Risale-i Nur ve Güncel Tartışmalar Işığında Deizm

Deism In The Light Of Risale-i Nur And Current Debates

Talha FIRAT, Arş.Gör., Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi

 

Özet

Bu çalışmada deizm kavramı, ortaya çıkış sebepleri dini ve tarihsel olaylar bağlamında ele alınıp, deizmin ortaya attığı kitap, nübüvvet ve ahiret hakkındaki iddiaları, Risale-i Nur’daki hakikatler çerçevesinde, kâinat ve insan bağlamında değerlendirilecektir. Bunun yanında özellikle ülkemizde gençlerin deizme yöneldiği iddiaları üzerinden süregelen tartışmalar, meselenin nedenleriyle birlikte, araştırmacılar ve uzmanların görüşleri penceresinde değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: Deizm, İnanç, Gençlik.

 

Abstract

In this study, the definition of the concept of deism and the reasons for its emergence will be considered in the context of religious and historical events, and put forward by deism, its claims about the holy boks, prophethood and the hereafter will be evaluated within the framework of the truths in the Risale-i Nur, in the context of the universe and mankind. In addition, the ongoing discussions, especially in our country over the claims that young people are turning to deism, along with the reasons for the issue, will be evaluated in the window of the opinions of researchers and experts.

Key Words: Deism, Faith, Youth.

 

 

Giriş

Son yıllarda ülkemizde gerek geleneksel gerek sosyal medya mecraları üzerinden deizm kavramı ve bu akıma yönelik eğilimler yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Tartışmaların çıkış kaynağı, özellikle sosyal medyadaki paylaşımlar, gazete ve televizyonlarda bu konu ile ilgili yapılan haberler ve röportajlardır. Konu ile ilgili yapılan saha araştırmaları da deizmin toplum ve gençlik nezdinde bir karşılığının olup olmadığını bulmaya çalışmaktadır. Bu çalışmada herhangi bir saha araştırması yapılmayıp gençlik adına bir söz söyleme iddiası bulunmamaktadır. Sadece konuyla ilgili çalışmalar, saha araştırmaları ve konunun uzmanlarının görüşleri değerlendirilerek var olan problemlerin kaynağı inanç, aile, eğitim, dinî yapılar ve siyasi boyutlardan ele alınarak tartışılması amaçlanmaktadır.

Çalışmanın ilk bölümünde deizm kavramı ile ilgili kaynak araştırması yapılarak bir kavramsal çerçeve oluşturulmuştur. Kavramsal çerçevenin hazırlanmasında birincil – ikincil kaynak kitaplardan, internet ortamında bulunan bilimsel makale, tez, köşe yazısı ve ansiklopedilerden yararlanılmıştır. Kavramsal çerçeve içerisinde deizmin tanımı, ortaya attığı görüşler ve çıkış nedenleri ele alınmıştır. İkinci bölümde deizmin iddiaları ele alınarak kâinat ve insanın tefekkür edilmesi ile kitap, nübüvvet ve ahiret hakikatlerine nasıl ulaşılabileceğine dair Risale-i Nur penceresinden değerlendirilmeler yapılmıştır. Deizmin temel iddiaları ve eleştiri noktaları vahiy, nübüvvet, kutsal kitap ve ahiret konuları olduğu için ve iman akidelerinin temelinde bu konular olması sebebiyle, buraya tahşidat yapılarak, teolojik-felsefi tartışma bu konularla sınırlı tutulmuştur. Konunun genişliği sebebiyle kader, melekler, cüz’î irade, şerrin yaratılışı, çok evlilik ve Hz. Peygamber (asm)’ın evlilikleri gibi deizme yönelişte etkisi olduğu iddia edilen konular yer almamıştır. Üçüncü bölümde ülkemizde devam eden deizm tartışmalarının çıkış sebebi ve gençlerin bu görüşe yöneldiği iddialarının nedenleri ve problemin kaynağındaki etkenler araştırmacıların ve uzmanların görüşleri çerçevesinde ele alınmıştır. Sonuç ve tartışma bölümünde ise genel bir değerlendirme yapılarak, çözüm önerileri sunulmuş ve konuyla ilgili gelecekte yapılabilecek araştırmalar hakkında önerilere yer verilmiştir.

  1. Kavramsal Çerçeve

1.1.  Deizmin Tanımı ve Ortaya Attığı İddialar

Kelime anlamı Tanrıcılık veya Yaradancılık olan deizm, kelime olarak, Latince İlah anlamındaki “Deus” dan türetilmiştir. Yine Grekçe’de İlah anlamına gelen “Theos”tan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir (Erdem, 1994: 9). Deizm, Yaratıcı kavramının kâinatın gözlem ve tefekkürü neticesinde sadece akıl ve idrak ile keşfedilebileceğini, vahiy, kitap ve peygamberlik müessesine gerek olmadığını iddia eden felsefi bir akımdır (Manuel ve Pailin, 2023). Deizme göre Yaratıcı, başlangıçta koyduğu şumüllü, değişmez yasalara göre işleyen bir dünya yaratan mükemmel bir kozmik mühendis olarak tasavvur edilir. Kâinatı kendi kendine işleyen mükemmel bir makine veya saat düzeninde yarattığı için, Yaratıcı’nın onu ayakta tutmak için sürekli bir faaliyete ihtiyacı yoktur. İlk yaratma faaliyetinden sonra mevcudata kendi kendini idame etme kapasitesi aşıladığı görüşü vardır. Yani kâinatı yarattıktan ve tabiat kanunlarını koyduktan sonra ne kâinata ne dünyaya ne de insanlara müdahale etmez. Bu açıdan Yaratıcı’ya bir eylemsizlik ve pasiflik atfedildiği görülmektedir (Harper, 2016: 51). Bu noktada teizm ve deizm kavramları karıştırılabilmektedir. Teizmde, kâinatın ve insanların işleyişine faal olarak müdahale eden bir Yaratıcının varlığı, vahiy, kitap, peygamber ve din ile birlikte kabul edilir. Deizmde ise her türlü vahyi ve ilhamı reddeden, Yaratıcı’nın varlığının yalnızca kâinatın yaratılması ve tabiat kanunlarının konulması sonrası geri çekilmesi ve tabiattaki süreçlere ve insana müdahale etmeyen bir yaratma eylemine indirgeyen bir görüşe sahiptir (Bolay, 1987: 49).

1.2.  Deizmin Çıkış Nedenleri

  1. yüzyılda ortaya çıkan deizm bir inanç sisteminden ziyade Allah-mevcudat-insan kavramlarını ve aralarındaki münasebetleri açıklamaya çalışan bir düşünce biçimidir. Deizmin, ateizm ve nihilizm gibi Batı’da ortaya çıkan tepkisel bir hareket olduğunu belirten Coşkun, (2017: 11-12) deizmin çıkış sebebini, Hristiyanlığın tahrif edilmesinin doğurduğu akılla çelişen inanç yapısına bağlamaktadır. Teslis inancı, insanın doğuştan günahkâr olduğu görüşü, Hz. İsa’nın ilah konumuna yükseltilmesi ve Allah’ın oğlu olduğu gibi iddialar, Bazı Hristiyanların inançlarını sorgulamalarına sebep olmuştur. Hristiyanlık içinde çok fazla sır, gizem ve mistik unsurların olması bu inancı gittikçe rasyonellikten uzaklaştırmıştır. Manuel ve Pailin (2023), Hristiyanlığın pagan/putperest kültür ve geleneklerinden etkilendiğini ifade etmiştir. Erdem (1994: 4)’e göre Fransız ihtilalinden sonra Fransa’da deizmin ve ateizmin yükselmesinin altında yatan sebep kiliseye ve eski krallık rejimine duyulan öfkedir. Deist oldukları bilinen Fransa’daki aydınlanma hareketinin önemli düşünürlerinden olan Voltaire ve Rousseau, kilisenin ruhani otoritesi yerine aklî aydınlanmayı ön plana koymuşlardır. Hurafelerle dolu, akla aykırı inanç sisteminin sürdürülebilmesi ve ruhban sınıfının kendi dini yorumunu dayatabilmesi için kilise kurumunun baskı kurması, korkutmayla otoriter bir yönetim sergilemesi ve papazların dini otoritelerini siyasi ve ekonomik anlamda sömürüye dönüştürmeleri Avrupa’da insanların dinden uzaklaşmasına neden olmuştur (Peker, 2018: 22). Düşünce ve yaklaşımlar açısından deizmin farklı formları bulunmaktadır. Deizm tarihinde, kilise Hristiyanlığından uzaklaşan (Kardaş, 2017: 16) ve Hristiyanlığı hurafelerden arındırma gayesi olup Hristiyanlıktan kopmayan (Erdem, 1994: 110), “Hristiyan Deistler” olarak tanımlanan gruplar olduğu gibi günümüzde özellikle İslam dünyasında ve ülkemizde uluhiyet inancını kabul etmekle birlikte, dine karşı ilgisizlik ve dini yükümlülüklerin gereksiz görüldüğü “pasif deizm” anlayışının yükseldiği ifade edilmektedir.

Deizmin ortaya çıkma ve yayılma nedenlerini özetlemek gerekirse; kilisenin din yorumuna, taassup ve tahakkümüne eleştiri getirenler deizm düşüncesi çerçevesinde akılcı bir inancı savunmaya başlamışlardır. Deizmin, tahrifata uğramış kutsal metinlerdeki çelişkilere ve dinin yorumlanmasında kilise hiyerarşisinin baskısı ve otoriterliği sebebiyle ruhban sınıfına yönelik bir itiraz olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Buradan şöyle bir çıkarım yapılabilir ki; Hristiyanlıktaki teslis gibi bazı temel akidelerin akıl dışılığına bir tepki olarak deizmde tek bir Yaratıcı fikri hâkim olurken, kilise ve ruhban sınıfının din adına yaptığı yanlışlara tepki olarak, kişi ve kurumların Allah(c.c.) adına hareket etme iddiasının önüne geçip, istismarları engellemek için Allah(c.c.)’ın kâinatı yaratıp kendi haline bıraktığı, insanlara emir ve talebi olmadığı hükmüne varmışlardır.

