ın başına gelenler
bunun en çarpıcı iki örneğini oluşturmaktadır.
Dağınıklıktan kurtulamayan, bir birlik oluşturamayan ülkelerin başında
ise İslam ülkeleri gelmektedir. Acaba neden İslam dünyası bir birlik oluşturamıyor?
Bediüzzaman’ın, ifadesiyle Avrupalıları terakkide istikbale uçuran, bizi ise maddi
cihette “kurun-u vustâda” durduran” sebepler nelerdir? Said Nursi, 20. asrın başında
Şam’da verdiği hutbede, aslında İslam dünyasının kalkınmasının önündeki engelleri
sıralıyor ve bunları “hastalıklar” olarak nitelendiriyor. Bu hastalıklar, bir bakıma
da Müslümanların güçlerini birleştirerek kalkınmalarını sağlamada çok önemli bir
role sahip olacak olan İslam Birliği’ni oluşturamamanın da önündeki maniaları ifade
etmektedir.
Bu hastalıklar, ümitsizlik, doğruluğun sosyal ve siyasal hayatta
ölmesi, düşmanlığa sevgi, mü’minleri birbirine bağlayan nuranî bağları bilmemek,
bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat, hikmeti, gayreti şahsî menfaatine hasretmek
şeklinde ifade edilmektedir. Bunlar, Müslüman bir ülkenin kalkınmasını engelleyen
sebepler olduğu gibi, Müslümanların birlik ve beraberlik oluşturmalarının da önündeki
en büyük engeller arasındadır.
Bu hastalıklardan birincisi yeis; yani ümitsizliktir. Ümitsizlik,
birlik ve beraberlik içinde olabilme ümidimizi yitirmektir. Biz birlikte olamayız,
biz anlaşamayız, biz uzlaşamayız gibi fikirler, İslam ülkelerini engelleyen en önemli
unsurlardan birisidir. Müslüman Arap kardeşlerimiz arasında yaygın bir söz vardır.
Derler ki, “Arapların uzlaştıkları tek nokta, uzlaşamamalarıdır.” Bu gibi düşünceler,
bizim birlik oluşturarak güçlenmemizi, dünyada bir güç dengesi olmamızı isteyenlerin
içimize attıkları bulaşıcı virüsler gibidir. İnsan negatif düşünmeye başladığında,
olumlu şeyler yapmaya inancını ve ümidini kaybeder. Bu yüzden her fırsatta, gazetelerde,
dergilerde, televizyonlarda birlik ve beraberliğin önemi anlatılmalı, pozitif bir
hava meydana gelmelidir. Bütün İslam ülkelerinde böyle oluşan bir hava, ülkeyi idare
edenleri de etkileyecektir.
İkincisi; sosyal ve siyasi hayatın her noktasında doğru olmamak,
yalan söylemek. Bir ülkede siyasetçiler yalan söylerse, halkın onlara güveni kalmaz.
İslam coğrafyasındaki idareciler de birbirlerine yalan söylerlerse, söyledikleri
sözlerin arkasında durmazlarsa aralarında güven diye bir şey kalmaz. Bu da birlik
ve beraberlik oluşturmanın önünde önemli bir engel olur.
Üçüncü engel düşmanlığa muhabbettir. Son yüz yıldır, aynı coğrafyanın
insanlarının ortak paydaları İslam kültürü olmasına rağmen, birbirilerine düşmanca
bakmaktan kurtulamadılar. Mü’minlerin kardeş olduğu Kur’an’da açıkça ilan edilmesine
rağmen, bazı dış güçler ve onların içimizdeki temsilcileri, bu düşmanlığa sevgiyi
oluşturmada büyük rol oynadılar. Hem Arap İslam ülkeleri kendi aralarında, hem de
Türkiye, İran, Pakistan gibi farklı dilleri konuşan ve Müslüman olan ülkeler arasında
sevgiden, kardeşlikten çok düşmanlık ön plana çıktı. Düşmanlığa sevgi birileri tarafından
sürekli beslendi. Son zamanlarda, özellikle asırlarca Müslümanlar arasındaki birliğin
sembolü olmuş Osmanlı devletinin mirası üzerinde oturan Türkiye Cumhuriyeti, siyaset
olarak düşmanlıkları ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izlemeye başlayınca,
birden bire muhabbet havası oluşmaya başladı. Bu muhabbet, hem aradaki buzları eritti,
eritmeye devam ediyor, hem de ekonomik işbirlikleri sayesinde karşılıklı güzel sonuçlar
ortaya çıkardı. Düşmanlığa sevgi, yerini sevgi ve kardeşliğe bıraktığı zaman, birliğin
önündeki en büyük bir engel daha aşılmış olacaktır.
