Some Ideas trying to be Popularized among Students and the Scientific Critique of these Ideas

Giriş

Türk ve Kürt kardeştir. Türk ve Kürt, iki isim de bir millettir. Bu ifade kelimenin
hiçbir anlamıyla 'edebiyat' değildir. Aksine, hem tarihi, hem dini ve hem de toplumsal-kültürel
bir gerçektir. Türk ifadesi ne kadar dar anlamda düşünülürse düşünülsün, Kürt ile
beraber olamayacak kadar dar bağlamda düşünülmemiştir. Bu bağlamda müspet Türk milliyetçiliği
dahi, kendi içinde Kürt toplumunu ve onların haklarını da kapsar. Bu değerler böylesine
bir birine girift haldedir. Bu milletin binyıllara varan tarihi tecrübesi, en az
bin yıldır evrensel bir dine mensup olması ve nihayet toplumsal hayatta Kürtlerle
tecrübe edilen ortak uygulamalar, böyle bir 'dışarıda bırakma'ya müsaade edecek
durumda değildir. Eğer Türklerle Kürtlerin tarih öncesi devirlerden bir akrabalığı
yok idiyse bile, son bin yılda bu fazlasıyla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla hem din,
hem kültür ve hem de toplumsal bir kardeşlik bizzat yaşayan bir gerçektir.

Hal böyleyken ayrılıkçı eğilimlerin Kürtleri farklı bir zeminde düşünmeleri son
derece suni ve zorlama bir yaklaşımdır. Bununla beraber, nifak faaliyeti de denebilecek
olan, bu milletin içine sokulmaya çalışılan ayrılıkçı yaklaşımlar, büsbütün metotsuz
da değildirler. Aksine, son derece sinsi bir metotla, ayrılıkçı ideolojik fikirlere
taraftar toplanmaya çalışılmaktadır. Bu metodun en önemli aşaması, dezenformasyon
bombardımanına tabi tutmak ve yanıltmak suretiyle taraftar bulma şeklindedir. Yanıltmak
için ise, yanlışlığı büsbütün ispatlanmış fikirler savunulmayıp, bir tür 'çingene
kurnazlığ'ıyla, doğrunun karşısında ama ona en yakın yerdeki yanlış fikirler doğru
gibi sunularak mezkur sonuç elde edilmeye çalışılmaktadır. Mesela bu tür yaklaşımlar
doğrudan doğruya Türk ve Kürtlerin birbiriyle hiçbir ortak toplumsal bağı bulunmadığını
veya bu iki toplumun dini inançlarının farklı olduğunu veya bin yıllık beraberliğin
tamamen tesadüfe dayalı olduğu, toplumsal hiçbir sonucunun doğmadığını iddia etmek
gibi son derece afakî iddialar ile gün yüzüne çıkmamaktadır. Söz konusu yaklaşımlar,
bu iddialara yakın duran, yanlış ama bir ağızda çürütülüp kenara atılması kolay
olmayan konuları gündeme getirmektedirler. Daha çok üniversiteli gençler nezdinde
kabul ettirilmeye çalışılan bu yaklaşımlardan en önemli beş tanesi bu makalede ele
alınacak ve ilk olarak bunların bilimsel bir dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci
olarak da, gündeme geliş sebeplerinin yanıltma amaçlı, ideolojik dezenformasyon
hedefine yönelik olma durumu incelenecektir.

1. Söz Konusu İddialar

1.1. "Kürtler, Türklere Kucak Açmışlardır"

Bu iddiaya göre, Türkler 1071 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan komutasında
Anadolu kapılarına dayanıp Bizans ile çarpışacağı sırada, Kürtler Türklere kucak
açmış ve Ortodoks Hıristiyan Bizans'a karşı, Müslüman Türkleri desteklemişlerdir.
Yani 'Kürtler, Anadolu'da Türklere kucak açmışlardır.'

Öncelikle belirtilmelidir ki, 'kucak açma' ifadesi rastgele seçilmiş bir ifade
değildir. Bu ifade ile çok önemli birkaç mesaj verilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan
ilki, bu tarihlerde bile, bölgenin siyasi hâkimi her ne kadar Bizans olsa da, mukim
toplumunun Kürtler olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. Böylece Kürtlerin bölgedeki
geçmişleri geriye doğru götürülmekte ve güya fiili sahip konumundaki toplum olduğuna
işaret edilmektedir. İkinci olarak, Kürtlerin bölgede o gün bile dikkate değer bir
siyasi ve sosyal güçlerinin bulunduğu ve bu güce dayanarak Ortodoks Bizans'a karşı,
Müslüman Türkleri destekleme imkânlarının bulunduğu iddia edilmektedir. Böylesine
büyük bir savaşta taraflardan birine destek vermekle, sonucu diğeri aleyhine çevirecek
kadar büyük öneme sahip olunduğuna işaret edilmektedir.

Bu iddiaların bilimsel geçerliliğine gelince; Kürtlerin 11. yy'da bugünkünden
çok daha sınırlı bir bölgede yaşadıkları kesin gibidir. Zira bugünkü kadar geniş
bir bölgede yaşıyor olsa idiler, hem Bizans, hem Abbasi, hem Süryani ve hem de Ermeni
kaynaklarının onlardan bahsetmesi gerekirdi. Oysa bu kaynaklardan hiç biri bu anlamda
bir bahis açmıyorlar. Hatta Kürtlerden yazılı bir kaynakta ilk bahis bile bu tarihlerden
çok eski değildir. Zira Mesudi'nin, Murucu'z-zehab isimli eserinde Kürtlerden bir
sayfa kadar bahsettiği tarih 10. yy'a tekabül etmektedir. Dolayısıyla Kürtlerin
bu tarihlerde bölgenin hâkim etnik topluluğu olduğunu ileri süren iddianın tarihi
verilerle desteklendiğini söylemek mümkün değildir. Hal böyleyken, aksini iddia
etmek için birçok kaynak ve delil vardır. Vakayinameler ve kronikler bu hususta
yeterli bilgi sunabilmektedir.

