Editör

 

Aile, insanlık tarihi boyunca üzerinde en çok durulan hususlardan biri
olmuştur. Bu kavram farklı dönemlerde dinî, sosyo-kültürel ve iktisadi yaklaşımlarla
farklı şekillerde ele alınıp tartışılsa da hiçbir zaman önemini yitirmemiş,
farklı din, kültür ve coğrafyalarda bile her zaman sağlıklı bir toplumun
temeli olarak görülmüştür.
Geniş anlamda akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin tamamını
içine alan topluluğu ifade eden aile, “çekirdek aile” tanımıyla ise karı
koca ile çocuklardan meydana gelen topluluğu ifade etmektedir. Her halükarda
evlilik bağı ile bir araya gelen insanlardan müteşekkil bir topluluğu
ifade eden ailenin korunması ve devamlılığı meselesi bugün de üzerinde en
çok durulan hususlardan biridir.
Aile, Yahudilik’te ve Hıristiyanlık’ta öncelikli olarak dinî bir kurum olarak
karşımıza çıkarken İslamiyet’te dinen teşvik edilen, kişinin huzur bulduğu,
saadete kavuştuğu bir ortam olmakla birlikte neslin devamlılığı açısından
da büyük önem atfedilen sosyal bir kurum olarak tanımlanmıştır.
İslam’da, kişiyi çeşitli günahlardan alıkoyan bir vasıta olarak görülen ailenin
korunması ve devamlılığı için çeşitli tavsiyelerle birlikte hukuken de
tedbirler alınmıştır. Bu tavsiyelerin ne olduğu, İslamiyet’in ortaya koyduğu
yaklaşımların bugün için ifade ettiği anlam ele alınması gereken bir konudur.
Zira bu konu beraberinde evlilik, evlilik öncesi ve sonrası münasebetler,
evliliğin doğurduğu hukuki şartlar, çocuk, eğitim, boşanma, miras, velayet,
mehir gibi bir dizi konuyu da gündeme getirmektedir.
Toplumların sağlıklı bir şekilde ayakta kalabilmesinin şartlarından biri
olarak görülen aile ile ilgili tartışmalar bugün yalnızca Batı toplumlarına
has değildir. Kur’an’da ve Hadis’te açıkça önemine dikkat çekildiği halde
aile ile ilgili problemler İslam toplumlarının da temel meselesi haline
gelmiştir. Boşanma, ailenin temelini oluşturan değerlerin bozulması, çocuk
terbiyesi, mahremiyet vb. hususlar çerçevesinde ortaya çıkan problemler
bilhassa küreselleşme olgusunun ve medya iletişim imkanlarının artmasıyla
din, ırk ve coğrafya ayrımı olmaksızın tüm toplumları tehdit etmeye devam
etmektedir. Bu problemin nasıl aşılacağı, sağlıklı bir aile modeli kurmakta
hangi referanslara müracaat edileceği, aileyi sarsan iç ve dış etkilerin
nasıl izale edileceği cevap bekleyen sorulardır.
İdeal anlamıyla aile; paylaşma, dayanışma, birlik ve beraberlik, şefkat ve
sevgi duygularının fiilen yaşandığı ve aileden başlayarak topluma aktarıldığı
bir merkezi ifade etmektedir. Aile kurumunun zedelenmesi yine fertten
topluma yayılan bir dizi problemi beraberinde getirmekte, toplumsal bağlar
zayıflamakta, daha geniş bir bakış açısı ile millet kavramının geleceği tehlike
altına girmektedir. Ailenin oluşumu, devamlılığı, ayakta tutulması ile ilgili
meseleyi ele alırken fert, toplum, eğitim, küreselleşme gibi olguları da
birlikte tartışmak gerekecektir. Konunun bir bütünlük içinde nasıl ele alınacağı,
anne çocuk ilişkilerinden başlayarak meselenin nasıl bir perspektifle
ele alınması gerektiği, toplumu oluşturan dinamiklerin –sivil toplum, cemaatler,
eğitim gibi- meseleye nasıl dahil edileceği cevaplanması gereken
sorulardandır.
Son zamanlarda konuyu tartışmalı hale getiren hususlardan birisi hiç
şüphesiz İstanbul Sözleşmesi’dir. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve kadın
cinayeti olaylarının artmasını önlemeye yönelik olarak düşünülen ve devletimiz
tarafından da imzalanarak 1 Ağustos 2014 yılından yürürlüğe giren
uluslararası bir belge olan İstanbul Sözleşmesi son günlerde sıkça tartışılmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğiyle birlikte toplumsal yapımıza,
dinî ve kültürel kodlarla şekillenen aile anlayışımıza uyumluluğu açısından
konu çok yönlü olarak ele alınmalıdır. Kadına yönelik şiddeti bir insan
hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul eden ve devlet eliyle bazı
müeyyideleri getiren İstanbul Sözleşmesi’nin “toplumsal cinsiyet” kavramı
üzerinden gündeme gelmesi, “ev içi şiddet” tanımından ötürü uygulamada
birçok sıkıntıyı beraberinde getirmesi, “kadınlar ve erkekler arasında sağlanacak
eşitliğin, kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğu”
yaklaşımıyla kadın erkek eşitliği tartışmalarında yeni bir boyut kazandırarak
kadın-erkek eşitliğini yaygınlaştırmayı amaçlaması ve sözleşmeyle eşcinsel
evliliklerin meşrulaştırılmaya çalışıldığı iddiası İstanbul Sözleşmesi’ne getirilen
temel eleştiriler olarak irdelenmelidir.
Buradan yola çıkarak ele alınması gereken konulardan biri son yıllarda
yine Batı kaynaklı başlayan modern dünyanın toplumsal cinsiyet projesi
olarak sunulan ‘cinsiyetsizleştirmek’ temelli çalışmalar da aile kavramı ve
tartışılan İstanbul Sözleşmesi etrafında ele almak gerekecektir. Sosyal hayatta
kadın ve erkek arasında farklılıkların olmadığını savunan bu görüşün
aile ve toplum üzerindeki etkileri, meselenin psikolojik ve sosyolojik etkileri
ve dinin bu meseledeki yaklaşımı ele alınması gereken bir husustur.
Bu projenin temel hedefinde çocukların olması, çocuğun toplumdaki yeri