  1. Deizmden İslam’a Çıkış Mümkün Mü?

Kâinatın yaratılmasından sonraki yaratılış süreci ve işleyişin tabiata bırakılmasından dolayı deizmin sonunun tabiatçılığa ve materyalizme çıktığını belirtilmektedir (Bolay, 1987: 49). Böyle bir ihtimal bulunmakla birlikte eğer bir insanda Allah inancı varsa, insaflı ve dikkatli bir nazarla kâinatı tefekkür ederse hem kutsal kitapları, hem nübüvveti hem ahireti ve hem de Cenab-ı Allah’ı isim ve sıfatlarını sebeplere paylaştırmaksızın kabul edebilir. Bu bölümde, Allah inancına sahip birisinin nübüvvet, ahiret ve Cenab-ı Allah’ın isim ve sıfatları ile ilgili şüphelerinin Risale-i Nur’da yer alan hakikatlerle giderilmesi amaçlanmaktadır.

Günümüzdeki deizm tartışmalarına bakıldığında gençlerin okuyarak, araştırarak bilinçli bir şekilde deizmi bilerek ve isteyerek tercih etmediğini, yaşanan gelişmelere bir tepki sonucu buraya savrulduğunu söyleyen Öztürk (2018), tepkisel savrulmanın daha kötü olduğunu çünkü bilinçli bir tercihle deizme geçilmesi durumunda gençlerin burayı atlayıp geri dönebileceğini söylemiştir. Peker (2018: 32)’in ifadesiyle hiç olmazsa bilinçli bir tercih nedeniyle böyle bir geri dönüş kapısının açık olması ümit vericidir. Kösmene (2018) de deizmin insanın inanç dünyasındaki yıkıcılığına rağmen, araştırmaya ve tahkik etmeye sebep olması açısından, kimi gençlerin dinini daha iyi öğrenmesine vesile olabileceğini ifade etmiştir. Bilinçli bir tercihle deizmi benimseyen insanların sayısının düşük olması, meselenin itikadi-felsefi zeminde tartışılmayacağı anlamına gelmemektedir. Yukarıdaki açıklamalardan yola çıkarak, bu bölümde Risale-i Nur’daki hakikatler vasıtasıyla hikmet, adalet, rahmet kanunları bağlamında kâinatın ve insanın tefekkürü ile deizmin inkâr ettiği vahiy ve ahiret hakikatlerine ulaşma yollarını tartışmak, din dışı bir Allah inancının kendi içindeki çelişkilerini ele almak ve deizmin teolojik zeminde tekzip edilmesi amaçlanmaktadır.

Deizmin iddiasına göre kâinata yaratıldıktan sonra müdahale edilmemektedir. Cenab-ı Allah’ın kainata neden müdahale ettiğinin bir cevabı şu şekilde verilebilir: Kur’an’da “Dilediğini dilediği şekilde yapan Odur” (Büruc, 16) ve “Göklerde ve yerde kim varsa ihtiyacını Ondan ister. O her an bir tasarruftadır” (Rahman, 29) gibi ayetlerin işaret ettiği ve Risale- Nur’da da ifade edildiği gibi kâinatta mevcudatta mütemadiyen görülen tebeddülat, tahavvülat ve tagayyüratın nizam ve intizam içinde olması ve inşa ve ibda yollarıyla sürekli bir yaratılış ve faaliyet içerisinde mahlukatın meydana gelmesi ve belli bir müddet sonra alem-i gayba göndermesi bu işleyişin basîrâne, hakîmâne, müdebbirâne bir şekilde olması göstermektedir ki bütün bu faaliyetler her şeyi gören, bilen ve tasarrufta bulunan kudret sahibi bir Zat’ın emri altında yapılmaktadır. Cenab-ı Allah’ın kâinattaki aralıksız devam eden faaliyet ve hallâkiyetinin üç sebebi şöyle belirtilmiştir. Bunları kısaca ifade etmek gerekirse; birincisi hadsiz faaliyetle ve nihayetsiz hallâkiyetle kâinatı mütemâdiyen tazelendirmedeki lezzet-i mukaddese; ikincisi, Her bir cemâl ve hüner sahibi, kendi cemâlini ve hünerini sevmesi ve teşhir edip ilân etmesi kaidesiyle Esmâ-i Hüsnâ’daki hadsiz mertebelerin ve güzelliklerin tecelli edebilmesi için sürekli bir faaliyet ve deveranın olması gerekliliği; üçüncüsü merhamet ve şefkat sahibi birinin başkalarını mes’ut etmesinden; âdil bir zât’ın adaleti sağlamasından, hüner sahibi bir sanatkârın sanatını teşhir etmekten ve sanatını istediği tarzda işleyerek neticeler almaktan lezzet ve keyif alması kâinatta görülen daimi faaliyet ve yaratılışın bir açıklamasıdır (Lem’alar: 945-950).

Deizmin insanı maddi ve manevi hayatını tanzim etmek için kitap ve peygamber gönderilmediği iddiası, ölümden sonra hesap vermenin ve ahiretin olmadığı görüşünü beraberinde getirmektedir. Risale-i Nur’da 11. Şua’nın Dokuzuncu meselesinde bahsedildiği gibi kader ve melekler de dâhil imanın altı rüknü kapsamı altında tüm rükünler tek tek ele alınabilir. Fakat deizmin iddia ve tenkitleri daha çok kitap, peygamber ve ahiret üzerinde yoğunlaştığı için Risale-i Nur penceresinden bu konulara ağırlık verilecektir. Deizmin iddiaları, kitap ve nübüvvet, ahiret, şükür ve dua boyutları olarak üç başlık altında ele alınabilir. Ayrıca bu başlıklara ilave olarak uluhiyet kavramı çerçevesinde, Cenab-ı Allah’ın isim ve sıfatları başlığı altında deizmin Yaratıcı tasavvurundaki çelişkilerinden bahsedilecektir.

2.1.  Kitap ve Nübüvvet Boyutu

Deizmin temel iddiası kâinatı tefekkür edilmesiyle Allah(c.c.)’ın bulunabileceğidir. Said Nursi, insanın hem kendisini, hem kendi nev’ini hem hayvanat ve nebatatı hem diğer mevcudatı ve tüm kâinatı müdakkik bir nazar ile tefekkür etmesi ile kitap ve peygamberin varlığını ve gerekliliğini idrak edebileceğini söylemektedir: “Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan neviyle konuşacaktır. Madem insan neviyle konuşacak; elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.”(Nursi, Mektubat: 153-154). Said Nursi’nin yukarıda ifade ettiği gibi kâinatın yaratılmasında bir gaye ve fayda gözetilmektedir. Cenab-ı Allah her şeyi bilerek ve görerek terbiye ve idare etmektedir. Yapan bilir, bilen konuşur sözüyle hallâkiyet, ilim ve kelam sıfatlarının birbirinden ayrılamayacağını, bir şeyi bilen ve yapan bir kişinin, sessiz kalmasının muhal olduğunu ifade etmiştir. Bir zanaatkârın veya ustanın yaptığı bir ürün veya eser ile ilgili onun işleyişi, içeriği, kullanım şekli, amacı gibi konular hakkında bilgi vermesi, konuşması veya bir kullanım kılavuzu aracılığı ile bu bilgileri muhattabına aktarması ne kadar gerekliyse, kâinatı hâlk eden Sani-i Zülcelal’in kâinatın yaratılışı, işleyişi, akıbeti ve beşerin kâinata bakış, ef’al ve etvarının ne olması gerektiği ile ilgili peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla hüküm ve taleplerini iletmesi de o kadar gereklidir. Dünyanın altı zaman devresinde yaratılması (Secde: 4), dağların birer kazık olarak çakılması (Nebe’: 7), gecenin istirahat için bir örtü olması (Nebe’: 10) gibi yaratılışa ait birçok ayet, mutlak ilim ve kudret sahibi Zat-ı Zülcelalin hâlk ettiği kâinat hakkında “yapan ve bilen” biri olarak konuşmasının elzem olduğu hakikatine dair sadece bir kaç örnektir. Madem bir konuşma olacak bu konuşmanın, konuşmasını bilen, şuur ve idrak sahibi olan insanlarla yapılacağı belirtilmiştir. Kâinat kitabındaki her bir harfte yüzer mânâlar, hikmetler, sanatlar bulunduğunu söyleyen Said Nursi, Cenabı Allah’ın kemâl-i sanatını ve cemâl-i esmasını izhar edecek ve anlatacak bir muallim-i ekberin bulunmasının gerekli olduğunu, kâinattaki kudsî ve hakiki hikmetleri ders verecek, kâinatın yaratılışındaki maksatları bildirecek bir rehber-i ekmelin lüzumunu ifade etmektedir (Nursi, Lem’alar: 890). “Hem hiç akıl kabul eder mi ki; kâinattaki makasıd-ı İlahiyesini bir ferman ile bildirmesin? Ve muammasını açacak ve mahlukat ne yerden geliyorlar ve ne yere gidecekler ve ne için böyle kafile kafile arkasında buraya gelip bir parça durup geçiyorlar, diye üç dehşetli sual-i umumîye hakikî cevab verecek Kur’an gibi bir kitabı göndermesin? Hâşâ!. Demek iman-ı billah, kat’iyyetiyle ve hadsiz hüccetleriyle “ve bikütübihi ve rusülihi” yani peygamberlere ve mukaddes kitablara imanı isbat eder (Nursi, Asa-yı Musa: 94).

Hem hiç mümkün müdür ki, bir Sâni-i Hakîm, bütün zîhayat, zîşuur masnularını birbiriyle konuştursun ve dillerinin binler çeşitleriyle birbiriyle söyleştirsin ve onların sözlerini ve seslerini bilsin ve işitsin ve ef’âliyle ve in’âmıyla zâhir bir sûrette cevap versin, fakat kendisi konuşmasın ve konuşamasın? Hiç kàbil midir ve hiç ihtimali var mı? Madem bilbedahe konuşur ve madem konuşmasına karşı tam anlayışlı muhatap en başta insandır. Elbette, başta Kur’ân olarak meşhur kütüb-ü mukaddese onun konuşmalarıdır (Nursi, Şualar: 66). Cenab-ı Allah’ın zişuur ve zihayat mahluklarında Kelam sıfatını tecelli ettirmesine rağmen kendisinde bu vasfın olmamasının, konuşmamasının, işitmemesinin, işittiklerine cevap vermemesinin ne kadar akıldan uzak olduğu yukarıdaki cümlede çarpıcı bir şekilde ifade edilmiştir. Ayrıca yapılacak bir konuşmada muhattabın en başta idrak ve şuur sahibi olan insan olduğu belirtilmiştir. “Hem cemal-i rahmetini ve hüsn-ü şefkatini ve kemâl-i rububiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre ve hamde sevketmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki; hadsiz çeşit çeşit, leziz nimetler ve gayet antika, hadsiz hârika san’atlar içinde dizilmiş bir tarzda halkeden bir Sâni’-i Rahîm ve Kerim hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki; o ziyafetgâhtaki zîşuur mahluklar ile konuşmasın ve onlara o nimetlere mukabil elçileri vasıtasıyla vazife-i teşekküriyeyi ve tezahür-ü rahmetine ve sevdirmesine karşı vazife-i ubudiyeti bildirmesin. Hâşâ, binler hâşâ!”(Nursi, Şualar: 374). Said Nursi, Cenab-ı Allah’ın Hakem ve Hakîm isimleri gibi Esmâ-i Hüsnâ’dan birçok isminin, her birinin bir cihette ve azami derecede hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risâletine hem de nübüvveti delalet ve istilzâm ettiğini izah ve ispat etmiştir.