Bağlantılı ikinci iddiaya gelince; bu iddianın aksine, Selçuklu Türklerinin Sultan
Alparslan kumandasında 50 bin kişilik ordu ile Anadolu kapılarına dayandıkları bu
tarihlerde Kürtlerin kayda değer bir sosyal ve siyasi varlıklarının bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Bölgedeki küçük, üstelik dağlı, çoban kültürü yaşayan topluluklardan
biri olmaları ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Zira bu tarihlerden üç asır sonra,
15. yy'ın başlarında bile İbni Haldun, meşhur Mukaddime'sinde ve satır aralarında,
Kürt topluluklardan, dağlarda yaşayan çoban kavimlerden birisi olarak bahsetmektedir.
Zamanın Kürt toplumunun bu haliyle 50 bin kişilik bir orduya ve bu ordunun arkasından
gelen on binlerce Türk göçerine kucak açtığını iddia etmek, adeta annenin çocuğa
değil de, çocuğun anneye kucak açtığı kabilinden bir iddia olur. Hiçbir kaynakta
atlı veya piyade "şu kadar Kürt kuvvetinin Türklere yardım için onlara katıldığı"nı
ifade eden bilgi söz konusu değildir. Hal böyleyken, Kürtlerin Türklere kucak açtığını
iddia eden ifade, tarihi gerçekliği olmayan, ayrılıkçı ideolojik akımların fikirlerini
tarihsel anlamda da desteklemek adına kurgulanmış bir iddiadan ibarettir. Sırf kardeşlik
adına, demokrasi, hoşgörü adına tarihi bilgileri bir kenara atıp, mesnetsiz iddiaları
gerçek gibi kabul etme lüksüne sahip değiliz. Ne tarih önünde ve ne de gelecek kuşaklar
nezdinde buna hakkımız yoktur. Zira bu kabullenmeler belki bugün iyi niyetli bölge
insanında güzel bir kısım duygular uyandırabilecekse de, yarın bu duyguların pekâlâ
istismar edilme ve bölücülüğe araç yapılma riski vardır. Her bilginin doğrusunu
bilmek kaydıyla yine kardeşçe duygular geliştirmek mümkündür. Bunun için tarihin
çarpıtılması gerekmez. Kaldı ki, bu iddialar daha önce de ifade edildiği gibi, üniversiteli
bazı saf, Anadolu çocuğu Kürt asıllı gençlerimiz arasında yayılmaya çalışılan ayrılıkçı,
Kürtçü cereyanlara tarihsel alt yapı sağlamak için üretilmiş ideolojik dezenformasyonlardan
ibarettir. İncelendiği üzere, iddiaların tarihsel bir mantık ve gerçekliğinin olmaması
da bu yargıyı haklı çıkarmaktadır.

Kürt asıllı hiçbir İslam âlimi kendisini Türklerin karşısında görmemiştir. Kürtleri
de her zaman Türklerin sadık bir evladı gibi telakki etmiştir. Bediüzzaman Said
Nursi bunların en başında gelenlerdendir. Ona göre Kürtler en zor zamanda bile Türklere
itaat etmesi gereken sadık ve "iyi evlat" hükmündedirler.1 Zira Kürt halkının içtimai
saadeti Türklerin siyasi, içtimai saadetine bağlıdır.2 Türklerden ayrı olarak mutlu
ve mesut olmaları mümkün değildir. Kürt asıllı Müslümanlar için böyle bir ayrılık
fikri, müşterek gerçeklere muhalif, zarar ve sıkıntı sebebi bir fikirdir. Aynı şekilde,
daha bin yıl öncesinden Kürtlerin Türklere kucak açtığını, Türklerin Kürtler sayesinde
Anadolu'ya giriş yaptıklarını iddia etmek, kardeş Kürt halkının birlik azmini dinamitleyecek
gerçek dışı bir yakıştırmadır. Kürt asıllı İslam âlimlerinin, bunların içinde bölgede
en fazla nüfuzu bulunan Said Nursi'nin bile Kürtlerin her haliyle Türklere sadık
ve iyi bir 'evlat' olduğunu vurgulaması, bu tür bir iddianın dayanacağı hiçbir tarihsel
ve sosyal gerçekliğin bulunmadığına dair en kayda değer delildir.

1.2. "Dünya Üzerinde Devleti Olmayan En Büyük Toplum Kürtlerdir"

Dünya üzerinde iki yüz kadar devlet vardır. Bunlardan bazıları nüfus itibariyle
küçük topluluklara ve diğer bazıları da büyük topluluklara aittir. Nüfusu az olan
birçok toplumun devleti bulunmazken; devleti olmayan bazı büyük topluluklara da
denk gelinebilmektedir. Öyle ki, dünya üzerinde tahminen iki binden fazla etnik
grup yaşamakta iken; bunların sadece iki yüz kadarı devlet sahibi olabilmiştir.
Diğer taraftan bazı büyük toplumların birden fazla devleti olabilmiştir. Almanlar,
İngilizler, Ruslar, İspanyollar, Araplar ve Türkler bunlardan bazılarıdır. Son olarak
bazı devletler de var ki, nüfusları devleti olmayan birçok toplumdan daha küçüktür.
En çok bilinenlerden Ermenistan ve İsrail bunlardan ikisidir. Gerçekten de Kürtler
bu ikisinden de, diğer bazı devlet sahibi toplumlardan da daha kalabalık nüfusa
sahiptir.

