Batı ve Kur’an Medeniyetine Göre Göç ve Göçmen Algısı

Migration and Immigrant Perception According to Western Civilization and Kur’an Civilization

Ahmet KÜÇÜK, Dr, Öğr. Gör., Düzce Üniversitesi

 

Özet

Batı Medeniyetinin[1] göç ve göçmen olgusuna yaklaşımını belirleyen temel ifade; dünyevî, bireyci, rekabetçi ve salt ekonomik çıkarı ve kârlılığı gözeten gerçekçi-pragmatik kişiliği tanımlamak üzere kullanılan Homo Economicus kavramıdır. Bu kavram bize aynı zamanda Batı’nın insanı kâinatta nasıl konumlandırdığını da göstermektedir. Kısaca, homo economicus yalnızca kâr gibi şeyleri maksimize etmeyi önemseyen ve bu hedefi en mantıklı şekilde takip etmesine imkan tanıyacak kararlar alabilen bir insan anlamına gelir. Kur’an Medeniyeti ve Risale-i Nur ise göç olgusunu sadece bu dünyadan hareketle yorumlamak yerine Hz. Adem’in cennetten dünyaya gönderilmesi ile başlayan ve kıyamet kopuncaya kadar devam edecek olan bir süreç olarak değerlendirir. Bu yaklaşım farklılıklarının göçün merkezinde yer alan insan üzerindeki etkilerini ortaya koymak bu çalışmanın temel gayesini oluşturmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Göç, Göçmen, Batı Medeniyeti, İslam ve Risale-i Nur Medeniyeti

 

Abstract

The expression that determines the approach of Western Civilization to the phenomenon of migration and emigration is the concept of Homo Economicus, proposed to describe a realistic-pragmatic personality that is worldly, individualistic, competitive and pursues only economic interests and profitability. This concept also shows us how the West positions man in the universe. In short, the term Homo Economicus can be considered as a person who is interested in maximizing wealth for his own self-interest in the most rational way.

The Kur’an and Risale-i Nur Civilization, on the other hand, refer to the phenomenon of migration and emigration- unlike Western Civilization- as a process that begins with the sending of Adam from heaven to earth and will continue until the end of the world. The main purpose of this study is to reveal the effects of these different approaches on the human being who is at the center of migration.

Key Words: Migration, Immigrant, Western Civilization, Islam and Risale-i Nur Civilization

 

1.Giriş

Çok boyutlu ve dinamik sosyal olgular sınırlı bakış açıları ile yeterli derecede kavranamaz. Göç, insanlık tarihi kadar kadim bir mesele olmanın yanı sıra son yıllarda uluslararası bir boyut kazanmış ve konu ile ilgili araştırmalar gerek dünya genelinde gerekse Türkiye özelinde her geçen gün artmıştır. Ancak bu çalışmalarda inanç faktörünün göz ardı edildiği, bir diğer ifadeyle göç olgusunun din olgusundan bağımsız ele alındığı gözlenmektedir. Oysa doğası gereği birçok disiplin ile bağlantısı olan, dolayısıyla disiplinler arası çalışmaları gerektiren göç olgusunun bu çoklu boyutu yeni ve bütüncül (holistik) yaklaşımları zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda göç ve göçün merkezinde yer alan insana, inanç boyutunu katarak daha kapsamlı bir yaklaşım gerçekleştirilebilir. Bu çalışmanın ortaya konmasına neden olan ana düşünce günümüzde yaşanan göçlere ve bu esnada yaşanan insani acılara çözüm üretebilme açısından Batı Medeniyetinden farklı olarak Kur’an ve Risale-i Nur perspektifinden olguya yaklaşmaktır. Çalışmanın ikinci başlığında kavramsal ve Kuramsal çerçeve sunulacaktır. Üçüncü başlıkta Kur’an ve Risale-i Nur Açısından göç ve göçmen olgusu açıklanmaya çalışılacaktır. Son başlıkta ise ve Batı Medeniyeti’nin ve Kur’anın geçmiş ve gelecek tasavvuru Risale-i Nurdan hareketle ele alınmaya çalışılacaktır.

  1. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve

2.1. Kavramsal Çerçeve

Evrensel bir olgu olan göç, insanların bulundukları yerden ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel nedenlerden dolayı bir yerden başka bir yere hareket etmelerine verilen genel bir ad olarak tanımlanmaktadır.