2.2.  Ahiret Boyutu

Deizm kâinattaki nizam ve harika işleyişin arkasında mükemmel bir Yaratıcı olduğunu, fakat kâinatı yarattıktan sonra ne kâinata ne de insana müdahale etmediğini ileri sürer. Yani Vahidiyet isminin gereği olarak tabiatta ve mevcudatta şümullü ve umumi kanunlar bulunurken, mevcudattaki her nev ve ferd ile hususi alakadârlık manasındaki Ehadiyet ismi kabul edilmez. Kanunlar konulduktan sonra tabiatın işleyişine müdahale edilmediği gibi insanın hem maddi hem manevi hayatında görülen rahmet, inayet ve lütuf tecellileri reddedilir. Bu durum insan iradesine müdahale edilmediği gibi ef’al ve etvarını, ruh ve inanç dünyasına bir istikamet getirmek için Allah (c.c.)’ın herhangi bir şey yapmadığı, faal olmadığı sonucunu getirir. Kısaca deizme göre Cenab-ı Allah’ın irade sıfatı sadece kâinatı yaratırken tecelli ederken, kelam sıfatı hiç tecelli etmemektedir. Dini hükümlerin olmaması, insanların ölümden sonra dünyada yaptıklarından hesaba çekilmeyeceği kanısını beraberinden getireceğinden deizmde ahiret inancı da bulunmamaktadır. Kâinatın tefekkürü edilmesi ile Allah’ın varlığının bulunabileceğini ifade eden fakat ahireti inkâr eden deizm, yine Allah(c.c.)’ın varlığı ve kâinattaki nizamdan yola çıkarak ahiretin varlığına deliller bulunmasıyla tekzib edilebilir. Ahiretin varlığı ve gerekliliği Allah’ın varlığı, kâinatın tefekkürü ve insanın kendisine ve nev’ine yönelik dikkatli nazarı olmak üzere üç madde altında Risale-i Nur’daki hakikatler çerçevesinde ispatlanabilir.

2.2.1. Cenab-ı Allah’ın Zatının Ahireti Gerekli Kılması

Deizm, kâinatın tek bir yaratıcısı olduğunu ve bu yaratıcının mükemmel bir saatçi, harika bir mühendis olduğunu söylemektedir. Böylesine yüksek vasıflarla tanımlanan ve hayranlık duyulan, kâinatı yaratacak kudrete ve haşmete sahip bir Zat’ın ahireti getirmeyip kâinatı ve insanı yokluğa mahkum etmesi, Said Nursi’nin ifadesiyle kendisine yönelik muhabbetin nefrete dönüşmesine, kudretinin ve haşmetinin sorgulanmasına, verdiği nimetlerin ve ihsanların bir aldatmacadan ibaret olduğu kanaatine neden olacaktır. Cenab-ı Allah ise böyle bir ithamdan ve kusurdan münezzehtir. Said Nursi. bu hakikati şöyle ifade etmiştir: “Evet, mâdem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı ulûhiyetinin sermedî bir medârı olan âhiret vardır. Ve mâdem, bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli bir rubûbiyet-i mutlaka var ve görünüyor; elbette o rubûbiyetin haşmetini sukuttan, hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve girilecek. Hem mâdem göz ile görünen bu hadsiz in’âmlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inâyetler, rahmetler, perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahmân-ı Rahîmin bulunduğunu sönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir; elbette in’âmı istihzâdan ve ihsanı aldatmaktan ve inâyeti adâvetten ve rahmeti azabdan ve lütuf ve keremi ihanetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden bir âlem-i bâkîde, bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.” (Nursi, Sözler 169). Yine Onuncu Söz’de, Cenab-ı Allah’ın varlığının ahireti gerekli kıldığını, kâinatın bir elden çıkmış ve bir tek Zât’ın mülkü olduğunu, ahiretin gelmesiyle Allah(c.c.)’ın kemâlâtının sukuttan ve adâletinin zulüm ve merhametsizlikten, hikmetinin abesiyetten, rahmetinin azaptan, kudretinin aczden kurtulduğu ifade edilmiştir (Nursi, Sözler :173). Bundan dolayı Allah(c.c.)’ın varlığı ahiretini varlığını gerektirmektedir.

2.2.2. Kâinatın Tefekkürü ile Ahiretin Vucubiyeti Anlaşılabilir

Kâinatta görünen birçok alamet ve tecelliden ahiretin gerekliliği anlaşılabilir. Burada sadece iki tefekkür penceresinden kâinata bakılacaktır. Bunlardan biri kâinattaki nizam ve hikmet, diğeri kerem ve adalettir.

  1. Kâinattaki nizam ve hikmet düsturu

Kâinattaki her bir unsurun ve zerrenin intizam ve düzen içinde birbiri ile bağlantısı bulunmaktadır. Her bir zerrenin ve maddenin bir gayesi, faydası ve maksadı vardır. Kâinatta cari olan tekâmül kanunu (Nursi, İşârâtü’l-İ’câz: 321) çerçevesinde her bir zerre ve maddenin kendi kemâl noktasına ulaşmaya çalışmaktadır. En büyük kemâl noktası ise uhrevi âlemlerin cismaniyetini teşkil eden nurani yapı taşlarına dönüşmektir (Yalman 2004: 159-162). Buradan Said Nursi’nin ifade ettiği dünyanın ahirete bakan ve onun mezrası olduğu (Lem’alar: 521) hakikati çerçevesinde nihai kemâle ulaşabilmesi için tekâmül kanunu gereğince ahiretin varlığının gerekli olduğu sonucu çıkmaktadır. Mevcudatta her bir zerrede, çekirdekte, nebatat ve hayvanatta bulunan sayısız gaye ve hikmete mukabil bunların nihayette yokluk ve hiçliğe gitmesi hayatları boyunca yaptıkları faaliyetlerin ve istidatlarının çöpe atılması anlamına gelecektir. Kâinatı yaratan Zat’ın bu şekilde yaptığı bütün işleri gereksiz, nedensiz, abes bir dereceye düşürmesinin muhal olduğunu söyleyen Said Nursi, bunu her bir yerinde binler nakışlar, zînetler ve kıymetli aletlerle bezenmiş mükemmel bir sarayın çürümeye terk edilmesi örneği ile okuyucuya sunmaktadır (Nursi, Sözler:143). “Evet, âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikiyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikiyle, yüz bin lisanla onu tekzip ederek bu yalanında yüz bin derece yalancılığını ispat edecek. Onuncu Söz katî delillerle ispat etmiştir ki, âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar katî ve şüphesizdir.” (Nursi, Lem’alar: 879).

  1. Kâinattaki kerem ve adalet düsturu

Kâinatta varlık âlemine bakıldığında her şeyde kendini gösteren umumi bir kerem ve adalet düsturu olduğu görülmektedir. Her varlık ya bizzat vazifesinin verdiği lezzet ya da melekutî ve uhrevi nimetlerle vazifesinin karşılığını fazlasıyla almaktadır. Arı ve karınca gibi hayvanların yorulmak bilmez faaliyetleri onların çalışmalarının karşılığında bir lezzet duyduklarını göstermektedir (Yalman 2004: 161). En küçüğünden en büyüğüne bütün varlıklara kemâl noktası verilmesi ve bu kemâl noktasına ulaşabilmeleri için gösterdikleri faaliyetler karşılığında bir lezzet duygusunun olduğunun anlaşılması göstermektedir ki, Cenab-ı Allah kerem ve adaleti ile en küçük varlıkların en cüzî vazifelerini ve faaliyetlerini bile mükâfatsız, karşılıksız bırakmamaktadır. Böylesine adil ve merhametli bir Yaratıcı, varlıkların bu dünyada yaptıklarının karşılığını verip daha sonra ahireti getirmeyerek onları yokluğa mahkum etmesi, kemâl noktasına ulaşabilmek için gösterdikleri çabanın ahirette nihai noktaya ulaşmasına izin vermeyerek yarıda kesmesi, O’nun ne adaletine ne merhametine ne de hikmetine yakışır. Üstelik aksi durum, kâinatta kerem ve adalet düsturunun inkârını dolayısıyla ahiretin inkârını gerektirecektir (Nursi, Asa-yı Musa: 281-283). “…Hiç mümkün müdür ki, kâinatta ve umum mevcudatta hükümfermâ olan rahmet, inâyet, adalet, hikmet, iktisat ve nezafet gibi pek kuvvetli, ihatalı hakikatler, haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, nezafetsizliğe, abesiyete inkılâp etsinler? (Nursi, Lem’alar: 879). Kainatta geçerli olan adalet düsturu -beşerin bulaşık eli karışmaması şartıyla (Nursi, Lem’alar: 878) – mevcudatta hiçbir şeyde israf ve mizansızlık bulunmamasından, her şeyde tam bir muvazene, iktisat ve nezafet kurallarının cari olmasından anlaşılmaktadır ki kainattaki adalet ve denge düsturu ahireti ispat etmektedir (Nursi, Asa-yı Musa: 281).

