Giriş
İslâm'ın hakikatını, amacını ve kaynağını bilenler; inancı, milliyeti,
devleti ve ideolojisi ne olursa olsun, onu anarşi ve terörle anmanın mümkün olmadığını
görür. Haksızlık, adaletsizlik, yağma ve ölüm demek olan anarşi ve terörün, kaynağı
Allah, adı barış ve selâmet, amacı her iki dünyada da insanlığı mutlu etmek olan
bir dinde yeri olamaz, olursa kaynağı ilahî olamaz. Sadece şu âyet bile bunu açıkça
ortaya koymak için yeterlidir: "Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de
kötülüğü en iyi tarzda sav! Biz onların, senin hakkındaki asılsız iddialarını pek
iyi biliriz."1
Yunanca bir kelime olan ve, "hükümetin olmaması" veya "hükümetin
olmama hali" anlamına gelen anarşi, "hükmedenin olmaması", "otoritenin bulunmaması"
demektir.2 Bir düşünce akımı olarak anarşizm, Kropotkin'in de ifade ettiği gibi
sermayenin yanı sıra hukuk, otorite ve devlete de saldıran, 'tamamen hükümet ya
da devlet karşıtı olmak'tan ziyade 'hiyerarşiye karşı olan bir hareket'tir.3 Çünkü
hiyerarşi, otoriteyi içeren kurumsal yapıdır. Devlet ise, hiyerarşinin ulaşmış olduğu
en ileri biçimidir. Dolayısıyla anarşizm; politik, ekonomik veya toplumsal hiyerarşilerin
olmadığı bir toplum yaratmayı hedefleyen politik bir kuramdır. Ana düşünce olarak,
insanların, devlet olmadan da âdil, uyumlu bir düzen içinde yaşayabileceklerini,
insanlar üzerinde bir devlet sistemi kurulmasının, onlara zarar verip kötülük ettiğini
savunan sosyal felsefe ve politik cereyanın adıdır.4 Bazı savunucuları, her ne kadar
anarşinin kaos demek olmadığını iddia ediyor olsalar da, hiç şüphesiz 'hükümetsizlik'
ve 'otoritesizlik' doğal olarak kaos ve düzensizlik yaratan bir olgudur.
Çokça kullanılan bir terim olmasına rağmen terörün kabul edilmiş
uluslararası ortak bir tanımı hâlâ yapılabilmiş değildir. Bunun başlıca nedeni bir
tarafın terörist ilan ettiğini, diğer tarafın özgürlük savaşçısı olarak nitelemesidir.
Kelime olarak, 'yıldırma ve sindirme' yoluyla insanlara belli düşünce
ve davranışları benimsetmek için 'zor kullanma' ya da 'tehdit etme' eylemi anlamına
gelen terör, "siyasi bir amaç ve motivasyon içeren, herhangi bir ülkenin meşru güçleri
dışındaki güçlerce gizli olarak planlanan, yürütülen ve eyleme dönüştürülen, sivilleri
hedef alan şiddet hareketleri"5 olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanıma göre terör;
yönetimi, devleti, memleketi ele geçirmek gibi siyâsî hedeflere ulaşmak amacıyla,
devlete, halka ya da bireylere korku vermek, yıldırmak, dehşete düşürmek gibi sistemli,
plânlı şiddet eylemlerine başvurmaktır.6 Terör, büyük çaplı korku veren ve bireylerde
yılgınlık yaratan bir eylem durumunu ifade ederken; terörizm, siyasal amaçlar için
mevcut durumu yasadışı yollardan değiştirmek amacıyla örgütlü, sistemli ve sürekli
terör eylemlerini kullanmayı bir yöntem olarak benimseme durumudur.7
Anarşi ve Terörün Kur'an'daki Karşılığı
"Anarşi ve terör" kavramlarının Kur'an terminolojisindeki karşılığı,
"fitne"dir. Asıl olarak altın ve gümüş gibi 'herhangi bir maden cevherini, iyisini
kötüsünden ayırmak için ateşe atmak' anlamına gelen fitne/terör, sözlükte; 'azap,
belâ, musibet ve imtihan' anlamlarının yanı sıra; 'azap, belâ ve musibete sevk eden
şey' manalarına da gelir.8
'Fitne' kelimesi; Kur'an'da şirk, küfür, günah, bozgunculuk, kavga,
ihtilâl, isyan, anarşi, kargaşa, bölücülük, fesat, imtihan, belâ, musîbet, azap,
işkence, zarar verme, sabotaj, sapıklık gibi mânalarda kullanılmış, 'insanlara sıkıntı
veren' her şey 'fitne' kapsamına alınmıştır.9 Buna göre fitne, 'Müslümanlar arasında
bölücülük yapmak; onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak';
kısaca 'isyan, kargaşa, tefrika/bölücülük' demektir.
Terörün Vehâmeti
Bazı suç ve günahlar vardır ki, zararı ve etkisi bütün toplumu kapsar.