Özer ise göçü coğrafi mekân değiştirme sürecinin sosyal ekonomik, kültürel ve siyasi boyutlarıyla toplumsal yapısını değiştiren nüfus hareketleri olarak tanımlar (Özer). Diğer bir tanımda ise göç, “uluslararası bir sınırı geçerek veya bir ülke içinde yer değiştirmek”tir. Süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun insanların yer değiştirdiği nüfus hareketleri olarak ifade edilir. Göçmen veya ekonomik göçmen tabiri çoğunlukla ekonomik gerekçelerle ülkesini gönüllü biçimde terk ederek başka bir ülkeye o ülke yetkililerinin izniyle göç eden kişiler için kullanılır. İzinsiz durumda bulunanlara ise kaçak göçmen ya da kâğıtsız göçmen denmektedir. Vatansız kişi ise hiçbir devlet tarafından kendi yasalarının işleyişi içinde vatandaş olarak sayılmayan kişidir (BMMYK, 1999, s.13).

İltica ise sığınma anlamındadır. Kendilerinin kontrolleri dışında gerçekleşen olayların kurbanları olarak mülteciler, zorla yerinden edilen toplulukların önemli oranını teşkil eder. Mülteci (refugee), 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre, kendi ülkesi dışında bulunan, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşü sebebiyle zulüm görmekten haklı nedenlerle korku duyan ve ülkesinin korumasından yararlanamayan kişiler olarak değerlendirilir. Sancar ve Peker’e göre ise mülteciler, insanlığın kıyısında yaşamaya mahkûm edilmiş ya da edilmek istenen geniş bir insan grubudur (Peker ve Sancar, 2005, s. 6)

Sığınmacı ve mültecilere yönelik muamele standartları konusunda günümüz dünyası yüz kızartıcı bir karneye sahiptir. Bazı sanayileşmiş ülkelerin, panik yaratan söylemlerine ve koparılan onca gürültüye rağmen dünyadaki bu 42 milyon mültecinin % 80’i gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Örneğin 2006 istatistiklerine göre, Fransa’da 186 bin, Birleşik Krallık’ta 314 bin, ABD’de yaklaşık 1 milyon kişi Birleşmiş Milletler’in ilgi alanına girerken; Columbia’da 3 milyon, Demokratik Kongo’da 1,8 milyon, Irak’ta 2,1 milyon, Nepal’da 3,6 milyon, Pakistan’da 1 milyon, Sudan’da 1,6 milyon, Suriye’de 1 milyon, Uganda’da 2 milyon kişi bulunmaktadır (UNHCR, 2007, s.81-83). Yani bu konuda asıl yük gelişmiş ülkelerin sırtında değildir, aksine BM Genel Sekreteri Antònio Guterres’in söylemiyle en dar mali imkânlara sahip fakir ülkeler, ev sahipliği yaptıkları mülteciler nedeniyle en yüksek bedeli ödemektedir.

Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından yayımlanan rapora göre Türkiye en fazla mülteci ve göçmene ev sahipliği yapan ülke konumundadır. 2021 resmi verilerine göre Türkiye’de sadece 3 milyon 737 bin Suriyeli göçmen olduğu belirtilmesine rağmen bazı verilerde bu rakamın üç katı olduğu belirtilmektedir.

2.2. Kuramsal Çerçeve

2.2.1. Erken Dönem Göç Kuramları

  1. Ravenstein tarafından (1834-1913), 1885 yılında yayımlanan “The Laws of Migration (Göç Kanunları)” isimli makale erken dönem göç çalışmalarının başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir (Lee, 1966: 47). Ravenstein’a göre göç, kendi başına amaç olamaz, bireyler sadece göç etmek istedikleri için yer değiştirmezler. Göçmenler için amaç, kentte gelişen ekonomik ve ticari faaliyetin getirisinden pay almaktır. Kentin getirisinden pay alma isteği ya da daha iyi yaşama arzusu, yayılma sürecini desteklemektedir.

Göç olgusunu, göçmeni merkeze koyarak ele alan diğer bir teori de Stouffer’in “Kesişen Fırsatlar Teorisi” dir. İlk defa 1940 yılında Stouffer, kesişen fırsatlardan bahseder (Yalçın, 2004). Teori; gidilecek bölgedeki istihdam alanı kadar bireyin göç edeceği ve bahsi geçen yerdeki iş imkânları sayısının sabit olmadığı, sürekli değişim gösterdiği üzerinde durmaktadır (Mete, 2009). Teoride göç kavramının en temel noktaları; göç mesafesi, göç edilecek yerdeki imkanlar ve bunların sayıları olarak tespit edilmiştir. Uzaklık faktörünün Stouffer’in teorisinde analiz öğesi olarak diğerlerinin en başında yer aldığı görülmektedir. Aynı noktaya vurgu yapan Jones belli bir mesafedeki bölgeye göç eden bireylerin göç kararını alırken bu bölgedeki ekonomik imkanları göz önünde bulundurduklarını belirtmektedir.

