The Problem in the South-Eastern Area is a Problem of Democracy
Güneydoğu'daki sorunu nasıl tanımlayabiliriz? Bu soruna bir ad koymak
gerekirse bu sorunun adı nedir? Bu Güneydoğu sorunu mudur, terör sorunu mudur, Kürt
sorunu mudur, insan hakları sorunu mudur? Bu sorunun temelinde yatan nedenler sizce
nelerdir?
Tek bir tanımın bu sorunu açıklamaya yeteceği kanısında değilim. Her şeyden önce
bir bölgesel sorun boyutu da var diyelim. Bu sorunun çok çeşitli boyutları var.
Bana göre en kapsayıcı ifade Türkiye'nin demokrasi sorunu olurdu. Devletin yapılanması
ya da demokrasi sorunu; genel olarak bir demokrasi sorunu olarak tanımlanabilir.
Çeşitli açılardan, mesela bir bölge sorunu olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü gelişmişlik
bakımından bölgenin özel bir durumunun da olduğunu görüyoruz. Ekonomik açısından,
insani gelişme parametreleri açısından bölgede ciddi bir sorun olduğunu biliyoruz.
Terör sorunu ya da şiddet boyutu sorunu da var. Daha genel olarak şiddet, daha özel
bir boyut olarak da terör sorunu niteliği de taşımaktadır. Özellikle 1984'ten bu
yana silahlı bir Kürt hareketinin ortaya çıkmasıyla bu sorun aynı zamanda bir şiddet
ve terör boyutu da içermeye başlamıştır.
Bu geri kalmışlık sorunu ortadan kaldırılsaydı, insanlar daha iyi şartlar altında
yaşıyor olsalardı terör sorunu olmayabilir miydi?
Bu sorunuza cevap vereceğim. Kuşkusuz bunun bir Kürt sorunu boyutu vardır. Kürt
sorunu dediğiniz zaman da bunu doğrudan bir etnik sorun olduğunu kastetmiyorum.
Bunun bir kültürel kimlik sorunu olduğunu anlatmaya çalışıyorum. "Kürt sorunu" terimi,
bana bu sorunun aynı zamanda bir kültürel kimlik sorunu olduğunu da anlatıyor. Bu
boyutu görmezden gelmek, sadece diğer boyutlara odaklanmak sorunu çok eksik biçimde
ele almak olacaktır. Son dönemlerdeki anketlerde de görüldüğü gibi, Kürtlerin bir
kimlik sorunu var ve bu kimlikle ilgili haklar konusunda açık talepleri var. Bu
durumda sorunun Kürt sorunu olmadığını söylemek bu boyutu gözden kaçırmak sonucunu
doğuracaktır. Kürtlerin kendi kimliklerini yaşama ve geliştirme konusunda ihtiyaç
duydukları haklardan yoksun olmaları sorunun bir boyutudur. Nasıl bakarsak bakalım,
fark etmez, sonuçta bu kültürel bir kimlik sorunudur. "Onlar etnik bir grup olarak
bir sorun kaynağıdır" şeklinde anlamamak lazım "Kürt sorunu" terimini. Kürt sorunu
dediğiniz zaman Kürtlerin varlıklarını ve kimliklerini yaşama ve geliştirme konusunda
ihtiyaç duydukları haklardan yoksun olmalarıdır.
Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne baktığımızda bu yoksunluk çeşitli şekillerde
ortaya çıkmıştır. Çeşitli stratejilerle bir şekilde yaşama geçirilmiştir; varlığın
inkarından başlayabiliriz. Böyle bir gurubun var olmadığını işleyen tezler, Kürtlerin
inkarı veya Türk olarak tanımlanması şeklinde.
Bu stratejiler ulus devlet yapılanmasının bir sonucu mudur?
Hiç kuşkusuz öyledir; yani ulus devletin oluşum şekliyle, Türkiye'deki ulus devletin
yapılanmasıyla doğrudan bağlantılıdır, diyelim. Genel olarak ulus devletlerde homojen
bir millet yaratma stratejisi vardır. Ulus devletlerin hepsinde çeşitli şekillerde
rastlanan bir yaklaşımdır; ama her ülkede farklı şekillerde uygulanmıştır bu. Türkiye'de
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana izlenen politikalarda da, Kürtler -Türklerden
sonra en büyük, en geniş farklı grubu oluşturdukları için- özel politikalara, uygulamalara
maruz kalmışlardır. Bunu Kürtler açısından en uç, en yaralayıcı şekli varlıklarının
inkarı olmuştur. Varlıklarının tanınması ya da inkar edilmesinden vazgeçilmesinden
sonra da sorun çözülmemiştir. Çünkü sadece varlığını tanımakta yetmiyor. Varlığını
yaşaması için gerekli olan vazgeçilmez hakları da tanımanız gerekiyor bu sorunu
çözebilmeniz için. Yani, meseleye bütün boyutlarıyla bir bütün olarak bakmak lazımdır.