O günahın sebep olacağı fitne ve karışıklık, getireceği sıkıntı ve bela, sadece
o günahı işleyenleri perişan etmekle kalmaz, günaha bulaşanlarla birlikte bulaşmayanlara
da isabet eder; suçsuzları da içine alarak kurunun yanında yaşı da yakar.10 Terör/fitne
bu kabil suç ve günahların başında gelir. Hz. Peygamber bu kapsama giren suç ve
günahları, geminin içinde bulunup da dibini delmeye uğraşan bir kimsenin eylemine
benzetir. Bu fitne, o geminin içinde bulunanlardan sadece gemiyi delen ve ona yardım
edenleri değil, hiç haberi olmayanlara varıncaya kadar hepsine isabet edecek şekilde
bir musibet olarak ortaya çıkar. Bazen bu işten haberdar olmayanlar, hazırlıksız
yakalanacakları için diğerlerinden daha zararlı çıkarlar.11
Terör, medeniyetlerin gelişmesine engel olan, insanlığı geriye götüren
büyük bir beladır. Her türlü gelişmeyi engellediği gibi toplumda yarattığı güvensizlik
ve belirsizlikle girişimciliği de yok eder. Terörün en önde gelen amaçlarından biri,
güvensizlik ve belirsizlik ortamı meydana getirmektir. Güvensizlik, insanlarda geleceğe
yönelik kaygıları artırırken, belirsizlik buna ek olarak kontrolsüzlük de meydana
getirir. Ümitsizliğin hakim olduğu toplumlarda bilim üretilemediği gibi, keşifler
de yapılamaz.
Değişen dünya dengeleri ve uluslararası ilişkilerdeki farklılaşmalar
sonucunda, sıcak savaşlar, yerini soğuk savaş metotlarına bırakmıştır. Soğuk savaşın
gereği olarak ortaya çıkan psikolojik savaş türü ve bu savaşın vazgeçilmez unsuru
düşük yoğunluktaki çatışmalar (Low Indensity Conflict), terör kavramını da beraberinde
getirmiştir. Psikolojik savaşın bir unsuru olan terörizm, genel olarak, zaten var
olan ya da sun'i olarak oluşması sağlanan ihtilalci fikir ve hareketlerin, belirli
bir amaç için harekete geçirilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Buna rağmen toplumlardaki
dengesizlik ve aksaklıkların, hoşnutsuz kişilerin ortaya çıkmasına yol açtığı ve
birtakım güçler ve devletlerin terörü, hedeflerine ulaşmada bir araç ve baskı unsuru
olarak gördükleri müddetçe terörizm varlığını devam ettirecektir.12
Şer Güçler Her Fırsatı Kullanır
Bireylerin devlete veya topluma karşı meydana gelen hoşnutsuzluklarını,
şer güçlerin fırsat bilip onları mensubu bulundukları devletin aleyhine örgütlemeleri,
asrın olayı değil, kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanan bir olgudur. Bilindiği
üzere Kâ'b b. Mâlik herhangi bir mazereti olmadığı halde Tebuk Savaşı'na katılmamış,
ceza olarak da geçici olarak toplumsal tecride maruz kalmıştı. Hz. Peygamber Kâ'b'ın
durumunu açıklığa kavuşturacak vahyi beklemeye koyulmuş, bunu da kendisine bildirmişti.
Vahyin gelişini bekleyen toplum, Kâ'b ile selâmı dahi kesmişti. Onun bu durumunu
fırsat bilen Gassân Emîri/devlet başkanı, Kâ'b'ı İslâm devletinin aleyhine kullanmak
için ona şöyle bir mektup göndermişti: "Aldığımız habere göre arkadaşınız/yöneticiniz
size uygunsuz davranarak eziyet etmektedir. Allah sizi horlanacağınız ve hukukunuzun
zayi olacağı/çiğneneceği bir yerde bırakmasın. Bize sığının, size ikram ederiz."13
Dikkat edilirse Müslüman olmayan bir toplumun lideri 'Allah'ı, diğer bir ifade ile
'dinî argümanlar'ı kullanarak Kâ'b'ı saflarına çekmeye çalışmaktadır. Günümüze ışık
tutması açısından olayın bu yanı son derece çarpıcıdır.
Olayın bu yönüne bakıldığında bin dört yüz küsur sene geçmesine
rağmen aslında hiçbir şeyin değişmediği görülecektir. Düşmanın görevi her türlü
fırsatı değerlendirmektir. Düşman, haklı verilen bir cezayı ve her türlü argümanı
aleyhte kullanabilmektedir. Burada önemli olan devlet ve birey ilişkilerinde azami
derecede adaleti gözetmek ve hakka râzı olmaktır. Bu mektup karşısında Kâ'b'ın duruşu
olağanüstü bir bağlılık, doğruluk ve dürüstlük örneğidir. Medine çarşısında dolaşırken
eline tutuşturulan mektubu okuyunca, Kâ'b, "Bu da bir başka belâ/imtihan vesilesi"
diyerek onu fırına atmıştı. En zor anlarda bile şer güçlerin, bireysel açıdan yaldızlı,
fakat toplumsal ve devlet açısından son derece çirkin ve tehlikeli olan davet ve
girişimlerini, elinin tersiyle itip çöpe/fırına atma erdemliğini gösterebilmiştir.
Zamanı ve dönemi ne olursa olsun, böyle bir erdemlik her bireyin şiarı olmalıdır.
