RİSALE-İ NUR KONGRELERİ VE MASA ÇALIŞMALARI
DEKLARASYONLAR
Bu deklarasyonlar, Risale-i Nur Enstitüsü ve Köprü Dergisi tarafından tertip edilen Risale-i Nur Kongreleri ve Masa Çalışmalarında gerçekleştirilen oturumlar sırasında açıklanan ve genel kabul gören kanaatleri bildirmekte olup toplantı yöneticileri ve sekreterleri tarafından toplantılar sırasında alınan notlar üzerinde çalışılarak hazırlanmıştır.
DOĞU’DA ve BATI’DA DOĞRU
İSLAMİYET
- Risale-i Nur Kongresi
14-15 Mayıs 2016, Köln
Deklarasyonlar
- MASA:
Avrupa ve Doğru İslamiyet
KATILIMCILAR
Prof. Dr. Mehmet İpçioğlu (Oturum Başkanı)
Yrd. Doç. Dr. Ömer Ergün (Sekreter)
Prof. Dr. Vedat Demir
Prof. Dr. Ensar Nişancı
Prof. Dr. İlhan Kaya
Prof. Dr. Arif Yavuz
Kazım Güleçyüz
Mustafa Akyol
İlhan Cevheri
Ahmet Dursun
Mehmet Göneş
Osman Kurnaz
- Doğru İslamiyet insanlığın ortak malı olan bilim, rasyonel düşünce ve evrensel değerlerle barışıktır. Bu bağlamda Batı ve İslam bir karşıtlık ilişkisi içinde anlaşılmamalıdır.
Zira bu iki dünya yekdiğerinin negatif aynasında şekillenmeyip birbirleri ile ortaklaşa inşa ettikleri değerlere ve mekanizmalara sahiptirler.
- Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’da farklı bir yaklaşımla Batı‘yı ikiye ayırmış ve çoğullaştırmıştır. İnsanlığa faydalı fen ve sanatlara, adalet ve hakkaniyete hizmet eden bir Avrupa’ya dikkat çekmiştir. Eleştirel bir yaklaşımla da, Batı’da toptancı bir bakış açısıyla dine karşı gelişen bilimselcilikten ve güç politikasından arındırılarak medeniyetin farklı bir zeminde yeniden tarifini önermiştir.
- Bediüzzaman Said Nursî, “Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir” diyerek insan hakları, hukukun üstünlüğü, müzakereci demokrasi ve azınlık hakları ile din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak laiklik gibi evrensel değerlerle kamu alanının düzenlenmesine, fen ve sanayi noktasında Avrupa’dan “ahz u iktibas”a önem vermiştir.
- Bediüzzaman Said Nursî, bütün sekülerleşmeye rağmen Hıristiyanlığın zaman içinde tasaffi ederek İsevilik din-i hakikisine döneceğini ve tevhid inancına yaklaşacağını; İslam’la Hristiyanlığın ittifak ederek dünya barışına katkı sağlayacağını ifade etmiştir.
- Beşerin nefs-i emmaresi yalnızca İkinci Avrupayı değil İslam toplumlarını da esir almıştır. Bu esaretten kurtuluşun çaresi ‘Doğru İslam‘ın’ temsilcileri ile İsevilik dini hakikisinden beslenen Birinci Avrupa’nın buluşmasından ve kamu yönetiminde makul ve ılımlı (muktesit) siyasetin işbaşına geçmesinden geçmektedir.
- İslam, Avrupa‘nın bir parçası ve realitesidir. Avrupa da başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının bir gerçeğidir. Bu sebeple ön yargıdan ve çarpıtmalardan arındırılmış bir zeminde Doğru İslam yorumuna ve pratiğine duyulan ihtiyaç artmıştır. Bu çerçevede İslam’ı İslamofobyanın ve şiddet ve teröre kapı açan radikal okumaların kıskacından kurtarmak gerekir. Zira Doğru İslam barışı, müsbet hareketi, iletişimi ve ittifakı esas alır.
