The Significance of the South-Eastern Anatolia for the History of Civilization

Güneydoğu Anadolu'daki Eğitim Kurumları

a. Urfa Akademisi

Güneydoğu Anadolu Bölgesi medeniyet tarihi açısından önem arz eden önemli bir
yerleşim birimidir. Bölgemizdeki antik eğitim kurumları: Edessa, İskenderiye, Harran,
Nusaybin, Cunduşapur ve Kinnesrin okullarıdır. Edessa Akademisi Fırat'tan kuzeydoğu
Suriye'den gelen yol üzerindeki Edessa (Urfa) şehrinde kurulmuştur. Kent tarih öncesi
ve sonrasında önemli bir yerleşim merkezi olarak kullanılmıştır.1 Özellikle Urfa'da
Neolitik yerleşim merkezlerinin bulunmuş olması, Peygamberlerle ilgili menkıbelerin,
Pagan, Sabiîlik, Hıristiyanlık ve İslam kültürünün bakiyelerinin yer almış olması
kenti apayrı bir kategoriye koymaktadır. İslam kültür ve medeniyeti için müstesna
şaheserler bırakan ilim adamlarının bölgeden çıkmış olması kentin kültür tarihinin
vazgeçilmez bir konumu olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle kent, Yakındoğu
medeniyet tarihinde müstesna bir ehemmiyete sahiptir ve eski Suriye medeniyetinin
de mühim bir ocağı2 olarak kabul edilmektedir. Büyük İskender'in istilasına uğradıktan
sonra kentin kültürel içeriğinde bir takım değişiklikler olmuştur. Bu dönemde kentin
felsefî ve teolojik okullarla öne çıktığını görmekteyiz. Bölge Büyük İskender'in
istilasından itibaren dış tesirlere kapılarını açmış, akabinde Süryaniler'in edebî
ve felsefî ilk çalışmaları, miladi ikinci asırda Urfa'da ön plana çıkmıştır. Fakat
Edessa'daki bu okuldan önce Pagan kültürünün teolojisini, ardından Yahudi öğretilerinin
eğitimini yapan bir okul da mevcut idi. Hatta Süryani yazısının doğduğu kentte daha
Miladi II. asırda mükemmel şekilde Grekçe bilen birçok alim bulunmaktaydı. II. asırdan
itibaren kent Hıristiyanlık ve bilhassa Yakubi ve Nasturi mezheplerinin tesiri altında
kalmıştır. Bu dönemde kentte gelişen "Süryani edebiyatı" esas bakımdan bir "kilise
edebiyatı" olarak kabul edilmektedir. Edessa okulunu sadece bir teoloji ve felsefe
okulu olarak da düşünmemek gerekir. Edessa'daki tıp okulunun kökenleri Babilonya,
Papan ve Heretik kültüre dayanmakla birlikte özellikle Edessalı bilginlerin çalışmaları
Grek filozof ve teologların çalışmalarıyla, tıp yazmalarına dayanmaktadır. Edessa
Tıp okulu Hipokrat ve Galen modeli tıp eğitimi yapılanmasını esas aldılar. Aslında
313 yılında Roma imparatoru Konstantin, Hıristiyan mezheplere Halk hastaneleri kurma
özgürlüğü tanıdı. Antik hastaneler arasında yer alan Edessa Cüzzam Hastahanesi de
St. Ephraim tarafından kuruldu.3

M. II. asırdan başlayarak kentin Müslümanlarca fethedildiği VII. asra kadar Edessa'daki
alimler işledikleri antik felsefeyi M.S. 8 ve 10. asırlar arasında ücret mukabilinde
Arapça'ya tercüme ettiler ve böylece Müslüman filozoflara da hocalık ettiler.4 Urfa
okulunun devamı olan Nusaybin okulu VII. yüzyıla kadar parlak bir devir geçirmiştir.
IX. yüzyılda Bağdat'ta yeni bir okul açıldı. Nusaybin Okulu popülaritesini kaybetti.5
Nusaybin medresesinde din ilimlerinin yanında Hipokrat ve Galen'in tıp kitaplarıyla
Aristo'nun mantığının bazı bölümleri de okutuluyordu.6 VII. yüzyılla birlikte Edessa
(Urfa) okulu İslam'ın hizmetinde yeni bir ivme kazanmıştır. İslami dönemin ilim
adamları için Zeyd bin Ebi Üneyse er-Ruhavi, 90-125/709-743,7 Yakup el-Ruhavî (633-708),
İshak b. Ali el-Ruhavî, Ahmed bin Süleyman bin Abdülmelik el-Cezeri er-Ruhavî, Ahmed
bin Süleyman bin Abdülmelik el-Cezeri er-Ruhavî Ebu'l Huseyn (H. 26I/M. 878), Ebu
Muhammed Abdulkadir Bin Abdullah El-Fehmi El-Ruhavî (1142-1215)'yi örnek verebiliriz.8

b. Harran Okulu

Harran ve çevresi MÖ. 2500 yıllarında eski Mezopotamya medeniyetini yaşamış bölgelerden
birisidir.9 MÖ. 4. yüzyılda Makedonya kralı Büyük İskender (MÖ. 331-323) Yunan şehir
devletleri ve Paris İmparatorluğu'nu fethederek Anadolu ve Mısır'dan Hindistan'a
kadar olan bölgeye sahip olduğunda Harran şehri de Yunan egemenliğine girdi. Bu
tarihten itibaren Harran'a kültürel açıdan güçlü bir Yunan etkisi yerleşti. Bu dönemde
Harran halkı dil olarak Süryanice konuşuyor olsa da pek çok yönden Yunan kültürünün
ve Yunancanın etkisi altındaydı. Büyük İskender sonrası dönemde İran, Babil ve Suriye
bölgesine Selevkid Hanedanı (MÖ. 312-64) hakim oldu.10

Makedonyalı İskender'in fethi üzerine birçok Yunanlı buraya gelip yerleşti11
ve kendi kültürlerini buraya yaydılar.12 Pisagorculuk ve Yeni Eflatunculuk buradaki
en yaygın felsefi düşünceydi. MÖ. III. yüzyıldan itibaren bu felsefi düşüncelere
yerel inanç olan Sabiîlik'le karıştı. Böylece bir çeşit Sabiî Hellenistik düşünce
oluştu.13