Güneydoğu sorunu dediğimiz zaman hem bir ekonomik sorun kastediyoruz, şiddet ve
terör sorunu da vardır diyoruz, bunu da görmek gerekiyor. Bunun aynı zamanda bir
kimlik sorunu olduğunu da söylüyoruz. Bütün bu eksiklikleri ortaya çıkaranın da
genel olarak da bir demokrasi sorunu olduğunu söylüyoruz. Hepsini çerçeveleyen,
kuşatan demokrasi sorunudur.
Demokrasi sorunu, demokrasi eksikliği, sorunların demokratik mekanizmalarla barışçı
yollardan dile getirilmesi konusunda da ciddi sıkıntılar meydana getirir. Ya da
tersinden şöyle söyleyebilirim. İnsanların taleplerini ve huzursuzluklarını barışçıl,
yasal kanallardan ifade etme imkanları arttıkça şiddete başvurma ihtiyacı da, şiddetin
kitleselleşmesi ihtimali de çok büyük ölçüde düşer. Dünyada çeşitli tecrübeler bunu
kanıtlamıştır. Siyaset bilimi alanındaki çeşitli çalışmalarla bu tez çok inandırıcı
bir şekilde işlenmiştir. Şunu da söyleyeyim: Ekonomik sorun dediğiniz zaman sorunu
görmek ve teşhis etmek çözüm için de en önemli adımı atmak demektir. Şiddet sorunu,
ya da terör sorunu dediğiniz zaman orada da nasıl adım atacağınızın başlangıcını
yapmış sayılırsınız. Kürt sorunu için de böyledir. Teşhis çözüm için çok önemli
bir adımdır. Ama her teşhiste herkesin aynı çözüm stratejini çıkarmasını da beklemek
mümkün değildir. Buna kimlik sorunu dediğiniz zaman bazıları bu kimliğin bastırılmaya
devam edilmesini ve homojen bir toplum yaratılması isteğini de bir sonuç olarak
çıkarabilirler. Şiddet ve terör sorunu dediğiniz zaman bunun sadece asayiş ve güvenlik
sorunu olduğu sonucunu; dolayısıyla yalnızca asayiş teknikleriyle, polisiye ve askeri
tedbirlerle çözülebileceğini söylerler. Ben böyle görmüyorum. Eğer ortada bir şiddet
ve terör sorunu varsa insanları şiddet kullanmaya yönelten nedenleri ortadan kaldırmak
gerektiğini düşünüyorum. Şu anda elinde silahla eylem yapmak üzere bir yerlerde
dolaşan insanların da şiddetten uzaklaştırılmasını sağlayacak siyasal ve hukuksal
yöntemlerin çıkarılması, alınması gerektiği sonucunu çıkarıyorum bundan.
Siz demokratikleşme sürecinin dışında bu meselenin temel anlamda çözülemeyeceğini
savunuyorsunuz.
Kuşkusuz.
AB son zamanlarda bu konuya müdahil oldu. AB süreci bu sorunu nasıl etkiler?
İki türlü bakmak lazım. Dış aktörlerin bu tür sorunlara, içerde kimlik eksenli
siyasal sorunlara müdahaleleri her zaman istenen olumlu sonucu ya da arzu edilen
olumlu sonucu doğurmayabiliyor. Tersine bir kutuplaşma nedeni olabiliyor. İçerde
bir dış düşman iç düşman bağlantısı üzerine bir tahrik söylemini teşvik edebiliyor.
Ama AB'yi bu soruna müdahale eden bir dış aktör gibi görmek yerine, AB'ye tam üyelik
sürecini bir şans olarak değerlendirmeyi öneriyorum. Dolayısıyla bir kurumun dışarıdan
müdahalesi gibi değil, bilvesileyle demokratikleşme ve sorunu siyasal yollarla çözme
fırsatı olarak değerlendiriyorum. Çünkü sorunu bir bütün olarak demokratikleşme
sorunu olarak adlandırıyorum.
Şiddetin varlığı, çatışmaların olması, varlığı şiddet üzerinden beslenen yapıları
daha da güçlendirir ve bunların iktidar konumunu pekiştirir. Türkiye'de Silahlı
Kuvvetlerle de bağlantılı olarak tartışılan bir çok konunun da doğrudan Kürt sorunu
ile ilişkili olduğunu düşünüyorum.