İdeal Bireyler Yetiştirmek Devletin Görevidir
Şüphesiz burada hem devlete ve hem de bireye düşen görevler vardır.
Devlet vatandaşını yetiştirirken ona dinî, ahlâkî ve kutsal değerlerini de öğretmeli
ve benimsetmelidir. Devlete küsmek, baş kaldırmak İslâm inancında en büyük suçlardan
biridir. Yöneticilerin yanlış icraatlarına kızıp terör estirmek, meşru merkezi otoriteye
baş kaldırmak, suçsuz insanları öldürmek, ırkçılık yaparak devleti bölmeye kalkışmak
gibi insanlık suçu olan eylemlerin, adını sulh, selâmet, barış, huzur anlamına gelen
'selâm' kökünden alan, böylece barışı ve huzuru sürekli beyinlere kazıyan bir dinde
asla yeri olamaz. Müslüman olduğu halde terör eylemlerine girişen bireylerin bilgi
ve eğitim eksikliği bulunduğu muhakkaktır. Zira terör; devletin birliğini, toplumun
huzur ve saadetini bozmak; merkezî otoriteye baş kaldırmak, toplumun gelişmesine
engel olup fakirleştirmek, yokluk ve sıkıntılara maruz bırakmak; sağlık, eğitim,
refah ve buna benzer hizmetlerin yaygınlaşmasını engellemek, suçsuz insanları öldürmek
gibi suç ve günah olan eylemlerin ortak adıdır. Bütün bu eylemlerin İslâm değerler
sisteminde hem dünyevî ve hem de uhrevî cezaları vardır. İnsan hayatı sadece dünya
hayatından ibaret değildir. Bu dünyada yapılan her eylemin -müspet ya da menfi-
hayatın ikinci fakat ebedî olan safhasında karşılığı mutlaka görülecektir. Bunu
düşünen bir insan, terör eylemleriyle ebedî olan âhiret hayatını mahvetmez. Çünkü
İslâmiyet, her türlü terör, zulüm ve ihaneti yasaklar; zarara zararla karşılık vermez;
her türlü anarşi ve bozgunculuğa şiddetle karşı çıkar. Bütün bu olumsuz eylemler
İslâm'ın gönderiliş amacına terstir. Çünkü İslâm dini, adaleti tesis etmek, azgın
nefislerin tahakküm ve istibdadını kırmak, insan vicdanını ve davranışlarını itidal
hale/orta düzeye getirmek için gönderilmiştir. Hz. Peygamber'in güzel ahlâkı tamamlama
misyonu bunun en büyük kanıtıdır.14
Kur'an, terörle birlikte her türlü fitne ve fesatı da lânetler;
fitne çıkartan, toplum hayatında fitneye vesile olan ve yönetime geçtiği zaman fitne
tohumları ekenlerin ifsat ve şerlerine dikkati çekerek bozgunculuğun dehşetini,
fitnenin vahametini açık bir biçimde ortaya koyar ve şöyle der: "O yeryüzünde iş
başına geçti mi, orada fesat çıkarmaya, ekini ve zürriyeti kökünden kurutmaya koşar.
Allah fesadı/bozgunculuğu sevmez."15
Hayatın Kutsallığı ve Adam Öldürmenin Günahı
İnsan hayatı kutsaldır. Herkes, basit bir empati ile başkasının
hayatının kutsallığını kabul edip korunmasına yardım etmesi gerektiğini kavrayabilir.
Haksız yere bir başkasının hayatına son veren bir kimse yalnızca bir kişiye zulmetmekle
kalmaz, bütün insanî değerlerini de kaybetmiş olur. Böyle bir kimsede, insan hayatının
kutsallığıyla ilgili hiçbir değer, başkalarına karşı hiçbir merhamet duygusu kalmaz.
Artık o bütün insanlığın düşmanıdır. Buna karşılık, eğer bir kimse bir tek insanın
hayatının korunmasına yardım ederse, o tüm insanlığa yardım etmiş olur.
"Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık
olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de
onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.
Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından
onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşırmışlardır."16
İslâm, hayat ve barış dinidir. Haksız yere adam öldürmek, Allah'a
ortak koşmaktan hemen sonra gelen büyük bir günahtır. Her insanın canı kutsal ve
dokunulmazdır. Hz. Peygamber, Veda Hutbesi'nde, "Şüphesiz kanlarınız, mallarınız,
namus ve haysiyetiniz birbirinize haramdır; şu beldeniz Mekke ve içinde bulunduğunuz
bu kutsal ay nasıl saygın ise kanlarınız, mallarınız, namus ve haysiyetiniz de öylece
saygın ve dokunulmazdır/birbirinize haramdır. Yakında Rabb'inize kavuşacak ve amellerinizden
sorulacaksınız. Dikkat edin! Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurmak suretiyle
kâfirliğe dönmeyiniz."17 sözleriyle haksız yere cana kıymanın küfürle eş değer olduğunu
bildirmiştir.