Harran, bilindiği gibi dünyanın en eski üniversitesinin kurulduğu topraklardır.
Harran Okulu İslamiyet'ten önce tıp, astronomi, fizik, matematikle, eski Yunan ve
Süryani eserleri tercüme etmekle ve diğer müspet ilimlerle ön plana çıkmıştır. Harran,
sahabe İyad b. Ganem tarafından H. 181 (M. 639) da fethedildikten bir müddet sonra
Harran Okulu, fıkıh, hadis, kelam, tefsir, felsefe, tarih ve edebiyat gibi ilimlerle
de tanınmaya başlandı. Emeviler döneminde Halife Ömer b. Abdülaziz Harran'daki eğitim
müesseselerini organize etmiş, Yunan tıp geleneklerinin geliştiği İskenderiye'den
tıp ekollerini alıp Antakya ve Harran şehirlerine taşımıştır.14 İlk bilimsel faaliyet
Halid bin Yezid zamanında Yunancadan Arapçaya yapılan tercümelerle başlamıştır.
Bunu Mervan bin Hakem zamanında Süryaniceden Arapçaya yapılan tercümelerle Abdülmelik
zamanında Aristo'nun İskender'e gönderdiği kabul edilen tercümeler takip etmiştir.
Ömer bin Abdülaziz zamanında Mısır ve Bizans'tan birçok kitaplar getirilerek Şam'da
büyük bir kitaplık kurulmuştur. II. Mervan (744-750) döneminde ise Harran en parlak
çağlarından birini yaşamıştır. Bu dönemde İskenderiye Okulu'nun hocalarından bir
bölümü buraya getirtilmiştir.15

Bölgeyle ilgili Halife Harun Reşid, özellikle Halife el-Me'mun dönemine ait bilgiler
daha belirgindir. Halife Harun Reşid bölgeyle ilgilenmiş, Harran'ın su ihtiyacını
karşılamak için Cüllab Suyu'ndan şehre gelen kanalı tamir ettirmiştir.16 Şehirdeki
eğitim müesseseleri tekrar gözden geçirilmiş, kurumsal anlamda bir eğitim müessesi
yaptırılmıştır.17

Me'mun'un antik çağın kültürüne hayran oluşu tercüme devrinin açılmasına neden
oldu. Me'mun özellikle felsefî eserlere önem vermiş ve felsefî tercüme dönemini
açmıştır. Bu maksatla da Rum diyarına, Kıbrıs adasına ve daha başka yerlere ilim
heyetleri göndererek oralardan felsefe kitapları getirmiştir.18 Özellikle Atina
okulunun dağıtılıp yıkılması sonucu Yunan felsefesi Atina'dan Rodos ve İskenderiye'ye
geçmiş, Rodos'ta Andronikos ile bir okul kurulmuştur. Ayrıca İskenderiye'de de,
Ptoleme hanedanı döneminde, Yeni-Eflatuncu okulu meydana getirilmiştir. Bu anlayış,
İskenderiye'den Antakya'ya, Antakya'dan Urfa'ya, Urfa'dan Harran'a geçerek Nasturi,
Yakubi ve Yahudiler'in yardımı ile Helen felsefesinin bölgeye yayılmasına yardımcı
olmuştur. Urfa ekolünde gelişen lehçe zamanla edebi bir dil hüviyeti kazanmıştır.19

Abbasi halifeleri, özellikle Me'mun döneminde, ilim merkezlerine ilim adamları
gönderilmiş, bu merkezlerden eserler getirilmiştir. İlim adamlarının yanı sıra Me'mun
gibi antik çağın hayranı halifeler de bu merkezlere gelmişlerdi. İbn Nedim'in nakline
göre Harran'daki Sabiîler Me'mun devrine (813-833) kadar cizye ödeyerek kendi dinlerinde
kalmıştı. Me'mun Bizans'a karşı son seferine çıkarken bunları görüp durumlarını
öğrenince kitabi dinlerden birini kabul etmelerini istemiştir. Onlardan bir kısmı
Müslüman, bir kısmı da Hıristiyan olmuş ise de, Me'mun'un bu sefer esnasında ölmesi
üzerine Hıristiyan olanlar yeniden eski dinlerine dönmüşlerdir. Müslüman olanlar
ise mürtetlere verilen ölüm cezasından korktuklarından Müslüman kaldılar. Buradaki
putperestler ise kendilerini Sabiî olarak tanıttılar. Daha sonraları, önemli eserlerin
birçoğunu Arapçaya tercüme edecek ve daha önce yapılan tercümeleri düzeltecek olan
Sabit bin Kurra'nın Harranlı putperestlerden20 olduğu kabul edilir. İlmî organizasyonlarında
yer alan ilim adamları arasında Abbasi döneminde meşhur olan tabipler arasında Stefan
el-Hamanî adında birini görmekteyiz. Me'mun devri meşhur mütercimlerden biri Haccac
b. Matad el-Harranî'dir. Bu ilim adamı Öklid geometrisini, Batlamyus'un el-Mausti'si
ile Aristo'nun bir eserini Arapçaya çevirmiştir. Bundan başka, Me'mun Beyt el-Hikme
başkanı Salim el-Harranî ile Haccac b. Matar'ı eski Yunanca eserleri toplamaları
için Bizans'a göndermiştir. Büyük bir ihtimalle Salim pek çok eser yazmış veya tercüme
etmiştir. Fakat, onun eserlerinden günümüze ulaşan bir kaç küçük kimya simya risalesinden
başka bir şey bilmiyoruz. Bu dönemde felsefe ile uğraşan Harranlılardan biri ve
bu şehrin metropoliti Ebu Kurra'dır (826-910). Aristo'nun Fezail el-Nefs adlı kitabını
Tahir b. et-Hüseyin için tercüme etmiştir.21 Harran Okulunun İslam dönemindeki belli
başlı ilim adamlarını H. 40/M. 660 doğumlu Cezire muhaddislerden olan Meymun bin
Mihran'la başlatabiliriz. Ardından Abdülkerim bin Malik Ebu Said el-Harranî, (öl.
H.127/M.745).22 Husayf bin Abdirrahman el-Hıdramî el-Harranî (127/745),23 Yunus
el-Harranî (H. 228-273/M. 852-886), Hayat Bin Kays el-Harranî ve Teymiyye ailesinden
Fahruddin Muhammed Bin Hıdr Bin Teymiyyet el Harranî (1147-1224)'ye kadar isimleri
uzatabiliriz.