Bununla beraber, Kürtler dünya üzerinde devleti olmayan ne tek etnik gurup ve
ne de en büyük etnik guruptur. Biraz önce belirtildiği gibi, dünya üzerinde devleti
olmayan bin sekiz yüz kadar etnik gurup vardır. Diğer taraftan, gezegenimiz üzerinde
yaşayan ve devleti olmayan Kürtlerden büyük birçok etnik gurup bulunmaktadır. Tibetliler,
Pencabiler, Peştular, Beluçiler, Sihler ve Berberiler bunlardan sadece bir kaçını
temsil ederler. Bunların yanı sıra, soydaşları bir veya birkaç devlete sahip; fakat
kendileri Dünya üzerindeki Kürtlerden çok daha büyük nüfusta olmalarına rağmen,
başka bir devletin boyunduruğu altında veya o devlet ile iç içe yaşayan bir çok
toplum vardır. Keşmir Halkı, Doğu Türkistan ve İran Türkleri bunlardan sadece üç
tanesine örnektir.

Bu bilgilerden de anlaşıldığı üzere, Kürtler dünya üzerinde devleti olmayan ne
tek etnik gurup ve ne de devleti olmayan en büyük etnik guruptur. Bu iddialar gerçekliği
olan bilgiler olmaktan uzak, belli bazı hedeflere yönelik olarak ortaya atılmış
dezenformasyondan ibarettir. Kaldı ki, devlet kurma ve devlet sahibi olma ne nüfusun
nicel büyüklüğü ile ilgilidir ve ne de modern dünyanın toplumlara sunduğu bir nimettir.
Devlet olma her şeyden önce tarihin bir hükmüdür. Şartların ve zamanın gerekleri
zuhur etmeksizin, sırf nüfusa veya istek ve ihtirasa istinaden devlet olunamaz.
İhtirasları tatmin için tarihte bazı devletler kurulmamış değildir. Fakat hiçbiri
mutluluk getirmemiştir. Bilakis hepsi, hem kendi toplumlarına hem de başka toplumlara
huzursuzluk kaynağı olmuş, bir fesat yuvası haline gelmişlerdir. Geçmişte Moğol
Devleti ve günümüzde İsrail ve Ermenistan bunlardan sadece üçüne örnektir. Hiç şüphe
edilmesin ki, Ortadoğu'da kurdurulmaya çalışılan bir Kürt siyasi oluşumunun, kendi
toplumuna ve komşu toplumlara mutluluk getirme anlamında, bu iki örnekten daha iyi
hiçbir tarafı olmayacaktır. Belki daha kötü bir sonucu olacaktır ki, o da, bu kez
söz konusu muhteris oluşum, Müslüman'ı Müslüman'a kırdırabilecektir.

Dolayısıyla, Kürt toplumu ve özellikle üniversite okumuş Kürt gençleri bilmelidir
ki, bugün başta Barzani ve Talabani tarafından yanı başımızda ısrarla ve ihtirasla
dile getirilen bir Kürt devleti düşüncesi kesinlikle tarihin bir hükmü değildir.
Ne şartlar ne de sebepler zuhur etmiş değildir. Üstelik böyle bir düşünce Kürt toplumunun
yaralarına merhem olabilecek bir uygulama üretecek de değildir. Sıkıntıları kat
kat artırma ve etrafına huzursuzluk saçma ihtimali ise oldukça yüksek, hatta kesindir.

Ortadoğu'da bir Kürt devletinin yaşama imkânları son derece kıt iken; böyle bir
düşüncenin kitleler ve özellikle de üniversiteli gençler arasında yayılmaya çalışılması
büyük bir talihsizliktir. Bu propaganda ancak duvar ötesi bir İsrail projesiyle,
Ortadoğu'da İngiltere ve Amerika için ikinci, üçüncü bir sadık kukla devlet düşüncesiyle
veya Amerika'nın 'bin devlet projesiyle' açıklanabilecek bir düşüncedir. Hal böyleyken,
'Kuzey Kıbrıs'ta iki yüz bin Türk'e devlet kuruyorsunuz da, yirmi milyon Kürt'e
niçin bir devleti çok görüyorsunuz' türünden savunmalarda bulunmak, son derece temelsiz
kalmaktadır. Bu tür karşılaştırmalar, son derece yanlış çarpıtmalardan ibaret karşılaştırmalardır.
Son tahlilde, yukarda verilen bilgiler ışığında bu çarpıtmalar, birer uluslararası
projenin, yerel ayrılıkçı işbirlikçileri aracılığıyla gündeme sürülen dezenformasyonlarından
ibarettir. Çarpıtmadır. Gerçekliği yoktur. Gençlerimizin bu tür çarpıtmaların gönüllü
taşıyıcısı olmaları Ortadoğu toplumlarını hiçbir zaman sevindirmeyecek ama milletlerin
kaderiyle oynamayı bir uzmanlık haline getirmiş İngiltere ve Amerika gibi emperyalist
devletleri her zaman mutlu kılacaktır. Ümit edilir ki, gençlerimiz bu tür gerçeklerimizle
bağdaşmayan, ucuz siyasetlerin gönüllü taşıyıcısı olmazlar. Uyanık olur, dünyayı
iyi okurlar.