Yukarıda iki başlık altında belirtildiği gibi, kâinatta geçerli olan kanunların, ahiretin olmaması halinde tamamen anlamını yitireceği, devamlılığı ve geçerliliği bulunan hikmet, adalet, rahmet gibi umumi kanunların ölümden sonra devam etmeyip bir anda sona ermesinin ve tam tersi bir duruma inkılap etmesinin muhal olduğu ifade edilmiştir (Nursi, Sözler:141). Cenab-ı Allah’ın Hakîm, Kerîm, Âdil, Rahîm gibi isimlerinin ahireti gerektirdiğini belirten Said Nursi, kâinatta ki her şeyin bir denge ve ölçü üzerinde olmasının Cenab-ı Allah’ın Adl isminin bir tecellisi olduğunu ve kâinatın abesiyet ve hiçliğe mahkum olmayacağını, yine kâinattaki iktisat, israfsizlık gibi düsturların Hakîm isminden kaynaklandığını ifade ederek, görünen bu hakikatlerin ve kanunların suri bir aldatmacadan ve inkârdan kurtulmasının tek yolunun Ahiretin gelmesi olduğunu ifade etmiştir. Rahim isminin gereği olarak umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi etmeyeceğini, Kerim ismiyle bütün rahmet hazinelerinin müştemilâtını insanlara tattırıp, tanıttırdığını; Kendini bütün esmâsıyla insanlara bildirdiğini, insanları sevmesine ve kendini sevdirmesine rağmen; onları ebedî memleketine göndermemesinin, o dâimî saadetgâha dâvet edip mes’ud etmemesinin mümkün olmadığını belirtilmiştir (Nursi, Sözler: 168-169).

2.2.3. İnsanın Kendisini ve Nev’ini Tefekkür Etmesiyle Ahiretin Varlığı Anlaşılabilir

Yukarıdaki başlıklarda bahsedilen Cenab-ı Allah’ın Zatının ve kâinatın, ahiretin varlığını gerekli kılmasının yanında, halife-i arz ve eşref-i mahluk olan insan da, üçüncü bir başlık altında ahirete bir delil teşkil etmektedir. İnsanın kendini tefekkür etmesi ve tanıması ile ölümden sonra hayatın varlığının gerekli olduğu anlaşılabilir. “Beşerdeki istidat, kıyamete bir remizdir. Ve keza, beşerin gayr-ı mütenahi meyil ve emelleri, kıyameti ister. Ve keza, Sani-i Hakîmin rahmet hazinesinin mahall-i sarfı, ancak kıyamet ve haşirdir.” “Hem, hiç akıl kabul eder mi ki, insanın başına ve içindeki havâssına saçları adedince vazifeler yükletsin de, yalnız bir saç hükmünde ona bir ücret-i dünyeviye versin, adâlet-i hakikiyesine zıd olarak ve hikmet-i hakikiyesine münâfi, mânâsız iş yapsın? (Nursi, Sözler:142). İnsanın sahip olduğu birçok hissiyat, arzu, meyil ve emellerin hepsi ahireti istediği gibi insanda bulunan latife, hasse, istidat ve cihazattaki sayısız hikmet ve fayda da ölümden sonra bir hayatın olmaması ile neticesiz, hikmetsiz, faydasız şekilde sönüp gitmemesi için ahiretin varlığını gerekli kılar.“Nâzenin ve nazdar beslediği ve akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği halde onu ebedî idam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik; ve onun yalnız dimağına yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler faydaları bulunan istidadâtını âkıbetsiz bir ölümle faydasız, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün israf etmek, ne derece hilâf-ı hikmet ve binler vaid ve ahidlerini yerine getirmemekle hâşâ aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemâl-i rububiyete zıttır, her zîşuur anlar.”(Nursi, Asa-yı Musa: 55-56). Said Nursi’nin yukarıda bahsettiği gibi insanın tüm hissiyat, letafet, meyil ve istidatları bu dünyadan ziyade ahirete bakmaktadır. Ölüm sonra bir hayatın olmaması, tüm cihazatın boşuna ve gereksiz yere yapıldığı anlamına gelecektir ki, Cenab-ı Allah’ın koyduğu hikmet kanunu göre hiçbir şey faydasız, neticesiz ve abes değildir.

İnsanın tüm latife, hissiyat, arzu ve istidatları, hikmet kanunu kapsamında ahireti gerekli kıldığı gibi insanın amelleri, iyilik ve kötülükleri; başından geçen hadisat ve vukuatlar, yaşadığı zulüm ve haksızlıklar her yerde müşahede edilen adalet kanunu gereğince ahireti gerekli kılmaktadır. “Nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adâlet ve muvâzenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhâlif çok büyük zulümleri ve isyanları ve velînimetine ve onu şefkatle besleyene karşı ihânetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız kalıp, gaddar zâlim, rahat ile hayatını ve bîçare mazlum, meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler ve umum kâinatta eserleri görünen şu adâlet-i mutlakanın mahiyeti ise, dirilmemek sûretiyle, o gaddar zâlimlerin ve me’yus mazlumların vefât içindeki müsâvâtlarına bütün bütün zıddır, kaldırmaz, müsaade etmez.” (Nursi, Sözler:171).

Said Nursi, kâinatın en önemli neticesi ve meyvesi olarak insanın ehemmiyet ve kıymetinin tahakkuk edebilmesi için bir mücâzât ve mükâfat yerinin olması gerektiğini belirtmiştir. Bu konuyla ilgili sinema sektöründen bir misal verilebilir. Film ve oyuncuların performanslarının değerlendirildiği, çalışmalarının takdir veya tenkit yoluyla karşılık bulduğu organizasyonlar bulunmaktadır. Akademi Ödülleri (Oskar) en iyi oyunculuk film vb. alanlarda oyuncuları, yönetmenleri ve yapımları onurlandırarak, başarılı çalışmalarının karşılığı olarak ödüllendirilirken, Oskar’ın tam zıttı olan Golden Rasperry Ödülleri, en kötü oyuncuların, filmlerin vb. belirlendiği, kötü oyuncu, yönetmen ve yapımların bir nevi aşağılanıp, terzil edildiği bir organizasyondur. İş, sanat ve sosyal hayatın bir parçası konumundaki sinema sektöründe oyuncular, yönetmenin isteği ve senaryonun gerektirdiği doğrultuda rollerini oynayıp, emek ve çabalarına maddi ve manevi karşılık bulup, olumlu veya olumsuz tepkiler alabilmektedir. Bir film oyuncusunun film çekimi bittikten sonra filmdeki oyunculuğunun karşılığı olarak en küçük bir maddi bedel, en ufak bir takdir veya tenkit almaması ve o film sanki hiç çekilmemiş ve o kişi de o film de oynamamış gibi kendisine davranılması ne kadar tuhaf ve muhal ise halife-i arz ve eşref-i mahlûkat olan kâinatın ve dünyanın merkezindeki insanın, hayatı boyunca yaptıklarının, çaba ve gayretlerinin, iyilik ve kötülüklerinin ölümden sonra bir karşılığını görmemesi de o kadar akıldan uzak ve mantıksızdır.

Deizme göre kâinatın Cenab-ı Allah tarafından mükemmel bir intizam ve sanatla yaratıldıktan sonra ahiret inancının reddiyle bu kemâlatın yokluğa ve abesiyete mahkûm olacağını iddia etmek, sanatını takdir eden, Kendisini seven ve inanan insanları, inkâr eden insanlar gibi dirilmemek üzere öldürerek iyilik ve kötülüğün karşılığını bulmadan eşitleneceğini var saymak, kâinatta her yerde en küçük zerrelerde bile görünen rahmet, hikmet ve adalet kanunlarının Said Nursi’nin ifadesiyle aldatıcı, zayıf bir suretten öteye geçmeyeceğini kabul etmek demektir. Bu ise Allah(c.c.)’ı bulmada kâinatın tek kaynak olduğunu iddia eden deizm için kâinattan çıkarılan yanlış bir sonuç olarak çelişkiler barındırmaktadır.

2.3.  Şükür ve Dua Boyutu

Deizmde Allah(c.c.)’ın kâinata ve insan müdahale etmeyerek kendi haline bıraktığı, yani din göndermediği, sadece akıl verdiği anlayışı bulunmaktadır. Din kavramı ise hem iman esaslarını hem de ibadetleri kapsamaktadır. Risale-i Nur’da belirtildiği gibi iman esasları akla uygun olduğu gibi ibadetler de fıtrata uygundur. Yukarıda bölümlerde iman esaslarının akla uygunluğundan bahsedilmiştir. Bu başlık altında da ibadetin fıtrata uygunluğu çerçevesinde ibadetin özü konumunda olan şükür ve dua konusu ele alınacaktır. Bir önceki bölümde de bahsedildiği gibi insanın kendisini ve nev’ini tanıması, hayvanat ve nebatata dair gözlemlerinden görülecektir ki en ihtiyaç duydukları zamanda umulmadık yerden gönderilen rızık, şifa vb. matlublar ehadiyet ve vahidiyetin bir gereği olarak hem umumda hem de her bir nevde ve fertte rahmet, inayet, lütuf vb. tecellilerinin olduğunu göstermektedir. Said Nursi’nin“Bütün zîhayatın ihtiyacat-ı fıtriyeleri için dualarına ve hal dili ile edilen bütün ilticalara ve arzulara, vakti vaktine, kasd ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda hadsiz in’amlarıyla ve nihayetsiz ihsanatıyla fiilen ve halen sarih bir surette konuşan bir Mütekellim-i Alîm” (Nursi, Şualar: 374), sözünden anlaşılabilir ki Cenab-ı Allah her an faal olarak yarattığı mevcudatı görüp, işitip; dua ve ihtiyaçlarına mutlak ilim, irade ve kudreti ile yetişmektedir. Gerek beşerin lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile gerekse hayvanat ve nebatatın istidat, ıztırar ve ihtiyaç lisanlarıyla ettiği duaların ekseriyetle kabulü gösterir ki onları duyan, işiten ve icabet eden bir Rabb-i Rahim, rahmet ve lütfuyla mahluklarının taleplerine icabet eder, cevap verir. Bu durum gösterir ki deizmin iddia ettiği Allah(c.c.)’ın mevcudata karışmaması görüşü geçersizdir.

