Anarchy, Stability, and Legitimacy

Devlete Olan İhtiyaç

Toplumların kargaşalardan, istikrarsızlıktan korkmaları anlaşılır nedenlere dayanır.
Sosyal düzenin ve devamlılığın üzerine kurulu olduğu maddi ve manevi unsurların
sürdürülebilirliği ve korunması için sosyal ve siyasal bir düzenin zaruri olduğu
temel bir siyasal bilgidir. Nitekim, "İnsanlar tarihte neden devleti keşfetmiştir?"
sorusunun siyaset biliminde en itibar gören cevaplarından birisi insan ve istikrar
arasındaki bağa dayalı olarak ortaya atılmıştır. Siyasal yazında "sosyal mukaveleci"
düşünürler olarak adlandırılan Thomas Hobbes, John Locke gibi filozoflara göre devleti
var eden neden toplumsal bir mukaveledir. Bu görüşe göre hayatlarını, sevdiklerini
ve mallarını sonu gelmez saldırılardan korumak isteyen insanlar, bir araya gelerek
bir mukavele ile üst bir güç (otorite) meydana getirmiştir. İşte modern devleti
var eden başlangıç, sosyal mukaveleci görüş tarafından böyle açıklanmaktadır. Görüldüğü
gibi, mukaveleciler devletin kaynağını -hatta bir anlamda varlık nedenini (raison
d'etre)- insanların kaostan korkusu olarak açıklamaktadır.

İnsanoğlunun tarihsel süreç içinde geçirdiği türlü teknolojik ve başka alanlardaki
gelişmelere rağmen, insanların devlete halen neden muhtaç olduğunun arkasındaki
mantık aynıdır. İnsanlar birbirinden korunmak ihtiyacı içindedir. Öte yandan "devletin
küçüldüğü" gerçeğine rağmen de günün şartları içinde devletin zorunluluğu bütün
çıplaklığı ile ortada durmaktadır. Bugün hiç şüphesiz geçmiş yüzyıllardan çok farklı
olsa bile bir devlete olan ihtiyaç üzerinde şüphe edilmeyecek bir noktadır. Modern
devlet bugün pek çok ülkede "karışmayan; ancak düzenleyen" biçimde yapılanmıştır.
Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta yine aynıdır: Hangi değişik biçimde olursa
olsun insanların (ve mülkiyet, özgürlük, bedensel bütünlük gibi onlarla ilgili konuların)
korunması için bir üst otoriteye ihtiyaç bugün de vardır. Tarihsel süreç içinde
tecrübe ettiğimiz baş döndürücü gelişmelere rağmen geçmişten bugüne devletin varlığını
zaruri kılan bu temel sebep aynıdır. Bundan yedi bin yıl önce Mezopotamya'da ilk
otoritenin ortaya çıkışının işareti olan cretula'lar aslında temel mantık olarak
modern devletin bugünkü bütün işlevlerine işaret etmektedir.1 Gerçekten de tarihsel
verilere göre ilk dönemdeki erken yerleşim alanlarında belirli kalıntıların içinde
birikmiş ürünlerin paylaşımında ve dağıtımında kullanılan mühürler/cretulalar, o
dönemin insanların ortak bir ihtiyaçtan neden üst bir otoriteyi (devleti) ortaya
çıkardığını göstermektedir. Tarihsel dönüşüme rağmen ilk çağ cretulası ile modern
devletin sunduğu hizmetlerin mantıksal olarak örtüştüğünü belirtmek gerekiyor. Kısaca
yeniden ifade etmek gerekirse, değişen bütün formlara rağmen tarihsel süreklilik
içinde devlet denilen aygıtın temel görevinin aynı şekilde sürdüğüdür.