1.3. "Üniversitelerde Hocalar Irkçılık Yapmaktadır"

Bir başka çarpıtma da üniversite hocaları ile ilgili olarak yapılmaktadır. Lisans
ve özellikle lisansüstü derslerde, bazı hocalar, gerek İslam öncesi ve gerek İslam
dönemi Türk tarihinden emsal tecrübeleri, önemli anekdotları fırsat buldukça anlatmaları
karşısında bazı Kürt kökenli gençlerimiz rahatsızlık duymaktadırlar. Bunun sonucunda
ise, bu rahatsızlık duyma psikolojisinin sağlıklı bir tepki olup olmadığını kritik
etmek yerine, kısa yoldan karşı tarafı suçlama yoluna gidilmektedir. İç kritik yerine,
hatayı başka bir yerde bulma gibi kolay bir yol tercih edilmektedir. Böylece Türk
tarihinden bahseden hocalar, ırkçı, şoven ve hatta provokatör olarak bile nitelendirilebilmektedir.
Aynı öğrenciler, diğer bazı hocaların derslerinde Eski Yunan'dan, Roma'dan ve feodalizm
dönemi Avrupa'dan, nihayet Aydınlanma dönemi Avrupasından bahis açmalarını ırkçılık,
şovenizm, özenti, kimliksizlik ve kişiliksizlik olarak nitelendirmek bir yana, bu
tür konulardan bahisleri çağdaşlık ve uygarlık gereği olarak değerlendirmekte, bu
tür değerlendirmelere de hiçbir hata bulmamaktadırlar. Oysa bu iki tepki bir biriyle
tam anlamıyla çelişki içerisindedir. Ne birinci ne de ikinci normaldir. Buna rağmen
söz konusu eleştiriyi yönelten gençlerimiz, dezenformasyon bombardımanı altında
yönlendirildikleri ve yargılarında yanıldıkları gibi bir ihtimali akıllarının ucundan
bile geçirmemektedirler. Oysa yaşanan tam anlamıyla bir dezenformasyon sürecidir.
İnsanımız yanlış yönlendirilmekte ve yanlış inandırılmakta, bir beyin yıkama sürecinden
geçirilmektedir.

Üniversitelerde derslerde Türk tarihinden bahseden hocaların zihin dünyasındaki
Türk kavramı kesinlikle Kürtleri, özellikle de Türkiye Kürtlerini, bu kavramın dışında
bırakan bir kavram değildir. Buna karşın, Eski Yunan'dan, Roma'dan ve Avrupa'dan
bahseden hocaların söylemindeki Avrupa kavrayışı, hiçbir zaman Kürtleri kapsayan
bir kavram olmamıştır. Hal böyleyken, üniversiteli Kürt asıllı gençlerimizden bazılarının
Türk tarihinden bahsedilmesini bir ırkçılık olarak değerlendirmeleri ancak dezenformasyon
sonucu bir yanılgı ile açıklanabilir. Yanılgı öyle açık ve öyle belirgindir ki,
aynı gençlerden bazıları, üniversite hocalarının odalarında duvara asmış oldukları
Türk bayrağına takılmışlardır. Bunu da benzer haksız yakıştırmalarla itham edebilmektedirler.
Oysa aynı gençler, Amerika'da her evin önünde Amerikan bayrağı gönderi bulunduğunu
ve bu göndere her önemli günde bayrak asıldığını, özellikle 11 Eylül'den sonra bir
çok Amerikan ailenin bayrağını buradan hiç indirmediğini görecek veya bilecek olsaydı
bu tür düşüncelerinin dezenformasyon sonucu bir yanlış yönlendirilmenin ve yanılgının
eseri olduğunu anlayabilecekti.

Üniversiteli bazı Kürt asıllı gençlerimizin bu tepkileri kesinlikle haklı ve
gerçekçi değildir. Gençlerimizin bu konuda ciddi bir nefis muhasebesi yapmaları
gerekmektedir. Yetmiş iki millet Amerika'da toplanmış bir bayrağa saygı duyarken,
bin yıldır bir arada yaşayan, aynı dine inanıp, aynı değerleri paylaşan bir toplumun
fertleri olarak, nasıl bu kadar farklı düşünür ve davranır olduklarının sebeplerini
araştırmak ve yanılgının kaynaklarını bulmak zorundadırlar. Uluslararası emperyalist
ajansların yerel temsilcileri konumundaki bazı yerel medya kuruluşlarının ve benzer
bazı siyasi örgütlerin yanlış haber ve yorumlarının bu konuda önemli bir dezenformasyon
kaynağı olup olmadığı hususunda ciddi ciddi kafa yormak durumundadırlar. Bu süreç
öyle sinsi işlemektedir ki, insanımız yanıltılmakta ama böyle bir sürecin varlığına
ihtimal bile vermemektedir. Oysa böyle bir süreç hemen bütün dünyada iş başında
ama Ortadoğu ve özellikle ülkemiz Türkiye'de dört koldan iş başındadır. Bu oyunun
farkına iyi varmak gerekir.