- Doğru İslâm‘ın açıklığa kavuşabilmesi ve hayata aktarılmasının öncelikli şartı zihinlerin hür olmasıdır.
- Avrupa Birliği anayasasının temel ilkeleri olan bireyi önceliği, demokrasi, insan hakları ve din ve vicdan hürriyetine dayalı özellikleri, Bediüzzaman’ın; meşrutiyet (cumhuriyet ve demokrasi) ve anayasanın hakiki adalet ve meşveret-i şeriyeden ibaret olduğu şeklindeki tarifiyle örtüşmektedir.
- Bediüzzaman Said Nursî laikliği din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak görmekte ve devletin bütün inançlar karşısından eşit durmasını ifade etmektedir. “Dindara da dinsize de ilişmemek laikliğin şiarıdır.”
- Kaderi Türkiye ile örtüşen “Bahtiyar Alman milleti”nin genel kurtuluşunun yollarından biri de umumi barışın yol haritasını çizen Risale-i Nur’dur.
- MASA:
İnsaniyet-i Kübra ve Doğru İslamiyet
KATILIMCILAR
Prof. Dr. Ahmet Battal (Oturum Başkanı)
Sebahattin Yaşar (Sekreter)
Prof. Dr. Sacit Adalı
Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç
Prof. Dr. Ömer Önbaş
Prof. Dr. Abdullah Adıgüzel
Doç. Dr. Ömer S. Sevinç
Yrd. Doç. Dr. Ali Bengi
Dr. Ali Badak
Dr. Hakan Taştan
Taha Çağlaroğlu
Nimet Demir
- İslam fıtrat dinidir ve her hükmünü akla ispat ettirmiştir.
- “İnsâniyet-i kübrâ” olan İslamiyet gerçek hürriyetin tam manasıyla idrak edildiği ve yaşandığı bir toplumu hedefler.
- İnsaniyet-i kübra’nın ete kemiğe bürünmüş hâli, imanı kuvvetli, “kul hakkı” yemeyen, faziletli güvenilir, dürüst, âdil ve örnek insanlardır.
- Doğru İslamiyet, sadece onu okuyan, anlatan değil, esas olarak, inandığını yaşayan ve yaşadığına inanan, sevgi dolu, demokrat insanların oluşturduğu bir şahs-ı manevi tarafından temsil edilebilir.
- “Kendini bilen Rabbini bilir.” İnsanın kendisini tanıması ve yaratılış gâyesini bilmesi, aslında görev ve sorumluluklarının farkına varmasıdır.
- Doğru İslamiyet, insanın bu dünyadaki hayatını güzelleştirmekle kalmaz, insanın ufkunu da sonsuzluğa taşır.
- İslamiyet, ölüme çareyi gösterdiği için gerçek bilimdir. İnsandaki sonsuz sevgi duygusunun ayrılık korkusu ve acısına dönüşmemesi, ancak sevdikleriyle cennette buluşacağını bilmesiyle mümkündür.
- Düşman aramanın ve düşman üretmenin vakti geçmiştir. Sosyal hayatı tahrip eden düşmanlık duygusunun yerine dostluk ve sevgiyi yerleştirmek gerekir. Düşmanlık etmek isteyen kalbindeki düşmanlığa düşmanlık etmeli.
- Muhabbet, kainatın mayasıdır. Hakiki insan, insanları ve bütün varlıkları Yaratıcısı hesabına sever.
- İnsanlığın, din ve fen ilimlerini birleştiren ve kainata Yaratıcısı hesabına bakmayı öğreten yeni bir eğitim modeline ihtiyacı vardır.
- İnsanlığın en büyük ihtiyacı, Müslümanların birbirleriyle ve hakiki dindar Hıristiyanlarla ittifak etmesidir.
- Avrupa sadece hümanizmle insanı gerçek insan yapmayı başaramaz. Avrupa’nın, Türkiye’nin temsil ettiği İslam dünyasının elindeki vahye ihtiyacı vardır. Avrupa Birliği, Türkiye’yi -bu sebeple- Avrupa Birliği’ne almalıdır.