İskenderiye medresesi Harran'da yaklaşık yarım yüzyıldan fazla yaşayamadı.24
Fakat bu etkileşim sürecinden sonra Harran okulunun mensuplarından bir kısmı Bağdat'a
taşınmıştır. X. yüzyıl ile daha sonraki dönemlerde yaşamış İslam bilginlerinin yararlandıkları
kaynaklar, bu okulda yapılan felsefe, gökbilim, tıp, matematik ve din ile ilgili
araştırmalara ve çevirilere25 büyük katkısı olmuştur. Bölgenin coğrafi adlandırılmalarından
biride el-Cezire kavramıdır. El-Cezire, Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan
ve kuzeye doğru uzanan bölgenin genel adı olmuştur26 İlk üç asırda ilmi açıdan önem
ifade eden şehirleri Musul, Rakka, Ruha ve Harran'dır. Bu bölge birçok muhaddis'in
yerleştiği yer olması hasebiyle tahsil seyahatine çıkanların,27 tıp, astronomiye
ilgi duyanların uğrak yeri olmuştur. Bu merkezlerden Urfa ve Harran'ın ilmi çeşitliliğin
olduğu mekanlardan olması eğitim görmek isteyenler için cezb edici bir özellik olarak
değerlendirilmiştir. Ortaçağ İslam dünyasında bulunan okullardaki eğitim kadrolarının
Abbasi merkezine göçü zamanla diğer okullar gibi Harran okulunun da cazibesini kaybetmesine
neden olmuştur.

c. Cundişapur Okulu

Bir diğer eğitim kurumu da Cundişapur okuludur. İran'ın Cundişapur şehrinde Hüsrev
Anuşlirvan (521-579) tarafından kurulmuştur. Felsefe ve tıp çalışmalarıyla ünlenen
okulun hocaları genelde Nesturî Hıristiyanlardı. Hüsrev aklî ilimlere olan ilgisinden
dolayı Nesturîlere karşı tanıdığı müsamahayı Ya'kubîlere de tanıdı. Hıristiyan Süryani
tabipleri sarayında özel bir itibar görüyorlardı. 529'da Atina'dan kovulan yedi
Yeni Eflatuncu filozof, Hüsrev'in sarayında kendilerine yer buldular. 549'da Bizans-İran
arasında yapılan antlaşma metninde İran Kisrasının isteğiyle bu filozofların dinî
fikirlerinde hür bırakılması istenmiştir.28

d. Nusaybin Akademisi

Nusaybin her alanda olduğu gibi ilmi ve kültürel alanlarda da önemli bir konuma
sahiptir. Mşiha Zha'nın vekayinamesinde, Bilimlerin Kaynağı sıfatını kullandığı
bu kentte, söz konusu dönemde hem bir Yahudi akademisi hem de bir Hıristiyan akademisi
var olmuş ve şehir tarihin değişik dönemlerde önemli teolojik ve tıbbi okullara
ev sahipliği yapmıştır.29 Nusaybin'de, ilmi seviyenin ilk dönemlerden beri ileri
düzeyde olduğu, kentin bu dönemde tıp ilmindeki gelişmişliğinden de kolayca anlaşılıyor.
Daha 363 senesinde şehrin İranlılara terki ile Urfa'ya göçen Nusaybin'in zengin
ve kültürlü halkı, burada teolojinin yanında tıp ilmi ile de ilgilenen bir okul
kurdular ve tıp ilmini ileri bir düzeye getirdiler30 MS. 410'da Doğu Mezopotamya'daki
kilise ve manastırların kendilerinde bağlı hastaneleri vardı ve Batı Mezopotamya'da
durum aynıydı. Nusaybin hastanesinde öğrencilerin eğitimi için yapılmış binalar
vardı.31 Fakat kaynaklardan edindiklerimizi dikkate alacak olursak, kentte din adamları
ile hekimlerin arasının iyi olduğunu söylemek zordur. Hekimlerin dinsel değil de
dünyevi işlerle meşgul olmaları bazı din görevlilerinin onların mesleğine şüphe
ile bakmaya götürmüştür. Nusaybin tanrıbilim akademisindeki öğrenicilerin şehirde
hekimlerle birlikte oturmalarının yasaklanması bu sürtüşmeyi gösteren en önemli
kanıttır.32 Her şeye rağmen, yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılan odur ki, gerek
Nusaybin'de gerekse Urfa'da kurulan akademilerin bugünkü tıp ilminin ileri seviyelerde
bulunmasına katkısı büyük olmuştur.33

Nusaybin'de ilk olarak bir akademinin kurulmasının önünü açan hadise, MS. 325
yılında düzenlenen İznik konsili olmuştur. İznik konsiline öğrencisi Mar Afreim
ile katılan Mar Yakub bu konsilin sona ermesinden sonra kendisinin piskoposluk bölgesi
olan Nusaybin'de 326 yılında bir akademi kurmuştu.34 Akademinin başına yorumcu ya
da yönetici olarak Afreim getirildi. Putperestlikten kalma eski Süryani okulunun
enkazı üzerinde kurulan ve bünyesinde 800-1000 kadar öğrencinin yatılı olarak okutulduğu
kaynaklarca ifade edilen bu akademi, çok gelişti ve Pers İmparatorluğunun içlerinden
gelen Hıristiyan gençlerin yeğlediği bir ruhban okulu olarak 38 yıl boyunca neredeyse
Urfa Akademisini gölgede bıraktı. Ama kentin 363 barışıyla Romalılar tarafından
Perslere terk edilmesiyle Nusaybin Akademisi yok olmadı ise de üyelerinin çoğunu
yitirdi. Halkın büyük kısmı, zengin ve kültürlü sınıfın tümü batıya göçtü ve Roma
İmparatorluğunun topraklarına, özellikle Urfa'ya yerleşti.35 Nusaybin'de rakip bir
ruhban okulu kuruluncaya dek Urfa Ruhban okulu, Asur ruhbanlarının yetiştirildiği
en büyük merkezdi ve tanrıbilim alanında Asur kilisesinin düşüncelerinin oluşmasında
bu yüzden büyük paya sahip olmuştu.36