1.4. "Türkiye'deki Yabancı Uyruklu Öğrenciler Kendi Bayraklarını Kullanabiliyorlarsa
Kürtler de Bunun Muadilini Kullanabilirler"

Bu iddiaya göre, Türkiye'de öğrenim görmekte olan, mesela bir Doğu Türkistanlı
öğrencinin yurdunda odasının duvarına bayrak asmak, üzerinde rozet olarak taşımak
veya kitap sayfaları arasında Doğu Türkistan bayrağını bulundurmak suretiyle kendi
bayrağını kullanması, Türkiye'deki Kürtlerin de kendi hayat alanlarında "Kürdistan
bayrağı" kullanabileceklerine, mesela odalarına onu asabileceklerine dair bir karine
olarak görülmektedir.

Öncelikle belirtilmelidir ki, Irak, İran veya Batı Trakyalı bir Türk'ün olmasa
bile, Doğu Türkistanlı bir Uygur Türkünün Türkiye'de kendi idealindeki devletinin
bayrağını taşımasıyla, Kürt asıllı bir Türk vatandaşı Kürdün benzer durumunun karşılaştırılması
mümkün değildir. Fakat öyle bir propaganda yapılmaktadır ki, Kürt asıllı üniversiteli
gençlerimizden bazıları, bu karşılaştırmanın son derece doğru olduğu yanılgısına
düşebilmektedirler. Oysa bu ikisi arasında kesinlikle bir emsal durum söz konusu
değildir. Son derece gerçek dışı ve de zararlı bir fikir, benzediği iddia edilen
bazı durumlar bulunarak masum ve de haklı gösterilmeye çalışılmaktadır.

İlk olarak, Doğu Türkistan Türklerinin özgürlük davası, ne İran ve ne de Irak
veya Batı Trakya Türklerinin özgürlük davası ile aynıdır. Birincisi diğerlerinden
çok daha öte-haklı bir davadır. Her şeyden önce, hâkim emperyalist devlet ne Müslüman'dır
ve ne de demokratiktir. Ne dini vecibeleri ve ne de milli teamülleri yaşamak için
en ufak bir fırsat vermeye yanaşmaktadır. Üstelik nükleer denemelere tabi tutma,
idamlar, kovuşturma ve korkutma yoluyla yıldırma, sindirme dâhil her türlü zulüm
buradaki insanlara yapılmaktadır.

İkinci olarak, geçmişte Doğu Türkistan'da müstakil birçok Türk devleti kurulmuş
ve bölge Türkleri burada medeniyet tesis etmiştir. Büyük Hunlardan Göktürklere,
onlardan Uygurlara, Karahanlılara ve Hokand Hanlığı'na kadar bölgede birçok Türk
devleti hüküm sürmüştür. En son 1943 yılında Yusuf Han liderliğinde, bugünkü Doğu
Türkistan bayrağı altında bir devlet ilan edilmiş; fakat çok geçmeden Çin'in esaretine
düşmüştür. Oysa benzer bir durum Ortadoğu'daki Kürt toplumlarından hiçbiri için
geçerli değildir.

Son olarak, önceki bilgilerin de ışığında pekâlâ bir "Kürdistan bayrağı"ndan
söz etmenin mümkün olmadığını belirtmeliyiz. Böyle bir bayrak yakıştırmasında bulunmak
bilinçli veya bilinçsiz yapılsa da, pekâlâ bir bölücülüktür. İçerisinde bölücülük
olmayan, başkaldırı, isyan bulunmayan, kan, terör ve şiddet bulunmayan; bin yıllık
fiili kardeşliği, İslam uhuvvetini ve bu çerçevede sosyal bütünleşmeyi destekleyen
bir 'bayrak' varsa buna herkesten önce Kürt'üyle Türk'üyle bu memleketi sevenler
sahip çıkar. Oysa böyle bir olgudan bahsetmek mümkün değildir. Bahsedilen 'bayrak'ın
içerisinde komünizm, marksizm, emperyalizm gibi akımların ışığında yapılan her türlü
bölücülük, kardeşi kardeşe kırdırma, terör ve şiddet barınabilmektedir. Bu yollarla
kitlelere sempatik gösterilemeyeceği bilenen bir 'bayrak' yakıştırması, benzediği
iddia edilen durumlarla karşılaştırılarak masum, sempatik ve kabul edilebilir gösterilmeye
çalışılmaktadır. Bu durum, tam bir yanıltma süreci ve tam bir dezenformasyon ürünüdür.
Bunun, ne olduğu belli olmayan 'halkların kurtuluşu' sloganıyla telif edilmesi de
mümkün değildir. Bu da benzer başka bir çarpıtmadır.

1.5. "Kürtler Ortadoğu'daki Kadim Medeniyetlerin Kurucularındandır"

Bu iddia, Ortadoğu'da yaşayan Kürtlerin, evvelinden beri dağlı ve koyun çobanı
topluluklar olmadıklarını, çok eski çağlarda şehirli ve medeni toplumlar olduklarını
hatta ilk Mezopotamya medeniyetini kuran toplulukların Kürtlerin ataları oldukları,
fakat son bin yıldır Kürtlerin dağlara çekilip koyun güden çoban bir toplum halini
aldığını ileri sürmektedir.

