Authority, until Which Point? Or An-Archies of March and
Forward March
Giriş
Anarşi, esasen, birbirine yakın gibi gözüken ancak birbirinden oldukça
farklı iki anlama gelir:
Birinci anlamda anarşi toplumsal yapıdaki yatay ilişkilere ait bir
kavramdır ve "düzen"sizlik demektir. Düzensizlik ve kaos, talep edilmesi beklenecek
bir yapı ya da durum değildir. Bu nedenle de herhangi bir felsefî anlayışın savunduğu
bir fikir değildir. Bu anarşi "anomi"1 olarak da anılır. Köprü Dergisi'nin editöryal
grubu anarşi kavramını bu sayının dosya konusu olarak seçerken, muhtemelen öncelikle
bu anarşiyi kastetmiş olmalıdır. Zira kavrama ilişkin olumsuz yaklaşımından da anlaşılmaktadır
ki, Said Nursi anarşiyi genellikle bu anlamda (kayıt tanımazlık biçiminde) kullanmıştır.
İkinci anlamda anarşi2 ise toplumsal yapıdaki dikey ilişkilere ve
bunların en başta geleni olan "birey-devlet" ilişkilerine ait bir kavramdır ve bu
anlamda anarşi "otorite"sizlik ya da "devlet"sizlik demektir. Anarşizm ise, toplumların,
dikey (hiyerarşik) ilişkiler ve özellikle devlet olmadan; salt yatay ilişkilerle
(toplumun kendi iç dinamikleriyle) ayakta kalabileceği varsayımından yola çıkan
ve devletsiz ve otoritesiz toplum idealini savunan fikir akımıdır. Bu anlamda "anarşi"
diğer tüm devlet felsefesi kavramları gibi felsefî bir kavramdır ve bir fikir akımının
öngördüğü bir durumdur.
İşte biz bu makalede, Bediüzzaman'ın, birey, toplum, devlet, özgürlük
ve devletsiz toplum kavramlarına bakışından yola çıkarak, bir felsefî akım olan
anarşizm kavramı üzerinde duracağız.
Genel Yaklaşım
Başlangıçta belirtelim ki, ikinci anlamdaki anarşizmin istediği
"devletsizlik durumu", güçlünün zayıfı ezmesine sebep olabilir, özgürlüğü anlamsızlaştırabilir
ve düzensizliği (anomiyi) ve dolayısıyla adaletsizliği getirebilir. Ancak devleti
olması gerekenden farklı ya da fazla yetkilerle donatmak da özgürlüğü bitirir, zalim
bir düzeni ve adaletsizliği getirir.3 O halde ortalamayı bulmak gerekir. Ancak bunun
için de önce iki aşırı ucu tanımak ve tanımlamak gerekir.
Bu tanıma faaliyeti için ise önce bir varsayım kurmak gerekir:
Her fikir akımı gibi bu fikrin içinde de algıya göre değişecek biçimde,
az ya da çok, ama mutlaka bir miktar dane-i hakikat vardır (olmalıdır).4
Bediüzzaman'ın ikinci anlamda anarşi ve anarşizm akımı ile ilgili
doğrudan somut bir açıklaması yoktur. Dolayısıyla bu yazının konusu olan anarşi
ile ilgili söyleyeceklerimiz, bizim, Risale-i Nur'dan ve genel olarak Said Nursi'nin
devlet felsefesinden yola çıkarak bulabileceklerimizle sınırlıdır.
Ancak konuyla en yakından ilgili olduğunu düşündüğümüz cümlelerini
buraya alarak başlamak gerektiğini düşünüyoruz.
Bediüzzaman Münazarat'ta (s. 52) "hükümet-devlet" kavramına bakış
açısını (nokta-i nazarı) açıklarken "nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına
tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir" demektedir.
Cümlenin tümü şu şekildedir: "Muhali talep etmek, kendine fenalık
etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek,
nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet
muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi
-Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin hangi suretini görse,
hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü't-tahrip ile, o sureti
bozmaya çalışacak. Şu halde, böylelerin [böyleleri] fena zannettikleri Jön Türkler
nazarlarında dahi, mel'un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri
ihtilâl ve fesattır."5
Bu cümle diğer bir baskıda ise şu şekilde geçmektedir: "Muhali talep
etmek, kendine fenalık etmektir. Bir dağdan uçmak niyetiyle kendini havalandıran,
parça parça olur. Zîra, onların istedikleri şey, ya bir hükûmet-i masumedir. Halbuki,
şimdi şahs-ı vahid bile masum olamaz. Nerede kaldı, zerratı günahkarlardan mürekkep
bir hükümet, tamamıyla masum olsun. Demek, nokta-i nazar, hükümetin hasenatı, seyyiatına
tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükümet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara anarşist
nazarıyla bakıyorum. Zîra, onlardan birisi, Allah etmesin, bin sene yaşayacak olsa,
adeta mümkün hükûmetin hangi sûretini görse hülya ile yine razı olmayacak, şu hülyanın
neticesi olan meylü't-tahrip ile o sûreti bozmaya çalışacak.(Haşiye) Şu halde, böylelerin
[böyleleri] fena zannettikleri Jön Türklerin nazarlarında dahi mel'un, anarşist
ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. İstedikleri şey muhal olduğundan, neticesi
ihtilal ve fesattır."6
Bu iki metnin temel varsayımları şunlardır:
1. Hatasız devlet olamaz, bu bir hayaldir. Hele günahkarların ve
günahkarlığın arttığı bir toplumun devleti için bu ihtimal hiç söz konusu olamaz.