Cenab-ı Allah kainatı yaratmasına ve kainatın en önemli neticesi ve en değerli varlığı insan olmasına rağmen ona ilgisiz kalması, ef’aliyle kendisini tanıttırmak ve sevdirmek istemesine rağmen, kendini unutturması, insanın şükür ve ibadetini talep etmeyerek bunu tabiata ve sebeplere yönlendirmesi Allah(c.c.)’ın kainatı yaratma eylemini amaçsız, hikmetsiz ve abes kılmaktadır. Bu ise Cenab-ı Allah’ın hikmet ve rububiyetinin hükümsüz kalması anlamına gelmektedir (Nursi, Lem’alar: 443). Cenab-ı Allah’ın ilmi, kudret ve rahmeti ile insanı tanıdığı, bildiği ve yardımına yetiştiği kâinatta sürekli tezahür eden ilim, rahmet ve kudret tecellilerinden anlaşılabilir ki yaratma eylemi her an kesintisiz bir şekilde tüm mevcudat üzerinde devam etmektedir. Said Nursi’nin ifadesiyle, insanın acizliğine ve zayıflığını rağmen tüm kâinatın kendisine hizmetkâr kılınması, onu gözeten bir Yaratıcı’nın kesintisiz bir muavenet ve inayetine mazhar olduğunu göstermektedir (Nursi, Lem’alar: 257-258). Güneşten, arıya kadar canlı cansız bütün mevcudatın insanın emrine verilmiş hizmetkâr gibi olması ve insanın onlardan faydalanması göstermektedir ki bunlar tesadüf eseri değildir. İnsan gibi aciz, zayıf, fani, küçük bir mahluka yardım eden, şefkat ve merhamet gösteren, ihtiyacı ve istekleri ile ilgilenen, yardıma yetişen bir Zât-ı Zülcelal’in varlığına ve her an faal olduğuna işarettir.

Deizmin iddia ettiği gibi Allah’ın kainatı yaratıp, daha sonra kainata ve onun en değerli neticesi olan insana ehemmiyet vermeyerek başı boş bırakarak geri çekilmesi, insanın bu dünyada mazhar olduğu nimetleri tabiattan ve sebeplerden bilmesine, takdir ve teşekkürünü onlara sunmasına, bir ihtiyacı veya arzusu olduğunda bunu Allah(c.c.)’tan değil de başkalarından istemesine sebebiyet verecektir. Fakat böyle bir durumda Cenab-ı Allah’ın kainatı yaratması bir amaçtan yoksun olacaktır. Halbuki Said Nursi’nin ifadesiyle kainatın yaratılış amacı insanın şükür ve dua ile Cenab-ı Allah’ı hamd ve takdis etmesidir (Nursi, Mektubat: 400-401). Risale-i Nur’da bahsedilen tüm bu hakikatler Allah’ın kainatı yaratıp kendi haline bıraktığı ve dünya ve insan ile ilgilenmediği iddialarına makul ve muknî cevaplardır.

2.4.  Cenab-ı Allah’ın İsim ve Sıfatları Boyutu

Aslında yukarıdaki bahsedilen üç boyut içerisinde (kitap ve nübüvvet, ahiret, şükür ve dua) deizmin iddialarına kâinat kitabı üzerinden hikmet-i mutlak, adalet-i mutlak, rahmet-i mutlak, kerem-i mutlak gibi Allah (c.c.)’ın sıfatları ve birçok esmasının aracılığı ile cevaplar verilmiştir. Cenab-ı Allah’ın kâinatı yarattıktan sonra da mahlukatıyla ve insanla ilgilendiği, onların lisan-ı hal ve kâl ile yaptığı dualara cevap verdiği, zihayat ve zişuur olmayan mahlukatında irade sıfatının tecelli ettiği, insanda ise kelam sıfatının tecelli ettiği, rahmet-i mutlak, hikmet-i mutlak ve adalet-i mutlak sıfatları ile insanları doğru yola iletmek ve ebedi kurtuluşları için kitaplar ve peygamberler gönderdiği, ahireti getirerek kâinatın yaratılış amacı ve meyvesi olan insanı ebedi yokluktan kurtardığı Risale-i Nur’dan hakikatlerle anlatılmıştır. Esma-i Hüsnâ’dan birçok ismin semavî kitapları, nübüvveti, ahireti gerektirdiği, Cenab-ı Allah’ın her an kâinatta tüm mevcudatı üzerinde tasarruf sahibi ve faal olduğu, Allah(c.c.)’ın Hakîm-i Mutlak, Kerîm-i Mutlak, Âdil-i Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Samed-i Mutlak, Kayyum-u Mutlak, Hayy-ı Mutlak, Faal-i Mutlak, Mutasarrıf-u Mutlak gibi isimlerinden anlaşılabilir. Fakat deizmin iddiası Cenab-ı Allah’ın bir veya birden fazla isim ve sıfatının zaman ve duruma göre hükmünün kalmaması, eksik kalması veya yok sayılması yönündedir. Bu durum Cenab-ı Allah’ın kudret-i mutlak, ilim-i mutlak, irade-i mutlak, hikmet-i mutlak gibi birçok sıfatına ve Zat’ının kemâlatına ve haşmetine noksaniyet getirecektir. Bu ise her isim ve sıfatında, kemâlat, ezeliyet, ebediyet, mutlakiyet özelliğine sahip olması gereken İlah/Tanrı kavramından uzaklaşılması anlamına geleceğinden deizmdeki Tanrı kavramı sonsuz uluhiyet özelliklerini tam anlamıyla karşılamayacağı için bu varlığın İlah olarak tanımlanması söz konusu değildir. Çünkü bir varlığın İlah olarak tanımlanabilmesi için hiçbir şerikinin, noksaniyetinin, araz ve kusurunun olmaması gerekmektedir. Fakat deizmdeki gibi Allah(c.c.)’ın kâinatı yaratıp sonra müdahale etmemesi kudret, ilim, irade, hikmet ve rahmet sıfatlarını sebeplere paylaştırması anlamına geldiğinden tevhid inancından uzaklaşılarak şirk durumu ortaya çıkmaktadır. Eğer bu tür acz ve noksaniyet durumları bir varlıkta varsa o zaman o varlık İlah olarak tanımlanmaya layık değildir. Bir varlığın Tanrı olarak adlandırılabilmesi için bütün özelliklerinin ve vasıflarının mutlak, ebedi ve ezeli olması, zaman ve mekan içerisinde sınırlandırılmaması, isim ve sıfatlarının bir kesintiye veya noksaniyete uğramaması gerekmektedir. Yoksa acz, zaaf, noksaniyet gibi insanda olan özelliklere sahip bir varlığın Tanrı olarak tanımlanması hakiki İlah kavramının karşılığı olamaz. Bu açıdan bakıldığında deizmin Tanrı tasavvurunda Tanrı’ya bir noksaniyet atfetme, Said Nursi’nin ifadesiyle sıfatlarında hata etme durumu bulunmaktadır (Nursi, Şualar, 922). Allah’ın ilim, kudret ve iradesi ile fiilî sıfatlarından bahseden nâslar, bu sıfatların mutlak, ezeli, ebedi, yüce bir varlığa lâyık bir şekilde yetkinliğini zaruri olarak vurgular. İlim, kudret ve iradesi sınırlı olan, yaratıp yönettiği kâinata tam hâkim olamayıp bilgi ve iradesi dışında da bazı işler cereyan edebilen bir Tanrının İslâm’daki kusursuz Tanrı anlayışıyla çelişeceği muhakkaktır (Topaloğlu, 1989: 493).

  1. Deizm Tartışmalarının Çıkış Sebebi ve Gençlerin Bu Görüşe Yöneldiği İddiaları

Deizm, Avrupa’daki Hristiyanlığın, tahrif olunmuş kutsal metinlerdeki çelişkilere ve kilisenin dini yorum tekelini elinde tutması, taassup ve tahakkümü gibi sebeplere bir tepki olarak ortaya çıkmış bir düşünce akımıdır. Deizmin, Hristiyanlığa alternatif bir inanç sistemi geliştirmekte güçlük çektiğine dikkat çeken Dorman (2017: 217-222), batıda deizmi doğuran teolojik nedenleri zikrederek İslam dininin evrensel ilkelere sahip bir inanç olması ve düşünce ile inanç özgürlüğüne dayanması, aklı kullanmaya teşvik etmesi, ruhban sınıfının bulunmayışı gibi özellikleri sebebiyle felsefi anlamda İslam’a karşı deist bir tehdidin varlığından söz edilemeyeceği tespitinde bulunmuştur. Bununla birlikte pratik anlamda deizmin ülkemizde yaygınlaştığını dile getiren Dorman, Allah(c.c.)’a ve dine inanan ancak bu inancını hayatında belirleyici kılmayan “pasif deistler” denebilecek bir zümrenin mevcudiyetine dikkat çekerek meselenin sadece kendisini deist olarak ifade eden kişiler ile sınırlı olmadığını ve bu zümrenin giderek çoğaldığını vurgulamıştır. Bu görüşe karşılık Peker (2018 :27), dindarlıktaki zayıflama belirtilerinin, birilerini deist saymak için yeterli bir ölçüt olmadığını, bu kişilerin “pasif ” deist diye tanımlanmasının sorunlu bir tanımlama olduğunu ifade etmiştir.

Batıdaki anlamda deizm meselesini ortaya çıkaran sorunun temelinde din ve akıl arasında ortaya çıkan çelişkiler bulunurken İslam inancına bakıldığında ise Kur’an’ın getirdiği hükümlerle, âdetullah olarak ifade edilen yaratılış kanunları arasında büyük bir uyumun olduğu görünmektedir (Akyol, 2019: 233-34). Said Nursi de Kur’an’daki hükümlerin kâinatla alakadar olduğunu ve kâinat içine kök saldığını ifade ederek, kâinat ve Kur’an arasında bir bütünlük olduğunu ifade etmektedir (Nursi, Lem’alar, 282). Said Nursi İslamiyet’in akılla çelişmeyen “fıtri” bir din olduğunu ve zaman ilerledikçe akıl ve din arasında çatışmanın olmadığı tam tersine bir uyum olduğunu şu şekilde ifade etmiştir: “Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın getirdiği şeriatın hakaiki, fıtratın kanunlarındaki muvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lazım gelen münasebetleri ihlal etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki, İslamiyet, nev-i beşer için fıtri bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegane bir amildir.”(Nursi, İşârâtü’l-İ’câz: 271). Zahiren çelişki gibi görünen konularda ise İslam âlimleri temsil ve tevillerle Kur’an ve sünnetteki hükümleri akla yaklaştırmak için çalışmalar yapmışlar, tevhid, ahiret, nübüvvet, ruhani varlıklar, yaratılış, kader gibi birçok meselede Kur’an ve sünnet ışığında makul ve mantıklı izahlarda bulunmuşlardır. Zaman ilerledikçe Kur’an’ın gençleştiği (Nursi, Sözler: 1195), İslam ve bilim arasında tam bir uyum olduğu, çatışma gibi algılanan durumların İslam âlimleri tarafından giderildiği daha net görülmektedir. Deizimde, yaratılışta Allah’ın yalnızca ilk sebep olarak kabul edilmesinden dolayı, bazı Müslüman filozofların, deizmle ilişkilendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ferşadoğlu (2018)’na göre İslam düşünce geleneğinde önemli bir yeri bulunan Müslüman filozofların deizmle bir ilgisi bulunmamaktadır Çünkü Avrupa’daki deistler kilise otoritesi ile birlikte mucizeyi ve kutsal metinleri de inkâr etmektedir. Müslüman filozoflar ise tam tersine Kur’an-ı Kerim’deki mucize, ayet ve yaratılışla ilgili konuları akla yaklaştırmak için (Cenab-ı Allah’ın kudret, irade gibi sıfatlarında tevhid inancı ile örtüşmeyen yorumları  sebebiyle İslam alimleri tarafından tenkide uğramış olsalar bile[1]) rasyonel bir çerçeveye oturtmaya çalışmışlardır (Bakar, 2016: 100-109).