- MASA:
Nübüvvet ve Doğru İslamiyet Masası
KATILIMCILAR
Prof. Dr. Nurettin ABUT (Oturum Başkanı)
Yrd. Doç. Dr. Abdulnasır YİNER (Sekreter)
Prof. Dr. Hüseyin UZUN
Doç. Dr. Veysel KASAR
Dr. Hakan YALMAN
Mustafa GÖKAY
Mehmet AKBAŞ
Mevlüt KURNAZ
Süleyman KÖSMENE
Mehmet ÖZCAN
Ömer USLU
İlhan AKÇAY
- Akıl, tek başına yaratıcıyı ve kainatı hakkıyla anlama kapasitesine sahip değildir. Allah; Kendisinin bilinmesi, Kâinat’ın mânâsının anlaşılması, insanın yaratılış gâyesini ve ahiret hayatını bilmesi için peygamberleri göndermiştir. Peygamberlik müessesesinin getirdiği temel mesaj; doğru İslamiyet’le ifade edilebilecek olan doğru inanç, doğru ahlâk, doğru ameldir.
- Son Peygamber Hz. Muhammed’in hayatı Kur’an’ın emrettiği hayattır. Sünneti Kur’an’ın tefsiridir. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (asm)’a kadar bütün peygamberler kendi asırlarına göre doğru İslam’ın temsilcileridirler. Dolayısıyla doğru İslamiyet’in anlaşılması ve yaşanması Hz. Muhammed olmaksızın mümkün değildir. O’nun sözleri Kur’an’ı açıklayan vahiy hükmündedir. O boş konuşmamıştır. Onun bütün konuşmaları hakikattir ve vahiy çerçevesinde şekillenmiştir. Dolayısıyla doğru İslam’ı anlamanın yolu Hazret-i Muhammed’i doğru anlamaktan geçer.
- Peygamberler, bütün insanlara mânevi önder oldukları gibi insanlığın maddî terakkiyâtı için de birer önder olmuşlardır. Gösterdikleri mucizelerle bilim ve teknolojinin son sınırlarına işaret etmişlerdir.
- Peygamberler; dünya barışının tesisi, kardeşlik, adalet ve insan hakları gibi temel insanî değerleri getirmişlerdir. Bu değerlerden uzaklaşarak huzur ve barışı kaybeden insanlar doğru İslamiyet’e geri dönmelidir.
- Nübüvvet silsilesinin temel hakikatı tevhittir. İnsanlar; devlet, vatan ve millet gibi kavramları aşarak bu prensipler etrafında birleşip küresel barışı gerçekleştirmelidirler.
- Küresel problemlerin çözümünde Birleşmiş Milletler ve diplomatik girişimler, paradigma değişikliği yaparak peygamberlerin getirdiği evrensel ilkeler olan doğru İslamiyet prensiplerini uygulamalıdır.
- Nübüvvet; uhrevî, semavî âlemlerle insanlığın iletişim-irtibat noktasıdır. Bu mânâda bilim varlığın sırlarını ve madde ötesini çözebilmek için nübüvvetle uzlaşmalıdır.
- Peygamberlerin vazifesi sadece istikamet ve itidal üzere tebliğdir. Peygamberler, insanları hak dine hangi metot ile davet etmişlerse bu zamanda da aynı metotların kullanılması gerekir. Bu metotları hayatında rehber edinerek irşat vazifesini yerine getiren Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur eserlerine kulak verilmelidir.
- Doğru İslamiyet olan; doğruluk, ahlâk, edep ile hak ve hürriyetleri tebliğ eden peygamberlik müessesesi, semâvî kitaplar ve Kur’an müspet hareketin kaynaklarıdır.
- MASA:
Terör ve Doğru İslamiyet
KATILIMCILAR
Prof. Dr. İbrahim ÖZDEMİR (Oturum Başkanı)
Prof. Dr. İshak TORUN (Sekreter)
Prof. Dr. Ahmet Hamdi AYDIN
Prof. Dr. Osman ÖZKUL
Doç. Dr. Cemal GÜVEN
Yrd. Doç. Dr. Levent BİLGİ
Said YETİM
Muhammet TAŞÇI
Nurullah UDUN
Kamuran YÜKSEL
- Allah, rahman ve rahimdir. Merhameti bütün insanları, canlıları ve bütün alemleri kuşatmıştır. İslam ise barış, emniyet, huzur ve güven demektir. Müslüman da Allah’a özgür iradesiyle inanıp O’na teslim olan kimsedir.