Post-Kolonyal Travma ve Anarşi Düşüncesi

Anarşi kavramı üzerine tartışmaları biraz daha özel hale getiren olgu, geçen
yüzyılda pek çok yeni ülkenin bağımsızlığını kazanmış olmasıdır. Uzun yıllar süren
acımasız sömürge idarelerinden kurtulan pek çok bağımsız ülke, bağımsızlık ve düzen
savunucusu olarak ortaya çıkmıştır.2 Bu noktanın üzerinde biraz durmak gerekmektedir.
Özellikle Batılı sömürge güçten kurtulduktan sonra hem bağımsızlığını korumak hem
de değişik ölçülerde geleneksel yapısından farklı bir yeni yapılanmaya giden pek
çok yeni bağımsız rejim, istikrar, egemenlik ve bağımsızlık gibi kavramları adeta
kutsamıştır. Hatta pek çok örnekte bu kavramlar uğruna bireysel haklar alt üst edilmiştir.

Şüphesiz kaos, toplumsal düzeni -hatta geniş ölçüde medeniyeti- var eden kurum
ve değerleri tehdit edici niteliktedir. Ancak, "anarşi" olarak nitelenen karmaşadan
kurtulmak için bireysel hakları ihlal edecek kadar kendisi sorunlu siyasal yapıların
kutsanması sonucu da acımasız bir durumdur. İşte bu nedenle bireysel hakları ihlal
edecek biçimdeki istikrar savunuculuğu açık bir post-kolonyal travma olarak görülmelidir.
Dolayısı ile anarşi, düzen, kaos gibi kavramların ne anlama geldiği üzerinde yeniden
düşünmek gerekmektedir. Nihayet bu kavramların meşruiyet kavramı bağlamında ele
alınması da yöntemsel bir zarurettir.

Anarşiyi Tanımlamak

Anarşi kavramını tanımlamak için pek çok disiplinden yararlanılabilir. Ancak
bu çalışmada uluslararası ilişkiler disiplini merkezli bir yaklaşım ortaya konulacaktır.
Anarşi kavramı, uluslararası ilişkiler disiplininin en başından beri büyük önem
verdiği bir tartışma olagelmiştir. Bunun anlaşılabilir bir nedeni vardır: Meşru
bir dünya hükümeti olmadığına göre uluslararası sistem içinde düzen nasıl sağlanacaktır?
İnsanların hiçbir zaman üzerinde rıza gösterecekleri bir dünya hükümeti olmayacağına
göre, hükümetsiz bir düzenin iyice üzerinde durmak gerekmektedir. Dolayısı ile anarşi,
hükümet, düzen kavramları uluslararası ilişkiler disiplininin temel tartışmalarının
odağında olmuştur.

Yukarıdaki çerçeveyi takip ederek, uluslararası ilişkiler disiplinine göre bir
anarşi tanımı ortaya konulabilir. Anarşi, uluslararası ilişkiler disiplinine göre,
meşru olmayan her hangi bir otoritenin yönetimi eline geçirmesidir. Görüldüğü gibi
disiplinin anarşi tanımı kargaşa, istikrarsızlık gibi konulara değinmemektedir.3
Anarşi çok basit bir durumdur: Meşru olmayan bir aktörün (kişi, kurum, grup, parti)
yönetimi eline almasıdır. Şimdi temel olarak meşru olmayan bir yönetimin düzeni
sağlamayacağı düşünülebilir. Ancak kimi zamanlar meşru olmayan yönetimlerin de düzeni
sağlayabileceği düşünülmelidir. Dolayısı ile anarşi ve kaos arasında her zaman bire
bir ilişki yoktur. Bir örnek vermek gerekirse, ülkede istikrarı ve güveni sağlamış
bir cunta yönetimi tipik bir anarşik durumdur. Bir darbeci cuntanın ülkede bir şekilde
düzeni sağlaması onları anarşik durumdan kurtarmaz. Ters açıdan bakarsak, ülkedeki
bütün karmaşa ve kaosa rağmen halkın seçtiği bir hükümet anarşik değil, meşru bir
duruma işaret eder. Bir diğer deyişle pek çok zaman, ülkedeki muhtemel karmaşık
durumları bahane ederek görevi devralan cunta yönetimleri aslında en anarşik duruma
neden olmaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse anarşi ve düzen arasındaki tartışmada
anahtar kelime meşruiyettir. Meşru olmayan yollarla iş başına gelen otorite başka
araçlar kullanıyor demektir. Bunlar, sözgelimi silah gücü gibi, meşruiyeti kabul
edilmeyecek unsurlardır.

