Bediüzzaman Said Nursî’nin Gelecek Tasavvuru

 

Editör

 

 

“Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâm’ın sadası olacaktır.”

Bedüzzaman Said Nursî’nin hitap ettiği toplumlara ümit aşıladığı bu sözlerinin anlam çerçevesi hızla değişen ve başkalaşan günümüz dünyası için çok yönlü olarak anlaşılmayı beklemektedir.  Bir süredir devam eden toplumsal çalkantıların, ekonomik, siyasî ve sosyal alanda daha da hızlanarak kendini gösteren değişimlerin ne anlama geldiği, geleceği hangi anlayışların ve ne tür sosyal yapıların şekillendireceği, değişen insan ve toplum modelleri karşısında Bediüzzaman Said Nursî’nin müjdesi içinde yer alan İslam vurgusunun hangi değer ve argümanlarla gelecekte söz sahibi olacağı günümüz dünyasının merak ettiği bazı sorulardandır.

Pandemi öncesinde dünyanın birçok ülkesinde ortaya çıkan ekonomik, siyasi ve sosyal içerikli ayaklanmalarla birlikte gelecekte birçok ülkenin siyasi ve sosyal yapılanmalarında köklü değişikliklere gideceği yorumları son dönemin en çok tartışılan hususları arasındadır. Bu tartışmalar ışığında İslam toplumlarının bu değişimlerden nasıl etkileneceği, insanın ve toplumların dünyevî ve uhrevî saadetini taahhüt eden Kuranî hakikatlerin yeşereceği zeminlerin nasıl oluşturulacağı ve Bediüzzaman Said Nursî’nin bu hususlarda nasıl bir gelecek tasavvuru ortaya koyduğu merak edilen hususlardır. Bilhassa son dönemlerde küresel sermaye sahiplerinin daha da zenginleştiği, ekseriyetin fakirleştiği, mutlu azınlıkların büyük çoğunluklara tahakküm ettiği siyasal ve ekonomik yapılar nedeniyle ortaya çıkan huzursuzlukların nasıl bir yapıya evrileceği önemli bir sorudur. İktisadi ve diğer faktörlerin de etkisi ile geçmişte köle olmak istemeyen insanoğlunun bugün daha da şiddetlenen ecir (ücretli) anlayışına dayalı yaşam tarzlarını da reddetmeye başlaması, yaşanan bu dalgalanmalarla beraber her alanda çıkış yollarını araması, istibdat, baskı ve zulme dayalı yapıların daha fazla eleştiriye maruz kalması, hürriyet bilincinin giderek artması Bediüzzaman Said Nursî’nin “Malikiyet ve Serbestiyet” olarak adlandırdığı dönemi de çok yönlü olarak incelemeyi zorunlu kılmaktadır.

Yine dünyanın birçok yerinde kendini gösteren ve bilhassa İslam âleminin de aşamadığı siyasî ve sosyal problemler, dünyanın birçok yerinde yaşanan gerginlik ve iç çatışmalar insaniyet alakadarlığıyla herkesi huzursuzluğa sevk etmeye devam etmektedir. Bu problemlere bağlı olarak ortaya çıkan göç hareketleri, insanların daha huzurlu ve mutlu yaşayabilme istekleri nedeniyle doğup büyüdükleri coğrafyaları terk etmek zorunda kalmaları insanlığın geleceği adına üzerinde çalışılması gereken bir durumdur.  Göçmenler ve mülteciler, bir taraftan çeşitli problemler sebebiyle yurtlarını terk ederek riskli yolculukları göze alırken diğer taraftan da en fazla göçün olduğu Batı toplumlarındaki bazı kesimlerin önyargıyla ve nefret söylemleriyle karşılaşmaktadırlar. Buradan hareketle “paylaşma, dayanışma, birlik ve beraberlik, saygı ve muhabbet” gibi değerlerin insanlığa ait ortak değerler olarak nasıl hayata geçirilebileceği, problemin öznesi olarak görülen “İslam Dünyası”nın bizatihi çözüme nasıl katkı sunacağı irdelenmesi gereken bir durumdur.

Bunlarla birlikte en büyük değişikliğin yazılı kültür ortamından elektronik kültür ortamına geçişte görülmesi farklı bir tartışma zeminini açmaktadır. Zira bu geçişle birlikte gençlik hızlı bir değişime uğramış, kültürleme, kültürleşme gibi kavramlar farklı zeminlerde tartışılır olmuş, milletlerin kültürel değerlerini korumada ya da aktarmada yaşadıkları sıkıntılar yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bilhassa inanç alanlarına kayan bu tartışmaların özünü oluşturan İlahi değerlerden ve inanç sisteminden uzaklaşma olgusu,   yeni nesillerin inanç dünyasını temelden sarsmış, hedonist-hazcı bir yaşam stili neredeyse ortak kültür haline dönüşmüştür. Gerçekle sanalın yer değiştirmeye başladığı, gerçek kişiliğin ve gerçek değerlerin yerini de imaj ve sembollerin aldığı bir döneme doğru hızla ilerlerken inançların nasıl korunacağı, sanal gerçekliğin tahrip etmeye çalıştığı inanç alanlarının tekrar nasıl tamir edileceği, İslam ahlak ve akaidine ait unsurların aynı yollarla yeni nesillere nasıl aktarılabileceği cevap bekleyen önemli sorulardandır.