Dördüncü olarak, Müslümanları birbirine bağlayan nurani bağların
bilinmemesi, büyük bir güç oluşturmanın yolunu kesmektedir. Halbuki bütün Müslümanlar
olarak aynı Allah’a inanıyoruz, aynı kıbleye yöneliyoruz. Allah’ın bin bir ismi
kadar birlik bağlarımız var. Bunun için önce her ülke Müslümanları kendi arasında
bu gerçek kardeşlik bağlarıyla bağlandıklarını anlayacak, bunun için her İslami
cemaat üzerine düşeni yapacak. Ayrımcılık yapmayacak. Sonra İslam ülkelerinin liderleri,
bizim kardeş ülkeler olduğumuzu fark edecek. Yabancıların oyunlarını bozacak. Biz
gerçekten birbirimizin kardeşiyiz. Hacca gittiğimizde bunu açıkça görmekteyiz. Hacda
bir araya gelen, birliğin en olgun görüntülerini oluşturan Müslümanların, halkları
kardeş olan ülkeler olarak da birlik oluşturmaları mümkündür. Yeter ki, bu kardeşliği
ülkeleri idare eden insanlar da ta yüreklerinden hissetsinler.
Beşincisi istibdattır; yani diktatörlük. Diktatörlük, kanunların
değil, şahısların hâkimiyetini ifade eder. Bu da keyfe göre idare etmeyi netice
verir. Diktatör insanlar, Müslümanların birlik oluşturmalarını engelleme konusunda
her türlü telkini bazı menfaatler karşılığında kabul edebilir. Diktatörlükle yönetilen
bir ülkede birlik konusunda kamuoyu da meydana getirilemez. Bu yüzden İslam ülkeleri
idari şekillerini diktatörlükten, meşveret sisteminin bir yansıması olan demokrasiye
çevirmek için çaba göstermelidir. Ülkeleri hanedanlar değil, ehliyetli, halkın güveni
kazanmış, halkın seçtiği kimseler yönetmelidir. Demokrasi mi, meşveret mi, şura
mı tartışmasına girmek abestir. Adına ne denirse densin, insanların hür iradesine
dayanan seçimlerle iş başına gelip, ehil insanlardan oluşan parlamento ya da meclisler
tarafından idare edilen ülkeler konumuna gelmek gerekir.
Altıncı engel de bireysel menfaat için çalışmaktır. Ülkelerde şahsi
menfaat için çalışanlar, ülkenin kalkınmasını engellediği gibi, ülkelerin liderleri
de sadece kendi ülkelerinin menfaatlerini düşünürlerse, diğer ülkeleri görmezden
gelirler, birlik olmaz, ortak kalkınma meydana gelmez.
İslam dünyasının -Nursi’nin ifadesiyle- “saadet-i dünyeviyesi” yani,
dünyevi mutluluğu birlik oluşturmakla mümkündür. Bu birlik, Avrupa Birliği’ne bir
alternatif değildir. Türkiye hem Avrupa Birliği’ne üye olabilir, hem de böyle bir
birliği oluşturmada aktif bir görev üstlenebilir. Bu konuda en önemli adımları atmak
da, Müslüman Arap kardeşlerimize düşmektedir. Bediüzzaman’ın Amerika Birleşik Devletleri’ne
benzer bir şekilde, bir birlik oluşturma teklifi, yüz yıl önce yapılmış bir tekliftir.
Ama hâlâ canlılığını korumaktadır. Osmanlı eksiğiyle, gediğiyle bu birliği büyük
ekseriyetle temsil ediyordu. Ondan sonra, İslam dünyası çil yavrusu gibi dağıldı.