Bu çerçevede bir sonuç olarak altını çizmek gerekir ki her karmaşık, istikrarsız
durumu anarşik olarak nitelemek yerinde bir kavramlaştırma değildir. Anarşi, meşruiyetin
yokluğu ile ilgili bir durumdur.

Yukarıdaki tanım üzerine yapılan tartışmadan çıkarılacak önemli bazı sonuçların
altını daha ayrıntılı çizmekte yarar vardır:

i) Bugün, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, başta insan hakları olmak üzere
pek çok temel hakkın ihlalinde asıl sorumlu olan devlettir. Şüphesiz devlet soyut
bir kavramdır ve ihlali bu soyut kavram değil, devlet adına hareket eden bir grup
(parti, polis gücü, askeri güç, bürokrasi, yargıçlar, memurlar…) gerçekleştirir.
Dolayısı ile bugün insan haklarının büyük ihlallerinin ne şekilde tecelli ettiğini
dikkatle gözleyerek anarşinin, meşruiyetin yokluğu olarak algılanması özellikle
önemlidir. Anarşiyi salt sokak çatışması, gençlerin birbiri ile kavga etmesi gibi
yanlış olarak tanımlamak asıl sorunun gözden kaçırılmasına neden olmaktadır. Dolayısı
ile anarşi, meşru olmayan hükümet etme biçimlerinin hepsine işaret etmektedir.

ii) Meşruiyet kavramından hareketle hemen üzerinde durulması gereken bir nokta
da hukuk ve adalet kavramları arasındaki farktır. Birbirlerine ikiz kardeş gibi
benzese bile hukuk ve adalet aynı anlama gelmez. Hukuksal olmak bir metinselliğe
işaret eder. Yani bir eylemin ya da durumun yazılı veya benzer bir sürece göre meşru
olmasına işaret eder. Ancak adalet, bireylerin vicdanları ve hakları ile ilgili
bir süreçtir. Sözgelimi, pek çok gelişmekte olan ülkede adaletsizlikler hukuksal
yollarla yapılmaktadır. Nitekim, bugün Türkiye'de özellikle bireysel haklar bağlamında
yaşanılan pek çok adaletsizliğin kökeninde hukuksal yapı bulunmaktadır. Dolayısı
ile anarşi ve düzen bağlamında meşruiyet kavramını ele alırken, hukuk ve adalet
arasındaki farkın altının çok iyi çizilmesi gerekmektedir. Bir durumun ya da eylemin
hukuka uygun olmasından daha önemli olan şey söz konusu durumun ya da eylemin adil
bir duruma işaret edip etmediğidir.

iii) İstikrarsızlık ve karmaşa korkusunun bireyleri haklarını aramayacak ölçüde
sindirmesi de esasen anarşik yöntemlerin kurumsallaşmasına yol açmaktadır. Siyasal
ve toplumsal hayat, her zaman uçlarda tecelli etmez. Bir diğer deyişle mutlaka karşı
karşıya olduğumuz iki alternatif düzen ve kaos değildir. Ancak sanki böyleymiş gibi
bireyleri kaosa yol açmamak nedeni ile haklarını aramaktan vazgeçiren bir toplumsal
doku meydana çıkabilir. Nitekim, pek çok zaman insanlar, haklarını aramaktansa bir
sorun çıkarmamak için yerlerinde beklemeyi daha faziletli bir durum olarak kabul
edebilirler. İnsanların sivil ve makul yöntemlerle haklarını arayabilecekleri bir
yapıdan mahrum sistemde ise zaten anarşi kavramını tartışmak bile yersizdir.