Göç kuramları arasında göçmeni göz ardı etmeden öncelikle göçün kendisini, nedenlerine ve sürecine bağlı olarak, anlamaya ve açıklamaya çalışan itme-çekme kuramı Everett Lee’nin 1966 yılında yayınladığı “A Theory of Migration” adlı makalesinde ilk defa konu edilmiştir. (İçduygu v.dğr., 2014). İşe Ravenstein’ın tespit ettiği göç yasalarının genel bir analizini yaparak başlar ve ardından gelen kuramcıların çalışmalarının, göçmenlerin demografik yapısına dair genellemelerden öteye geçemediklerini belirterek eleştirir (Todaro, 1980). Ona göre göçün sosyolojik analizine temel oluşturacak itici ve çekici dört temel faktör mevcuttur. Bunlar;

Yaşanan yerle ilgili faktörler

Gidilmesi düşünülen yerle ilgili faktörler

Karşılaşılan engeller

Bireysel faktörlerdir (Yalçın, 2004: 30).

Lee’nin itme ve çekme etkenleri olarak yaptığı bu ayrım sadece göç veren bölge açısından değil aynı zamanda göç alan bölge açısından da değerlendirilmelidir (Macisco, 1992: 232). Çünkü gerek göç alan gerekse göç veren yerde itici ve çekici faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler iç içe girmiş ve oldukça karmaşıktır (Lee, 1966). Bu nedenle her bir göç eylemi kendine özgü özellikler içermektedir denilebilir.

 

 

Şekil 1.1. Göç süreci (Lee, 1966).

Lee, Ravenstein’ın göç kanunlarını, değişen koşullar altında ortaya çıkan göç hacmi, akımlar ile karşı akımların gelişimi ve göçmenlerin özelliklerine ilişkin varsayımlar ekleyerek yeniden biçimlendirmiştir. Bu kanunları daha ayrıntılı bir şekilde ele alındığı çalışmasıyla Lee, göç araştırmalarında vurgunun salt açıklayıcılıktan uzaklaşarak daha analitik bir yaklaşıma doğru kaymasını sağlamıştır (Lewis, 1982: 22).

2.2.2. Çağdaş Göç Kuramları

Neoklasik kuram, göç olgusunu hem makro hem de mikro bir bakış açısıyla ele almaktadır. Bu teoriye göre göçlerin temelinde emek konusundaki arz ve talep alanında ortaya çıkan coğrafi farklılıklar yatmaktadır. İlk olarak Lewis (1954), Todaro (1969) ve Harris ve Todaro (1970) tarafından, ekonomik kalkınma süreci içinde ortaya çıkan göç sürecini açıklamak için geliştirilmiştir. Geliştirilen bu çalışmalarda göçün, çeşitli ülkelerde ortaya çıkan fiilî ücret farklılıklarından kaynaklandığı belirtilmektedir. Bu teoriye göre göçü yönlendiren etken, işgücü arz ve talebindeki coğrafi farklılıklar ve yoğun işgücüne sahip ülkeler ile yoğun sermayeye sahip ülkeler ya da bölgeler arasındaki ücret farklarıdır. Bu kuram ücret farklılıkları ve göç akımları arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu öngörür (Lewis, 1954; Bauer ve Zimmermann, 1999; Kurekova, 2011; Massey v.dğr.,  1993; Borjas, 2010: 319).

İkiye Bölünmüş Emek Piyasası kuramı ise Michael Piore tarafından göçü ortaya çıkaran nedenlerin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak amacıyla geliştirilen teoridir. Bu kurama göre göç, büyük oranda gelişmiş ülkelerdeki işçi talebine dayalı olarak ortaya çıkmaktadır (Hagen-Zanker, 2008: 7). Bu kurama göre göç hareketlerindeki artış, sanayi sonrası toplumlarda ortaya çıkan ekonomik yapıya paralel olarak ortaya çıkan vasıfsız işgücü ihtiyacından doğmaktadır (Massey v.dğr., 1993: 441-443). Kuram işgücü piyasasının iki sektörden oluştuğunu iddia eder. Birinci sektördeki işler ağırlıklı olarak yerli işçiler tarafından işgal edilmektedir, göçmenler ise ikinci sektörde yoğunlaşmaktadır (Abadan-Unat 2006). Bu göçmen işçiler istikrarsız ve uzmanlık gerektirmeyen işlerde çalıştırılmaktadır. Bu niteliklerinden dolayı işlerine kolaylıkla son verilmektedir. İşgücü piyasasının bu ikili karakteri, “bölünmüş işgücü piyasasını” ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, ikiye bölünmüş işgücü piyasasındaki ayrışmalarda kurumsal etmenlerin yanında rekabet ve toplumsal cinsiyet ve etnisitenin de önemli rol oynadığı iddia edilmektedir (Piore, 1979).