2. Hatasız devleti talep etmenin bir gereği olarak mevcut devlete
düşmanlık etmek ihtilalcilik yapmak demektir ve bu da bir kötüden başka bir kötüye
düşmektir.
3. Bir devlet sistemi hakkında değerlendirme yapılırken hata-sevap
çetelesi çıkartılarak sonuca ulaşmak gerekir.
4. Devlet için yapılması gereken, yıkmak değil, daha iyi yapmaya
çalışmaktır.
5. Devleti yıkmaya çalışanlar toplumsal düzenin de bozulmasına sebep
olurlar.
Bu varsayımlardan çıkarılabilecek dolaylı sonuç ise, devletsiz toplumun
mümkün olmadığı ve devletin gerekli bir aygıt olduğudur. Yine bunun sonucu olarak
felsefi anarşizm (devletsiz toplum) fikri toplumsal anarşiye (anomiye) de yol açar.
Böylece iki tür anarşi sonuçta aynı kapıya çıkmış olmaktadır.7
Şimdi bu temel varsayımları ve sonucu açıklayalım.
Düzen Algılaması
Asayiş ve düzen arasındaki ilişki nedir?
Bediüzzaman, mahkemelerdeki savunmalarında, özellikle gizli cemiyet
kurarak kamu düzenini bozma ithamlarına karşılık, Nur Talebelerinin asayişin bekçileri
olduğunu belirtmekte ve asayişe özellikle vurgu yapmaktadır. Öte yandan Bediüzzaman
düzen (nizam) kavramını asayiş kavramına eşit saymaktadır. Bu nedenle, nizamı, devlet
nizamı olarak değil, kainatın nizamı ve bu nizamın bir parçası olarak toplumun nizamı
biçiminde algılamaktadır.
Bediüzzaman, tüm varlıkların anlamını bulabilmesi ve varlık sebebini
sürdürebilmesi için düzen içinde olması gerektiğini kabul eder. Zıtlıklar ve çatışmalar
sadece bu düzenin varlığının algılanabilmesi için gerekli ölçü birimleri ya da algı
malzemeleridir. Aynı şekilde insanın insanlığını yaşayabilmesi ve tekamülünü sürdürebilmesi
için de çevresi ile uyum ve düzen içinde olması şarttır. Nefis ve şeytan da insanî
değerleri ortaya çıkarmayı sağlayan tahrik malzemeleridir.
Bu nedenlerle, asayişi muhafaza etmek, Bediüzzaman için, sadece
savunmalarında yer verdiği konjonktürel ve tepkisel bir görev algısı değildir. Aksine
bunu temel bir insanî ve İslamî görev olarak görmektedir.
Amme nizamının "devlet nizamı", yani "devletin sağladığı nizam"
olarak algılanmamasının bir sonucu, devlet olmadan dahi nizamın olabileceği düşüncesidir.
Bu düşüncenin kaynağı aşağıda değerlendirilecektir.
Düzen ve kural arasındaki ilişki nedir?
Düzenlilik, kavram olarak, tekrar etmek, yani "arızi" olmamak demektir.
Bir durumun tekrar etmesi o durumun kural haline geldiğini gösterir. O halde, düzenden
söz edilebileceği her durumda, kural da var demektir. Öte yandan kural düzeni değil,
düzen kuralı getirir. Diğer ifadeyle kural sebep değil, sonuçtur ve soyuttur.
Aynı yaklaşımla, sosyal hayata ait düzen dahi, bu hayatın ana malzemesi
durumunda olan insanların davranışlarına ait bir durumdur ve "sosyal düzen kuralı"
bu durumun tarifi anlamındadır. O halde insanlar, birbirleri ile ilişkilerinde,
kurallar var olduğu için düzenli olmazlar, düzenli davrandıkları için bu davranışları
kurallar halinde ifade ederiz. Ancak netice itibariyle kural ve düzen günlük kullanımda
aynı anlamdadır.
Kurala uyma isteğinin sebebi nedir?
Kainattaki tüm varlıklar, kendileri için konulmuş olan düzene (kurallara)
uyarken, esasen, amaca uygun da davranmış olurlar.
İnsanların düzene (kurala) uyma isteği de esasen bizzat varlığından
kaynaklanmaktadır. İnsan davranışının amaca uygunluğu da düzene uygunlukla eş değerdir.