Hz. Peygamber bir başka sözünde Müslüman'ın Müslüman'a karşı silah
kuşanmasını yine küfür olarak ifade etmiştir.18 Çünkü savaş ve Allah'ın müsaade
ettiği benzer gerekçeler dışında O'nun verdiği canı hiç kimsenin alma hakkı yoktur.19
Bu nedenle haksız yere adam öldürmek Allah'ın hakkına tecavüzdür ve bu haksız eylem
Allah'a ortak koşmakla eş tutulmuştur.
Kur'an "yeryüzünü fesada verme" kavramı üzerinde ısrarla durur ve
"Yeryüzünde bozgunculuk yapmayınız!" hitabıyla bundan şiddetle sakındırır.20 'Yeryüzünü
fesada verme'nin bir anlamı 'anarşi ve terör'dür. Âyette 'arz'dan kastedilen, kanun
ve düzenin devamının aleyhine, haklı ve meşru yönetim sistemine karşı savaşmak demek
olduğu ülke veya bölgedir. Allah'ın Hz. Peygamber'i göndermesinin bir nedeni de,
dünyada dirlik ve düzeni tesis etmektir. Böyle bir nizamı bozmaya çalışmak, gerçekte
Allah ve Resûlü'ne karşı açılmış bir savaştır. Nitekim şirk,21 haksız yere adam
öldürmek/terör22 ve zina23 en büyük günahlardan sayılmıştır. Bu üç büyük günah din,
medeniyet ve insanlık aleyhine işlenen cinayetlerdir.
İslâm'a göre fitne/terör, adam öldürmekten daha kötüdür.24 Çünkü
terör sadece kurbanlarını değil, toplumun bütününe zarar verir, herkesi rahatsız
ve tedirgin eder: "Bir de öyle bir fitneden sakının ki o içinizden yalnız zulmedenlere
dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur. (Umuma sirayet edip hepsini perişan eder.)
Biliniz ki Allah'ın cezalandırması şiddetlidir."25
Âyette belirtildiği gibi teröre bulaşan fert veya toplumlara Allah'ın
cezası çok şiddetli olacaktır. Bu cezanın bölgesel kalkınma, toplumsal huzur ve
refahın engellenmesi, korku ve endişe gibi dünyevî boyutunun yanı sıra uhrevî boyutu
da vardır. Örneğin kasıtlı ve suçsuz insanları öldürmenin cezası kıyamette ebedî
Cehennemdir: "Bir müminin diğer mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir…"26
"Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı Cehennemdir.
Allah ona gazab ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır."27 Kur'an'ın
bu kesin hükmü karşısında bir müminin başka bir mümini kasıtlı olarak öldürmesinin
hiçbir gerekçesi olamaz. Bu kesin hükmün yanı sıra İslâm'ın öngördüğü 'din kardeşliği'yle
de bağdaşmaz. Irkı, rengi, dili ne olursa olsun, İslâm, mensuplarının bir arada
yaşama bağını, 'İslâm kardeşliği' temeline bağlamıştır. İslâm kardeşliği, kan kardeşliğinden
de öte bir kardeşliktir. Mekke'den Medine'ye hicret eden Muhacirlere karşı Medine
halkı Ensarın sergilediği tutum bunun en bariz örneğidir. Medine Müslümanları, giydikleri
elbiseden başka hiçbir şeyleri olmayan Muhacirlerle her şeylerini paylaşmışlardı.
Hz. Peygamber'in, bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman kardeşini kasten öldürmesini
'küfürle özdeş' kabul etmesinin bir sebebi de budur. Oysa küfür, dünya ve âhiret
hayatını bütünüyle mahveden bir suçtur. Bütün bunlar, suçsuz yere adam öldürmenin
makulleştirilecek, meşru kılıfa sokulacak hiçbir yanının bulunmadığını gösterir.
Müslüman bir toplumda ayrılıkçılık yapmanın günahı ve cezası adam
öldürmekten de ağırdır. Çünkü "fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür."28
Müslüman toplumun varlığını ve değerlerini hayata geçirme imkânı bulduğu bağımsız
bir devleti güçsüzleştirmenin, parçalama çabası içinde olmanın dünyevî ve uhrevî
cezası tahayyül edilemeyecek kadar büyüktür. Çünkü 'devlet'; düzen, intizam, tertip,
mükemmeliyet ve mutluluk demektir; kanun, nizam, kural ve prensiplerle belli bir
mekânda istikrarlı bir şekilde itaate dayalı mutluluk ve âhengin ifadesidir. Bu
yüzden 'devlet', insan için vazgeçilmez bir nimettir. Bağımsız bir devlet olmadan
ne bir değer ve ne de bir inanç hayata geçirilebilir. Toplum, inanç ve değerlerini
ancak devletiyle yaşayabilir. Beşer için 'devlet' bu kadar hayatîdir. Çünkü insan,
kendisine emredilenlere, kendisi ve diğer varlıklar için hayırlı olan kurallara
bir 'melek' tabiatında uyamadığı için beşerî bir otoriteye ihtiyacı kaçınılmazdır.
Bir mümini öldürmek büyük bir cinayet ve haram olmakla beraber,
anlaşmalı, mülteci ve barış yanlısı gayri müslimlerin öldürülmesi de yasak ve haramdır.