Nusaybin'in zengin ve kültürlü sınıfının Urfa'ya gitmesi bu şehri bilimsel açıdan
yüksek bir mevkie taşımıştı. Fakat bu yükseliş uzun sürmemiş, 489 yılında İmparator
Zeno döneminde, Urfa akademisi Nasturiliği yaydığı gerekçesiyle piskopos Qiyore
tarafından kapatılmıştı. Bu gelişmeyle Nusaybin'deki rakip akademi yeniden bir atılıma
geçti ve Monofizitçiliğe karşı doğuda Diyofizitçiliğin büyük bir kalesi haline gelerek
ikinci kez kuruldu. Böylece, kovularak Nusaybin'e gelen alimlerden bazısı, İran
hiyerarşisinde yüksek mevkiler işgal etmiş, bazı başkaları (özellikle Narsay'ın
kendisi) Nusaybin akademisinde ders vermiş ve bu okula İran sınırlarının çok ötesine
uzanan bir ün kazandırmıştı. Bundan sonra Nasturilik, İran Hıristiyan kilisesinin
resmi doktrini haline geldi. Nusaybin'deki akademinin propagandasını Roma İmparatorluğunun
içlerine kadar yaydığına Efesli monofizitçi tarihçi Yuhanna da tanık olmuştur.37
Urfa akademisinin kapatılarak Nusaybin'deki akademinin tekrar yükselişe geçmesi
hususu Erbil vakayinamesinde şöyle hikaye edilir:

"Mar Hibay (Urfa piskoposu İbas) Urfa okulunda sürekli olarak doğruyu öğretiyordu.
Ölümünden sonra (457) sahtekarın müritleri birleştiler ve bütün Persli öğrencileri
kentten dışarı sürdüler. Onlar da yurtlarına döndüler ve şeytanın saldırısı karşısında
geri çekilmemek için çok sayıda okul kurdular. Nusaybinli Barşawmo, ünlü öğretmen
Narsay'ı evinde misafir etti ve biraderlerin eğitimi için Nusaybin'de büyük bir
okul kurdu ve sürekli olarak öğretmenler ve çocuklar burada eğitim gördü."38

Bu metinde de hikaye edildiği gibi, Urfa'daki akademisinden ayrılıp Nusaybin'e
giden ve orada Perslerin manastırına yerleşen Mar Narsay, Barşawmo tarafından iyi
karşılandı, kendisiyle birkaç gün geçirdikten sonra, ondan Nusaybin'de kendi yanına
yerleşmesini ve burada uygun görürse bir akademi kurmasını rica etti, kendisini
destekleyeceğine söz verdi. Barşawmo ona şöyle dedi:

"Kardeşim, sanmıyorum ki senin Urfa'dan ayrılman ve kurulun dağılması bir rastlantı
olsun; tam tersine bu Tanrı'nın isteğiyle olmuştur. Bana göre, Urfa akademisinin
dağılması Havarilerin Kudüs'ten dağılması gibidir. Öğüdüme kulak verip burada yerleşirsen,
tüm ülkeye büyük yararın dokunacak; çünkü tüm Pers ülkesinde senin amaçlarına bu
kentten daha uygun bir kent bulamazsın. Burası önemli bir kenttir. İki imparatorluğun
arasında bulunduğu için buraya her taraftan insan akabilir. İnsanlar burada bir
okulun var olduğunu, hele onu senin yönettiğini haber alınca buraya akın edeceklerdir.
Barşawmo Narsay'ın zihnini yatıştırdı. Narsay, kendisine öğütlenen şeyi yapmaya
(Nusaybin'de bir akademi kurmaya) razı oldu ve hemen bir akademi için gerekli her
şeyin hazırlanmasını buyurdu."39

Bar-Habşobo'nun akademinin ikinci kuruluşundan sonraki gözlemleri ise şöyledir:

"Akademi birçok öğrenciyi çekti; buraya Persler, Süryaniler ve çevre ülkelerin
insanları gelmekle kalmadı, Urfa akademisi'nin öğrencilerinin çoğu da geldi ve bu,
Tanrı'nın şanını yüceltmek için oldu. Bundan dolayı Pers ülkesinde akademiler gelişti
ve Urfa akademisi çökerken Nusaybin akademisi yükseldi. Romalıların imparatorluğunu
sapkınlık sardı, ama Perslerinki Tanrı korkusuyla doldu.40

Urfa'daki akademinin kapatılmasıyla birlikte Narsay da dahil Süryanilerin bir
kısmı Nastur'un felsefesini benimsediler. Bu olay Süryani kilisesinin ikiye bölünmesine
yol açtı. Pers imparatorluğunun hudutları içerisinde kalan Süryanilere Doğu Süryanileri
ve Roma sınırları içerisinde kalanlara da Batı Süryanileri denildi.41 Erbil vakayinamesi,
ikinci kuruluştan sonraki süreç hakkında da bilgi verir. Mopsestiyalı Teodor'un
öğretisinden hiç sapmadan bütün tanrısal kitapları yorumlayan Narsay'ın yanına bölgeden
çok sayıda öğrenci gider ki Adiyebenos piskoposu olan Yusuf da bu giden öğrenciler
arasındadır.42 Vakayiname o dönemdeki Hz. İsa'nın doğası hususunda ortaya çıkan
ikiliğe de dikkat çekerek şu bilgileri verir:

"O tarihlerde tanrının kilisesi ikiye ayrılmıştı. Batı kilisesi tek doğayı öğretiyordu
ve tanrısallık kavramını, bu kavrama ve doğasına ters gelen şeyler için kullanıyordu.
Doğu ise iki doğalı tek bir insan öğretisini kabul etmişti."43