Neoklasik geleneğe dayanmakla birlikte, neoklasik yaklaşımın bazı varsayımlarına karşı çıkarak göç belirleyicileri konusunda yeni bir analiz düzeyi ortaya koymak için Stark tarafından geliştirilen İşgücü Göçünün Yeni Ekonomisi Kuramı, araştırmalarının merkezine karşılıklı bağımlılık faktörünü alarak göç sürecinde göçmenin ailesinin oynadığı role dikkat çekmektedir. Stark göç kararlarının tek başına alınan kararlar değil, daha geniş anlamda aile bireyleri ile birlikte alınan kararlar olduğunu ileri sürmektedir (Stark, 1991). Harbison (1981), Sandell (1977) ve Mincer (1978) tarafından daha önce yapılan çalışmalarda da göç kararının verilmesinde aile bireylerinin etkisi vurgulanmıştır.

  1. Kur’an-ı Kerim ve Risale-i Nur Açısından Göç ve Göçmen Olgusu

3.1. Kur’an-ı Kerim’de Göç ve Göçmen Olgusu

Kesişen Fırsatlar Kuramı, İtme-Çekme Kuramı veya İkiye Bölünmüş Emek Piyasası gibi Batı kaynaklı göç kuramlarının isimleri bile göç ve göçmen kavramına yaklaşımı gösterir niteliktedir. Batı Medeniyeti göçü tanımlarken konuya inanç boyutundan yaklaşmadığı için göçü sadece bu dünya hayatı içerisinde gerçekleşen bir olgu olarak değerlendirmektedir. Doğal olarak da göçe neden olan etkenleri göç veren ve göç alan ülkelerde yaşanan tabii ve beşerî nedenlere bağlayarak açıklamaya çalışmaktadır. Göç etmenin “özel bir olgu” ya da halihazırda olduğu gibi “olumsuzluk” veya “sorun” olarak algılanması dahi sosyolojik olarak modernitenin getirdiği bir problemdir. Sanayileşme, şehirleşme, ülke sınırlarının kesinleşmesi ve ulus devletlerin kurulmasıyla beraber bürokrasinin de ilerlemesi göçü bir bürokratik mesele olarak önümüze getirmektedir. Vize, oturma izni, seyahat izni, çalışma izni, misafir işçi, mülteci, sığınmacı gibi kâğıt üzerinde yapılan hukuki ama aslında insan onurunu zedeleyici “anlaşmalar” göç etmeyi anormal bir durum haline getirdi. Oysa göç insan fıtratının yani yaradılış gayesinin bir gereğidir. Kuran’da bu gerçek şöyle yer alır:

Bütün yaratılmışlar içinde (iblis ve cinler hariç) bu yolda kendi hür iradesiyle yürüyen tek varlık türü insandır. Ama Rabbi, insanı bu yol üzerinde tek başına ve rehbersiz bırakmamıştır. (Bakara 38-39)

Modern toplum ise bu hür iradeyle çeşitli sebeplerden dolayı -ki günümüzde ön plana getirilen en büyük sebep “güven” sebebidir- baş edemediği için, A’dan B’ye gitmeyi ve B’de kalmayı kanunlara ve kurallara bağlamıştır, birtakım sınırlamalar getirmiştir. Halbuki Batı Medeniyeti kendi varlığının göç olgusuna bağlı olduğunu unutmuşa benzemektedir. Batı Medeniyetinin göç ve göçmene bakış açısını en net şekilde ortaya koyan ifadelerden biri ise 1965 yılında Alman yazar Max Frisch tarafından kullanılmış ve göç literatürüne girmiş şu cümledir:

“Wir riefen Arbeitskräfte, und es kamen Menschen” (Biz iş gücü çağırdık ve insanlar geldi) (Küçük, 2020)

Kur’an medeniyetinin göç ve göçmen olgusuna bakışını birbirini tamamlayan ve birlikte ele alındıklarında anlam kazanan iki başlık altında ele almak gerekir. Birinci başlık geçici dünya hayatı içerisinde yaşanan göç olgusu diğeri ise Âdem peygamber özelinde insanoğlunun ana vatanı olan cennetten dünyaya gönderilmesi ile başlayan ve cennet veya cehennem ile son bulacak olan göçüdür.