Her şeyden önce söylenmelidir ki, bin yıldır beraber yaşaya geldiğimiz, dost
ve akraba Kürt toplumunun geçmişte böyle bir parlak başarıya sahip olması, Türk
toplumumun fertleri için ancak bir iftihar vesilesi olurdu. Ne var ki, olay bu kadar
basit değildir. Zira ilk olarak, bu fikirler tarihi aydınlatmak kaygısı ile yapılmış
ilmi çalışmaların birer sonucu olarak ortaya çıkmış fikirler olmaktan çok uzaktır.
Bu fikirler, bugün Ortadoğu'da alevlendirilmeye çalışılan ayrılıkçı Kürtçü akımları
güçlendirmek için propagandası yapılan ideolojik dezenformasyonlardan ibarettir.

İkinci olarak, esasen böyle bir fikri ileri sürmek için yeterli tarihsel bilgiye
sahip olmadığımız gibi; tarihte tekerrür etmiş emsal olaylara da tesadüf edemiyoruz.
Şöyle ki, tarih ilminin ortaya koyduğu bilgilere göre, (Kur’an'da dile getirilen
"ilk insan, ilk medeniyet" bilgisi hariç tutulur veya bundan sonrası için düşünülürse)
toplumlar ilk önce avcılık toplayıcılık ile geçiniyorlardı. Bu evreyi belki binlerce
yıl tecrübe ettiler. İkinci evre, hayvancılığı da kapsayan konargöçer yaşama biçimi
ve tarım toplumundan ibarettir. Üçüncü evre ise, yerleşik hayatın şehirli bir karaktere
büründüğü, medeniyetin daha bir idrak düzeyine yükseltilerek inşa edildiği evredir.
Tarih ilminin sunduğu bilgilere göre, bir toplumun birinci evreden çıkıp, ikinci
ve üçüncü evreye geldikten sonra tekrar ve topluca birinci veya kısmi bir şekilde
birinci ve ikinci evreye geri dönüşü söz konusu değildir. Tarih, şehirli medeni
hayattan sıkılıp, tekrar köylü ve hatta çoban kültürüne dönüş yapan tek bir kavim
dahi kaydetmiş değildir. Bu genel geçer beşeri eğilimi mikro düzeyde çevremizde
de gözlemlemek mümkündür. Köyden şehre gelen, birkaç kuşak süresince apartmanda
yaşamayı, fabrikada ücretli olarak çalışmayı kendine yaşama biçimi edinen bir aileyi
tekrar köydeki taş ve ahşaptan eve döndürüp tarım ile meşgul edemeyeceğiniz gibi,
aynı aileyi birkaç kuşak önceki atalarının yaptığını yapmak üzere hayvancılık veya
çobanlık yapmaya da razı edemezsiniz.

Nitekim tarihte çobanlıktan yerleşik tarıma geçiş yapmış, buradan şehirli hayatı
benimsemiş medeni toplumların tekrar göçebe veya yarı göçebe bir şekilde yaşamayı
ve hayvan gütmeyi kabul ettiğine ve dağa döndüğü bilgisine tesadüf edilememiştir.
Ortadoğu medeniyetlerinden ne Sümerler, ne Elamlar, ne Akadlar, ne Asurlar, ne Firigler,
ne Lidyalılar, ne Hititler, ne Urartular, ne Medler ne de başka bir medeniyet sahibi
toplum, medeniyet kurduktan sonra tekrar bedevi hayata veya konargöçer yaşamaya
geri dönmüştür. Bu toplumların hepsi de bugün ancak arkeolojinin, antropolojinin
ve genel olarak tarih ilminin konusu olabilecek durumdadırlar. Bunlardan hiç birinin
bugüne ulaşmayıp, sadece Kürtlerin ulaştığını dile getirmek, bir tarihi bilgiden
çok, ideolojik dezenformasyon amaçlı olabilir.

Son iki bin yıldan önceki Ortadoğu medeniyetlerinden sadece Persler varlıklarını
bugüne ulaştırabilmişlerdir. Bunlar ise, Pers ve Sasani medeniyetlerini kurup yaşattıktan
sonra, tekrar bölgeye ilk geldikleri günlerini anımsatacak şekilde göçebe hayata
geri dönmüş değildirler. Yerleşik medeni hayatı devam ettirmişlerdir. Hala büyük
oranda şehirlidirler ve şehirde yaşamaktadırlar. En azından hemen hepsi yerleşik
haldedir. Bu tür eski medeniyet sahibi toplumlar için iki muhtemel son vardır. Birincisi
medeniyet çöktükten sonra bölgeye hâkim olan diğer kavim veya kavimlerin içinde
erimek, ikincisi ise, sönmekte olan bir etnos olarak hayatına son kaldığı yerden
devam etmektir.3 Yukarıda ismi zikredilen Ortadoğu medeniyet kurucusu toplumlardan
Persler ikincisine, bütün diğerleri de birincisine örnektir. Kürtlerin durumu ise,
bunlardan ne birinciye ve ne de ikinciye uymaktadır. Üçüncü bir ihtimal için ise,
ne yeterli tarihi bilgi ve ne de benzer bir emsal vardır. Dolayısıyla bu iddiaya
tamamen bir 'ideolojik dezenformasyon ürünü' teşhisi koymak en isabetli teşhis olacaktır.
Zira bilimsel hiçbir delili olmadığı gibi; tarihi tecrübelere de uygun değildir.