- Bütün dinler hayatın amacını tarif ederek insanın anlamlı bir hayat yaşamasını ve mutluluğunu hedefler. Özellikle İbrahimî dinler, bireyin vahiy geleneği bağlamında kendisi ve çevresiyle barış içerisinde yaşabilmesi için adâlet, hakkâniyet, şefkat, eşitlik temelli ahlâkî bir hayatı önerir.
- Bütün dinlerin reddettiği terör ise siyasî ya da toplumsal anlamda bir takım değişiklikler meydana getirmek için askerî ve sivil hedeflere yönelik yasa dışı güç veya şiddetin kullanımıdır. Amaç toplumda korku, kaygı, karışıklık, kaos oluşturmaktır. Tarihte ve günümüzde dinî motifli terör ve şiddet eylemlerine rastlanabilmekte, teröristler dini sembolleri ve değerleri kendi amaçlarına ulaşmak ve kitleleri etkilemek için kullanabilmektedirler.
- Dinî motifli terörle kapsamlı bir şekilde mücadele edilmeli; suçların kişiselliğinden hareketle, bir insanlık suçu olarak terör ve teröristler en şiddetli şekilde kınanmalıdır. Terör hâdiseleri insanların mensup oldukları dinle irtibatlandırılmadan sunulmalı ve değerlendirilmelidir.
- Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur” (Maide Süresi: 32)
Bediüzzaman bu ayeti şöyle yorumlar: “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez.”
- İslam’a göre suç ve ceza bireyseldir. Binaenaleyh “hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.” (En’am Süresi: 6:164)
- Bediüzzaman Said Nursî açık toplum ve demokratik sistemlerde iknâ ve müzakereyi problemleri çözmenin yolu olarak önermektedir. Bu nedenle sosyal, siyasî ve kültürel sorunların çözümünde yöntem olarak şiddete başvurmayı reddetmeli, Müslümanlar problemlerini karşılıklı müzakere ve diyalogla çözmeye çalışmalıdırlar.
- Cihat, günümüzde en çok su-i istimal edilen kavramlardan biridir. Said Nursî “mânevî cihat” yorumuyla İslam-irfan geleneği çizgisinde bir yenilik getirmiştir. Mânevî cihat eğitim, ilim ve ahlâkî olarak insanın bireysel ve toplumsal bakımdan tekamül çabasıdır.
- Said Nursî mânevî cihadı tamamlamak için “müsbet hareket” ilkesini tavsiye etmektedir. Müsbet hareket açık toplum ve demokratik sistemde farklı din, inanç ve kültür mensuplarıyla sulh ve sükûn içinde yaşamanın yöntemidir. Aynı zamanda emniyet, güven ve barıştan yana, her türlü şiddete, yıkıcılığa ve teröre karşı olmaktır.
- Terör sorunu bütünsel yaklaşımla analiz edilirse çözümü daha kolay olacaktır. Sorun her türlü ayrımcılık, eşitsizlik, adâletsizlik, yoksulluk, cehâlet, cinsiyet ayrımcılığı ve çevrenin tahribiyle beraber ele alınmalı ve çözüm için diğer toplumsal gruplarla işbirliğine gidilmelidir.
- Terörle mücadele demokratik sistem içerisinde verilmelidir. Kezâ yukarıda ifade edilen hukukun üstünlüğüne dair değerlere dikkat edilmelidir.
- Uzun vâdeli çözüm yöntemi olarak kültür ve eğitim politikaları yeniden ele alınmalı, eğitim programları bu istikamette geliştirilmelidir. Bu çerçevede eğitim sürecinde şiddet içerikli her tür düşünce ve radikal hareketler kategorik olarak reddedilmelidir.