Ancak kainattaki diğer varlıklar ve özellikle canlılar ile insanlar arasında bu
yönden önemli bir fark vardır: İnsanların iradesini etkileyen faktörler (nefis,
şeytan), kurala uyma isteğinin karşısında engel oluştururlar. Şöyle ki;
Taş, yer çekimi düzenine (kuralına) uyar ve düşer. Tohum, tedric
kuralına uyar ve basamak basamak ağaç olur. Kedi, şefkat kuralına uyar ve yavrusunu
besler.
İnsan ise sürekli tercihle karşı karşıyadır. Aklının, kalbinin ve
vicdanının sesine uyar ve düzene (kurala) uymuş olur ya da nefsinin ve şeytanının
esiri olur ve düzene aykırı davranmış olur.
Düzen (kural) kim tarafından belirlenir?
Düzenli, düzgün olan demektir. Düzgün olan ise doğru (vasat) olandır.
Düzeni fıtrat (yaradılış) belirler. Türkçe'deki "doğru düzgün" deyimi esasen bu
bağlantının sonucudur. O halde düzen dışı olan yanlış olandır. Diğer deyişle düzen
dışı olan, gayrı fıtri (ifrat ya da tefrit halinde) olandır.
Bu noktada birinci soru şudur?
Neyin doğru (ve düzene uygun) olduğunu kim belirleyecektir?
Bu soru açısından, tabiata ait kurallarla sosyal hayata ait kurallar
farklı değildir. Boşlukta bırakılan bir taşın düşmesi gerektiğini kim belirlemişse,
söz verenin sözüne sadık kalması gereğini de o belirlemiştir. Kedinin yavrusuna
şefkati nasıl bir düzen kuralı ise, bir insanın başka bir insanı ağlarken görünce
duygulanması ve yardım etmeye çalışması da bu tür bir düzen kuralıdır. Bu kuralları
yeniden yazmaya gerek yoktur, yazınca ve yazıldığı için var olmadığından yazmayınca
yok olmaz.
İnsanlar, ilk öğretmenden ve ilk insandan bu yana, bu düzen kurallarını
pekiştirmekte ve öğretmekte/öğrenmektedirler. Ancak ilk öğreten ile ikinci öğreten
arasında ve daha önemlisi ikinci öğretenle sonraki öğretenler arasında önemli farklar
vardır.
İlk öğreten, Yaratandır ve ilk insana o öğretmiştir (talim-i esma).
Ancak Allah ilk insan olan Hz. Adem'e, öğrenmesi gerekenlerin tümünü (insanî bilginin
zirvesini) öğretmiş, öğretmediğinden sorumlu tutmamış, ayrıca öğrettiklerine aykırı
davranma hakkını (imkanını) vermemiştir, zira o bir peygamberdir.
İkinci öğreten ise peygamberdir (tebliğ-i esma). Ondan (ve eşinden-ikizinden)
öğrenenler, çocuklarıdır. Çocukları peygamber değildir, sınava tabidirler ve daha
önemlisi öğrenme onlar için, büyüme ve olgunlaşma (buluğa erişme-tebliğin tamamlanması)
denilen bir süreci ve zirveyi ifade eder.
İşte bu aşamada ikinci soru devreye girer.
Düzensizliğin ve kurala aykırılığın müeyyidesini kim belirleyecektir?
Düzeni kim kurmuşsa aykırılığın müeyyidesini de o belirleyecektir.
Hz. Adem bunu bilmekte ve tebliğ etmektedir. Ancak Adem'in çocuklarının ve torunlarının
(ve tüm torunlarının-Ademoğullarını) ilk sınavı burada başlamıştır. Onlar (bizler)
nefis ve şeytanla karşı karşıyadırlar ve onlar tarafından kandırılınca, kurala uymayı
da, ilahi müeyyideyi de reddetmektedirler. Üstelik sınav çetindir. Zira Allah'la
değil, kendileri gibi görünen (şeklen eşit oldukları) bir kişiyle muhataptırlar.
Eşitlik iddiası özgürlük iddiasını gündeme getirmekte ve bu ise nefis ve şeytana
köle olmaya kapı açmaktadır.
Ancak Hz. Adem için de önemli bir durum vardır. Kurala uymayana
uygulanacak müeyyideyi kim ve ne zaman uygulamalıdır? Kendisi mi, Yaratıcı mı, yoksa
her ikisi mi? Allah esmayı talim ederken bu sorunun da cevabını bildirmiş olmalıdır.
Hz. Adem'in uygulayacağı müeyyide dünyevi bir müeyyidedir. Allah'ın uygulayacağı
müeyyide ise uhrevi bir müeyyidedir. Hz. Adem'in ve onun bildirdiği "doğru"nun izinden
gidenlerin uyguladığı müeyyideler, suç sayılan günahların müeyyidesidir.
Hz. Adem'in ve onun haleflerinin, masumun hakkını ve toplumun düzenini
korumak gerekçesiyle uygulayacağı veya uygulatacağı müeyyideler, bir otoriteyi gerektirir
ve toplumsal hiyerarşiyi ifade eder.
Her toplumda düzen ancak bir otorite ile mi sağlanır?
Kurala aykırı davrandığı için düzeni bozduğunu düşündüğümüz bir
kişi, esasen düzeni bozduğu için kurala aykırı davranmış olan bir kişidir.