Bu iddia ile ilgili ve sonuç olarak şu bilgilere yer verilmelidir ki, Kürtler
belli bazı ideolojik düşünceleri desteklemek için iddia edildiği üzere, tarihin
hiçbir devrinde sanıldığı gibi Sümerler, Elamlar, Akadlar, Urartular, Medler ve
Persler benzeri birer medeniyet kurmuş bir toplum değildir. Bunu dile getirmenin
bu toplumu kötülemek ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu ifade, bir durum tespitidir. Gerçek
tarihi bilgidir. Kürtler başından beri göçebe ve konargöçer çoban kültürüne tabi,
dağlı ve nihayet Antropolojik anlamda medeniyetten uzak bir toplumdur. Yerleşik
hayata alışmak ve nihayet şehirleşmek suretiyle, sosyal hayatın gelişimini idrak
düzeyine yükseltmek ve böylece ilerletmek anlamında medeniyeti yeni yeni öğrenmektedirler.
Kabul etmek gerekir ki, bu gelişme büyük oranda Osmanlı'nın ve Türkiye'nin sayesinde
gerçekleşmiştir. Kürtlerin bugün medeniyete ısınmaları en fazla 1700 yıl önce Gotlar
ve Vandallar gibi küçük Avrupalı kavimlerin medeniyetle tanışmak üzere, yüksek dağ
ve platolardan ovalar ve deniz kenarlarında bulunan Roma şehir merkezlerine inmeleri
ile ilişkilendirilebilir. Bugünkü Kürtlerin büyük kısmı henüz 1700 yıl önceki bu
evreyi yaşamaktadırlar. Daha önceden bir medeniyet kurma ve bir medeniyet içerisinde
yaşama durumu söz konusu değildir. Bunun aksini ileri sürmek ve medeniyet kurduktan
bin yıllar sonra tekrar dağlara çekildiklerini iddia etmek suretiyle sempatik görünmeye
çalışmanın, hoş kişilik geçinmenin gerçekçi ve faydalı hiçbir tarafı yoktur. Bir
kısım güncel polemikler, pragmatist yaklaşımlar için tarihi ve bilimi sulandırmaya
hakkımız yoktur. Üstelik bu tür yaklaşımlar, bölücü ve benzer ideolojik akımları
desteklemek için kullanılan materyaller haline gelmektedir. Hiç ortada yokken, bu
tür akımlara malzeme sağlanmış olmaktadır. Bu tür şer odaklarına 'bilimsel' malzeme
sağlama durumunu kabullenmek, Kürt'üyle Türk'üyle, bin yıldır aynı kaderi paylaşan,
sosyal bütünleşmesini gerçekleştirmiş bir millet olarak, kendi elimizle kendi ipimizi
çekmenin başka bir adıdır.

Sonuç

Bu gerçekleri dile getirmek tam anlamıyla bilinçli ve şuurlu olmayan Kürt asıllı
bazı genç kardeşlerimizi geçici bir gücenikliğe sevk edebilecektir. Fakat bilinmelidir
ki, uzun vadede daha sağlıklı bir sürecin başlangıcı ancak bu gerçekleri görmekle
başlatılabilir. Dezenformasyon sonucu oluşturulmuş bu durum; belli kabullerimizi,
inançlarımızı rencide eder gibi görünse de, öncelikle bu gerçekleri kabul ederek
işe başlamamız en sağlıklı yoldur. Yanlış yerden hareket ederek, doğru noktaya varamayız.
Kaldı ki, bu rencide oluş hali haklı sebeplere değil, çarpıtmalar sonucu yanılgılara
dayanmaktadır. Nihayet söz konusu bu gerçekleri gördükten sonra Kürt'üyle, Türk'üyle,
Arap'ıyla ülkemiz ve bölgemiz Müslümanlarının sorunlarını daha iyi teşhis ve tedavi
etmemiz mümkün olacaktır. Öncelikle terör örgütlerini, ideolojileri ve dış etkileri
aradan çıkarıp, bin yıldır olduğu gibi, yine biz bize kalarak, baş başa mevcut sorunlarımızı
konuşacağız. Araya İsrail'i veya Amerika'yı sokmak hiç de iyi niyetli bir davranış
değildir. Sonuçta kimlerle baş başa kalacak isek, en başından da sorunlara onlarla
çözüm aramalıyız. İlk etapta işleri zorlaştıracağı sanılsa da, uzun vadede en sağlıklı
ve en içtenlikli yol bu yoldur. Araya girmeye çalışarak farklı çıkarlar elde etmeyi
uman odakları, büyük bir feraset örneği göstererek daha işin başından devreden çıkarmak,
karşılıklı güveni tesis edecek, sorunlara daha gerçekçi ve kalıcı çözümler üretmeyi
sağlayacaktır.

