The Heavenly Solidarity Against Unbelief

Kendisini ve çevresini sorgulama yeteneğine sahip olan insan, varlığı
ve varlığın geçirdiği değişiklikleri izleyerek olup bitenlere çeşitli yorumlar getirir.
Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? gibi sorulara cevap bulmaya çalışır.

İnsandaki bu temel olgu, farklı varlık tasavvurlarının ortaya çıkmasına,
çeşitli inanç ve düşünme biçimlerinin doğmasına vesile olmuştur. Yaratıcı, insandaki
bu varlığı sorgulama özelliğine; kutsal kitaplar, peygamberler ve fizik alem vasıtasıyla
yön vererek, varlığın gerçek özelliklerini algılamaları için imkanlar sunmuştur.
Bazı insanlar Yaratıcı'nın sunduğu bu imkanları anlamak istemeyerek, olup bitenlere
kendince yorumlar getirmeye çalışmışlardır. İşte ortaya çıkan bu kadar değişik inanç
ve düşünme biçimleri, bazen insanların birbirinden uzaklaşmasına vesile olurken;
bazen de birlik noktaları sayesinde yakınlaşmalara vesile olmuştur. İşte Bediüzzaman
Said Nursi'nin dinler arasındaki farklılıklara getirdiği temel yorum, insanların
birbirine yakınlaşmasına imkan sağlayan yaklaşımlardan oluşur.

Bu genel çerçeve içerisinde Bediüzzaman'ın görüşlerini iki bakış
açısı çerçevesinde ele almak mümkündür. Bunlardan birisi, dünya üzerinde var olan
bütün inanç sistemleri arasındaki farklılıkların buluşma noktasına dair görüşleri;
diğeri ise, "ehl-i kitap" arasındaki farklılıkların nasıl yorumlanması gerektiğine
dair görüşleridir.

Bu bakış açılarından ilki, Bediüzzaman'ın medeniyet görüşü içinde
saklı olan bir durumdur. Yani yeryüzünde var olan bütün güzellikler vahiy kaynaklıdır.
Bu açıdan bütün insanları temel hak ve hürriyetlerin korunmasında, adalette, çalışkanlıkta,
temizlikte ortak bir zeminde buluşturmak mümkündür. Bu bakış açısı asıl konumuzu
teşkil etmediğinden ayrıntılara girmiyoruz.1

Bu yazının asıl konusu, "ehl-i kitap" arasındaki farklılıklara Bediüzzaman
Said Nursi'nin getirdiği yorumlardır. Şimdi bu yaklaşıma gelirsek, konuyu birkaç
açıdan ele alabiliriz.

Dinsizlik, Zulüm ve Sefahate Karşı İttifak Etmek

Bediüzzaman, semavi dinlerle ittifak edilmesi ve beraber hareket
edilmesi noktasına dikkat çekerken bu konumlanışın iki tehlikeye karşı olması gerektiğini
belirtir.2

Bunlardan birisi inançsızlığa/"küfr-ü mutlak"a karşı oluşturulması
gereken bir ittifaktır. Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde dünyada bazı devletlerin
inançsızlığı "resmi ilanı"yla ortaya koyduğu belirtilerek, bu tavra karşı Müslümanlar
kendi aralarındaki ihtilafları bırakarak birlikte hareket etmeleri gerektiği gibi,
"Hıristiyanların dindar ruhanileri" ile de ittifak edilmesi gerektiği vurgulanır.
Ayrıca Hıristiyanlar ile "medar-ı ihtilaf" meseleleri nazara alarak düşmanlıkların
gündemde tutulmaması gerektiği ifade edilir.3 Zamanın özelliklerinden dolayı imanı
bulunan, hatta "firak-ı dalle"den insanlarla bile uğraşılmaması gerektiği belirtilerek,
"Allah'ı tanıyan ve ahireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa" onlarla "medar-ı niza"
noktaları terk etmeyi mesleğimizin gerektirdiğini belirtir.4 Böylece 19. yüzyıldan
itibaren yaygınlaşmaya başlayan ve 20. yüzyılda bazı devletlerin resmen kabul ettiği
dinsizliğe karşı mücadele edilebileceğini söyler. İnançsızlığa karşı kurulacak semavi
dayanışmanın, mücadeleyi kolaylaştıracağını belirtir.5

Semavi din mensuplarıyla yapılacak ittifakın konumlanışındaki ikinci
tehlike, kaynağını vahiyden almayan baskı, zulüm, sefahat ve ahlakî değerlerden
uzaklaşılmasıdır. Bediüzzaman bu tehlikeye, II. Dünya Savaşı'ndan sonraki gelişmeleri
yorumlarken, "medeniyetin istinadı ve menbaı olan Avrupa"dan dünya savaşından daha
büyük bir zarar verebilecek "deccalane bir vahşet" şeklinde dikkat çekmiştir. Bu
vahşetin "Hıristiyanlığın hakiki dinini" rehber edinenler ile İslâm aleminin ittifak
etmesi, "İncil'in Kur'an'a ittihad edip tabi olması" sayesinde yenilebileceğinden
bahseder. Yani, temel insanî değerlerde kurulması gereken bir ittifaktan söz edilmektedir.