Ne gibi?
Örneğin, bu çatışmalar biter ya da bu sorun PKK gibi marjinal bir örgüt haline
dönüşebilirse demokratikleşme sürecinde, ordunun iç politikadaki ağırlığı da azalacaktır.
Cumhuriyetin başından bu yana bölgeyle ilgili problemlerin aşılamamasının nedenleri
arasında dini dışlayan politikalar olabilir mi? Dinin bölge için önemi nedir?
Dinin bölge için önemini Türkiye'deki diğer bölgelerden farklı görmüyorum. Yani
dinin bölgedeki sorunun ortaya çıkışında veya sorunun çözülememesinde özel bir rol
oynadığını düşünmüyorum. Dinle ilgili sorunlar Türkiye'de sadece Güneydoğu'ya özgü
bir sorun değildir. Dinle ilgili, dinsel kimlikle ilgili sorunlar sadece bölgeye
özgü değildir. Bunun Türkiye'de genel olarak sorunun bir parçası gibi algılanması
gerektiğini düşünüyorum. Burada belirleyici olanın din değil, kültürel veya milli
kimlik olduğunu düşünüyorum.
Bediüzzaman'ın bölgenin sosyo-kültürel yapısını da dikkate alarak önerdiği, din
ve fen ilimlerinin kaynaştırıldığı bir üniversite projesi var. Bu tür projeleri
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu kadar söyleyeyim. Bizim tarihimizde mevcut bu tarz sosyal kaynakları da dikkate
almamız gerektiğini söyleyebilirim Yani kendi kültürel birikimimizden ortaya çıkmış
bu tür kaynakları dikkate almamayı da bir eksiklik olarak görüyorum doğrusu. Sadece
Kürt sorunu konusunda değil, aynı zamanda bir çok meselede ciddi tespitlerinin olduğunu
biliyoruz Bediüzzaman'ın.
Bölgedeki huzursuzluğun önemli sebepleri arasında gösterilen halkın ve idarecilerin
birbirlerini anlayamaması ve kaynaşamaması problemini aşmak için atılacak adımlar
neler olabilir?
Bunun yolu da demokrasiden geçiyor. İnsanların kendi kaderlerine sahip olduklarını,
ülkenin kaderini birlikte belirlediklerine dair bir inanç geliştirmeleri ancak bu
sorunlara demokratik yollardan katılmalarını mümkün kılan bir sistemle sağlanabilir.
Böyle olduğu zaman da zaten devletin ayrı bir yapı değil, kendilerine ait bir yapı
olarak düşünmeleri söz konusu olacaktır. Demokratikleşmenin en önemli sonucu da
budur.
Yakın zamanda bu sağlanamazsa, bahsettiğiniz demokrasi sorunu aşılamazsa, Ortadoğu'da
yaşananlarla birlikte düşünüldüğünde bizde bölünme gibi bir problem yaşanabilir
mi?
Çatışmalar sürdükçe kutuplaşmalar da derinleşir. Bu sadece bize değil, dünyada
bu tür sorunları yaşayan bütün ülkelere has bir durumdur. Bundan ciddi bir ders
çıkarmamız gerekiyor. Çatışmalar; halklar, insanlar arasındaki köprünün giderek
çökmesine yol açar, giderek birbirinden fiilen uzaklaştırır. Bu fiili uzaklaşma
bir iç kopma etkisi meydana getirir. Ortadoğu'daki genel tabloya bakarak söylüyorum.
Bunun bir bölünme tehlikesi haline gelip gelmeyeceğini pek kestiremeyiz ama, ben
bir fiziksel bölünmeden çok bir toplumsal yarılmayı tehlike olarak görüyorum. İç
kopmayı toprak kopmasından daha vahim bir durum olarak görüyorum.
Bir Türk-Kürt kutuplaşması gibi mi?
Böyle bir kutuplaşma olursa, daha da derinleşirse -bunun çeşitli işaretlerini
görüyoruz, henüz vahim bir durumda değil- belli odaklar her iki taraftan da bunu
tahrik ediyorlar, bu derinleşme Türkiye'nin yaşayabileceği en ciddi sorundur. O
nedenle, demokratikleşme bu kutuplaşmanın da önüne geçecektir. Bölünmeye karşı da
en güvenilir garantidir diye düşünüyorum.
O halde sizin anahtar kavramınız demokratikleşme…
Az önce unsurlarını da anlatmaya çalıştığım bir demokratikleşme.