Bir kişinin vicdanına uyarak doğru yolda gitmesi halinde, kurala
aykırılığı söz konusu olmayacağından, müeyyideye ihtiyacı da yoktur. Aynı şekilde
bir toplumun tüm fertleri de daima içten gelen bir etkiyle düzene uyuyorlarsa o
toplumda otoriteye ihtiyaç yoktur.
Buna karşılık, toplumun fertlerinden bazıları, zaman zaman doğrudan
şaşıyorsa, onları bundan caydıracak ve doğruya sevk edecek dış etkiye ihtiyaç vardır.
Bu dış etki iki türlü olabilir: İyiler, yanlış yapanları, nasihatle
ve güzel örnek olmakla vicdanın sesine çağırıyor ve etkili olabiliyorlarsa cezaya
ihtiyaç yoktur. Sadece, yapılan yanlışlık zarar vermişse telafisi gereklidir. Bu
halde, zaten, zarar veren, hem gönülden özür dileyecek hem de verdiği zararı kendi
isteğiyle telafi edecektir.
Buna karşılık iyilerin nasihatleri yeterli olmuyorsa, zarar vereni,
zararı tazmin (telafi) etmeye zorlayacak ve yanlışlarını tekrar etmesini engelleyecek
bir güce (otoriteye) ihtiyaç vardır. Bu otorite zorlayıcıdır. Böylece gönüllülük
devreden çıkmış olmaktadır. Muhtemelen bu nedenle, "Nush (nasihat) ile uslanmayanı
etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" denilmiştir.
Otoriteyi kimin uygulayacağına gelince, otorite güç demek olduğuna
göre, otoriteyi de güçlü olan uygulayacaktır. Güçlü olan, öncelikle, büyük olandır.
Baba otoritesi, çocuk üzerindeki etkisi nedeniyle aile düzenini sağladığı gibi,
toplum büyüdükçe babanın rolü de artar ve toplumun babası (devlet baba) ortaya çıkar.
Bu otoriteye "devlet baba" denmesinin sebebi de bu olsa gerektir. (Ana şefkati ise
otoriteye alternatif bir yarı-otoritedir, nasihate ve vicdana dayanır.)
Düzen için devlete gerek var mıdır?
Kapalı ve küçük bir toplumda, çoğunluk, doğruyu ve adaletli olanı
biliyor ve uyguluyorsa, yanlış yapanları, bu sağduyulu çoğunluk yola getirebilir
ve yolda tutabilir. Ancak toplum geniş bir yapıya ulaşmışsa sağduyunun sesi yeterli
olmayabilir.8 Günümüz toplumlarının bu yapıya sahip olduğu hususunda hiçbir şüphe
yoktur.
Bu tür toplumlarda müeyyide uygulayacak bir üstün otoriteye ihtiyaç
vardır. Bu otorite devlet otoritesidir. Dikey yapılanma şeklinde ortaya çıkar. Diğer
deyişle bu tür toplumlarda otorite (devlet) olmadan düzeni sağlamak mümkün değildir.
Böylece felsefî anarşizmin temel eksikliği de ortaya çıkmış olmaktadır.
Düzen için istenen devletin ölçüsü nedir?
Devlet, düzeni ve adaleti sağlaması gereken bir varlıktır. Ancak
adaletin ne olduğu, dolayısıyla devletin yetkisinin ne olduğu hususu devletin ölçüsünü
de belirlemekle ilgilidir.
Devlet, adaletsizliği önlemek için haksızlıkların önüne geçmelidir.
O halde adaletsizlik nedir? Örneğin zengin olan kişi, fakir komşusuna yardım etmelidir.
Doğruluk (dürüstlük) ve vicdan bunu gerektirir. Zengin, gönüllü olarak fakire yardım
etmezse bu bir adaletsizlik midir? Bu halde devlet, zorla zenginden alıp fakire
vermeli midir?
Devlet suçluları cezalandırmalıdır. Ancak hangi davranış suçtur
ve cezası ne olmalıdır? Bir kişinin, kendi evinde, başkalarının duymayacağı ve görmeyeceği
şekilde, toplumun genel ahlak telakkilerine uygun olmayan bir hayat sürmesi mi suçtur
yoksa bu kişinin komşusunun, komşu evini dinleyip gözlemesi ve görüp duyduklarını
çevreye ve otoriteye duyurması mı suçtur?
Bu noktada devletin nasıl yapılanması gerektiği sorusu cevaplandırılmalıdır.
Devlet Algılaması
Devlet kadim bir varlık mıdır?
Yukarıda da incelendiği üzere devlet, insanla birlikte var olan
kadim bir varlık değildir. Açık ve büyük toplumlarda, düzeni sağlayabilmek için
gerekli görülen, sonradan olma (hadis) bir varlıktır. Ayrıca, devlet kendisine kutsiyet
(mukaddeslik) atfedilebilecek bir amaç-varlık değil, asıl kudsiyet kaynağı olan
adalete ulaşmayı sağlayabilecek bir araç-varlıktır.