Araştırmacılar ve uzmanlar deizme ilginin arttığı iddiasının itikadî olarak İslam’ın özünden kaynaklanmadığını, İslam’ın yorumlanması ve uygulamasındaki yanlışlardan ileri geldiğini söylemektedir. Ülkemizde deizmin gençler arasında revaç bulmasının temelinde İslam’ı temsil etme iddiasındaki kişi ve grupların suiistimallerinin olduğu belirtilmektedir (Okumuş, 2017: 177; Akyol, 2019: 224; Öztürk, 2021). Çetin (2018: 74)’in ifade ettiği gibi sürekli olarak akletmeye, düşünmeye, tefekkür etmeye vurgu yapan, ilmi teşvik eden, inancın makullüğü noktasında sıkıntısı olmayan İslam dininde deizmin yer bulma şansı yoktur. Bu bağlamda gençlerin deizme yönelmelerinde İslam dininin değil, bazı müslümanların dini değerleri temsil noktasında sergiledikleri yanlış tutum ve davranışların etkili olduğu belirtilmektedir. Bazı İslam toplumlarındaki ataerkil yapı ve kadınlara yönelik olumsuz uygulamalar ile bazı gelenek ve adetlerin İslam’ın içindeymiş gibi algılanması, İslam’da bazı hüküm ve uygulamaların yanlış yorumlanması (çok evlilik, Hz. Peygamber (asm)’in evlilikleri vs.), kader, cüzî irade, şerrin yaratılması, cihad gibi bazı konularda bilgisizlik veya yanlış yorumlardan kaynaklı doğan şüpheler insanların dinden uzaklaşmasına neden olabilmektedir (Şeker, 2017: 537). Burada şunu ifade etmek gerekir ki, yukarıda bahsi geçen tüm bu konularla ilgili olarak başta gençler olmak üzere modern çağ insanında bulunan şüpheleri izale eden, aklı ikna, kalbi tatmin eden izahatlar, kaynağını Kur’an’dan alan Risale-i Nur eserlerinde bulunmaktadır.

Dini söylemin her alanda olur olmaz fütursuzca kullanılmasının din doygunluğuna ve din yorgunluğuna sebep olduğunu ifade eden Yıldırım (2021: 54), ahlakçılığın güçlü bir şekilde sergilenmesine rağmen uygulamada ortaya çıkan tutarsızlıklar sebebiyle seküler bir ahlak ve yalnız Tanrı varlığında birleşme yani şeriatsız İslâm, İslâmsız din gibi eğilimlere yönelişin ortaya çıktığını söylemiştir. Seküler bir ahlak anlayışı ise dünyada yapılanların ahirette karşılığının görüleceği itikadını zayıflatmakta, sorun ve çözüm yeryüzünde aranmakta, Allah’tan isteme veya başa gelen bir olayın Allah’tan olduğu inancı ve bunun hikmetlerini anlama çabası zayıflamaktadır. Popüler hayatın cazibesine karşı direnç gösteremeyen ve diledikleri gibi yaşamayı arzuladıklarından dini ibadetlerle aralarına mesafe koyan, ancak büsbütün dinden kopmayı göze alamayan inançlı gençlerin, ateizm yerine deizme eğilim göstermelerinin muhtemel olduğunu belirtilmiştir (Peker, 2018: 37-38). Krediye bağımlı olarak gerçekleşen tüketim ve para bolluğu sebebiyle ortaya çıkan görece refah durumunun dünyevileşmeye neden olduğunu belirten Yıldırım (2021: 53), her türlü nefsi arzuya ulaşabilmenin alım gücüyle desteklenebilir hale gelmesinin hayatı İslam’a göre değil nefsî arzulara göre şekillendirmeye neden olduğunu ifade etmiştir.

Günaydın (2017: 330-331)’ın, imam hatip öğrencileriyle yaptığı çalışmada gençler arasındaki dini şüphenin sebeplerini şöyle sıralamıştır: Gençlerin dindarlarda gördükleri eksikliklerin dinden kaynaklandığını düşünmeleri, sebep ve hikmeti anlatılmadan dini emirlerin dikte edilmesine karşı oluşan tepki, dini meselelerdeki bilgisizlik ve yanlış bilgi dinden soğumanın başlıca nedenleri arasındadır. Yapılan araştırmalarda, demokratik bir ortamda yeterince ve doğru bilgilenen gençlerde dini şüphe oranı diğerlerine göre çok daha düşük çıkmıştır. Bunun yanında dünyada yaşanan kötülük ve adaletsizlikleri gören genç, Allah’ın yeryüzünde kötülüklere müdahale etmediği ve sessiz kaldığı gibi düşünceye kapılıp Yaratıcı’nın merhameti ve adaleti konusunda şüpheye düşmektedir. Bu konuda tatmin edici açıklamalar onların en çok ihtiyaç duyduğu konulardandır. Ayrıca din ve bilim arasında çatışma olduğu algısı gençleri tereddüte düşürmektedir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi günümüzde yaşanan deizm tartışmalarında tepkisel gerekçelerin yanı sıra itikat konularının bilinmemesi ve “kâinat-vahiy-risalet-insan gerçeği” düzleminde itikadî meselelerin anlatılamamasının rol aldığı söylenebilir. Yapılan araştırmalar ve görüşler doğrultusunda sorunun kaynağı dört başlık altında toplanabilir. Bu başlıklar aile kurumu, eğitim kurumu, dini kurumlar ve siyaset kurumudur.

3.1.  Aile Kurumu

Günümüzde iletişim araçları ve sosyal medya sayesinde gençler, aynı mekânda olmasalar bile farklı kişi ve görüşlerle etkileşim imkânı buldukları için sosyal hayat içerisinde aynı kültürel anlayış ve değerler alanında korunaklı bir şekilde hayatlarını idame ettirmeleri çok zordur. Korumacı bir anlayışla yetiştirilen çocuklarda kendi zihin ve inanç dünyası dışındaki fikir ve değerler karşısında kültürel çatışma ve yabancılaşmaya müsait bir zemin oluşturmaktadır. Bu nedenle gençler kendilerine öğretilen inanç ve değerleri sorgulamaları kolaylaşmıştır. Akyol (2019: 227-228)’a göre ailelerin çocuklarını yetiştirirken korumacı hatta dayatmacı bir tavır takınmaları gençlerde ebeveynlerinin inançlarına karşı bir tepki doğmasına neden olmaktadır. “Dinin zorlaştırmayıp kolaylaştırın” ilkesinin aileler tarafından göz ardı edildiği, bazı dindar ailelerin çocuklarını dini açıdan daha çok sıkı denetime alarak sıkboğaz ettikleri, bunun sonucunda da “din yorgunu gençlerin” ortaya çıktığı belirtilerek, bu yorgunluğu sorgulayan gençlerin dinden uzaklaşma yoluna gittiği ifade edilmiştir (Bağcı, 2022: 107).

Yıldırım (2021: 53)’a göre dindar kesimlerde aktif bir sinizm yani hataları, kötülükleri gördüğü, bildiği halde onu yaşatmaya devam etme iştiyakı, duyarlılıkları zayıflatmaktadır. Aile içinde dini söylem ve hassasiyetin güçlü bir şekilde gösterilmesine rağmen yaşanan haksızlıklar ve kötülükler karşısında sessiz kalınmasını bir çelişki olarak gören gençler, dini aidiyetlerini sorgulamaktadır. Bunun yanında deizme eğilimli olduğu iddia edilen gençler arasında deizmin tam olarak ne olduğu hakkında bir kavram karmaşası bulunmaktadır. Eksik ve hatalı bir şekilde öğretilen/gösterilen dindarlık anlayışından uzaklaşmayı gençlerin deizm olarak algılayabildiğini belirten Harmankaya (2020: 39), lise öğrencilerine yönelik deizm üzerine yaptığı araştırmasında, namaz gibi ibadetlerin çoğunlukla olmadığı sadece giyim-kuşam ve yasak-günah kapsamında algılanan Anadolu’daki “geleneksel dindarlık” anlayışı içerisindeki bir aile ortamında yetişen bazı öğrencilerin, sahip olduğu bu dindarlık algısının yanı sıra boşluk ve bilgisizliğin de etkisiyle deizme geçişte çok fazla zorluk yaşamadıklarını ifade etmiştir. Bununla birlikte din konusunda ailesinde baskı gördüğü için deizme kaydığını söyleyen öğrenciler olduğu tespit edilmiş, günümüz Müslümanlarının dini yaşama biçimleri ve din görevlilerinin misyona uymayan bazı tutum ve davranışları sebebiyle de bazı öğrencilerin deizmi tercih ettikleri belirtilmiştir (Harmankaya, 2020: 48). Risale-i Nur’da Müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası olarak tanımlanan aile hayatı, çocukların ve gençlerin dışarıdan gelen akımlara karşı kendini manevi olarak teçhiz edip kuvvetlendirebileceği en önemli yerdir. Bu noktada Said Nursi’nin vurguladığı gibi her hanenin bir küçük medrese-i nuriyeye çevrilmesi ve Risale-i Nur’un ders verdiği iman hakikatlerinin okunması ve dinlenmesi yoluyla meşgul olunması (Nursi, Emirdağ Lahikası: 657) ve müzakere temelli bir yaklaşımla gençlerin ilgisine sunulması, gençlerde doğmuş veya doğması muhtemel şüphelerin giderilmesinde ve gençlerin tahkiki ve kuvvetli bir imana olmasında önemli bir adım olacaktır.