Sonuç: Devletin Bir Fonksiyonu Olarak İstikrar

Meşruiyet merkezli olaya bakıldığından anarşi ile ilgili bir tartışmada asıl
anahtar kavramın devlet olduğu çok açık görülmektedir. Dolayısı ile istikrar tamamen
devlete ait bir fonksiyondur. Devlet, bireylerin sadakatlerini onlardan belirli
şeyleri sunarak satın alır. Böylece devlet ve vatandaş arasında bir tür karşılıklı
bağımlılık merkezli ilişki ortaya çıkar. Daha açık ifadeyle, devlet, vatandaşlarının
sadakatini onlara güvenlik, hizmet, özgürlük, refah vererek satın alabilir. Ancak
vatandaşlarının sadakatini satın almak için özgürlük, refah ve güven sunamayan devletler
bu ticareti kuvvet-sadakat mantığına oturtmak ister. Böylece devlet, kuvvet yolu
ile sadakat satın almaya çalışır. Modern toplumlarda anarşik düşüncenin ve yöntemlerin
kaynağı işte bu kuvvet-sadakat zorlamasından kaynaklanmaktadır. Devlet ve vatandaş
arasındaki ilişkiyi kuvvet dışında rıza merkezli inşa etmedikten sonra istikrarsızlık,
sokaklarda huzur gibi kavramlarla bir yere varmak mümkün değildir. Dahası, toplumsal
istikrarı beklemek için devletin en azından kendisinin hiçbir şekilde meşru olmayan
yöntemleri kullanmaması gerekir. Yetkilerini seçilmiş ve halktan almış meşru hükümetten
almayan kurum ve grupların -bu yazıda yapılan tanıma uygun olarak ifade etmek gerekirse
-anarşik yöntemlerle çeşitli eylemleri gerçekleştirebildiği bir yerde ise kalıcı
toplumsal bir istikrarı beklemek gerçekçi değildir.

Öz

İnsanoğlunun tarihsel süreç içinde geçirdiği türlü teknolojik ve başka alanlardaki
gelişmelere rağmen, insanların devlete halen neden muhtaç olduğunun arkasındaki
mantık aynıdır. İnsanlar birbirinden korunmak ihtiyacı içindedir.

Anarşi, meşruiyetin yokluğu ile ilgili bir durumdur. Meşruiyet merkezli olaya
bakıldığından anarşi ile ilgili bir tartışmada asıl anahtar kavramın devlet olduğu
çok açık görülmektedir. Dolayısı ile istikrar tamamen devlete ait bir fonksiyondur.
Devlet ve vatandaş arasındaki ilişkiyi kuvvet dışında rıza merkezli inşa etmedikten
sonra istikrarsızlık, sokaklarda huzur gibi kavramlarla bir yere varmak mümkün değildir.

Anarşi kavramını tanımlamak için pek çok disiplinden yararlanılabilir. Ancak
bu çalışmada uluslararası ilişkiler disip-lini merkezli bir yaklaşım ortaya konulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Devlet, meşruiyet, anarşi, istikrar

Abstract

The logic behind the human need upon the state remains the same in spite of the
many technological and other developments in the history of humanity. The humanity
seems to be in need of a protection from others.

Anarchy is a situation in which the legitimacy does not exist. The state seems
to be a key concept in the discussion of the anarchy due to the approaches centered
on the legitimacy. So, the stability is a concept dominated totally by the state.
The relationship between the state and citizen should be constructed on a consensual
basis instead of power relationships. Unless this has been done, any analyses based
on the concepts of instability, tranquility in the streets won't bring out any fruitful
results.

To define the concept of anarchy, many disciplines are to be conducted. This
piece will analyze this concepts more from the point of view of international relations.

Key Words: State, legitimacy, anarchy, stability

Dipnotlar

1. Marcella Frangipane, Yakındoğu’da Devletin Doğuşu
(İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2002), s. 76.

2. Christopher Clapham, "Sovereignty and the Third World
State", Political Studies 47 (3), (Özel Sayı, 1999), s. 522.

3. Bu bağlamda sürekli olarak yanlış isimlendirilen bir
başka olgu da darbedir. Türkiye’de çok yanlış biçimde askeri darbelere, ihtilal
ismi verilmektedir. Halbuki siyasi tarihimizde yaşadığımız 12 Mart, 12 Eylül, 28
Şubat gibi örnekler değişik biçimlerde hükümet darbelerine işaret eder. Bu gibi
olaylara hiçbir şekilde ihtilal denemez. Siyaset bilimi açısından bu çok büyük
bir yanlıştır.