Göç çalışmalarına bakıldığında genellikle ilk vurgulanan göçün insanlığın başlangıcından beri var olagelen bir olgu olduğu gerçeğidir. İlk insan ve aynı zamanda da ilk peygamber olan Hz. Adem‘den son peygamber Hz Muhammed’e (asm) kadar tüm peygamberler de göç gerçeği ile karşı karşıya kalmışlardır. Peygamberler açısından bakıldığında göç, inancını yaşayabilme ve üstlendiği tebliğ görevini yerine getirebilip getirememe ile ilgilidir. İslam literatüründe ise hicret kavramıyla özdeşleştirilen göç kavramı yine bu anlamda değerlendirilebilir. Kur’an medeniyetinde hicret kavramı ile; Hz. Peygamber ve ashabının 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleri kastedilir (DİB Yayınları, Ankara 2006, s. 256). İnanç boyutundan bakıldığında hicret daha çok baskı ve zulümler nedeniyle inancını yaşayamamadan kaynaklanan zorunlu bir göçtür aslında.  Göçe neden olan asıl sebep Allah’ın rızasını kazanmak, ona daha özgür bir ortamda ibadet edebilmek ve dini yayabilmektir. Göçü değerli kılan en önemli motivasyon kaynağı ise Kur’anda göç ve göç edenler ile ilgili ayetlerdir.

Bakara 218- Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat yapanlar, işte onlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Nisa 100- Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde yerleşecek çok yer ve bolluk bulur. Kim, evinden Allah’a ve Resulüne muhacir olarak çıkarsa, sonra da ölüm kendisine erişirse, muhakkak onun sevabı Allah’a düşer. Allah, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Enfal 74- İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat edenler ve onları barındıranlar ve yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. İşte onlar için mağfiret ve tükenmeyen rızk vardır.

Nahl 41- Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

Nahl 110- Sonra şüphesiz Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihat edip sabredenlerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bunlardan sonra Gafur’dur, Rahîm’dir.

Diğer yandan göçün sadece bu dünya hayatı boyutuna değil de ahiret hayatına da işaret eden ayetler ise:

35: Âdem’e söyle: “Ey Âdem, eşinle cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğinizi bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik.

36: Fakat şeytan, o ağaç yüzünden ikisinin de ayağını cennetten kaydırdı ve içinde bulundukları nimetten onları ayırdı. Biz de onlara: “Haydi, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin! Siz orada belli bir zamana kadar kalacak ve ondan faydalanacaksınız” dedik.

37: Sonra Âdem, Rabbinden öğrendiği sözlerle Allah’a yalvardı, tevbe etti, Allah da tevbesini kabul buyurdu. Doğrusu O, tevbeleri çok kabul eden, nihâyetsiz merhamet sahibi olandır.

38: Onlara şöyle dedik: “Hepiniz oradan inin! Benden bir doğru yol rehberi gelir de kim benim o doğru yol rehberime uyarsa, onlara hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir.”

39: İnkâra saplanıp âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir ve orada ebedî kalacaklardır.

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki kıyamet kopuncaya kadar devam edecek olan dünya hayatı, bir başka deyim ile, göç hayatı sadece cennetten çıkarılan Hz. Adem ve Hz. Havva için değil, aynı zamanda tüm insanlık için geçerlidir.

İnsanı adeta göç etmeye motive eden bir ayette ise:

Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Halbuki dünya hayatının sağladığı fayda âhiretinkine göre pek azdır (Tevbe/38) ve

Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah yanındadır (Ali İmran/14Âl-i İmrân / 14. Ayet) buyurulmaktadır.

Kur’an Medeniyetine göre dünya hayatındaki amaç ise, tekrar o anavatana, yani nimetler yurduna, cennete geri dönebilmektir. Bu dünyada kısa bir göç hayatı yaşayıp tekrar vatan-ı asliye ayak basabilmektir.

Vatan-ı asliye geri dönme isteği ve arzusu değişik nedenlerle göç etmiş olan insanların fıtratında vardır.  Her göç eden insan, gurbette kaldığı sürece, günün birinde anavatanına dönme düşüncesini aklından çıkaramaz. 1960 yılında Avrupa’ya göç eden Türklerin kesin dönüş yapamasalar bile tatillerini genellikle Türkiye’de geçirmeleri, gelirken sevinçli giderken hüzünlü olmaları bunun en tipik bir göstergesidir.