Avrupa'da, II. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan zulüm, baskı
ve sefahate karşı Hıristiyanlık hakiki dinini rehber edinenler ile ittifaktan söz
edilmesi, Bediüzzaman'ın iki Avrupa tanımlamasıyla da örtüşmektedir. Birinci gruptakiler,
hakiki İsevi dininden aldığı feyizle sosyal hayata yararlı sanat, adalet ve doğruluğa
hizmet eden bilimleri takip eder. Bu anlayıştakiler esasen kaynağı olan vahiyle
irtibatlarını bir şekilde devam ettirdiklerinden bunlarla ittifak edilmesi gerekmektedir.
Maddeci felsefeyi kaynak alarak, vahiyden bağımsız bir medeniyet oluşturan menfaat,
sefahat, çatışma ve ırkçılığı esas alan ikinci Avrupa ile mücadele etmek için birinci
Avrupa ile ittifak edilmesi gerektiği belirtilir.

Bediüzzaman, Hıristiyan ruhanilerle ittifak meselesini Hz. İsa bağlamındaki
hadisleri yorumlarken de ifade etmiştir. Hadislerde, Hz. İsa'nın yeryüzüne nüzul
ederek Müslümanlar ile beraber dinsizlik cereyanlarına karşı mücadele edeceği ve
Deccalı öldüreceği ifade edilmiş, Bediüzzaman da bunu Hıristiyanlar ile Müslümanların
ittifak ederek dinsizlik cereyanlarına karşı mücadele edecekleri şeklinde yorumlamıştır.
Hz. İsa'nın Kur'an'a tabi olarak Deccalı öldürmesi meselesi ise, Müslümanlarla Hıristiyanların
dindar ruhanilerinin yapılacak bir ittifakla dinsizlik cereyanlarına karşı başarı
kazanacakları biçiminde yorumlanmıştır.6 Nitekim, Bediüzzaman'ın bu konudaki öngörüleri
inançsızlığı resmi olarak kabul eden devletlerin yıkılışıyla gerçeğe dönüşmüştür.

Bediüzzaman, semavi din mensuplarıyla yapılacak bir ittifaktan rahatsız
olanların da bulunabileceğini haber verir: "Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri,
hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslam
ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin
ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekar ve vücub-u zekat ve hurmet-i
riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde
Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir."7
Bediüzzaman, Müslümanların bu tür aldatmalara karşı uyanık olmaları gerektiğini
ifade eder.

Masumların Şehadeti

Bediüzzaman, Müslümanlar ile "ehl-i kitap" arasında geçmişte yaşanan
çatışmacı yaklaşımları bir kenara bırakarak, yakınlaştırıcı bazı tespitlerde bulunmuştur.
Bu tespitlerden birisi, insanlığın geçirdiği bu fetret döneminde Müslüman olmayanların
maruz kaldıkları kötü muameleler sonunda sıkıntı çekmelerinin karşılıksız kalmayacağı
meselesidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra felaket, sefalet, açlık ve helaketlere
maruz kalan insanların "kafir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükafat" olduğunu
belirtir. Yaşadıkları musibetlerin görecekleri mükafata karşı çok ucuz olacağını
belirten Bediüzzaman, masumlar hakkında "bir nevi şehadet"in olacağını ifade eder.8

Başka bir yerde de, "o maktul masumlar şehîd olup, veli olurlar;
fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde
olup, bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine
göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin hazinesinden
öyle mükâfâtları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük
bir tezahür-ü rahmet görüp, 'Ya Rabbi, şükür elhamdülillâh' diyeceklerini bildim
ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür
ve elemden kurtuldum."9 der.

Bu savaşta musibet çekenler eğer 15 yaşından daha küçük iseler,
Müslüman gibi büyük mükafat-ı maneviyeleri bulunduğunu belirtir. On beş yaşından
yukarı olanlar ise, "eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden
kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.)
bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i
hakikîsi hükmedecek, İslamiyet'le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi
karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri
felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir."10

Bediüzzaman, bu yaklaşımı ile Müslüman olmayanların da görebilecekleri
mükafatları nazarlara vererek ehl-i kitap arasında bir yakınlaşma zemini oluşturmuştur.

