The Role of Bediuzzaman Said Nursi at the Meeting of Civilisations

Medeniyet ve benzeri bir kavram olan kültür üzerinde ileri sürülen ve henüz tamamıyla
oturduğu da söylenemeyen belli başlı görüşleri şöyle özetleyebiliriz:

1- Medeniyet, kültür aynı şeydir ve maddi, manevi beşeri müktesebatın tamamını
içerir.

2- Medeniyet maddi müktesebattır (yol, teknik vs.) Kültür manevi müktesebattır.
(San'at, din, hukuk, örf vs)

3- Medeniyet manevi müktesebattır. Kültür maddi müktesebattır.

4- Kültür belli bir toplumun maddi-manevi müktesebatıdır, medeniyet benzer kültür
topluluğudur.

5- Medeniyet terimi bazen de sosyal teşkilatın karmaşıklığını, şehirleşme, ilmi
ve teknik ilerleme gibi konularda da kaydettiği temayüzle, çok daha ileri bir seviye
arzeden toplumlara izafe edilmiştir. Bu manada medeniyet anlayışı Batı egoizmini
(euro-centrisme) aksettirir ve maalesef günümüzde günlük lisanımız bu anlamdan daha
çok etkilenmiştir.

Ahlak ve kültür alanını ilgilendiren her terimin; İlahi sözlükte ve iblis sözlüğünde
iki ayrı anlamı vardır.

İblis sözlüğünün baskıları ihtiyaca göre yenilenir. Günahlar (seyyiat) "medeniyet
icapları" hayırlar (hasenat) ise "medeniyet karşıtlığı" olur.

Medeniyetin İlahi Sözlük'e uygun karşılığı edep ve erkan sahibi olma, doğru davranış
kuralları sadece öğrenme ve bilme değil, "kaal" de bırakmayıp "hal" olarak benimseme,
özümleme anlamındadır.

Bediüzzaman, tam bir basiret ve bilinç ve mümin feraseti ile sadece İblis Sözlüğündeki
anlamı ile mimsiz (edna oluş, tedenni) anlamındaki medeniyete karşı çıkar. Hakiki
medeniyet için "medeniyeti istemek insaniyeti istemektir" der. Mehmet Akif'in bakışı
da böyledir. Medeniyet teriminin İblis Sözlüğündeki anlamı ile İlahi Sözlükteki
anlamının karşıtlığı Bediüzzaman gibi alimler tarafından açığa vurulunca, İblis
Sözlüğü'nün yeni baskısına "globalisidion" terimi konmuştur. Böylelikle Malikiyet
ve Serbestiyet devri gibi, aslında hayırlı bir sosyal olguya tekabül eden Küreselleşme,
İblis sözlüğündeki menfur ideolojiye indirgenmiştir.

Said Nursi'nin kainata, özellikle de bütün sosyal olgu ve olaylara, tarihe bakışı,
yukarıda olduğu gibi temyiz edici ve seçicidir, eklektiktir.

Nursi, Allah'ın (her türlü iradesi Şeriat olduğundan) kainata koyduğu ve irade
sıfatından gelen şeriat (kozmolojik kanunlar) ile Allah'ın insanlar için vazettiği
ve Kelam sıfatından gelen bildiğimiz, kelami şeriatı arasındaki dengeye titizlikle
riayet eder. Muvazeneye, itidale Kur'andaki "ümmetün vasatun" hakikatine dikkat
kesilir, ifrat ve tefritten de uzak durur. O yüzden tahlilleri ve çıkarımları objektif
ve ölçülüdür, insaf ve izan mahsulüdür. Çoğulcu ve hoşgörülüdür.

Bilhassa fıtri (kozmolojik) şeriatın bize öğrettiği ve büyük insan olan alem
ile küçük alem olan insan'da dercedilen tekamül kanununu tespit eder ve icabatına
uyar.

Kur'an'ın kanun-u esasisi dediği "hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" ayetinden
hareketle, mutlak adaleti, adalet-i mahza'yı esas yapar, "toplum için birey feda
edilir" zalim düsturuna karşı çıkar. Bütün insanlık için bile olsa bir tek insanın
kanı heder edilemez der.