3.2.  Eğitim Kurumu

Yapılan çalışmalarda deizm gibi düşünce akımlarının revaç bulmasında eğitim kurumlarının da payının olduğu belirtilmektedir. Din kültürü ve Ahlak Bilgisi ve İHL Meslek Dersi öğretmenlerinin katıldığı “Gençlik ve İnanç” konulu çalıştayın sonuç bildirgesinde şu ifadeler yer almaktadır: Din eğitimi veren öğretmenlerin söylem ve eylemlerindeki tutarsızlık, imam hatip liselerinde itikat tabanlı eğitimin geri plana bırakılıp, ibadet tabanlı bir din eğitiminin verilmesi, din ve bilimin çeliştiği düşüncesini besleyecek dini yorumlar gibi nedenler öğrencileri dinden uzaklaştırmaktadır.[2] Dini anlatan kişiler arasında yaşanan tartışmalar ve sunulan dini bilgilerdeki tutarsızlıklar gençlerde din düşüncesinin saygınlığına zarar vermektedir. Yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadığı halde din alimi olarak bilinen kişilerin Kur’an’a ve sahih sünnete, akl-ı selime ve bilimsel gerçeklere aykırı beyan ve uygulamaları, söz konusu kişilerin bazen tartışma üslup ve adabını yok sayarak şöhrete ulaşma ve onu sürdürme adına her hangi bir konudaki uç fikirleri öne çıkarmaları da bazı insanların dinden uzaklaşmasına yol açabilmektedir (Coşkun, 2017: 65). Eğitim konusunda yaşanan sorunlar sadece bireysel yanlışlar bazında değerlendirilmemelidir. Deizmin yükselmesinde kurumsal anlamda dini eğitimdeki boşluğun etkili olduğunu dile getiren Kösmene (2018), din eğitimi veren kurumların yeterli olmadığını, var olan kurumların müfredatlarının yetersiz olduğunu, orta öğretim kurumlarında Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinin içeriğinin sığ ve yetersiz olduğunu vurgulamış, ilkokul, ortaokul ve lisede verilen din eğitiminin kültür kapsamında değil, tahkiki bir iman ve ibadet eğitimi çerçevesinde verilmesi gerektiğini söylemiştir. Ayrıca İlahiyat Fakültelerinin de bu günkü haliyle çözüm üretmekten uzak olduğunu dile getirmiştir. Gençliğin bugün inançla ilgili yaşadığı tereddütlerin altında düşünme ve sorgulamayı bir kenara bırakan ezberci ve taklidi bir eğitimin yattığını belirten Akyol (2019; 251), eğitim faaliyetlerinde baskıcı yöntemlerden uzak durulmasını, sorgulama ve müzakerenin ön planda tutulmasını, hak ve hakikat bilincine sahip insan yetiştirmenin esas alınması gerektiğini vurgulamaktadır.

3.3.  Dini Kurumlar

Burada dini kurumlardan maksat başta diyanet olmak üzere, cemaat, tarikat, vakıf gibi resmi veya gayri resmi olarak faaliyet gösteren dini yapılardır. Dini yapılarda görülen bazı suiistimaller, hatalar, bazı dini grupların savunduğu ifrat ve tefrite düşmüş dinî yorumlar (Coşkun 2017: 64), dünyevi güç ve ikbal peşinde koşma gibi durumlar, diyanet ve bazı dini grupların siyasi gücün aracı ve uzantısı haline gelmesi, dinin itibarını zayıflatmaktadır. Dorman (2017: 236)’a göre dinin bazı tarikat ve cemaatler tarafından ticari ve siyasi kaygılarla bir güç unsuru olarak kötüye kullanılması insanların bir şekilde inançtan soğumalarına neden olmaktadır. Bu sorun karşısında başta Diyanet olmak üzere tüm dini yapıların asli vazifesine dönmesi ve siyasetin etki sahasından çıkması dışında bir çözüm bulunmamaktadır (Akgül, 2020). Özellikle devletin resmi bir kurumu olan Diyanet’in kuruluşundan beri devam eden kronik sorunlar, bu kurumun siyasete angaje olması ve bazı devlet projelerinde bir araç olarak kullanılması sebebiyle daha da büyümektedir. Diyanetin, siyasî makamlardan verilen talimatlarla iş gören bir kurum olmaması; din hizmetlerini her türlü müdahaleden azade ve özerk bir konumda toplumla ve cemaatlerle sıcak ilişkiler kurup bütünleşerek devam ettirilmesi büyük önem arz etmektedir (Güleçyüz, 2016).

Dinî sivil toplum kuruluşları hüviyetindeki cemaat ve tarikatlerin siyasetten uzak durması, cemaat ve tarikatların siyasi görüşünün olmaması gerektiği anlamına gelmemektedir. Buradaki hassas ölçü, Kur’an-ı Kerim’in emrettiği ve Risale-i Nur’da defaatle vurgulanan, adalet, hürriyet, meşveret, prensipleri çerçevesinde hareket eden, kanunda inhisar-ı kuvvet, adalet-i mahza ve birey hukukunu önceleyen, istibdat, keyfilik, zulüm ve din istismarına karşı duran, sadece belirli bir ideoloji veya toplumsal kesimin değil, tüm toplumun ve milletin menfaatini ve selametini gözeten, kucaklayıcı ve yapıcı bir siyasi misyon ve anlayıştan yana bir duruş sergilenmesidir. Bu noktada dini yapıların, kendi dini hizmetlerini başka hiçbir siyasi, ekonomik vb. menfaate aracı yapmadan, kendi görüşlerini Kur’anı Kerim’deki adalet-i mahza ve meşveret prensipleri çerçevesinde şekillendirme ve ifade etme sorumluluğu bulunmaktadır.

3.4.  Siyaset Kurumu

Türkiye’de siyaset, bir kamu hizmetinden ziyade, güç ve menfaate ulaşabilmek için bir araç olarak görülmektedir (Alpaslan, 2021: 5). Bu hedefler için maalesef dinimiz bir istismar aracı olarak kullanılabilmektedir. Görmüş (2018)’e göre siyasetçilerin dini kendi yükselişlerinin bir aracı olarak görüp ikisini birbirinden ayırmadıkları koşullarda toplumlar, siyasetçileri dinin taşıyıcıları olarak görmekte, onların hayatı yaşama biçimleri ile dinin önerdikleri arasındaki fark, inananları kurumsal dinden uzaklaştırabilmektedir. Coşkun (2017: 66) da siyasi kaygılarla yapılan din istismarının deizme yol açabileceğini ifade etmiştir. Dini temsil ettiği iddiasındaki kişi ve partilerin hata ve yanlışları, adaletsizlik ve kayırmacılık, hataların sorumluluğunu üstlenmeyerek eleştirilere karşı “kader” “nâs” “sabır” “tevekkül” gibi terimler kullanarak eleştiri ve hücumların dine yönelmesine neden olmak, ekonomi vb. alanlarda rasyonellikten uzak politikaları dini emir gibi göstermeye çalışarak İslam’ın irrasyonel olarak algılanmasına neden olmak, söylem ve eylemler arasındaki tutarsızlıklar, dini kendi tekeline almaya çalışarak siyasi muhalifini din dışı gösterme çabası, tehdit ve hakaretler, inanç eksenli kutuplaştırmalar, dini hükümlerin cebir ve yasakla uygulatılmaya çalışması, vb. etkenler insanlarda dine karşı bir soğukluk oluşmasına neden olmaktadır.

  1. Sonuç ve Öneriler

Bu çalışmada deizm kavramı, ortaya attığı görüşler ve çıkış sebepleri kavramsal bir çerçeve içerisinde ele alınarak, İslam inancıyla örtüşmeyen yönleri ve deizmden İslam’a çıkış yollarının neler olabileceği Risale-i Nur’dan hakikatlerle ele alınmış, son yıllarda ülkemizde yaşanan ve gençlerin merkezde olduğu deizmin tartışmalarının nedenleri konuyla ilgili uzman görüşü ve araştırmalar çerçevesinde değerlendirilmiştir. Deizm Allah (c.c.)’ı tanımak için kâinatın ve tabiatın tefekkür edilmesinin yeterli olduğunu; kitap, nübüvvet ve ahiretin olmadığını iddiasındadır. Bu çalışmada bu iddiadan yola çıkarak Allah(c.c.)’ı tanıyan birinin kendisini ve kâinatı tefekkür ederek kitap, nübüvvet ve ahiretin varlığını idrak edebileceği Risale-i Nur eserlerinden faydalanılarak ortaya konulmuştur. Yine deizmin tanımladığı ve belirli kısıtlar içine koyduğu (eylemsiz, pasif) bir Yaratıcı mefhumunun yine kâinatın tefekkürü ile tekzib edileceği, Cenab-ı Allah’ın bütün isim, sıfat ve özellikleriyle acz, zaaf ve noksandan müberra olduğu ve bütün vecihleriyle kemâl ve mutlak olduğu Risale-i Nur’dan hakikatlerle izah edilmiştir. İkinci bölümde bahsedildiği gibi okuyup, araştırarak deizmi tercih eden gençlerin vicdan ve tefekkür penceresinden kâinata bakmaları halinde İslam’a daha güçlü bir şekilde dönüş yapabilmesi mümkündür. Fakat Öztürk (2018)’ün de ifade ettiği gibi deizme eğilimin arttığı iddiaları dünyevileşme ve popüler kültürün cazibesi gibi faktörlerin yanı sıra dindarlarda ve din adına hareket ettiğini iddia eden kişilerde görülen yanlışlara karşı bir tepki mahiyetinde olduğu için, tepkiye sebep olan problemler çözülmeden deizme eğilim gösteren gençlerin geri dönüş ihtimalleri düşüktür.