Onun için bir Müslümanın, Müslüman olmayan birini kasten öldürmesi asla caiz ve
cezasız değildir. Müslüman, nefsi müdafaa ve savaş dışında bireysel olarak adam
öldüremez. İslâm'ın savaş politikası dahi, ilk saldıran taraf olmayı değil, bir
saldırı karşısında savunma amaçlı harekete geçmeyi benimser. Hz. Peygamber, "Savaşı
temenni etmeyiniz, ancak saldırıya maruz kaldığınızda yani savaş kaçınılmaz olduğunda
da sabır ve sebat gösteriniz." buyurmaktadır.29
Bir Müslüman, sebebi ne olursa olsun bireysel olarak hiç kimseye
ceza vermeye kalkışamaz; bu amaçla hiç kimseye zarar veremez. Ceza vermek devletin
işidir. Devlet ceza verirken âdil yargılama yapmak zorundadır. Ancak, devlet herhangi
bir nedenle bu adaleti sağlayamazsa mağdur olan taraf, intikam hisleriyle karşı
tarafı cezalandırmaya kalkamaz. Böyle bir hak ve yetkiye sahip değildir. Böyle bir
teşebbüs, anarşi ve teröre neden olur. Cezalandırmada haksızlığa uğrayan Müslüman,
âhirette hakkını alacağından şüphe etmemelidir. Dünyada gerçekleşmeyen adaletin,
âhirette mutlaka gerçekleşeceği inancı ve bilincinde olmalıdır. Bu inanç ve bilincini
kaybeder ve kendisi ceza vermeye kalkarsa, bu kez kendisi de kâtil durumuna düşer
ve Cehennemi hak etmiş olur.
Kazaen öldürülenlere takdir edilen diyetin miktarına bakıldığında,
inanç zayıflığı nedeniyle kolay kolay adam öldürmeye teşebbüs edilemeyeceğinin yanı
sıra kazara kâtil durumuna düşmemek için de ne kadar dikkatli olunması gerektiği
açıkça görülmektedir. İslâm'da öldürülen kimsenin ailesine verilecek olan kan diyeti
yüz deve veya iki yüz inek ya da iki bin keçi olarak belirlenmiştir.30
İslâm, suçların önlenmesinde verilecek maddî cezanın yanı sıra tevbe
etmeyi de öngörür. Zira, sadece ceza ile yetinmede pişmanlık, kendi kendini kınama,
vicdan azabı ve nefsin ıslah olması söz konusu olmamaktadır. Bunun aksine kişide
nefret, zıtlaşma ve antipatik duygular hakim olur. Bu nedenle Allah Teala keffaret
ve tövbeyi birlikte emreder. Böylece günahkâr olan kişi iyi ameller, fedakârlıklar
ve Allah'a itaat gibi davranışlarla ancak kalbini temizleyip pişmanlık ve vicdan
azabı içinde Allah'a yönelebilir. Bu şekilde günah işleyen kişi sadece o günahından
kurtulmakla kalmaz, gelecekte suç ve günah işlemekten de sakınır.
Terör Cihat Aracı Olamaz
İslâmiyet'le terörü birlikte zikredenler, terörün cihat aracı olarak
kullanıldığını ifade ederler. Bu ifade kim tarafından kullanılırsa kullanılsın,
doğru bir yargı değildir. Çünkü terörün muhatabı olmadığı gibi kazananı da olmaz.
Kazananı mümkün olmayan bir mücadelenin cihat olması elbette düşünülemez. Böyle
bir isimlendirme doğru değildir. Şayet ısrarla böyle bir isimlendirme yapılıyorsa,
bu isimlendirmeyi yapanlar, terörün tarafında yer alıyorlarsa, kendilerine taraftar
bulmak, işin gerçeğini bilmeyen Müslümanların desteğini almak amacıyla yapıyor olabilirler.
Şayet bu isimlendirmeyi başkaları yapıyorsa, belli bir kitleyi suçlu duruma düşürmek
ve o kitleyi hedef haline getirip imha etmek, politik birtakım pazarlıklara konu
etmek, zayıflatmak gibi amaçlar peşinde oldukları söylenebilir.
Burada önemli olan terörün cihat aracı olamayacağının Müslümanlar
tarafından bilinip benimsenmesidir. Hangi tarafta yer alırsa alsın bu noktada ısrarcı
olanlar ya İslâmiyet'i bilmemekte veya biliyorlar da böyle bir tanımlama ile menfaatlerini
elde etmeyi ummaktadırlar. Ancak böylelerinin iyi niyetinden şüphe etmemek mümkün
değildir.
Terörün Önlenmesinde İnancın Rolü
Doğru ve sağlam bir inanç terörü önler. Gerekçesi ne olursa olsun,
devlet otoritesinin ilan ettiği savaşın dışında, kasıtlı olarak adam öldürmenin
Kur'an'a göre ebedî veya uzun bir müddet Cehennemde kalmayı gerektiren büyük günahlardan
biri olduğuna göre, âhirette hesap vermeyi kabul eden bir kimse böyle bir suçu işleyemez.
"Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı
Cehennemdir. Allah ona gazap ve lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır."31
Bu ilâhî hitap karşısında suçsuz ve masum bir insanı, aklı başında bir insan öldüremez.