- MASA:
Mezhepler ve Doğru İslamiyet
KATILIMCILAR
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe (Oturum Başkanı)
Mehmet Ali KAYA (Sekreter)
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Yıldız
Yrd. Doç. Dr. Faruk Soylu
Dr. Cafer Kaysıcı
Dr. Hüseyin Yılmaz
Şemsettin Çakır
Ali Ferşadoğlu
Mehmet Aynacı
Recep Tosun
- Mezhep; yol, usul demektir. Peygamberimizin vefatından sonra ortaya çıkan siyasî, sosyal hâdiseler ve değişen şartlar karşısında Kur’an ve Sünnetteki hükümleri doğru anlama ve yaşamayı hedefler.
- Hak mezhepler İslam toplumunun dinî, içtimaî, siyasî, iktisadî, hukukî ve benzeri ihtiyaçlarına cevap vermek üzere Kur’an ve Sünnet temelli olarak ortaya çıkmıştır.
- Mezhepler amaç değil, doğru hedefe götüren birer vasıta olarak görülmelidir; dolayısıyla din olarak algılanamaz.
- Kur’an’a göre insan mükerrem yani, saygın, onur ve hür irade sahibi olduğu için varlık olarak reşittir. İslam’a göre devlet de insanın bu özelliklerini dikkate alarak anayasal düzenini buna göre tesis etmelidir. İslam hukuk geleneğinin içerisinde yer alan evrensel hukuk ekolü de bu görüşü tesis etmiştir.
- İslam yöneticilerin gücünü sınırlamak, için “adalet, hürriyet” ve “meşveret” prensiplerini getirmiştir. Mezhepler bu prensipleri uygulamak ve devlet gücünü hukukî güce dönüştürmek için gerekli altyapıyı hazırlar. Bediüzzaman bu hususu “Hakimiyet kanunda olmalı, yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır” cümlesi ile ifade eder.
- “Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı…” (Maide, 5: 48.) mealindeki ayeti, “Ümmetin ihtilafında rahmet vardır” ilkesi ve mezheplerin varlığı, İslam’da çoğulculuğun ve yapıcı muhalefetin varlığının meşrû olduğunu gösterir. İslam hürriyeti esas alır, bu sebeple taassup ve radikalizm İslam’da yoktur. Dolayısıyla dini, her türlü dünyevî ideolojinin esaretinden kurtarmak gerekir.”
- Asr-ı Saadet’ten sonra ortaya çıkan ve İslam’ın saf ve ihlaslı yorumunu benimseyen ilk kuşağa “Selef-i Salihin” denir. Günümüzde Selef adıyla ortaya çıkan radikal akımların “Selef-i Salihin” ile bir ilgisi yoktur. İslam’ın saf ve ihlaslı yorumunun dışına çıkan radikal oluşumların sebebi ise istibdattır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de İslam ümmetinin “Vasat Ümmet” (Bakara, 2: 143.) ve itidal üzere olduğu vurgusu yapılır. Bediüzzaman Said Nursî de itidal ve istikametin “müspet hareket” yaklaşımı ile sağlanacağını ifade eder.
- İslam’ın iman esaslarını tasdik eden ve Peygamberin sünnetini ve Kur’an’dan ibaret olan ahlâkını yaşamayı gâye edinenlerin tamamı “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olup “Fırka-ı Naciye”dir.
- Tekfir konusu İslam dünyasında önemli bir problem olma özelliğini devam ettirmektedir. Oysa Allah’ın hükümlerini tasdik edenlerin uygulamada eksiklikleri olsa dahi tekfir edilmeyeceği temel bir prensiptir.
- Bediüzzaman Kur’ân-ı Kerim’de “Ey ehl-i kitap! Sizin ile bizim aramızda müşterek kelimeye gelin. Allah’a şirk koşmayalım” (Âl-i İmran, 3: 64.) ayetine dayanarak “Ehl-i Kitabın” tevhidi ve Hz. Muhammed’in (asm) nübüvvetini kabul etmeleri halinde ehl-i necat olabileceklerini ifade etmiştir.