Çoğu zaman zulme dönüşen adalet-i izafiyeci anlayışı esas alan ırk, bölge, medeniyet
ve dinin müspet veya menfi milliyetçiliğini yapmaz. Müspet fikr-i milliyet olgusunu
kabul eder. Asabiyetten ve aşırı taraftarlıktan uzak durur.

Bediüzzaman'ın evrene ve sosyal olay ve olgulara bakışını sathi ve kabaca böyle
özetleyebiliriz. Medeniyet mefhumuna da bu perspektiften baktığını söyleyebileceğimiz
gibi, bu ilke ve perspektifler zaten onun medeniyet anlayışının da temel prensipleridir,
denebilir.

Nursi'nin medeniyetin İblis Sözlüğündeki anlamına muhalefet edip İlahi Sözlükteki
manasına taraftar olduğunu belirttik. Aynı şekilde medeniyetin Batı egoizmi (euro-centrisme)
şeklindeki anlayışa da karşı çıkar.

O bir tarafta; "Garb medeniyet-i sefihanesi", "Avrupa'nın medeniyeti", "muzır
ve sefih medeniyet"ten söz ederken diğer tarafta "medeniyet-i Kur'an", "medeniyet-i
hakikiye" "şeriat-ı garradaki medeniyet"ten bahseder.

Her ne kadar istisnai olarak "müminlerin medeniyeti" ve "Asya medeniyeti"nden
söz etse de, esas perspektifine uyan "Kur'an ve Şeriat medeniyeti"dir. Çünkü, "Kur'an
medeniyeti" teorik bir kavramdır. Pratikten ayrı olarak Kur'an'ın insanlığa sunduğu
yaşama biçimini anlatır. Daha genel ifade ile Hz. Adem'den buyana peygamberlerin
temsil ettiği silsilenin medeniyetidir. Bu kavramın yer ve zamanla irtibatı sağlanırsa,
toplumların hataları Kur'ân medeniyeti şeklinde algılanır ki, bu da kavramı anlamamızı
zorlaştırır

Bediüzzaman; "Eskide bazı dinsizleri gördük ki, ahkam-ı Kur'aniyeye şiddetli
tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek, o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslamiyet'e
mazhardı; 'dinsiz bir Müslüman' denilirdi. Sonra bazı müminleri gördüm ki, ahkam-ı
Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; 'gayri Müslim bir mümin'
tabirine mazhar oluyorlar" der.

Keza "bir mü'minin bütün vasıfları mü'min olmak gerekmediği gibi, bir kafirin
bütün vasıfları da kafir olmak gerekmez" demektedir.

Nursi'nin sözünü ettiğimiz objektif, mutedil, muvazeneli ve gayr-i asabi yaklaşımı
ile; İslam medeniyetinden olan her şey tevhidi ve hayr-ı mahz olmadığı gibi, Batı
medeniyetinden olan her şey de küfri ve şerr-i mahz değildir. Müslümanların hataları
da olabilir, gayri Müslimlerin güzellikleri de, nitekim böyle olduğu müşahede edilmektedir.
Buradan hareketle Nursi Asr-ı saadet dışında İslam tarihini idealize etmez. Yalnız
ilk üç asrı seçkin ve üstün ve beş yüz seneye kadar da kısmen mükemmelliğe mazhar
görür.

Bediüzzaman, bilinçli olarak İslam medeniyeti yerine Kur'an medeniyeti tabirini
tercih ediyor. Batıya bir Hıristiyan medeniyeti olarak meydan okumak yerine, onlara
Hıristiyanlığın gerçek esaslarına uymalarını tavsiye ediyor. Batı medeniyetindeki
iyilikleri de İseviliğin din-i hakikisine ve sair enbiyanın etkisine bağlıyor.