Çeşitli toplumlarda zaman zaman devlet otoritesinin zayıfladığı
ve parçalandığı bir yapı ortaya çıkar. Bu hale genellikle fetret devri denilir.
Fetret devri kuralsızlık (anomi) anlamında bir anarşi devri değildir. Ancak bu devir,
otoritesizlik anlamında bir anarşi devri olarak görülebilir. Fetret devirleri niteliği
gereği uzun süremez.
O halde devlet, kadim, mutlak ve kaçınılmaz bir otorite değildir.
Ancak sosyal hayatın gelişimine paralel olarak "gerekli" bir otoritedir.
Devlet beyaz mı, siyah mı yoksa gri midir?
Devlet, tabiatında haksızlık ve zulüm yapmak için kullanılabilecek
bir varlık değildir. Diğer deyişle hiçbir devlet siyah değildir. Aynı şekilde devlet
her şeyi en doğru biçimiyle bilen ve yapan, kudsî (tertemiz) bir varlık da değildir.
Diğer deyişle hiçbir devlet saf beyaz da değildir.
Kaynağı ve tabiatı gereği her devlet, bazen yanlış da yapan, ancak
doğruları da olan bir varlıktır. Diğer ifadeyle her devlet gri bir varlıktır.
Beyaz devleti hayal etmek dünyada Cenneti istemek gibi bir şeydir.
Devleti siyah farz etmek de toplumun devletsiz de ayakta kalabileceğini ve varlığını
aynı biçimde ve kalitede sürdürebileceğini benimsemek demektir. Üstelik bu iki fikir
aynı kapıya çıkar.
Nitekim Bediüzzaman girişte yer verdiğimiz ifadelerinde devlete
bakış açısını (nokta-i nazarı) açıklarken "Nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına
tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir." demektedir.
Bediüzzaman, beyaz devleti hayal eden ve bulamayınca devlet kavramına
karşı çıkan kişiler için ise "Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira
onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin
hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü't-tahrip
ile, o sureti bozmaya çalışacak" hükmünü vermektedir. Bu kişilerin tuttuğu yol için
ise "Şu halde, böyleler, … mel'un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar.
Meslekleri ihtilâl ve fesattır" demektedir.
Devletin otoritesi ne için lazımdır?
Devletin otoritesi, toplumdaki yatay (eşitlikçi) ilişkilerin toplumsal
yapıyı ayakta tutmaya yetmediği hallerde, bu düzenli yapıyı kurmak ve sürdürmek
için gereklidir. Ancak toplum sadece dikey ilişki (otorite) ile ayakta tutulamaz.
Diğer ifadeyle, dikey ilişki de, esasen yatay ilişkinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini
sağlamaya yardımcı olduğu ölçüde anlamlıdır.
Bu açıdan bakıldığında Bediüzzaman'ın yukarıdaki beyanları, modern
çağda bir toplumun devlet olmaksızın ayakta kalamayacağına inandığını göstermektedir.
Devletin adaleti şefkatli midir?
Devletin adaleti sağlamak için yapacağı tüm uygulamalar otoriteye
ve dolayısıyla cebre dayalıdır. Cebir şefkate zıttır. Bu nedenle her devlet ceberuttur.
Yine bu nedenle hiç bir devlet şefkatli değildir. Şefkat devlete ait değil, başta
anne olmak üzere, nasihatle yetinen ve duygulara hitap eden toplum önderlerine ait
bir kavramdır.
Zaten devlete düşen de toplumun kendi yatay dinamiklerini harekete
geçirecek hürriyetçi bir yapı kurmak suretiyle nasihatçilerin önünü açması ve bunun
yeterli olmadığı hallerde de adaleti sağlamak için Hak namına müeyyide uygulamasıdır.
Hürriyet Anarşi İlişkisi
Hürriyet anarşi midir, anarşiye mi gider?
Hürriyet insanın insanlığının bir gereğidir. Ancak hürriyetin sınırsız
olması, kötüye kullanılmasına sebep olabilir: Toplumda güçlüler erdemsiz insanlar
iseler ve bunlar hakim olurlarsa güçlerini kötüye kullanarak zayıfları ezebilirler.
(Aynı şekilde insanın iç varlığında da nefis ve enaniyet güçlü olursa, akıl kalp
ve vicdanı ezer). Diğer deyişle erdemsiz insanların elindeki sınırsız hürriyet,
toplumda zayıfın güçlüyü ezmesine yol açar. Bu ise anomi (düzen yokluğu) anlamındaki
anarşinin ortaya çıkmasına sebep olur.
O halde hürriyetin de bir sınırı olmalıdır.
Kime karşı hürriyet?
İnsanlığın yakın zamanlarına kadar, hürriyet genellikle kölelikten
kurtulmak ile ilgili bir kavram olarak görülmekte idi. Devletler çoğunlukla bu problemin
tarafı değil, tarafsız seyircisi durumunda idi. Bu dönemde hürriyetin korunması
için, zayıfın güçlüye karşı korunması gerekiyordu. Fakat pasif devletler bunu yapamıyordu.