Gençlerin deizme yöneldiği iddiaları ile ilgili çalışmalar yapan araştırmacıların ve uzmanların görüşlerinden yola çıkarak deizmin bir tepki olarak tercih edilme sebepleri aile, eğitim, dini yapılar ve siyaset kurumları olmak üzere dört faktör altında incelenebilir. Bunun dışında bazı faktörlerin de dinden uzaklaşmaya neden olduğundan bahsedilmektedir. Türkiye’de deizmin özellikle gençler arasında yaygınlaşmasının en önemli sebebinin refah seviyesinin artması ile birlikte duyarlılığın azalması ve ahiret inancının görmezden gelinmesi olduğu belirtilmiştir (Şeker, 2017: 553). Dini temsil ettiğini iddia eden ve dindar olarak temayüz etmiş kişi ve grupların din anlayışına tepki olarak dindarlıktan uzaklaşmayı deizm olarak algılayan gençler de bulunmaktadır. Bu anlamda deizmin sekülerizm yerine kullanıldığı görülmektedir. Bunun nedeni ise aileden başlayarak dinin inanç ve itikat yönünden ziyade ağırlıklı olarak yasak ve günahların anlatılması ve dindarlığın aileler tarafından bu şekilde çocuklara aktarılmasıdır. Tüm bu bahsedilen sorunlarla ilgili çözüm önerileri aslında sorunların için de mündemiçtir. Yine de tepkisel nedenli yaşanan savrulmalar karşısında bazı çözüm önerileri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

Aile ve eğitimde taklide ve dayatmaya dayanan bir inanç eğitiminden ziyade Risale-i Nur’un ders verdiği tahkiki iman ve doğru bilgi çerçevesinde hür düşünce ve müzakere temelli bir yaklaşımın benimsenmesi.

Dini söylem ve davranışta aile, eğitim, dini ve politik kurumlarda bir tutarlılık olması.

Dini grupların, siyasette kadrolaşma ve ekonomide holdingleşme gibi dini faaliyet alanları dışına çıkmaması, dünyevi menfaatler uğruna dini hizmetlerin kullanılmaması, suiistimallerden uzak durulması, dini kurumlardaki eğitim faaliyetlerinin çağın gerçeklerine uygun olması.

Siyaset kurumunun din istismarı yapmaması ve din adına siyasetin terk edilmesi. Siyasi ve şahsi amaçlar ve menfaatler uğruna dini değerlerin araç haline getirilmemesi. Hata ve yanlışların örtülmesi için dini hükümlerin kalkan yapılmaması. Kanun ve yasaklamalarla din adına baskı yapılmaması.

İtikadi açıdan İslam’ın özünden kaynaklı bir problem olmadığı İslam’ın yorumlanmasında ve uygulamadaki yanlışlıklardan kaynaklı bir tepki ve dinden soğuma yaşandığı söylenebilir. Araştırmacılar ve konunun uzmanları ülkemizdeki deizm tartışmalarının çıkış sebebinin inanç kaynaklı olmadığını, din adına hareket ettiği iddiasındaki kimselerin söylem ve uygulamalarına tepki olarak ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Fakat çok düşük bir oranda bile olsa iman hakikatlerine yönelik şüphelerden dolayı deizme geçiş varsa bu şüpheleri gidermek için çaba gösterme sorumluluğu göz ardı edilmemelidir. Bu noktada kaynağını Kur’an-ı Kerim’den alan Risale-i Nur eserleri, iman hakikatlerinin, çağımız insanına anlatılmasında ve şüphelerin giderilmesinde başvuru kaynağımız olmaktadır.

Çalışmanın kapsamı deizmin temel iddiaları arasında yer alan Nübüvvet, Vahiy ve Ahiret ile ilgili Risale-i Nur’dan verilen cevaplar ile sınırlı tutulmuştur. Bilgi eksikliği veya yanlış yorumlar sebebiyle çok evlilik, Hz. Peygamber (asm)’in evlilikleri, kader, cüzî irade, şerrin yaratılması, cihad gibi konularda oluşan şüpheler ise yine Risale-i Nur’a başvurularak izale edilebilir. Deizme yönelişe neden olan sorunlarla ilgili olarak birçok boyutu ele alan kapsamlı çözüm önerilerinin olduğu çalışmalar eğitimciler, ilahiyatçılar, toplum bilimciler ve siyaset bilimciler gibi farklı alanlardan uzmanların katılımı ile yapılabilir. Yaşanan gelişmeler gençlerin kendisine dayatılan din anlayışını reddederek dini kaynağından öğrenmeye teşvik edebilir. Gençliğin hakiki din arayışındaki yaşadıkları süreçlerin daha fazla araştırılması gerekmektedir. İleriki çalışmalarda bu konuyla ilgili gençlerin görüşlerine daha fazla yer verecek araştırmalar yapılmalıdır.

 

 

Kaynakça

Akgül, A. S. (2020). Deizm ve Dini Cemaatler | EuroNur · SaidNursi.de

Akyol, A. (2019). Gençliğin Dindarlık Tasavvuru Ve Deizm Tartışmaları (2019 Aralık, 223-251). Günümüz Gençliğinin Zihin Problemleri, Ed.: İbrahim Maraş, İsmail Erdoğan, Kitap Dünyası Yay., İstanbul 2019

Alpaslan, M. (2021). Türkiye’nin Görünümü: Fırsatlar ve Zorluklar. Umran Dergisi. Haziran 2021, Sayı: 322, Sayfa: 4

Bağcı, İ. (2022). Türkiye’de Sosyal Alanda Yaşanan Kültürel Mücadelelerde Dindarlaşma, Deizm ve Ateizm Süreçleri . Liberal Düşünce Dergisi , (106) , 97-116 . DOI: 10.36484/liberal.1079394

Bakar, O. (2016). İslam Bilim Tarihi ve Felsefesi. İstanbul: İnsan Yayınları.

Bolay, S. H. (1987). Felsefi Doktrinler Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları

Coşkun, İ. (2017). Günümüzde Deizm, Ateizm Ve Nihilizmi Doğuran Sebepler. Diyanet Aylık Dergi, Ağustos, 10–13.

Çetin, E. (2018). İnancın İman Hayatına Yansıması Bağlamında DEİZM ELEŞTİRİSİ. İKSAD Publishing House. ISBN- 978-605-7510-08-2

Din eğitiminde imanî sorulara cevap verilmiyor – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)

Dorman, E., “Tarihsel ve Teolojik Acıdan Deizm ve Eleştirisi”, Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm, Editor: Vecihi Sonmez vd., Ensar Neşriyat, Van, 2017, ss. 217-242.

Erdem, H., “Deizm”, DİA, İstanbul, 1994, c. 9, s. 110.

Ferşadoğlu A. (2018). Risale-i Nur, deizm oyununu da bozar – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)

Gençler, Deizmi bir kaçış vasıtası olarak görüyor – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr) 2018

Görmüş, A. (2018). Deizme kayışın bir kaynağı: Dindar siyasi figürler… – Serbestiyet

Güleçyüz, K. (2016). Diyanet ve siyaset. 24 Kasım 2016 Deizm, gençlerin imanını sarstı – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)

Günaydın, F. (2017). İmam-Hatip Liselerinden İnanç Soru[n]ları. Din Karşıtı Çağdaş Akımlar Ve Deizm Sempozyumu, Van, 2017, s.321-335.

Harmankaya, M. (2020). Geçmişten Günümüze Sosyolojik Bir Araştırma Dolapoğlu Anadolu Lisesi ve Mahmut Sami Ramazanoğlu Anadolu İHL Örneği. Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.

Harper, L. R. (2016). MULTIVERSE DEISM. University of Birmingham, School of Philosophy, Theology and Religion, Department of Philosophy, College of Arts and Law, January.

İmam Gazzali (1981) Tehâfüt El-Felâsife Filozofların Tutarsızlığı, Çev. Dr. Bekir Karlığa, Çağrı Yayınları : 33, Felsefe Dizisi : 2, Dizgi-Baskı : Özdem Kardeşler Matbaası — Tel: 26 77 87. Cild: Nümune Mücellidhanesi, Receb 1401 , Mayıs -1981

Manuel, F. Edward and Pailin, . David A. (2023, February 17). Deism. Encyclopedia Britannica. https://www.britannica.com/topic/Deism

Nursi, B. S. (2012). Asa-yı Musa. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B. S. (2012). Emirdağ Lahikası. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B. S. (2012). İşârâtü’l-İ’câz. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B. S. (2012). Lem’alar. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B. S. (2012). Mektubat. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B. S. (2012). Sözler. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B. S. (2012). Şualar. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Okumuş, N. K., (2017). Yetersiz Bakiye: Deizmin Tanrı Tasavvuru ya da Sünnetullah Yasaları ve Deizm ilişkisi Üzerine.Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm(pp.173-192), Van: Ensar Nesriyat.

Peker, H. (2018). “Tanrı ve Din Tasavvuru Bağlamıyla Deizm ve Yayılımı Üzerine.” Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 5(8), 13–42. https://dergipark.org.tr/tr/pub/k7auifd/issue/37858/425475

Prof. Mustafa Öztürk ile söyleşi: Boğaziçi’nden hareketle Türkiye’de üniversiteler ve ilahiyat fakülteleri – Medyascope

Saruhan, E. (2018). Anne ben deist oldum – Gerçek Hayat (gercekhayat.com.tr)

Şeker, Z. (2017). “Uluslararası Din Karşıtı Çağdaş Akımlar Ve Deizm Sempozyumu”. Kader Kelam Araştırmaları Dergisi 15 / 2 (July 2017): 530-541 . https://doi.org/10.18317/kader.322813

Topaloğlu, B.(1989). “ALLAH”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/allah#1 (07.06.2023).

Toprak N. (2018). Süleyman Kösmene ile Röportaj Deizm, gençlerin imanını sarstı – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)

Toprak N. (2018). Süleyman Kösmene ile Röportaj Neden Bediüzzaman Kürsüsü kurulmuyor? – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)

Yalman, H. (2004). Kuantum Dilinde Kâinat’ın Hecesi, Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi. Risale-i Nur Enstitüsü Yayınları, İstanbul 2004, 202 sayfa. ISBN 975-94179-7-9

Yıldırım. E. (2021). Din Doygunluğundan Din Yorgunluğuna. Umran Dergisi. Haziran 2021, Sayı: 322, Sayfa: 50

 

[1]       Bundan dolayı İslam alimleri tarafından tenkide uğramışlardır. Bkz. İmam Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı: 2-3; Nursi; Sözler: 884-885

[2]       Din eğitiminde imanî sorulara cevap verilmiyor – YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)