Sonuç olarak, bir Kürt ana babadan doğduğu halde Türkleri sevmesi, kendini Türk
hissetmesi için bin yılın birikimiyle bir sürü sebebi bulunan insanımız bilmelidir
ki, Türk milleti Kürtleri sevmediği için içte veya dışta bir Kürt devletinin doğuşuna
karşı çıkıyor değildir. Bunun çok da kolay açıklanamayacak karmaşık ve bir o kadar
haklı sebepleri vardır. Aynı şekilde Amerika, Avrupa ve yerine göre Rusya ve diğer
dünya güçleri de, Kürtleri çok sevdikleri için siyasi Kürt ayrılıkçılığına destek
veriyor değillerdir. Eğer Müslüman Kürtler Amerika'nın, Avrupa'nın veya Rusya'nın
göbeğinde bir siyasi yapı oluşturabiliyorlarsa, hiç merak edilmesin onu en önce
tanıyacak olan yine Türklerdir. Kürt ayrılıkçı "önderler" bir kez de böyle bir "İsrail
modeli"ni Amerika, Avrupa ve Rusya'dan birine önersinler bakalım ne cevap alacaklardır.
Eğer bu üçünden her hangi birisi buna olumlu cevap verirse, o zaman Ortadoğu'daki
ayrılıkçılığa destekleri takdire şayan bir hal alabilecektir. Aksi takdirde, sürecin
bir yıpratma amacı taşıdığı anlaşılacaktır. Nihayet bu süreçte en çok yıpranan da,
bugüne kadar olduğu gibi yine masum Türkler, Kürtler ve Araplar olacaktır. Haliyle
ABD, Avrupa ve Rusya'dan hiç biri böyle bir teklifi ciddiye bile almayacaktır. Zira
aslında Kürt ayrılıkçı ileri gelenler de bu güçlerin Kürtleri sevdikleri için ayrılıkçılığa
destek vermediklerini bilmektedirler. Olay tamamen bugünkü ayrılıkçı politikalara
yönelen destekleri, ilerisini düşünmeksizin kabul etmek ve yüzeysel, karşılıklı
bir pragmatizmden ibarettir. İkiyüzlü bir çıkarcılıktan ibarettir. Bu süreç, karşılıklı
bir kullanma sürecidir. Her iki taraf da bu durumun farkındadır. Durumu anlayamayan
masum halk tabakası ve yanıltılan bir kısım gençlerdir. Bu yanıltma sürecinin önüne
geçmek için ise, ne yapılsa yeridir. Bütün gençler gerçekleri fark edip, bütün toplum
aydınlanacak olmasa da, kazanılacak az bir kısmı için bile bu gerçekleri yorulmadan
anlatmak gerekir. Kaldı ki, böyle bir mantıklı anlatma ve sağlam ve sempatik bilgilendirme
süreci ilgili kitlenin çok büyük kısmına ulaşıp sonuç alabilecektir.

Kaynakça:

Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Çev. Sonay Bayramoğlu, Hülya Kendir,
Dost Kitabevi, Ankara 2002.

Charles Lindholm, İslami Ortadoğu, Çev. Balkı Şafak, İmge Yayınevi, İstanbul
2004.

İbni Haldun, Mukaddime, Çeviren: Zakir Kadri Ugan, Milli Eğitim Basımevi, Ankara
1986.

Lev Nikolayeviç Gumilev, Kavimlerin Türeyişi ve Yeryüzü Üzerindeki Yaşam Bölgeleri
Etnogenezis ve Yeryüzü Biyosferi, Çev. Nuri Eyüpoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul
2001.

Osman Karatay, "Etnik Tutumun Tarihsel Kökleri ve Türk Kimliği'nin Geleceği",
TASAM Yayınları, www.tasam.org Çevrimiçi: 12.05.2006.

Özkan Açıkgöz, "Ortadoğu'nun Etnik Sosyal Yapısı ve Büyük Ortadoğu Projesi",
Büyük Ortadoğu Projesi Yeni Oluşumlar ve Değişen Dengeler, (Ed.) Atilla Sandıklı,
Dr. Kenan Dağcı, TASAM Yayınları, İstanbul 2006.

Said Nursi, İçtimai Reçeteler.

Said Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994.

Öz

Türk ve Kürt kardeştir. Türk ve Kürt, iki isim de bir millettir. Bu ifade kelimenin
hiçbir anlamıyla 'edebiyat' değildir. Aksine, hem tarihi, hem dini ve hem de toplumsal-kültürel
bir gerçektir. Son dönemlerde, Türk ve Kürtlerin birbiriyle hiçbir ortak toplumsal
bağı bulunmadığı, bu iki toplumun dini inançlarının farklı olduğu, bin yıllık beraberliğin
tamamen tesadüfe dayalı olduğu iddiaları dile getirilmektedir. Bu çalışmada, daha
çok üniversiteli gençler nezdinde kabul ettirilmeye çalışılan bu yaklaşımlardan
en önemli beş tanesi ele alınacaktır. İlk olarak bunların bilimsel bir dayanağının
bulunup bulunmadığı incelenecek, ikinci olarak da gündeme geliş sebeplerinin yanıltma
amaçlı, ideolojik dezenformasyon hedefine yönelik olma durumu irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Türk, Kürt, millet, dezenformasyon, ırkçılık

Abstract

Turks and Kurds are brothers. Both of those belong to one nation. This statement
never belongs to 'literature'. On the contrary, this is a historical, religious
and social-cultural reality. Recently, there are many claims that Turks and Kurds
did not have any common social ties, that these two communities had different religious
beliefs, and the thousand-year long unity is totally an act of coincidence. This
study will be analyzed the most important five subjects of these approaches that
are sought to be popularized among the university students. Firstly, the analysis
will go on whether these claims are based on any scientific evidences, and then
the reasons for the actualization of these claims in these times will be defined
as an act of ideological misinformation and confusion.

Key Words: Turk, Kurd, nation, misinformation, racism

Dipnotlar:

1. Said Nursi, İçtimai Reçeteler, s. 256.

2. Said Nursi, Münazarat, s. 126-129.

3. Bu mevzuda geniş bilgi için bak. Lev Nikolayeviç Gumilev, Kavimlerin Türeyişi
ve Yeryüzü Üzerindeki Yaşam Bölgeleri Etnogenezis ve Yeryüzü Biyosferi, s. 298-307.
Ayrıca bak. Osman Karatay, Etnik Tutumun Tarihsel Kökenleri ve Türk Kimliğinin Geleceği
(Tebliğ Metni).