Özellikle sanayi devrimi sürecinde, yaşanan adaletsizliklere devletin seyirci kalması,
yeni devlet modellerinin doğmasına sebep oldu. Komünizm bu türden bir tepki modeldir.
Anarşizm felsefesi de esasen bu türden devletin pasifliğine karşı bir isyandır.
Modern çağda ise, ulus devlet ve sosyal devlet modelleri ön plandadır.
Ancak bu kere de zayıfı güçlünün karşısında korumak ve kamu düzenini sağlamak iddiası
ile harekete geçen devletler, doğrudan kendileri, hürriyetin düşmanı haline gelmişlerdir.
Özellikle ulus devletler9 ve ideolojik devlet modelleri, bireylerin elinden siyasal
hak ve özgürlüklerini almaktadır. Aynı şekilde sosyalist devletler, bireylerin elinden
ekonomik özgürlüklerini almaktadırlar.
Böylece, günümüzde, devletin aktif davranışı ve müdahalesi, özgürlüklerin
önünde engel oluşturmaya başlamıştır. Günümüz anarşistlerinin önemli kısmı, devleti
yeniden eski statüsüne döndürebilmenin dahi önemli bir başarı olacağını kabul etmektedirler.
Özetle söyleyecek olursak, bugün hürriyet arayışları, devlete karşı
hürriyet arayışı biçimine dönüşmüştür.
Hürriyet-adalet ilişkisi nedir?
İnsanın başkalarına karşı haksızlık yapmaması adaletli davranması
demektir. Ancak aynı şekilde insanın kendi nefsine zulmetmemesi de bir tür adalettir.
İnsan, adaletli davranma zorunluluğu konusunda hür olmamalıdır.
Bu nedenle Bediüzzaman, temel dinî kaynaklara da atıf yaparak, hürriyeti, sadece
başkalarına değil, kendi nefsine de zarar vermemek şeklinde tanımlamaktadır.
Otorite adalet ilişkisi nedir?
İnsan kendi iradesiyle adaletli olursa devletin ikaz ve zecrine
ihtiyaç yoktur. En iyi ve samimi adalet, hatta gerçek adaleti budur. Ancak insan,
yapısı gereği, nefis ve şeytanla da beraber olabilir ve kendisine ya da başkalarına
adaletsizlik yapabilir. O halde bu haksızlığı önlemek için otoriteye ihtiyaç vardır.
Ancak otorite de sınırlandırılmalıdır. Aksi halde otoriteyi elinde
bulunduranların adaletsizliği başlar. Üstelik bu adaletsizlik bireylerin adaletsizliğinden
daha kalıcıdır ve daha vahim sonuçlar doğurur.
Zalimin otoritesi de bir anarşi midir?
Yatay ilişkilerde ortaya çıkan adaletsizliklerin (bireysel adaletsizliğin)
artması ve toplum genelinde yaygınlaşması, "düzen"i sona erdirir ve anarşiyi (anomiyi)
ortaya çıkarır.
Buna karşılık zalim yöneticilerin otoritesi de "adil düzen"i sona
erdirir. Bu halde ortaya bir kaos (anomi) çıkmaz, ama zulüm daha şiddetli olur.
O halde iki zulüm türü arasında yönü (dikey-yatay olması) dışında
esasen bir fark yoktur denilebilir. Nitekim Bediüzzaman, hürriyet ile adaleti, birbiriyle
at başı giden kavramlar olarak görmektedir.
Devlet otoritesinin zulümden uzak kalabilmesi için ise devletin;
yetki ve görev sınırları belli, olabildiğince küçük, demokratik ve özgürlükçü bir
devlet olarak örgütlenmesi gereklidir. Her devlet, yapısı gereği ceberuttur, ancak
kime hangi halde cebir uygulayacağına halk karar vermelidir. Halk devlet otoritesini
kötüye kullanmayı düşünmeyecek olan kişilerden oluşmalıdır. Halkın erdemli insanlardan
oluşması için bizzat halk gayret göstermelidir. Devlet de halkın kendi iç dinamikleriyle
ve yatay ilişkiler yardımıyla erdemli insanlar topluluğu kurmasına yardımcı olacak
biçimde bir özgürlük ortamı hazırlamalıdır.
Sonuç
Görüldüğü üzere, modern toplumlarda devlet, gerekli olmanın ötesinde
kaçınılmazdır. Devletin hataları da kaçınılmazdır. Ancak devletin ıslah edilmez
olduğu varsayılmamalı ve "daha iyi" devleti elde etmek için gayret edilmelidir.
Devlet düşmanı olmak anlamındaki anarşizmin, günümüzün şartlarında
nihai noktası, anomi anlamındaki anarşidir. Zira modern toplum yapısında düzen için
devlet gereklidir.
Toplumda erdemli insanlar çoğaldıkça devlete ihtiyaç azalır, ancak
bu halde devleti reddetmeye de ihtiyaç kalmaz zira devlet adaleti sağlamayı başarır.
Toplumda erdemsiz insanlar çoğaldığında ise devlete ihtiyaç çoğalır, ancak bu halde
de devlet düzeni sağlayabilmek için mecburen despotlaşır ve adaletten uzaklaşır.