Kur’an Medeniyeti göçü ve göçmeni Batı Medeniyetinden farklı olarak hem bu dünyayı hem de ahiret hayatını birlikte değerlendirerek yorumlamaktadır. Onun için göçü hem bu dünyada daha iyi bir ortama kavuşmak için gerçekleştirilen bir eylem fakat aynı zamanda ahirete yönelik gerçekleşen yolculuk, göçmeni ise yolcu veya misafir olarak değerlendirmektedir.

3.2. Risale-i Nur Açısından Göç ve Göçmen Olgusu

Kur’an’ın çağımızdaki hakiki tefsiri olan Risale-i Nur göç ve göçmen olgusunu, dünya – ahiret dengesini gözeterek ele almakta fakat bu dünyayı sonsuz hayat olan ahiret hayatını kazanmak için geçici bir imtihan yeri olarak değerlendirerek her an anavatan olan ahirete dönecekmiş gibi hazırlıklı olunması gerektiğini vurgulamaktadır:

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir.

“Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz.” (Nursî, Mesnevî-i Nuriye)

“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkeza kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur.” (Nursî, Sözler)

Risale-i Nur’da göç ve göçmen olgusuna ilişkin en ilginç bölümlerden birinde:

“Bütün mevcudattan sorulan, bütün ukûlü [akılları] hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş suâl-i azîm olan ‘Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?’ suallerine” en birinci muhatap insandır.” denilmektedir.  Çünkü göç olgusunun temelinde insan vardır.

Risale-i Nur, bu son derece mühim üç suâli kısa ve öz olarak şu şekilde cevaplamaktadır:

“Şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdî edilmiş” olan “insan, Sultan-ı ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde, biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız (sermayemiz) olan istidatlarımızı nemalandırmaktır.” (Nursî, İşaratü’l- İ’caz)

“Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dar-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini tamamladıktan sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerimlerine kavuşacaklar.” (Nursî, Mektubat)

Risale-i Nur, birinci sual olan “Necisin?” sorusuna özet olarak şu cevabı vermiştir:

İnsan:

kâinat ağacının çekirdek-i aslîsi,

kâinat Kur’an’ının âyet-i kübrası,

ism-i azamı taşıyan âyete’l-kürsîsi,

kâinat sarayının en mükerrem misafiri,

mes’uliyetli nazırı,

halife-i arzı,

bir nevî müfettişi,

mutasarrıfı,

çok geniş ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî…

“Nereden geliyorsun?” olan ikinci soruya da:

İnsanın alem-i ervahtan başlayan yolculuğu (göçü):

rahm-ı maderden,

gençlikten,

ihtiyarlıktan,

kabirden,

berzahtan,

haşirden,

köprüden (Sırat’tan) geçip ebedü’l-âbâd tarafında son bulacaktır

cevabını vermiştir (Nursî, Sözler. 35. Söz).

Bu dünyada misafir ve yolcu olan insan nereden gelip nereye ve nasıl bir yere gideceğini çok iyi bilmelidir. Kendisi için takdir edilen güzergâh ve menzillerde Kâinat Sultanının emirlerine göre hareket edip, her meselede rehberimiz olan Peygamber Efendimizin (asm) rehberliğini esas almalıdır.

Evet, benî adem, büyük bir kervan ve azim bir kafile gibi mazinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti.

“Şu garip ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:

Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?

Bu suale, benî adem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselam, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:

“Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık alemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezeli, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezeliden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelinin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa al, oku!” (Nursî, İşaratü’l- İ’caz)

“Nereye gidiyorsun?” olan üçüncü suâli de Risale-i Nur, mü’min olan insanlara çok güzel ve veciz bir şekilde müjdelerle şöylece cevaplamıştır:

“Ey insan bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mes’udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelâl’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Mübtelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyevîyedeki hüsün ve cemâl, onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmasının bir nevî gölgesi ve bütün Cennet, bütün letâifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Lâyezâl’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet’e çağrılıyorsunuz. “Ey insan! Fenaya, âdeme, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahib ve Mâlik-i Hakikî’nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî’nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.” Yani, “şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra onların Rabb-i Kerim’i onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma dâvet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve beka verdi. Çünkü ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştakı ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir.” (Nursî, Mektubat)

Bu müşkül ve müthiş üç sorunun cevabını böylece bulan insan, dünya ve ahiret dengesini çok iyi kurarak bahtiyar insan olur.

Evet, “Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Elbette en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” İşte bütün mesele budur. Ve “Kur’ân şakirdlerinin akibetleri böyledir. Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin, âmîn!” (Nursî, Tarihçe-i Hayat).