Kutsal kitabın doğru okunmasıyla ilgili Urfa akademisinde keşfedilen sistem Nusaybin
akademisinde de Narsay tarafından uygulanmaya sokulmuştu. Bu okulun öğretmenlerinden
olan Ahvazlı Yusuf, eski Urfa sistemini biraz değiştirerek yeni noktalar ve aksanlar
ekledi. Nusaybin yakınlarındaki Bet Şehak'ta bir akademinin kurucusu olan Sabroway
VII. yüzyılda doğunun monofizitçilerine bu sistemi tanıttı. Ayrıca akademide din
ilimlerinden başka Hipokrat ve Galen'in tıp kitaplarıyla Aristo mantığının bazı
bölümleri de okutuluyordu.44 Bundan başka akademide, bir din çerçevesi içinde, inanç
yerine bilgiyi esas alan ve araştırmaya dayalı bilgelik yerine hakikate dayalı bilgeliği
geçiren bir görüşü savunan gnostik inanç ve öğretilere ağırlıklı bir şekilde yer
veren akımlar mevcuttu.45

VI. yüzyılın başlarında, okulun tefsircisi Quzbolu İlyas (Elisoc) ve yerine Mar
Abraham geldi. Mar Abraham öğrencileri büyük bir dikkatle yönetti. Bu arada okulun
dilbilgisi ve İncil öğretmenleri toplandılar ve bu toplantıda özellikle ekonomiye
ilişkin dinsel yasalar ele alındı.46 Abraham Doğu Hıristiyan dünyasının bu yüksek
okulunda 509-569 yılları arasındaki uzun zaman dilimi içerisinde liderlik yaptı.47
Akademinin idari yapısından bahsedecek olursak, Süryanilerin geleneklerine titizlikle
bağlı olmaları, özgünlükten yoksun eski örneklere önem vermelerinden yola çıkarak
Nusaybin akademisinin yönetmelik ve tüzüklerinin Urfa akademisinin yakın bir taklidi
olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Nusaybin akademisinin ikinci kurucusu Barşawmo ve
kendisinin akademiye ilk müdür olarak atadığı Narsay, Urfa akademisinin eski öğrencilerindendi.48
Nusaybin akademisi, şüphesiz sadece Edessa'daki Hıristiyan akademiyi değil, aynı
zamanda Nusaybin'deki Yahudi akademiyi de örnek almaktaydı.49 Öğretmen Narsay ve
Nusaybin piskoposu Barsawmo, okula yeni kanunlar getirmişler, MS. 496 yılında Barsawmo'nun
yerine geçen II. Mor Huşoh, bu kanunları daha da genişletmiş ve onun döneminde okul
yalnız doğuda değil, Roma imparatorluğunda ve Afrika'da bile büyük bir şöhret kazanmıştır.
Okulun kanunları yürürlüğe girmesinden ve disiplinli bir şekilde uygulanmasından
dolayı herkesin hayranlığını kazandı.50 Daha tatmin edici olarak, Nusaybin Okulu'nun
496'da yayınlanan yönetmeliği elimizde mevcuttur. Söylendiğine göre, bu dönemde
okulun öğrenci mevcudu sekiz yüze yaklaşmıştır. İdare ve disiplinle ilgili konular
müdür (Rabban) ve onun meslektaşları tarafından okulun vekilharcına (Rabbaita) havale
edilmekteydi. Ders veren hocaların ticaretle veya el sanatlarıyla uğraşmalarına
ya da hocalık görevlerini aksatmalarına izin yoktu. Öğrenciler bir giriş sınavına
girmek zorundaydılar. Öğrenim süresi üç yıldı. Okul yatılıydı ve öğrencilere ancak
okulun yurdunda kalma imkanı olmadığı zaman şehirde yaşama izni verilmekteydi. Horozların
ötüşüyle başlayan ve akşam şarkılarının söylenmesiyle sona eren derslere devam mecburiydi.

Yıllık tatil Ağustos'tan Ekim'e kadardı ve bu dönem zarfında öğrencilerin şüphesiz
şehirde oturanlara rakip olmamaları için ancak Nusaybin dışında ücretli bir işte
çalışmalarına müsaade edilirdi. Öğrenciler evli olmamak zorundaydılar. Disiplin
katıydı ve ihlaller okuldan atılmakla cezalandırılırdı. Öğrencilerin meyhaneye gitmeleri
ve açık havada şarap partilerine katılmaları, dünyevi kitaplar okumaları, dilencilik
yapmaları veya görünüşlerinde itinasız olmaları yasaktı. Mümkün olduğunca öğrencilerin
Bizans topraklarına geçme konusundaki hevesleri kırılmaya çalışılırdı.51 Öğrencilerin
şehirde hekimlerle birlikte oturmaları ve acil durumlar dışında eğitime ara vermeleri
yasaktı.52 VII. yüzyıla kadar parlak bir devre geçiren bu akademi, IX. asırda çöktü
ve devamı olarak Bağdat'ta yeni bir Nasturi medresesi açıldı.53

İslam öncesi Nusaybin Akademisi'nde görev yapan bilginler başta olmak üzere Nusaybinli
Mar Yakub (MS. ?-338), Aziz Afreim (306-373), Narsay (399-502), Barsawmo, Ahvazlı
Yusuf ve Hanana'yı sayabiliriz.

Nusaybin'in İslam fatihlerince alınması sonrasında ise ilmi faaliyetler durmamıştır.
Nusaybin'in ilim ve kültür alanındaki önü alınmaz hızı, İslam döneminde daha da
artarak devam etti. Müslümanlar Mısır, Suriye ve Güneydoğu Anadolu'yu fethettikleri
zaman eski kültürlerle karşı karşıya gelmişlerdi. Bu çerçevede Antakya ve Urfa akademilerinde
olduğu gibi Nusaybin akademisindeki kültürel kalıntılarla da ilgilendiler.54 Öncelikle,
Şam ve İskenderiye'den başka felsefe eğitimi veren Nusaybin medresesi, Emeviler
döneminde varlığını aynen korudu ve burada pozitif bilimler eski yöntemlere dayanarak
öğretildi.55 Emevilerin son dönemi ile Abbasilerin ilk devirlerine kadarki süreçte,
düşünce hayatındaki hürriyet henüz kayıt altına alınmadığından dini ve felsefi fikirlerin
beşiği olan Mezopotamya'da metafizik meseleleri serbestçe tartışılabiliyordu.56
Abbasi devleti döneminde de şehzadelerden Vasiki ve diğer bazı şehzadelerin, Nusaybin'de
hatiplik yapmış olması Abbasiler'in bir ilim şehri olarak bu kente atfettikleri
önemi göstermesi açısından anlamlıdır.57

