The New Manifestations of Religiosity within the Kurdish Movements

Türkiye'de ulus inşa sürecinin en önemli dayanaklarından biri ortak
din mensubiyeti olmuş, Lozan'da azınlıklar dini temelde tanımlanmış, göç alma ve
verme durumunda din bağı esas kabul edilmiştir.1 Ancak, din kardeşliği fikrine dayanan
"Müslüman azınlık yoktur" ilkesini Lozan'dan beri koruyan Türkiye Cumhuriyeti ülkeye
göçen Arnavut, Boşnak ve Pomak gibi Türk olmayan Müslüman grupları potasında eritebilirken,
diğerleri gibi göçmen olmayan en büyük gayr-i Türk Müslüman grup olan Kürtler, bugün
hızla "öteki" haline gelmektedir.

Türklerle Kürtler arasında iki taraflı milliyetçilikten kaynaklanabilecek yapısal
kırılmayı önleyen en önemli köprü din bağı olabilecekken,2 bu payda değerlendirilememektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumda dini aidiyetin dil aidiyetinden daha baskın
oluşu Türkiye için bir talih olarak görülmüş, ancak bu talih iyi değerlendirilmemiştir.
Turgut Özal Cumhurbaşkanı iken, danışmanlığını yapan Hikmet Özdemir, "Güneydoğu
İçin Bir Model Önerisi" başlıklı raporunda, Cumhuriyet idarecilerinin "dinin bir
kültür ve değerler sistemi olarak sunduğu zenginliklerden istifade edemeyişi"ni
"kayıp" olarak nitelemiş ve "sivil toplumun oluşması ve gelişmesinde, özellikle
Türkiye örneğinde, dini cemaatlerin rolü her geçen gün artan bir önem kazanmakta"
demiştir.3

Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek isimli kitabında, bugün de İslam'ın
PKK ve radikal Kürt milliyetçiliği önünde engel olmaya devam ettiğini, İslamcı bir
Kürtçü'nün ortalama seküler bir Kürtçü'den daha az şoven olduğunu, hızlı sekülerleşmenin
dindışı bir sezgi olan Kürtlük bilincinin yükselişinde önemli bir rol oynadığını
yazmıştır.4 Seküler yaklaşımlar, Kürt toplumunda dinin toplumsal hayat üzerinde
düzenleyici etkilerini de görmezden gelmektedir. Doğu ve Güneydoğu'da bir tarikata
mensup olanların oranı % 30'u geçmektedir ve bu oran bütün Türkiye'deki Kürtler
genelinde % 11'dir. Türklerdeki tarikat mensubiyeti oranı ise yalnızca % 6'dır.5
Tarikatların sadece dini değil, toplumsal düzenle ilgili fonksiyonları devam etmektedir.6
Bruinessen'e göre, Cumhuriyet her ne kadar medeni kanunu ve ceza kanununu yerleştirmek
için mahkemeler kurmuş ve böylece bölgede şeyhlerin etkisini kırmaya çalışmışsa
da, Batı'dan gelen memurlar güven telkin edememiş ve geleneksel otoritelerin yerini
almayı başaramamışlardır. Jandarmanın sıkı kontrolü geniş bir yerel otoritenin ortaya
çıkmasına izin vermediği gibi, devlet organlarının otoritesi de gerçek bir kabul
görmemiştir. Bu da otorite boşluğu oluşturmuştur. Kürt toplumu ağaların ve şeyhlerin
tamamen ortadan kaldırıldığı bölgelerde her zamankinden daha fazla çatışmalı bir
ortama düşmüştür.7 Yine de, zaman zaman bölgeyi bilen bazı devlet görevlilerinin
yasa ve düzeni koruyabilmenin tek kolay yolu olarak şeyhlerin aracılığına başvurdukları
bilinmektedir.8 Zira şeyhler bölgede birden fazla aşireti kendine bağlayabilen ve
yönlendirebilen tek otoritedir.9

Kürtlerin tarihiyle ilgili en önemli eserlerden birini yazan David McDowall'e
göre, Kürtlerin çoğunluğu Sünni olduğu için Kürt memleketlere komşu olan Arapların
ve Türklerin çoğunluğu ile dini konularda uyum içinde olmuşlardır. Dindar Sünni
Kürtler kendilerinden farklı mezheplerdeki Kürtlere karşı Kürt olmayan Sünnilerin
yanında yer almışlar ve almaktadırlar. Hatta aynı tarikatten olan Kürtler çok güçlü
aşiret farklılıklarını aşabilmişlerdir.10 Güncel siyaset açısından bakıldığında,
muhafazakar kitle partilerine oy vermeyi yeğleyen dindar Kürtlerin, bölgede ayrılıkçı
partilerin önünü kesen en önemli engel olduğu görülür. 2002 yılında, sadece Doğu
ve Güneydoğu bölgesinde değil, bütün Türkiye'de AKP'yi birinci yapan oyların yarısının
bu kesimden geldiği kuvvetle muhtemeldir.