O halde asıl önemli olan, insanların (ve toplumların) erdemli olmasıdır.
Bu nedenle asıl mesele, devleti ıslah etmek değil, bireyi (ve toplumu) irşad etmektir.
Büyüyen, kutsallaşan ve sınırsız otorite haline gelen devletin de
uygulamaları adaletsizlik doğurur. Bu durum, düzensizlik nedeniyle ortaya çıkan
adaletsizliğe nazaran daha fazla zarar verebilir.
Bu durumda başta sözünü ettiğimiz iki anarşiden başka üçüncü bir
anarşiden daha söz edilmelidir. Bu anarşi, aslında, arşinin anarşisidir. Devlet
adına güç (erk) kullananların anarşisidir. Devletin "devlet"sizliğidir.10 Devletin
zalimliğidir. Otoritenin adaletsizliğidir. Polis devlettir. Jandarma devlettir.
Asker devlettir. Ark (arş) devlettir. Erk devlettir. Velhasıl anarşik devlettir.
Özellikle ihtilal dönemlerinde (kapalı rejimlerde) ve askeri vesayet
rejimlerinde devlet yetkisini kullananların zulmü, fetret devirlerindeki kaosun
ortaya çıkardığı zulümden daha şiddetli olabilmektedir. Zira devletsizlik geçici
bir kaos riskini barındırır. Oysa zalim devlet, daha uzun süren adaletsizliği ortaya
çıkarır ve bu risk çok daha büyüktür.
Bu da gösteriyor ki, anarşiden korktuğumuz kadar, hatta daha fazla,
arşiden de korkmalıyız.11 Aksi halde bir uçtan diğerine savrulmamız pekala mümkündür.12
Nitekim Bediüzzaman bu tehlikenin farkına vardığı içindir ki, vasat hattı tercih
etmekte, bir yandan anarşiyi ve risklerini bertaraf etmeye çalışırken diğer taraftan
istibdadı yerden yere vurmaktadır.
Yine bu nedenle Bediüzzaman, bir yandan müstebitlere karşı zalim
devleti değil, adil devleti savunurken, diğer taraftan anarşistlere karşı da devletsizliği
değil, adil devleti (hukuk devletini) savunmaktadır.
Öz
Bu makalede, Bediüzzaman'ın, birey, toplum, devlet, özgürlük ve
devletsiz toplum kavramlarına bakışından yola çıkılarak, bir felsefî akım olan anarşizm
kavramı üzerinde durulmaktadır.
Bunun için önce anarşi-anomi kavramları üzerinde durularak anarşizmin
tarifi yapılmakta ve genel bir yaklaşım sunularak "devletsizlik durumu" olarak nitelendirilen
anarşizm isteğinin güçlünün zayıfı ezmesine sebep olabileceği, anomiyi getirebileceği
ifade edilmekte; bununla birlikte devleti olması gerekenden farklı ya da fazla yetkilerle
donatmanın da özgürlüğü bitireceğine, zalim bir düzeni ve adaletsizliği getireceğine
dikkat çekilmektedir.
Sonuç olarak da, devletin hatalarının olabileceğinin göz önünde
bulundurulması gerektiği, devleti ıslah etmek ve "daha iyi" devleti elde etmek için
gayret edilmesinin gerekliliği, bunun için de insanların (ve toplumların) erdemli
olmasının önemi vurgulanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Anarşi, anomi, anarşizm, birey, toplum, devlet,
otorite, düzen, hürriyet, adalet
Abstract
This article tries to analyze the concept of anarchism which is
also a philosophical current. The starting point of this analysis is the view of
Bediüzzaman towards the concepts of individual, society, state, liberty and stateless
society.
At the beginning, the author describes anarchism in the light of
concepts such as anarchy and anomie. Çakır mentions in his general approach that
the demand of anarchism which can be described as a "situation for a society without
a state" might cause to an opression on the powerless by the powerful and bring
up the anomie. Nevertheless, he remarks that overloading of the state with abundant
and unnecessary authority might limit the liberty and lead to a cruel order and
injustice.
As a consequence, it should be considered that state may act erroneously.
Thus, the author emphasizes that people and (societies) should act virtuous and
try to correct the erroneous acts of the state and get a "better" state.
Key Words: Anarchy, anomie, anarchism, individual, society, state,
authority, order, liberty, justice
Dipnotlar
1. A-nomi, nom ya da norm (kural) yokluğu demektir. Kuralsız bir toplumun uzun
süre bu halde kalamayacağı ve sonuçta güçlülerin, bilgelerin ya da çoğunluk iradesinin
hakim olduğu bir kurallı yapıya (düzene) geçileceği kabul edilir. Bu nedenle anomi
tümüyle olumsuz bir "durum-kavram"dır.