Yüz yıldır Müslümanların çektikleri sıkıntılar hep bu dağınıklığın eseridir. Toparlanma
zamanıdır. Kardeşliğin Kur’an sayfalarında kalmaması gerekir. Kardeşlik fedakârlığı
gerektir, yardımlaşmayı, sevgiyi gerektirir. Eğer birlik oluşturulursa, dünyada
hiçbir Müslüman’ın kolay kolay burnu kanamaz. Bu çok kolay değildir. Her Müslüman
ülke, vatandaşlarıyla, sivil ve askeri erkânıyla, bürokratlarıyla bu birlik için
kafa yormak zorundadır. Bizim gibi bir asra yakın bir zamandır laikliğin dinsizlik
olarak algılandığı ve uygulandığı ülkelerde, belli kesimler tarafından İslam, irtica;
dindarlar mürteci olarak damgalanmıştır. Ama geldiğimiz şu noktada anlaşılmıştır
ki, yaftaların hepsi, ihtilallere zemin hazırlamak, şahsi menfaat peşinde koşmak
içinmiş. Ergenekon soruşturması bunun en güzel delilini oluşturuyor. Artık, demokratik
açılımların her kesimde konuşulduğu, iyi yetiştiğine inandığımız, ufku açık komutanlarımız
tarafından da desteklendiği göz önüne alınırsa, bu açılımın aynı coğrafyada yaşayan
Müslüman ülkelerle birliğe kadar uzanmasının da düşünülmesi zarureti vardır. Zaruretten
öte bir görevdir bu. Birbirleriyle ekonomik, siyasî ve askerî yönden işbirliği yapmaya
en layık ülkeler aynı inancı, aynı değerleri, aynı kültürü paylaşan ülkelerdir.
Eğer, biz yüz seneye göre istikbali yaşıyorsak ve nice inkılaplar geçirmişsek, en
gür sesin Müslümanların sesi olmasını istiyorsak, bilim, ekonomi, siyasi bakımdan
dünyaya yön veren ülkeler olmayı istiyorsak bu birlik şarttır. Yoksa başkaları birlik
olur, kuvvet bulur. Bizim de birliğimizi bozmak için her zaman olduğu gibi çabalarlar.
Kur’an’da Cenab-ı Hak, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın.”
(Al-i İmran, 3/103.) buyurmaktadır. Yine başka bir ayette, ayrılık içinde olduğumuzda
gücümüzün gideceği bildirilir. Bizi Müslümanlar olarak birbirimize düşüren ırkçılıktır.
Bu da 19. asrın sonları, 20. asrın başlarında İngilizlerin bir planıydı. Uygulandı.
Sonuç da alındı. Artık uyanma zamanıdır. Irkçılık düşüncesi, kavmiyetçilik, kabilecilik
anlayışı insanların parçalanmasına, güçlerinin dağılmasına sebep olur. Çünkü ırkçılık,
menfi milliyettir. Bu da başkasını yutmakla beslenmeyi kendisine ilke edinir. Bu
da kendi ırkının dışında her ırkı düşman görmek demektir. Üst kimlik de, vatan ve
din olsa da bir şey değişmez. Bunun acı meyvelerini tek tek ülkelerin vatandaşları
olarak yediğimiz gibi, büyük Asya coğrafyasında yaşayan aynı inanç, kültür ve değerlere
sahip olan insanlar olarak da hâlâ yemekteyiz. Türklüğümüzü, Araplığımızı, Kürtlüğümüzü
ve diğer ırklardan olmamızı İslam potasında eritelim ki bu birlik oluşsun. Aramızda
Müslüman olmayan kardeşlerimiz de, aynı birleşik devletlerde yaşamanın, ona mensup
olmanın şerefiyle yaşasın.
Öz
Birlikten kuvvet doğmaktadır. Müslümanların bir buçuk milyarı aşkın
nüfusları ile oluşturdukları bir ekonomik, askerî ve siyasî bir birlikleri olsaydı,
İslam dünyasında meydana gelen üzücü hadiseler yaşanmazdı. Acaba neden İslam dünyası
bir birlik oluşturamıyor? Bu yazıda İslam dünyasının bir birlik oluşturmasının önündeki
engeller Said Nursi’nin tespitleri ışığında irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: İslam Birliği, yeis, doğru olmamak, adavet,
istibdat, menfaatçilik, ırkçılık, İslam kardeşliği
Abstract
Strength arises from unity. If Muslims with their over 1.5 billions
of population had had an economical, military and political unity, saddening events
wouldn't have happened in Islamic world. Do you think why can't Islamic World constitute
a unity? In this text the obstacles of Islamic World with constituting a unity are
being studied in the light of Said Nursi's detections.
Key Words: The Islamic Union, desperation, not being right, animosity,
restraint, expediency, racism, Islamic brotherhood.