İslam dönemine gelince, bu dönemde şehirdeki ilim ve eğitim faaliyetleri medreselerin
inşasıyla devam etmiş, buradaki eğitimin aksamadan sürdürülmesi için de bu medreselere
vakıflar tahsis edilmişti. Kaynaklar, Eyyubiler döneminde de, Nusaybin'de iki medresenin
varlığından söz ediyor. Kentte, ünlü devlet adamlarının medreseler inşa ettiğini
görüyoruz. Mesela, Nureddin'in ve Selahaddin'in başkadısı olup İbn Kesir'in künyesini,
Kemaleddin Muhammed b. Abdullah b. Kasım Ebu'l Fadıl (öl. 572) olarak verdiği kişi
Musul ve Nusaybin'de birer medrese inşa ettirmişti.58 İbnu'l Adim'in verdiği bilgiye
göre, Zengi Nusaybin kentinde Hanifi öğretisini esas alan bir medrese inşa ettirmiştir.59

XII. yüzyılda şehri gezmiş olan İbn Cübeyr ve XIV. asır seyyahı olan İbn Battuta
şehirde iki medresenin varlığından söz eder.60 Osmanlı fethinden sonraki dönemlerde
de ilim faaliyetlerine devam edildi. 1549 yılında kentin Beriye ağzı muhafızlığına
tayin olunan Hacı Şahkulu Bey burada bir mescid ve medrese yaptırarak buraya evkaf
tahsis etti.61 İlme ve ilim adamına verilen bu değer neticesinde, Nusaybin şehrinde
İslam döneminde birçok şair, edip ve ilim adamları yetişmiş, bunların bazıları ünlü
devlet adamlarının saraylarında ikamet etmişlerdir. Bunlardan en önemlileri arasında
şunları sayabiliriz.

1. Selman-i Pak (Selman-i Farisi)

Hz. Muhammed'in berberliğini yaptığı söylenen ve esasen Isfehanlı bir Mecusi
olup İran'da iken kiliseye giderek Hıristiyan olan bu kişi, daha sonra Anadolu'ya
geçip kiliselerde hizmet etti. Gençlik yıllarının bir bölümünü Nusaybin'de bir kilise
papazının yanında geçirdiği söylenmektedir. Daha sonraları Şam'a, oradan da Medine'ye
geçti. Rivayete göre, bir Yahudi'nin elinde bir köle bulunduğu sırada Hz. Muhammed
ile karşılaşır ve Yahudi'den satın alınarak serbest bırakılır, sonradan da Peygamberimizin
berberliğini yapmaya başlar. Resulullah'ın huzurunda ve sohbetinde kemale erer.
Hz. Ömer zamanında yüksek makamlara getirilir.62

2. Hibetullah İbn Talha (öl. H. 652)

İbn Kesir'in Ebu Şame'den nakil ile alim ve fazıl bir zat olarak nitelediği Şeyh
Kemaleddin adıyla da bilinen bu kişi, bir ara Nusaybin'de kadılık görevini yerine
getirdi. Buradan Halep'e gitti ve vefatına kadar orada kaldı.63 Şeyh Kemaleddin'den,
Ikdu'l Cum'an'ın müellifi Bedreddin Ayni de bahsediyor ve künyesini Ahmed b. Hibetullah
İbn Talha olarak veriyor. Nusaybin kadılığına getirilmeden önce Dımaşk'ta hatiplik
yapmıştı.64

3. Şeyh Ebu'l-Yakzan El-Esvedu'l-Cesed el-Ebyadu'l Kebid

XII. asır sonlarında (H. 580/M. 1184) Nusaybin'e gelen ünlü gezgin İbn Cübeyr,
bu tarihte Nusaybin'de yaşayan alimlerden Ebu'l Yakzan'dan bahsediyor:

"Caminin kuzeyindeki zaviyelerden birinde, Allah'ın kalplerini imanla aydınlattığı
evliyadan ve zamanımızda yaşayan güzelliklerden biri olan, hakkında anlatılanlarla
ünlü, keramet sahibi ibadet ve zühtten bir deri bir kemik kalmış, kulluk yolunda
yaşlanmış, elinin emeği ile yetinen, bugünkü azığından yarına saklamayan Şeyh Ebu'l-Yakzan
El-Esvedu'l-Cesed el-Ebyadu'l Kebid yaşamakta. Rebiülevvel ayının ilk günü Salı
akşamı onunla görüşme mutluluğuna kavuştuk. Kendisiyle görüşmeyi nasip ettiği için
Allah'a şükrettik. Umarım Allah duasının bereketini gösterir. O işiten ve karşılık
verendir. Kendinden başka Tanrı yoktur."65

4. Ebu'l Ferec Abdulvahid b. Nasr b. Muhammed al-Harumi

İbn Hallikan'ın Vefayatu'l Ayan adlı eserinde, Sa'libi'den nakil ile Nusaybinli
bir Arap şairi olarak kaydettiği ve kendisinden Bebbeğa olarak bahsedilen bu kişi,
Seyfüddevle'nin sarayında ikamet etmiş, onun ölümünden sonra da Musul ve Bağdad'da
yaşamıştı. Şairlikte, çağdaşı meşhur Mütenebbi kadar olmasa da Bebbeğa'ya zamanın
en parlak zekalarından biri olarak bakılırdı. Methiyelerinde büyük bir muvaffakiyet
görülür, şiirlerinde ise daha sönük olmak üzere her neviden şiir yazdı.66

5. İzz ed Darir

Nusaybinli olup felsefe ile uğraşmış olan İzz ed Darir'den de burada söz etmek
gerekir. İbn Kesir'in hoş olmayan sözlerle yad ettiği bu kişi, yine onun yazdığına
göre, zimmilere diğer başkalarına ders vermekte olup Ebu'l Ala el-Maarri'ye benzemekteydi.67

6. Ali b. Muhammed b. Hasan b. Yusuf b. Yahya

Nusaybin'de doğmuş bir başka şair olan bu kişiden Şakir el-Kutbi'nin, Fevatu'l
Vefayat'ında belirttiğine göre, Eyyubi meliki Melik Eşref Musa'nın, bir berad gönderdiği
bahsedilir. Bu şairin Divan-ı Sağir diye adlandırılan bir divanı vardı ve Nusaybin
şehrinde ikamet ediyordu, hendese ilmi ile de meşgul olan bu zat H. 619 senesinde
burada vefat etti.68