Bediüzzaman, bazen "bu zamanda İ'layı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıf;
medeniyet-i hakikiye girmekle İ'layı kelimatullah edebilir" şeklindeki teşvikine
"bizim muradımız medeniyetin mehasin ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa
medeniyetin günahları, seyyiatları değil" diyerek çekince koyuyor. Bazen de "Avrupa
fünun ve medeniyeti, eski Said'in fikrinde bir derece yerleştiği için, emraz-ı kalbiyeye
inkilap ettiğini ve silkinip bundan kurtulmak istediğini" söylüyor. Hemen peşinden
ise şu düzeltmeyi yapıyor: "Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevilik
din-i hakikisinden aldığı feyizle hayat-ı İslamiye-i beşeriyeye nafi sanatlar ve
adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden birinci Avrupa'ya hitap etmiyorum."

Denebilir ki, Nursi, Eski Said dediği dönemde medeniyete teşvik ve vurgu yaparken,
günahlarına da ihtirazi kayıt koyuyor. Yeni Said döneminde ise medeniyetin zararlarına
dikkat çekip vurgu yaparken hasenatını da hatırlıyor. Fakat insanlar geçmiş birikim
ve eğilimlerine paralel olarak onu ya medeniyet ve Avrupa karşıtı olarak, ya da
medeniyet ve Avrupa teşvikçisi olarak görme eğilimindeler. Halbuki o seçici, objektif
ve dengeli bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman, Kur'an'ın pratiğe yönelmiş teorik ve ideal medeniyet anlayışı ile
mezkur ikinci Avrupa'nın muzır medeniyet anlayışını şöyle karşılaştırıyor:

Hayattaki
fonksiyonları

Kur’an medeniyetinin özellikleri ve sonuçları

Batı medeniyetinin özellikleri ve sonuçları

Dayanak Noktası Hak-adalet ve eşitlik Kuvvet-tecavüz
Hedefi Fazilet-sevgi ve kucaklaşma Menfaat-sıkıntı
Birlik Noktası Din, vatan ve sınıf birliği, barış ve
kardeşlik
Milliyetçilik-çarpışma savaş
Düsturu Yardımlaşma-birlik ve dayanışma Mücadele-düşmanlık
Hizmeti Hüda-ruhi tekamül ve insaniyetten ilerleme Heva-ruhen hayvanlaşmak

Bu şemada ikinci ve muzır Avrupa'nın özellikleri olan "kuvveti ve unsuriyeti
esas alma" durumunun, mesela, Emeviler için de geçerli olduğunu, böylelikle de hilafeti
saltanata dönüştürdüklerini söyleyebiliriz.

Şimdi de Said Nursi'nin "Garp medeniyet-i zalime-i hazırası"na yönelttiği şiddetli
eleştirilerden bazılarını sıralayalım:

Medeniyet-i habise; iki dünyasından birini kaybeden tek dünyalı bir medeniyettir.
Sadece fiziğe gömülen, metafiziğini kaybeden bir medeniyettir. Yani Deccal gibi
tek gözlü ve yek ceşm'dir.

Bedevilikte insan üç dört şeye muhtaçken, bu medeniyet israf ve hevesleri tahrik
ederek, gayri zaruri ihtiyaçları da zaruri hale getirerek, insanı dört yerine yirmi
şeye muhtaç bırakmıştır. Onu da helal olarak kazanmak kolay değildir. Bu sebeple
insanı çok fakir etmektedir.

Fakir ve zengini daima çatışmaya teşvik etmektedir.

Faizi yasaklamadığı zekatı emretmediği için burjuvaları zulme, fukaraları isyana
sevk etmeye mecbur etmiştir.

Ölümü ebedi bir yok oluş olarak gösterdiği için, cehennem azabı vermektedir.

İnsanlığın yüzde seksenini meşakkate ve sıkıntıya atmış, onunu yalancı bir saadete
çıkarmış, diğer onu da ortada kalmıştır. Halbuki; Kur'an ancak genelin, en azından
çoğunluğun mutluluğunu sağlayan bir medeniyeti kabul eder.

Topluma servet ve haşmet verdiği halde, şahısları fakir ve ahlaksız etmiştir.