İman buna engel olur. Böyle bir şey bir Müslüman için ancak hata ile mümkün olabilir.
Adam öldürmek bütün dinlerde haram kılınmıştır. Çünkü hayat, her
şeyden önce Allah'ın hakkıdır, onu ancak kendisi alabilir.
Kur'an'ın ifadesine göre dünya hayatından hiçbir şey, bir Müslüman'ın
kanına denk değildir. Sulh döneminde Müslim, gayri Müslim herkesin kanı dokunulmazdır.
Kur'an'ın âyetlerini özümseyen bir Müslüman'ın ruhunda düşmanlık,
kin ve nefret olamaz. En büyük düşmanıyla bile bir nevi kardeşlik bağı bulunduğunu
bilir. Ayrıca Yunus'un deyiminle Müslüman yaratılanı hoş görür, yaratandan ötürü.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de, bir kısım insanların zararlarının diğer bir kısım
insanlar tarafından engellenmesi neticesinde mabetlerinin zararlardan korunduğunu
ifade ederek, inananların dikkatlerini zararların önlenmesine çekmektedir: "….
Çünkü, Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bırakılsaydı, şüphesiz o zaman,
içlerinde Allah'ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler
(çoktan) yıkılıp gitmiş olurdu."32
Terörün Önlenmesinde Ahlâkın Rolü
Yüce Allah bütün insanlığa numune-i imtisal/uyulacak bir model olarak
sunduğu Hz. Muhammed'i (s.a.v.), rahmet ve şefkat peygamberi olarak göndermiştir.
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah, "(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik."33 buyurmaktadır. Hz. Peygamber, güzel ahlâkın bütün tezahürlerini hayatında
en güzel bir şekilde fiilen sergilemiş,34 hayatı boyunca Ashabını fitneden sakındırmış,
büyük bir hassasiyetle fitneden kaçınmayı emretmiştir.35 Onun ahlâkını örnek alan
bir insan teröre bulaşamaz. Onun için terörün önlenmesinde yapılması gerekenlerden
biri, din referanslı güzel ahlâkın insanlar arasında yaygınlaştırılmasıdır. Çünkü
dinî temeli olmayan ahlâkın manevî yaptırım gücü zayıftır. Allah'a bağlı olan, helâl
ve haramı bilen, âhiret inancına sahip yaptıklarının cezasını çekeceğini benimseyen,
dünyanın geçici, âhiretin ebedî olduğuna inanan bir insan, hangi sebep ve gerekçe
ile olursa olsun, insan öldüremez, terör yapamaz.
Dinî ahlâkın yaşanmasıyla pek çok güzel ahlâk özelliği ortaya çıkarken,
dinden uzak bir toplumda her türlü olumsuzluk, zorbalık, anarşi, vahşet ve terör
gelişir. Yardımlaşma, fedakârlık, dürüstlük gibi meziyetler ortadan kalkar. İnsanlar
sadece kendi çıkarlarını düşünür, yalnızca kendi rahatlarını kollar ve kendi menfaatleri
için çalışır hale gelirler. Ancak, dinin yaşanması, hiç şüphesiz toplumda büyük
bir dayanışma, kardeşlik ve dostluğun oluşmasına vesile olur.
İslâm ahlâkı yaşandığında insanlara öğüt vermek, onları kötülüklerden
sakındırıp doğru yola sevk etmek kolay olur. Dolayısıyla terör ve anarşi ancak sevgiyi,
hoşgörüyü, barışı, affediciliği, şefkati ve merhameti emreden, insanı her türlü
kötülük ve bozgunculuktan men eden İslâm ahlâkının yaşanmasıyla önlenir.
Terörle Mücadelede Bilginin Rolü
Terör ve anarşinin en büyük besleyicisi cehalettir. Cehalete karşı
halkın bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Yaşadığımız toplumda insanların
büyük çoğunluğunda az da olsa dinî bilgilerin izleri vardır; Allah'a ve dine inanır.
Ancak büyük çoğunluk, dinin ve manevî değerlerin mahiyetine derinliğine vakıf değildir,
sadece yüzeysel ve kulaktan dolma bilgilere sahiptir. Dolayısıyla dinin getirdiği
güzel ahlâkı, gerçek manada hayata geçirmesi mümkün olamamaktadır. Bu sebeple cehaletin,
yani bilgi eksikliğinin ortadan kaldırılması gerekir.
Terörün Önlenmesinde Sevgi ve Hoşgörünün Rolü
Kur'an'a dayalı sevgi, barış ve huzur ortamı oluşturmak terörü engelleyecek
en etkin faktörlerden biridir. İman, sevgi, adalet ve hoşgörü; insanı sevmenin ve
insan hayatına verilen önemin bir ifadesidir. Müslüman aldığı Kur'an terbiyesiyle
dünya üzerindeki tüm insanların huzur ve güvenliğini sağlamayı, hoşgörülü ve sevgi
dolu bir dünyada yaşamalarını canı gönülden ister. Bu, ona verilen imanî ve insanî
bir sorumluluk, Allah'ın bildirdiği bir emirdir. Çünkü o, yüce Allah'ın, "Ey İnananlar!
Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır."36
hitabı gereği, bütün insanları barış ve selamete davet etme mecburiyetindedir. Dolayısıyla
samimî bir mümin hiçbir zaman anarşi ve teröre taraftar olmaz. Çünkü anarşi ve terör
hiçbir hak ve hukuk tanımaz.
İnsanı sevmek ve onlara hoşgörülü davranmak dinin emridir. Yüce
Allah kutlu elçisine hitaben bütün insanlara hoşgörülü olmayı şöyle övmektedir:
"Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı
kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet."37
Yoldan geçenlere eziyet veren bir dikeni, bir çakıl taşını kaldırıp
atmayı dahi ahlâkî ve sevabı gerektiren bir kural olarak kabul eden38 bir dinin
mensubu, insana eziyet veren daha büyük bir olaya tevessül edemez. Teröre tevessül,
Allah'ı sevmemenin bir ifadesidir. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.39 Hâl
böyle olunca Allah sevgisi insanları her türlü zorbalıktan uzak tutar. Dolayısıyla
dinin hakikatlerini ve güzelliklerini, anlayacakları dil ve metotlarla uygun bir
tarzda insanlara anlatmak, toplumun ve devletin görevidir.
Terörle Mücadelede Empati Bilincinin Rolü
Hangi konumda olursa olsun insan hayatının taşıdığı değer eşittir.
Bir insan başka bir insanı haksız olarak öldürmeye kalkıştığında o insanın en az
kendisi kadar yaşama hakkına sahip ve kendi canı kadar onun canının da değerli olduğunu
düşünmesi gerekir. Onun için kan bedeli ve cezası, ne öldürenin, ne de öldürülenin
sınıfına göre belirlenir. Bu nedenle öldüren kimsenin, bunun cezasını ödemekle sorumlu
olduğunu bilmelidir.
Kur'an'a göre, öldüren kişi karşı tarafa çok büyük zarar verip incitmiş
olmasına rağmen, yine de o, her şeyin ötesinde onun insan olarak kardeşidir. Bu
nedenle yanılan kardeşine karşı hiddetini yener, intikam almaktan vaz geçer ve ölüm
cezasını kaldırırsa, insan olarak derecesini yükseltmiş olur. Yüce Allah maktülün
sahibine sunduğu alternatif cezalardan başka af da vardır ve mükafatını öbür dünyada
alacağını bildirmektedir.40 "…Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına, keffaret
olur…"41 İslâm anlayışına göre, hedef ceza vermek değil, suçları önlemektir.
Bu âyet aynı zamanda, İslâm Ceza Hukuku'na göre, cinayetin bağışlanabilir
bir suç olduğunu göstermektedir. Bu âyet, eğer dilerlerse öldürülen kişinin ailesinin
kâtili bağışlamalarına izin verir. Bu durumda mahkeme, kâtile ölüm cezası vermek
konusunda diretemez. Tabii ki eğer veliler isterse kâtil, öldürülenin ailesine diyet
vermek zorundadır.
Sonuç
Adını barış ve esenlikten alan ve her anılışında barışı akla getiren
İslâmiyet'i terörle birlikte anmak ya İslâm'ı bilmemek veya art niyet sahibi olmak
demektir. Kim tarafından olursa olsun herhangi bir hedefe ulaşmak için terörü araç
olarak kullanmak, ahlâkî ve insanî değildir. Terörün kullandığı bütün yöntemler
ve doğurduğu sonuçlar, İslâmiyet tarafından reddedilmiştir. Savaşta bile ekinlere
zarar vermeyi, çevreyi tahrip etmeyi; yaşlıları, silahsızları, kadınları ve çocukları
öldürmeyi yasaklarken, barış halinde suçsuz insanlara zarar vermeyi nasıl tasvip
edebilir? Kaynağı Allah, adı barış ve selâmet, amacı her iki dünyada da insanlığı
mutlu etmek olan bir dinde, terörün yeri olamaz, olursa kaynağı ilâhî olamaz. Temelinde
başkasına sıkıntı, eziyet ve acı çektirmek olan bir olguya, bütün insanlığa her
iki dünyada da barış, huzur ve mutluluk getirmeyi ilke edinen bir dinin olumlu bakması
düşünülemez.
Terörü baskı aracı olarak kullanmak, yönetimleri değiştirmek veya
hizaya getirmek, bazı devletleri ekonomik veya siyasi yönden zayıf düşürmek gibi
amaçlarla terörü besleyen veya organize edenler, bütün değerlerini kaybetmişlerdir.
Artık dünya bunları tanımalı ve onlara zerre kadar saygı duymamalı, nefretle kınamalıdır.
Çünkü her şeyden önce bunların insana ve insanlığa saygıları yoktur. Nice masum
insanların ölümüne, her yönden mağdur olmalarına sebep olmaktadırlar. Bu tür toplum
ve devletlerin, insanlığa verecekleri hiçbir ahlâkî ve insanî değerleri yoktur.
Çünkü anarşi ve terör; haksızlığın, adaletsizliğin, suçsuz insanları öldürmenin
ifadesidir.