Köprü Dergisi olarak, Bediüzzaman Said Nursî’nin; insanlığın büyük çoğunluğunu huzursuzluğa sevk eden “medeniyet-i hazıra” eleştirisiyle ve insanlığın tamamının mutluluğunu tazammun eden bir medeniyet anlayışını da içeren, temel hak ve hürriyetlerle birlikte iktisadi olarak malikiyetini de ifade eden “Malikiyet ve Serbestiyet Dönemi” önerisiyle ve insanın maddi ve manevi tekamülüne işaret eden İslam hakikatlerine dikkat çekmesiyle gelecek adına söz sahibi olduğuna inanıyoruz. Bu bağlamda Risale-i Nur Enstitüsü geçtiğimiz aylarda “Bediüzzaman Said Nursî’nin Gelecek Tasavvuru” başlığıyla bir kongre düzenlemiş ve aşağıda belirtilen hususlar ışığında beş masa etrafında bu konuyu etraflıca tartışmıştır. Bu sayıda bu kongrede ulaşılan sonuçları ve kongrede sunulan bazı tebliğleri okuyabilirsiniz.

İslam dünyasının geri kalış sebeplerinden birincisini ‘yeis’ olarak ifade eden  Bediüzzaman Said Nursî, ümidi imanın bir özelliği olarak görerek hayatı boyunca, en sıkıntılı ve karanlık dönemlerde dahi, karşılaştığı toplumlara  ümit aşılamıştır. Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin birçok yerinde gelecek nesillere yönünü dönmesi ve özellikle onlara seslenmesi dikkat çekicidir. Bediüzzaman, Doğu illerinde aşiret mensuplarının sorularına cevap verirken, ulemadan mühim birinin şiddetle itiraz ederek “Ahir zamandır, (durum) gittikçe daha fenalaşacak.” sözüne binaen herkese dünyanın terakki dünyası olurken bizlere tedenni dünyası olamayacağını ifade etmesi, hemen akabinde de yeis içerisinde olan dönem insanlarına “Ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım” diyerek nesl-i atiyi muhatap alması son derece ilginçtir. Bu açıdan içinde bulunduğumuz dönemi de kapsayacak biçimde Bediüzzaman Said Nursî’nin gelecek nesillere hangi tavsiyelerde bulunduğu, onlarla birlikte nasıl bir gelecek tasavvuru çizdiği, geleceğin yeniden inşası noktasında genç nesillere hangi değerler etrafında hitap ettiği tesbit edilmesi gereken bir durumdur.

Bununla birlikte yönetim sistemleri açısından Bediüzzaman Said Nursî’nin ortaya koyduğu modelin insanlığın ihtiyaç duyduğu genel çerçeveyi bütünüyle içerdiğini söylemek mümkündür. Bediüzzaman Said Nursî’nin meşrutiyeti anlatırken yine nesl-i cedid vurgusuyla gelecekte hürriyetçi bir neslin olacağına işaret etmesi,  bu anlayışa bağlı olarak meşveret ve şurayı ön plana çıkararak yönetimlerde heyetlerin istişaresine vurgu yapması, devlet yönetiminin temel ayaklarını adalet, meşveret ve hukukun üstünlüğüne dayandırması, hürriyeti alabildiğince öne çıkarırken hürriyet-i şer’iye yaklaşımıyla çerçevesini belirlemesi, adaleti ontolojik olarak da ele alarak kainattaki işleyişin ve sosyal nizamların temeli olarak görmesi, mana-i harfi yaklaşımıyla ahlakı ve eğitimi temellendirmesi, dünyadaki bütün kargaşa ve çatışmaları “sen çalış ben yiyeyim” ve “ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” şeklindeki anlayışlara dayandırarak Kuran’ın temel ekonomik prensiplerini önermesi, toplumları ifsat eden ve geri bırakan “ümitsizlik, doğruluktan uzaklaşma, adavete muhabbet, istibdat, birlik ve beraberlik bağlarından uzaklaşma, menfaatçilik” gibi hastalıkları tesbit ederek Kuranî çözümlerle bir insanlık tasavvuru ortaya koyması incelenmesi gereken hususlardır.

Bilhassa teknolojik gelişmelerle birlikte gittikçe yalnızlaşan insanların problemlerinin tespiti ve bunlara getirilecek çözüm tavsiyeleri de büyük bir eksikliği kapatacaktır. Bununla birlikte bilimin tekâmüle tabi olduğunu savunan Bediüzzaman Said Nursî’nin bilimsel gelişmelere açık olan bir duruş sergilemesi, bilimsel gelişmeleri Allah’ın varlığının bir delili olarak görmesi, Peygamber mucizelerini bilimsel gelişmelerle irtibatlandırması dikkate değerdir. Bu zamanda mücadelenin kaba kuvvetle değil fen ve sanat ile yapılacağına dikkat çeken Bediüzzaman Said Nursî’nin “mehasin-i medeniyet” olarak gördüğü bilimsel gelişmelere sahip çıkması İslam toplumlarını da onu sahiplenmeye davet etmesi dikkat çekicidir. Bu noktada onun pozitif ilimlerle dinî ilimlerin Medresetüzzehra ekseninde mezc edilip insanlığa mal edilebilmesi hususunda ne gibi çalışmalar yapılabileceği de önem taşımaktadır.

Mezkûr problemlere karşı Risale-i Nur Külliyatı’ndan istifade ederek çözüm tavsiyeleri sunmayı amaçlayan bu kongrenin hayırlara vesile olmasını diliyor, sizleri dergimizle baş başa bırakırken gelecek sayıda özel bir dosya ile karşınızda olmayı ümit ediyoruz.