İnsanda iktisat, kanaat yerine israf ve sefahet ve çalışkanlık; hizmet yerine
tembellik ve istirahat meyli galebe çalmıştır.

Bu medeniyet beşerin nefs-i emmaresidir. Merhum Prof. Ayhan Songar'a göre "nefs-i
emmare" "alt ben" "libido"ya tekabül etmektedir. Ve insanın en süfli ve sınır tanımayan
gayri meşru arzularına yönelmiştir.

Bediüzzaman; "İnşallah, istikbaldeki İslamiyet'in kuvvetiyle medeniyetin mehasini
(güzellikleri) galebe edecektir. Kur'an'ın tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet
ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişaından (açılmasından, dağılmasından) inkişaf
edecektir. Onun menfi esasları yerine müspet esasları vaz eder" demektedir.

Şurası muhakkak ki, medeniyetler bilim gibi birbiri üzerine eklenmek suretiyle
gelişirler. Batı medeniyeti de sırasıyla Yunan, Roma Hıristiyanlık ve laik ve seküler
anlayışların etkisinde gelişmiştir. Mesela, Yunan medeniyeti de Mısır ve Mezopotamya
medeniyetlerinden faydalanmıştır.

Dünyaca ünlü medeniyet tarihçisi Prof. Fuat Sezgin'e göre; bugünkü Avrupa medeniyeti,
İslam Medeniyetinin muayyen şartları içerisinde, muayyen bir devirden sonra, başka
iktisadi ve jeopolitik şartlar altında ortaya çıkan devamından ibarettir. Avrupa
medeniyeti İslam medeniyetinin bir çocuğudur. Dünya bilimler tarihi yeniden yazılmalıdır.
Çünkü yanlış yazılmıştır. Avrupalılar Sicilya ve Endülüs'te tercüme edilen İslam
bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal etmişler. Bu yüzden bugün Batı
uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek
medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Halbuki Yunanlılar ile Avrupa bilimi
arasındaki dönemde bilimde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında en hızlı şekilde
bilimsel ilerleme dönemi mevcut ve bu İslam dünyasına ait. Müslümanlar dünya sahnesine
çıktıkları ilk on yıldan itibaren diğer medeniyetlerde görülmedik bir hızla bilimsel
gelişmelere katkıda bulundu. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilimin kuruluşu
bundan yüz, iki yüzyıl öncesine değil, 9. ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine
dayanıyor.

Şurası muhakkak ki, medeniyet tarih boyunca ağırlıklı olarak Peygamberler diyarı
Doğuyu vatan edinmiştir. Ancak son iki yüz yıldır Batı medeniyeti temayüz etmiştir.
Elbette tekrar Doğuya veya başka bir yere kayabilir. Öyle bir zehaba kapılıyoruz
ki, Avrupa sanki tarih boyunca daima muzaffer ve müterakki idi ve de hep öyle kalacak.
Halbuki, Batı medeniyetinin ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşadığı, hatta çözüldüğü
görülmektedir. Batıda nüfus artışı durmuş, hatta azalmaya başlamıştır. Avrupa kıtası
gittikçe yaşlanmaktadır. Aile çözülmekte, suç oranları artmaktadır. İnsanlık aradığı
en mükemmel sistemi bulduğundan dolayı tarihi arayışın sonu gelmiştir. Kapitalizmin
üstünlüğü tartışılamaz diyen Fukuyama yedi yıl sonra bu teziyle çelişkili olarak
"Büyük Yıkım; İnsan Fıtratı ve Sosyal Düzenin Yeniden İnşası" başlığını taşıyan
eserinde kapitalist ülkelerde 1960 ile 1990'lı yıllar arasında büyük yıkım yaşandığını
iddia etmiştir. Kur'an medeniyeti ilkeleri sadece Müslümanları değil, Avrupalıları
ve tüm insanlığı da kurtaracak yegane çözüm olarak görülmektedir.

Çünkü, hakikat-i İslamiyet büyük insanlıktır. Mehasin-i medeniyet ise küçük insanlıktır
ve onun mukaddimesidir.