2. An-arşi, arş (ark) yani otorite yokluğu demektir. Bu kavram bir "durum-kavram"
olabileceği gibi "talep-kavram" da olabilir. Nitekim felsefî anarşistler bu kavramla
tanımlanan sosyal "düzen"i mümkün görmekte ve talep etmektedirler. Ayrıntı için;
http://uk.geocities.com/anarsistbakis/anarchy-articles.html
3. Komünizmin totalitarizmin son aşaması olduğu kabul edilir. Ancak komünizm
felsefî sonuç olarak devletsizlik anlamındaki anarşiyi hedefler. Diğer ifadeyle
"devletsizliğe", en yoğun ve katı devlet ile geçmeyi umar. Ya da totalitarizm ve
saf liberalizm denilen iki aşırı ucun aslında birbirine çok yakın olduğunu varsayar.
4. Bu çalışmaya cesaret ve yön veren bu yaklaşımın temelinde, Risale-i Nurdaki
temel yaklaşımlardan biri yatmaktadır: Bediüzzaman'a göre her fikir akımının içinde
az çok bir hakikat bulunabilir. Nitekim Bediüzzaman Vehhabilik fikrini incelerken
şu ifadeleri kullanmaktadır:
"Meslekler, mezhebler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde
bir hak, bir hakîkat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak ve hakîkat
ise ve menfì cihetleri müsbet cihetlerine mağlûp ise, o meslek haktır. Eğer içindeki
hak ve hakîkat, neticelere hükmedemiyor ve menfì ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa,
o meslek bâtıldır. Onun ehli, ehl-i bid' a ve dalâlet olur.
"İşte bu kâideye binâen, Âlem-i İslâm'daki ehl-i bid'a fırkalarına bakılsa görülüyor
ki, her biri bir hakka istinad edip gitmiş. Fakat, menfì ciheti ya garaz, ya inat
gibi bir sebeple, o mesleğin âsârı dalâlet hesâbına çalışmıştır." Mektubat, s. 354.
(http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=354)
5.
http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Munazarat&Page=52
Haşiye: "Komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm'i ve inkılap softalarını ve
dönmelerini görmüş gibi haber veriyor."
6.
https://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=88
7. Bu dönüşüm hakkında Bediüzzaman şunları söylemektedir: "İhtilâl-i Fransevîde
hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti.
Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilâhare
Bolşevikliğe inkılâp etti. Ve Bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye
ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan
anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa,
akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir;
daha siyasetle idare edilmez." Kaynak:https://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=477
8. Nitekim Bediüzzaman "anarşistlik fikrinin tam yeri ise, hem mazlum kalabalıklı,
hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler"dir diyerek devlet otoritesinin
gerekliliği için bu tür bir toplum yapısına işaret etmektedir.
http://www.risalei-nurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sualar&Page=508
9. Öte yandan ulus devletlerin önemli bir özelliği de özgürlük ile bağımsızlık
arasında zıt ilişki kurmalarıdır. Günümüzde Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'de
de yaşandığı üzere, bu tür devletler, devletin bağımsızlığını (istiklâlini) korumak
adına, bireylerin özgürlüğüne (hürriyetine) müdahale etmektedir. Oysa bir ülkenin
insanı özgür ise ve bu özgürlüğü içinde vatansever ise gerçek vatansever olur ve
bağımsızlığını da bu sebeple korur. Devletin bağımsızlığını korumak adına bireyleri
köleleştirmek ve dolayısıyla bağımsız devleti kendi bireylerinin özgürlüğü rağmına
korumak, tam bir çelişkidir ve bireyleri sahte vatanseverler haline getirir.
10. Bu devletsizlik, Kânûnî'nin "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya
devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" mısralarında yer alan devletin olmamasıdır.
11. Nitekim Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursi'nin, Anarşi Sebep ve Çareleri
adlı kitabında (Yeni Asya Yayınları, İstanbul-1978, s. 161) bu durumu şu şekilde
tesbit etmektedir: "Anarşi devleti yıkma hedefine dönük bir tehlike olduğuna göre,
güçlü bir devlet bu tehlikeye karşı en müessir bir çare olarak görülebilir. Fakat
güçlü bir devlet derken dikta rejimleri akla gelmemelidir. Esas itibariyle devlet
kuvvetine istinad eden ve hiç değilse belli bir müddet için anarşi tehlikesinden
mahfuz kalabilen dikta rejimleri, surî (görünüşte ve geçici) bir asayiş temin etse
de bundan istifade eden halk olmayacaktır. Halbuki gaye halkın huzur ve saadeti
olmalıdır. Güçlü bir devlet ancak bu gayenin bir vasıtası olarak düşünülebilir…
Bu manada güçlü bir devlet ise güçlü bir cemiyetten doğar. Çürük bir cemiyetin temelleri
üzerinde, istibdattan başka türlü bir güçlü devletin kurulabildiğini tarih göstermiyor.
Demek ki anarşiyi önleyecek bir ıslah hareketinin yolu, mutlaka cemiyetten geçecektir."
12. Nitekim, 12 Eylül 1980 öncesindeki anarşinin "sebep ve çareleri" için kitap
yazanlar, bir uçtan diğerine savrulmuş ve 12 Eylül sonrasındaki arşiyi alkışlamışlardı.