Kürt toplumu üzerinde dinin bu etkin konumu, bölgede sağ partiler için güçlü
bir taban meydana getirirken; Hizbullah gibi radikal dini hareketlerin ve son dönemde
İslami STK'ların doğmasına neden olmuş, PKK gibi sosyalist söyleme sahip bir hareketin
bile dini açılımlar aramasına yol açmıştır.

Abdullah Öcalan'ın Yeni Din Yaklaşımı ve PKK

Sosyalist bir ideoloji temelinde kurulan PKK, özellikle 1990 sonrası süreç içinde
Kürt toplumunun yaşantısında dinin etkisini kabulleniyor ve bu yöndeki politikalarında
değişime gidiyor, görünmektedir. Abdullah Öcalan'ın din konusundaki görüşleri bu
değişimi yansıtmaktadır. Öcalan, dinin insanın var olduğu ilk dönemlerde anlamlandıramadığı
doğa güçlerine karşı zayıflığı dolayısıyla tanrılar yaratarak korkularından, zayıflıklarından
kurtulmak çabasının sonucu ortaya çıktığını11 ve tek tanrılı dinlerin toplum içinde
egemen sınıf, kabile ya da hanedanın çıkarlarına hizmet ettiğini savunan12 sosyalist
dilini korusa da; dinin Kürt toplumu üzerindeki kırılmaz etkisinin artık farkındadır.

Bu noktada, sol kesim için yaptığı eleştiri aslında bir öz eleştirinin izlerini
taşımaktadır. Öcalan'a göre solcuların en büyük hatası dini küçümsemeleri ve inkârcı
yaklaşımlarıdır. Dinin insanın bir parçası olduğunu ifade eden Öcalan, insanın dinsel
bir varlık olduğunu ve dini tanımayan hiçbir toplum olmadığını söylemekte13 ve sosyalizm
çerçevesinde yapılan, dinin kaba materyalist yorumunun toplumsal destekten mahrumiyet
ve halktan soyutlanma gibi tehlikeli sonuçlara yol açtığını yazmaktadır.14 Yapılması
gereken İslam'ı emperyalist güç ABD ve onun Türk işbirlikçileri olan egemen sınıfların
eline bırakmamaktır. Öcalan, devletin PKK etkisini kırmak amacıyla kendisini "din
düşmanı" ilân ettiğini söylemekte, oysa Kürt halkının adalet ve ahlak değerlerinin
ayrılmaz parçası haline gelmiş olan dine saygılı olmak gerektiğini dile getirmektedir.15
Öcalan'a göre, din, emperyalizme, sömürgeciliğe ve gericiliğe karşı olarak, ulusal
kurtuluş hareketine ve devrime hizmet eder konuma sokulmalı ve ona sahip çıkılmalıdır.
Bu nedenle, dinin devrimci yorumunun yapılmasına ihtiyaç vardır. Böylece, PKK hareketi
daha fazla kitleselleşecek ve hız kazanacaktır.16 Ulusal kurtuluş hareketinin başarıya
ulaşması için halk kitleleriyle bağları geliştirmenin ve halkın direniş, hak ve
adalet duygularının harekete geçirilmesinin gerekliliğine değinen Öcalan,17 bugün
Kürt toplumunda geniş bir tabana seslenebilmenin din paydasında mümkün olduğunun
farkındadır. Bu noktada, "İslam dini ile ulusal kurtuluş arasındaki doğru ilişkiyi
Kur'an ayetlerine dayanarak açıklamak" gerektiğini belirterek, halka uzak sosyalist
söylemin yerini halkın öz değerleri ile doldurmaya çalışmaktadır.18