Sonuç

Göç, merkezinde insanın bulunduğu, bu nedenle de farklı etkenlere bağlı olarak farklı şekillerde gerçekleşen sosyal bir olgudur. Küreselleşen günümüz dünyasında en ufak bir hareketliliğin dalga dalga tüm dünyaya yayıldığı ve onu farklı şekillerde etkilediği göz önünde bulundurulursa göç olgusunun tüm dünya için ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Uluslararası Göç örgütünün yayınladığı rakamlara göre 2020 yılında uluslararası göçmen sayısı 281 milyon ile dünya nüfusunun %3.60’ına denk gelmektedir. Göç artık tüm dünyayı başta sosyal, ekonomik ve siyasi birçok yönden etkileyen toplumsal bir olgudur. Bu nedenle özellikle göç alan bölgelerdeki ülkeler çeşitli gerekçelerle ve çıkardıkları göç ve göçmen yasaları ile bu göçleri kontrol altına almaya çalışmaktadırlar. Oysa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 14. fıkrasında sığınma hakkı temel insan hakkı olarak tanımlanmıştır. Eğer göçün insani boyutu arka plana alınır, göç edilen ülkelere yönelik ekonomik, siyasi ve sosyal etkileri öncelenirse, maalesef günümüzde yaşadığımız Aylan Bebek gibi göç dramları kaçınılmaz olur. Burada insanın kâinatta doğru konumlandırılmasının sorunun çözümü açısından önemli olduğu kanaatindeyiz. Eğer Batı medeniyetin insan anlayışına bakacak olursak karşımıza bireysel menfaatleri önceleyen, dayanışmayı değil mücadeleyi ilke olarak benimseyen, dayanak noktasını kuvvetin oluşturduğu geçmiş ve geleceği yok kabul eden ve insanı homo economicus olarak değerlendiren bir anlayış çıkmaktadır. Bu anlayışın yansımalarını gerek göç kuramlarında gerek göçmenlere verdikleri hukuki tanımlamalarında görmek olasıdır. Özetle söylenebilir ki Avrupalı devletlerin göçmen politikalarını belirleyen temel etken olarak Avrupalı birey tipi, Avrupa uygarlığının kültürel genetik kodlarının da izdüşümünü vermektedir. Kur’an medeniyetinde ise, göçmen algısını ve politikasını belirleyen temel güç, öncelikle insanî ve bunun yanı sıra dinsel temelli kültürel benzeşme ve yine bu temel üzerinde biçimlenen duygusal dayanışma erdemi düşüncesidir.

Sonuçta, tarihsel süreç boyunca bir süreklilik olarak devam etmekte olan Batılı ve Doğulu kültürel genetik kodlara dayalı tarihsel hatlar üzerinde beliren temel farklılık, Batı uygarlığında yerleşik ekonomik rasyonaliteye karşılık, Doğu Medeniyetinde geçerliliğini koruyan duygusal kişilik olarak tanımlanabilir. Bu farklılığın temel nedeni, özelde Avrupa toplumlarının ve genel olarak Batı uygarlığının, yukarıdaki biçimde, maddeci-bireyci, rekabetçi diye özetlenebilecek modern sosyal algılarına karşılık, Doğu ve Müslüman topluluklarında, kolektif-dayanışmacı-eşitlikçi geleneksel kişiliğin varlığını ve hatta egemenliğini koruyor oluşudur. Bediüzzaman bu gerçeği şöyle ifade etmektedir “Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil.” İnancı gereği bu dünyayı geçici bir misafirhane olarak gören ve asıl vatanına döneceğine inanan insan, bu dünyada farklı nedenlerle yerinden yurdundan göç  eden insanlarla çok daha iyi empati kurabilecek ve onlarla öncelikle insan olmalarının da gereği olarak merhamet zemininde buluşabilecektir. Fakat şu gerçek de göz ardı edilmemelidir. Ne sadece duygusal yaklaşımlar ne de sadece rasyonel yaklaşımlar göç ve göçmen sorunu çözememektedir. Burada Batı Medeniyetinin aklı ile Kur’an/Doğu Medeniyetinin kalbi iyi niyet çerçevesinde buluşarak kalıcı çözümler üretmek zorundadır. Son sözü yine Üstada bırakalım: “Tesadüm-ü efkârdan ve tehâlüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder.” (Nursî, Mektubat)

 

Kaynakça

Abadan-Unat, N. (2006). Bitmeyen Göç: Konuk İşçilikten Ulus Ötesi Yurttaşlığa. 2. Baskı. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Bauer, T. ve Zimmermann, K. F. (1999). Assessment of Possible Migration Pressure and its Labor Market Impact Following EU Enlargement to Central and Eastern Europe. A Study for the Department of Education and Employment, UK. IZA Research Report, No.3, July.