7. Bişr b. Yahya b. Ali el-Kayyi en-Nesebi

Yakut, Mu'cemu'l Udeba, İbn Nedim'in de Fihrist adı eserlerinde Nusaybinli olduğunu
kaydettikleri bu edipten bahsediyor. Künyesi Bişr b. Yahya b. Ali el-Kayyi en-Nesebi
olarak verilen bu kişi, mühim bir şair ve edip idi. Muhammed İbn İshak kitabında
ondan bahsediyor.69

8. Hasan b. Muhammed b. Ahmed b. Neca

Ayni'nin Ikdu'l Cum'an'ında kendisinden Sufi diye bahsettiği ve Nusaybinli olduğunu
söylediği bu kişi aynı müellifin ifadesine göre, eski ilimlerden birçoğu ile uğraşmıştır.70

9. Ebu Salim Nasibi (Muhammed b. Talha) (1186-1254)

Şafii fıkıh usul ve hadis alimi olup Kemaleddin lakabıyla anılan bu kişinin Nusaybin
ile ilgisi burada kadılık yapmasından kaynaklanır. Bilahare, kendisine vezirlik
teklif edilmesine rağmen bunu reddedip mazur görülmesini istedi. Çok mal mülk sahibi
olmasına rağmen bunlara hiç itibar etmeyip züht yolunu tuttu. Geride bıraktığı eserler
şunlardır: el-Ikdu'l Ferdi li'l Melik üs-Said -ed-Dürr'ül Munazzam fi Sirri'l A'zamTahsinu'l
Meram – Tahsinü'l Meram fi Tafdil üs Selati ale's Siyam – el-Cifrü'l Cami've Nuru'l
Lami' – Nefaisü'l Anasırli Mecalisü'l Melik Nasır fi Ahlak ve's Saltanat ve'ş Şeraiti.71

10. Nesimi

Bazı kaynaklarda, doğruluğu tartışılır olsa da, XIV. yüzyılda yaşamış olup klasik
İslam anlayışına aykırı görüşleri ile tanınmış olan insan yüzünün Allah'ın aynası
olduğu şeklindeki farklı görüşleri sebebiyle derisi yüzülerek öldürülmüş olan şair
Nesimi'nin de Nusaybinli olduğuna dair rivayetler yer alır.72

Sonuç olarak Güneydoğu Anadolu'nun kültürünü meydana getiren ana unsurun ilim
ve din olduğu şüphe götürmez bir hakikattir. Bölgedeki binlerce tarihi kalıntı,
efsane ve bölgede yetişen ilim adamlarının eserleri bunu ispatlamaktadır. Bölgenin
tekrar ayağa kalkması da ancak bu hususların tekrar inşasıyla olabilir.

Öz

Güneydoğu Anadolu Bölgesi medeniyet tarihi açısından önem arz eden bir yerleşim
alanıdır. Güneydoğu Anadolu'nun kültürünü meydana getiren ana unsurun ilim ve din
olduğu şüphe götürmez bir hakikattir. Bölgedeki binlerce tarihi kalıntı, efsane
ve bölgede yetişen ilim adamlarının eserleri bunu ispatlamaktadır. Bölgenin tekrar
ayağa kalkması da ancak bu hususların tekrar inşasıyla olabilir. Bu çalışma Güneydoğu
Anadolu'nun medeniyet tarihi açısından önemini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Güneydoğu Anadolu, medeniyet tarihi, kültür, ilim, din, Urfa
Akademisi, Harran Okulu, Cundişapur Okulu, Nusaybin Akademisi

Abstract

The South-Eastern Anatolia is a very significant settlement in the history of
civilization. It is a doubtless reality that the main elements in the composition
of the South-eastern Anatolian culture have been religion and science. Thousands
of historical ruins, legends and the works of scholars educated in this region prove
this fact. The revical of this regiou could only be possible after the reconstruction
of these three qualities. This study aims to emphasize the significance of South-Eastern
Anatolia in the history of civilization.

Key Words: South-Eastern Anatolia, history of civilization, culture, science,
religion, the Academy of Edessa, the Harran School, the Cundishaper School, the
Academy of Nisibi

Dipnotlar:

1. Geniş b,ilgi için bkz. Abdullah Ekinci; Müze Şehir Urfa, Ankara
2006.

2. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara 1940, s. 10-11.

3. William P. Cheshire, "Twins of Terebinth: The Ethical Orijins of The Hospital
in the Juedo-Christian Tradition", Ethics-Medicine, 19:3, 2003, s. 150.

4. Nihat Keklik, Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı, I-II, İstanbul 1969, s. 19-20.

5. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s. 138-139,146-148; Hayes, Urfa Akademisi,
s. 11,133,152,225-226.

6. Mehmet Bayraktar, s. 39.

7. S. Kemal Sandıkçı, s. 306.

8. S. Kemal Sandıkçı, s. 306.

9. Ahmet Hulusi Köker, "Sabit b. Kurra'nın Hayatı" Gevher Nesibe Sultan Anısına
Düzenlenen Harran Üniversitesinin Bilimsel Temelleri, Harranlı Bilim Adamları Kongresi
Tebliğleri, Kayseri 1995, s. 37.

10. Şinasi Gündüz, agm, s. 82; Seleucid Hanedanı ve Büyük İskender'in istilası
için bkz. Fikret Işıltan, s. 12-21.

11. Mehmet Bayraktar, s. 40.

12. Y. Kumeyr, İslam Felsefesinin Kaynakları, çev. F. Olguner, İstanbul 1976,
s. 166.

13. Mehmet Bayraktar, s. 40.

14. Phillip Hitti, II, s. 349; Mehmet Bayraktar, s. 32.

15. Aynur Özfırat, s. 14.

16. Ramazan Şeşen, s. 12; Ahmet Ağırakça, s. 99.

17. Ahmet Hulusi Köker, "Sabit bin Kurra'nın Hayatı" Gevher Nesibe Sultan Anısına
düzenlenen Harran Üniversitesi'nin Bilimsel Temelleri, Harranlı Bilim Adamları Kongresi
Tebliğleri, Kayseri 1995, s. 37.