Semavi Güç Birliği: Bir Kelimede Buluşmak

Bediüzzaman, semavi din mensuplarının peygamberlik silsilesini ve
kutsal kitapları kabul etmesini önemli bir buluşma noktası olarak görmüştür. Çünkü,
ehl-i kitap peygamberlik müessesesini kabul edip, ilahî mesajı içeren eserler olarak
kutsal kitapları kabul ettiklerinden, bir kelimede buluşmak kolay olacaktır.

Zaten Kur'an, kendisinden önceki kitaplara dikkat çekerek, vahiy
çizgisindeki bu birliğe vurgu yapmıştır. Kur'an, Müslümanlara hitap ederek, "Ey
insanlar! Kur'an'a iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sabıkaya da iman ediniz; çünkü Kur'an
onların sıdkına delil ve şahittir." der. Diğer semavi din mensuplarına ise, "Ey
Ehl-i Kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed
(a.s.m) ile Kur'an'a da iman ediniz!" der.11 Ali İmran Suresi 64. ayetinde, "Deki!
Ey kitap ehli olan Hıristiyanlar ve Yahudiler! Sizinle bizim aramızda müşterek olan
bir söze gelin" denilerek Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların buluşma noktalarına
dair işaretler verilir.12

Burada bir kelimede buluşmaktan kasıt, vahiyle gelmiş bir inancın
yeniden vahiydeki yerine, yani Nübüvvet silsilesinin öngördüğü haline dönme çağrısıdır.
Çünkü, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin insanlığa gelmesinin üzerinden geçen
uzun asırlar boyunca bu dinler kültürel/tarihi özellikler kazanarak asli şeklinden
uzaklaşmışlardır. Bediüzzaman, eserlerinin müteaddit yerlerinde "hakiki dindar İseviler"
dediği kültürel Hıristiyanlıktan kendini kurtarabilmiş insanları muhatap alır.

"Kur'an'da Yahudi ve Hıristiyanlara muhabbetten nehiy var nasıl
dost oluruz?" şeklindeki bir soru üzerine Bediüzzaman, hangi konularda ittifak edilmesi
gerektiğini ortaya koyar. Burada "Yahudiyet" ve "Nasraniyet" itibariyle dost olunamayacağını
ifade ediyor. Yani vahiyden kaynaklanmayan kültürel Hıristiyanlık ve kültürel Yahudilik
konularında ittifak edilmeyeceği belirtilir.13

Sonuç

Bediüzzaman, Kur'an hakikatlerini günümüz şartları içerisinde değerlendirirken,
bugünün insanının şiddetle ihtiyaç duyduğu yaklaşımlar ortaya koymuştur. İnsanı,
toplumu, devletleri ve bütün dünya insanlığını ilgilendiren evrensel bir barış ikliminin
oluşturulması için çaba sarf etmiştir. İnsanlık yararına olan hak, hürriyet, adalet
ve eşitlik gibi konuların vahiyden kaynaklanan ilkeler olmasına rağmen, evrensel
değer olarak kabul görmelerini vahiy hakikatleri üzerinde evrensel bir konsensüs
sağlanması şeklinde değerlendirmiştir.

Çatışma, menfaatçilik, ahlaksızlık ve safahatın yaygınlaştığı, dine
lakayt insanların arttığı bir ortamda Müslümanların kendi aralarındaki ihtilafları
bir kenara bıraktıkları gibi, Hıristiyan dindar ruhanileri ile aralarındaki ihtilaf
noktalarını dahi terk ederek birlikte hareket etmeleri gerektiği belirtilir.

Bediüzzaman, dünyada adaleti, barışı, huzuru ve gelişmeyi temin
etmek amacıyla kendini feda eden masum ve mazlumların, Müslüman olmasalar da o hizmetlerinin
karşılıklarını göreceklerini, ahirette mükafatlarını alacaklarını söyleyerek, Müslümanlar
ile Hıristiyanların arasında bir buluşma zemini oluşturmuştur.

Aslında Bediüzzaman, vahiy kökenli ilkelerin insanlık için bir konsensüs
olabileceğini görerek, vahiyden beslenen inançlara esas köklerinde ittifak etmelerini
önermiştir.

Dipnotlar

1. Bkz.: Selim Sönmez, "Kur'an Medeniyeti ve Evrensellik İmkanları",
Köprü, Sayı: 81 (Kış/2003), s. 8-16.

2. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul, 1994, s. 53.

3. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 179.

4. Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul, 1997, s. 192.

5. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 60.

6. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,
1994, s. 454.

7. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 139.

8. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 79.

9. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 49.

10. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 53, 54, 79.

11. Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü'l-İ'caz, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul, 1994, s. 52.

12. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,
1999, s. 371.

13. Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,
1994, s. 70.