Bediüzzaman Said Nursî, (2012) Sözler, Yeni Asya Neşriyat

Bediüzzaman Said Nursî, (2012) Mektubat, Yeni Asya Neşriyat

Bediüzzaman Said Nursî, (2012)  Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat

Bediüzzaman Said Nursî, (2012) İşaratü’l İ’caz, Yeni Asya Neşriyat

Bediüzzaman Said Nursî, (2012) Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat

BMMYK, Türkiye Temsilciliği (1998). Sığınma ve Mülteci Konularındaki Uluslararası Belgeler ve Hukuki Metinler. Damla Matbaası, Ankara1998, s. 68.

Borjas, G. J. (2010). Labor Economics. (Fifth Edition), New York: McGraw-Hill International/Irwin.

DİB Yayınları, Ankara 2006, s. 256; Bk. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB Yayınları, Ankara 2003, s. 117; Ahmet Önkal, “Hicret”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XVII, s. 458)

Hagen-Zanker, J. (2008). Why Do People Migrate? A Review of the Theoretical Literature, MPRA Working Paper, No.28197.

Harbison, S. F. (1981) “Family Structure and Family Strategy in Migration Decision Making”, G.D. Long and R. Gardner (der.) Migration Decision Making, Multidisciplinary Approaches to Microlevel Studies in Developed and Developing Countries içinde, New York: Pergamon Press.

Harris, J., R., Todaro, M. P. (1970). Migration, Unemployment, and Development: A Two-sector Analysis. American Economic Review 60

İçduygu, A., Erder, S., Gençkaya, Ö. F. (2014). Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları, 1923-202., Koç Üniversitesi Göç Araştırma Merkezi Yay., İstanbul.

Kurekova, L. (2011). Theories of Migration: Conceptual Review And Empirical Testing in the Context of the EU Eastwest Flows. Paper prepared for Interdisciplinary Conference on Migration. Economic Change, Social Challenge, April 6-9, 2011, University College London.

Kur’an Meali, Yeni Asya Neşriyat, 2009

Küçük, Ahmet (2020) 2005 Sonrası Almanya ile Türkiye Arasında Gerçekleşen Nitelikli İşgücü Hareketliliğinin Ardında Yatan Sosyolojik Nedenler. Doktora Tezi, Bolu İzzet Baysal Ün. Sosyoloji ABD

Lee, E. S. (1966). A Theory of Migration., Demography, V: 3, No: 1, 1966, 47-57.

Lewis, W. A. (1954). Economic Development withUnlimitedSupplies of Labor. The Manchester School of EconomicandSocialStudies 22: 139-191

Lewis, G. J. (1982) Human Migration A Geographical Perspective. New York: St. Martin’s Press.

Macisco, J. J. (1992). International Migration: Issues and Research Needs”, Migration, Population and Redistribution Policies. Calvin Goldscheider, Westview Press, Summertown,

Massey, D. S., Arango, J., Hugo, G., Kouaoucı, A., Pellegrino, A., Taylor, J. E. (1993) Theories of International Migration: A Review and Appraisal. Population and Development Review, 19 (3), 431-466

Mete, E. (2009). “Gidenlerin Geriye Kalanlara Etkisi Gürün Örneklemi”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana

Mincer, J. (1978) “Family Migration Decisions”, Journal of Political Economy, 86(5), 749-774.

Özer, İ. (2004). Kentleşme, Kentlileşme ve Kentsel Değişme. Ekin Kitabevi.

Piore, M. J. (1979). Birds of Passage: Migrant Labor in Industrial Societies. Cambridge. Cambridge University Press.

Peker B. ve Sancar M., (2005). Mülteciler ve İltica Hakkı, (İnsan Hakları Derneği İktisadi İşletmesi Yayını, Ocak 2005), s. 6.

Sandell, S. H. (1977) “Women and Economics of Family Migration”, The Review of Economics and Statistics, 59(4), 406-414.

Stark, O. (1991). The migration of labor. Cambridge, MA: Basil Blackwell.

Todaro, M. P. (1980). Internal Migration in Developing Countries: A Survey, National Bureau of Economic Research. University of Chicago Press.

UNHCR.  (2016) Syria and Iraq Situations.  Regional Winter Assistance.  2015-2016 Final Report.  Date:  02.05.2016.

Yalçın, C. (2004). Göç Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık

[1]       Çalışmada kastedilen Batı Medeniyeti Bediüzzaman Said Nursi‘nin ifadesiyle  ”felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa”ya aittir.