18. Cavit Sunar, s. 43.

19. S. Mihail, s. 166; T. J. Boer, s. 12.

20. H. Dursun Yıldız, s. 454-455; Ramazan Şeşen, s. 52-53.

21. Ramazan Şeşen, s. 59.

22. Necati Avcı, s. 109.

23. S. Kemal Sandıkçı, s. 306.

24. Y. Kumeyr, s. 167-169.

25. İsmet Zeki Eyyuboğlu, "Harran Okulu" YA., 10, İstanbul 1984, s. 7433.

26. Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, II, İstanbul 1971. s. 47; S. Kemal
Sandıkçı. İlk Üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis, Ankara 1991. s. 301.

27. S. Kemal Sandıkçı, s. 301.

28. T.J. De Boer, İslam'da Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, İstanbul 2001,
s. 34-35.

29. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s. 148; Dickens, "The Church of The East",
Fides et Historia, XXXII, no. 2, s. 109.

30. O'leary, İslam Düşüncesi, s. 17; Segal, Edessa, s. 112.

31. Segal, Edessa, s. 112.

32. Segal, Edessa, s. 187.

33. Bu konuda şu makalelere bakılabilir. Samir Johna, "The Assyrians and Their
Role in The History of Medicine", The American Surgeon, Ekim 2002, 68, s. 927; amlf.,
"The Roots of Modern Medical Schools", s. 627.

34. Mateos, Vekayiname, s. 25, not 73.

35. Hayes, Urfa Akademisi, s. 133, 152; Çevik, "agm", s. 2; Akyüz, Nusaybin Okulu,
s. 24-25.

36. Hayes, Urfa Akademisi, s. 11.

37. Hayes, Urfa Akademisi, s. 239; Işıltan, Urfa Bölgesi, s. 27; Segal, Edessa,
s. 140; O'leary, İslam Düşüncesi, s. 24; Aydın vd., Mardin, s. 64; Akyüz, Nusaybin
Akademisi, s. 27-28; Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, Ankara, 1997, s.
34; Çevik, "agm", s. 2.

38. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s.138-139; Hayes, Urfa Akademisi, s. 225-226.

39. Hayes, Urfa Akademisi, s. 225-226; Bayraktar, İslam Felsefesi, s. 34.

40. Hayes, Urfa Akademisi, s. 226.

41. Akyüz, Nusaybin Akademisi, s. 28.

42. Erbil vekayinamesini çeviren Alfons Mingara, Nusaybin'deki akademiye gösterdiği
yoğun ilgisinden yola çıkarak Mşiha Zha'nın da bu akademiden mezun olduğu olasılığı
üzerinde durur. Bkz. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s. 14, not 59.

43. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s.138-139.

44. Hayes, Urfa Akademisi, s. 161, 252; Bayraktar, İslam Felsefesi, s. 34.

45. Abdullah Ekinci, "Ortadoğu'da Ortaya Çıkan Heterodoks Akımların Tarihsel
Arka Planı", TÜRDAV, Sayı 141, Aralık 2002, s. 7-8. Gnostizm hakkında daha fazla
bilgi için bkz. Ekinci, Karmatiler, s. 38-41.

46. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s. 146-147.

47. Mşiha Zha, Erbil Vekayinamesi, s. 13.

48. Hayes, Urfa Akademisi, s. 16, 164.

49. Segal, Edessa, s. 201, not 92.

50. Akyüz, Nusaybin Akademisi, s. 29-30.

51. Segal, Edessa, 201; Yamauchi, "God And Shah", s. 92; Akyüz, Nusaybin Okulu,
s. 31-32.

52. Segal, Edessa, s. 187; Akyüz, Nusaybin Okulu, s. 32.

53. Bayraktar, İslam Felsefesi, s. 34; Aydın vd., Mardin, s. 64, not. 54.

54. İ. Agah Çubukçu, İslam Düşünürleri, Ankara, 1977, s. 7.

55. O'leary, İslam Düşüncesi, s. 26-27; İrfan Aycan, Mahfuz Söylemez, Ramazan
Atınay, Fatih Erkoçoğlu, Nizameddin Parlak, Emeviler Dönemi Bilim Kültür ve Sanat
Hayatı, s. 72.

56. Günaltay, "Selçuklular Horasan'a İndiklerinde İslam Dünyası", Belleten, VII,
s. 68; Barthold, İslam Medeniyeti, s. 128-129.

57. Mez, İslam Medeniyeti, s. 187-188.

58. İbn Kesir, el-Bidaye, XII, s. 521; Bazı kaynaklara nazaran Nusaybin'de iki
medrese inşa ettirdi Krş. Şeşen, Salahaddin ve Devlet, s. 328, 352.

59. İbnu'l Adim, Buğyatu't Taleb, s. 295.

60. İbn Cübeyr, Endülüs'ten Kutsal Topraklara, s. 175; İbn Battuta, Seyehatname,
s. 337; Abdülgani Efendi, Mardin Tarihi, s. 171; Aydın vd., Mardin, s. 103; Çevik,
"agm", s. 8.

61. Göyünç, Mardin Sancağı, s. 58-59.

62. Tarihin Tanığı Nusaybin, s. 107.

63. İbn Kesir, el-Bidaye, XIII, s. 342-343.

64. Ayni, Ikdu'l Cum'an, I, s. 94.

65. İbn Cübeyr, Endülüs'ten Kutsal Topraklara, s. 175-176.

66. İbn Hallikan, Vefayatu'l Ayan, III, s. 199; J. Hell, "Bebbega", İA., II,
Eskişehir, 1997, s. 431.

67. İbn Kesir, el-Bidaye, XIII, s. 411.

68. Şakir el-Kutbi, Fevatu'l Vafayat, III, s. 66.

69. Yakut, Mu'cemu'l Üdeba Fi Aşri Cuzea, (Basım yeri yok), 1980, s. 75; İbn
Nedim, Fihrist, Kahire, ts., s. 219.

70. Ayni, Ikdu'l Cum'an, I, s. 338.

71. İslam Alimleri Ansiklopedisi, VIII, s. 246-247.

72. İ. Agah Çubukçu, Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri, Ankara, 1986,
s. 172.