Terör belâsına düşmemek için devlet toplum bireylerini bilinçlendirmeli,
hak ve hukuk bilincini, helâl ve haram mefhumlarını, Allah'a hesap verme inancını,
devlete bağlı olmanın dinî yönünü samimi bir şekilde vermelidir. Din hiçbir zaman
kötülüğü emretmez, yeterki dinî bilgiler doğru ve samimi bir şekilde bireylere aktarılabilsin.
Üzerlerine dünya medeniyeti kurulmuş ve asırlar boyu devam etmiş kendi değerlerimize
sahip çıkarsak, halledilmeyecek bir meselenin olmadığı görülecektir.
Öz
Bu makalede anarşi ve terörün ne anlama geldiği, Kur'an terminolojisindeki
karşılığı, geliş gayesi ve ilahî kaynaklı olması itibarıyla İslâm'ın terörle bağdaşamayacağı,
dolayısıyla terörü İslâm'la birlikte anmanın yanlışlığı, ayrıca terörle mücadelenin
bireyler arası adâleti gerçekleştirmenin yanı sıra dinî ve ahlâkî değerlerin özümsenmesi,
eğitim, bilgi ve hoşgörü ile mümkün olabileceği izah edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Anarşi, terör, İslam, cehalet, art niyet
Abstract
In this article it is tried to explain what terrorism means and
its equivalent in the Qur'anic terminology, its incompatibility with Islam by taking
into consideration the main goal of Islam and its dependence on the revelation and
the wrongness of mentioning terrorism together with Islam. In addition, it is tried
to explain that the fight against terrorism can be possible by means of realizing
Justice among individuals as well as assimilating religious and moral values and
enhancing tolerance and the level of education and information.
Key Words: Anarchy, terror, Islam, ignorance, bad-intention
Dipnotlar
1. Mu'minûn, 23/96.
2. Longman-Metro Büyük İngilizce Türkçe-Türkçe Sözlük, (Türkçeye Uygulayan: Güngör
Oktay), s. 38-39; Türkçe Sözlük, (haz. Hasan Eren ve dğr.) Ankara 1988, I, 68, (Türk
Dil Kurumu).
3. http://tr.wikipedia.org/wiki/Anar%C5%9Fizm
4. Doğan, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 1996, s. 54.
5. Kökdemir, Doğan, "Bir İnsan Davranışı Olarak Terör", PİVOLKA Savaş Özel Sayısı,
(2003), 16-18, http://www.elyadal.org/arge/birinsan.htm
6. http://www.elyadal.org/arge/birinsan.htm
7. http://www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror-nedir.htm
8. Râğib el-İsfahânî, Ebu'l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed: el-Müfredât fî ğarîbi'l-Kur'ân,
th., Muhammed Seyyid Geylânî, Beyrut ts., "ftn" md., s. 559-560.
9. Abdulbakî, Muhammed Fuad, el-Mu'cemu'l-mufehres li-elfâzı'l-Kur'ani'l-Kerîm,
İstanbul 1982, s. 511-512; İbn Manzûr, Ebu'l-Fadl Cemalüddîn Muhammed b. Mükerrem,
Lisânü'l-arab, Beyrut ts., 317-320; Râğib, Müfredât, "ftn" md., s. 559-560.
10. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, IV, 2387-2388.
11. Buhârî, Şerike 6, Şehâdât 30; Tirmizî, Fiten 16; Ahmed b. Hanbel, IV, 268,
269, 270, 273.
12. http://www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror-nedir.htm
13. Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53.
14. Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr 33, Edeb 39; Müslim, Fedâilu's-sahâbe 133; Muvattâ,
Hüsnü'l-huluk 8; Ahmed b. Hanbel, II, 381.
15. Bakara, 2/205.
16. Mâide, 5/32.
17. Buhârî, Hac 132; Müslim, Kasâme 2.
18. Ahmed b. Hanbel, I, 439.
19. En'am, 6/151.
20. Bakara, 2/11, A'raf, 7/56, 85, Muhammed, 47/22.
21. İsrâ, 17/39.
22. İsrâ, 17/33.
23. İsrâ, 17/31.
24. Bakara, 2/191.
25. Enfâl, 8/25.
26. Nisâ, 4/92.
27. Nisâ, 4/93.
28. Bakara, 2/191.
29. Buhârî, Cihâd 112, 156; Müslim, Cihâd 19, 20; Ebû Dâvûd, Cihâd 89; Dârimî,
Siyer 6.
30. Abdulğanî el-Ğanîmî el-Meydânî, el-Lubâb fî Şerhi'l-Kitâb, İstanbul trs.,
, III, 152-153, (Dersaâdet Kitabevi)
31. Nisâ, 4/93
32. Hac, 22/40.
33. Enbiyâ, 21/107.
34. Kalem, 68/4.
35. Buhârî, İmân 12, Salât 63, Fiten 1, 15, Daavât 35; Müslim, Cennet 67; Ahmed
b. Hanbel, III, 91, 177, 254.
36. Bakara, 2/208.
37. Âl-i İmrân, 3/159.
38. Müslim, İmâre 164.
39. Mâide, 5/64.
40. Bakara, 2/178; Mâide, 5/45.
41. Mâide, 5/45.