Öte yandan, "dini bir söylem" kurgulayarak halka yeni bir cazibe merkezi haline
gelebilmek için tarikatların Kürt toplumu içindeki etkin rolünün kırılması gerektiğinin
bilincinde olan Öcalan, tarikatların yerleştirdiği din anlayışına karşın eleştirisini
sürdürmektedir. Gerici ve dogmatik İslam anlayışını reddettiklerini söylerken, yüzyılların
din propagandasının Kürt toplumunda başa gelen her şeye kader inancı ile şükretmeye
ve boyun eğmeye yol açtığını vurgulamaktadır.19 Bu anlayışın yerleşmesine yol açan
tarikatların, 12 Eylül döneminde ortaya konulan "Türk-İslam Sentezi"nin bir uzantısı
olarak devlet destekli kurulduklarını iddia eden Öcalan, bunların bölgede bu anlayışın
örgütlenme birimleri olarak seçildiğini eklemektedir.20

Öcalan'a göre 12 Eylül faşizmi Anavatan Partisi (ANAP) adı altında sürdürülmüştür.
Bu dönemde yine gerici ağalar, şeyhler desteklenerek tarikatlara ağırlık verilmiştir.
ANAP hükumetinin desteklediği ve bağlantılı olduğu bir tarikat da Nakşî tarikatıdır.
Öcalan, Yavuz Sultan Selim döneminde örgütlendiğini belirttiği bu tarikatın, Bitlis
merkezli olduğunu, pek çok Doğu illerine de yayıldığını söyler. Böylece ANAP, bu
bölgedeki halkı kendi egemenliği ve hizmeti altına sokmuştur. Nakşîliğe dayanan,
ama Süleymancılık, Kadirilik gibi başka adlar altında aynı işlevi yerine getiren
pek çok tarikatın varlığına dikkat çeken Öcalan'a göre, daha önce Aleviliğe karşı
bir örgütlenme olarak ortaya çıkan ve aslında İslam'la hiçbir ilgisi olmadığı halde
onu kullanan Nakşîlik, bugün de Kürt ulusal kurtuluş hareketine karşı örgütlenmesini
sürdürmektedir.21

Abdullah Öcalan, tarikatların etkinliğini kırmanın mümkün olmadığının farkındadır.
Bugün her ne kadar daha yumuşak bir dil kullanarak tarikatlara karşı olmadığını
bunların toplumsal bir ihtiyaç olduğunu belirtse de, bölgede yükselen dindarlık
kendisini de kaygılandırmaktadır. 6 Aralık 2006 tarihinde, avukatları yoluyla yaptığı
açıklamada Kürtlere seslenmiş "Diyarbakırlılar'a, bütün Kürtler'e sesleniyorum.
Tarikatları kullananlara, bunlara, bu partilere sakın oy vermesinler. Bir tek oy
dahi vermesinler. Verilen oylar bomba olarak, linç kültürü olarak Kürtlere geri
dönüyor." sözleri ile tarikatları kullanan partilere oy verilmemesi çağrısında bulunmuştur.22

Öcalan'ın dine bakış açısında gerçekleşen değişim, PKK tarafından kullanılan
dile ve beraberinde uygulamalara da yansımıştır. PKK, bu değişimle birlikte kendisini
zaman zaman dini bir söylem kullanmak zorunda hissetmiş, ekseriyeti sağa eğilimli
olan dindar Kürtlere yönelik propaganda faaliyetlerinde Türk sağı ile olan anlaşmazlık
noktalarına vurgu yapmıştır. İslam'ın evrenselliği ile Kürt ulusal kimliğinin çelişmediğini,
Şafiiliğin Hanefiliğe, Kürtlerin mensup olduğu tarikatların diğerlerine üstün olduğu
dile getirilmiş; kentlerdeki Türk Müslümanlar Kemalizm'e teslim olurken bölge halkının
inançlarını bu şekilde canlı tutmayı başardığı vurgulanmıştır.

Hatta PKK, Partiye İslami Kürdistan (PİK) adlı bir kol kurarak, Cudi gibi yayın
organlarında, Öcalan'ın tavsiyelerine kulak vererek ayet ve hadisler kullanmış,
Türklerin İslam anlayışlarına etnik bir karşıtlık göstererek dindarları kazanmaya
çalışmıştır. Bölgede oyların % 50'sinin şeyhlerin etkisiyle belirlendiğini gören
PKK, kendi davasına gönül verecek genç şeyhler ve mollalar arayışına girmiştir.23
Kürt milliyetçileri, yazdıkları eserlerde "İslamiyete Hizmet Kürtçe de Olur" gibi
başlıklar altında Kürt kökenli İslam âlimlerinin "bir ölçüde Kürtlük güttükleri"ni
ispat etmeye yönelmişler, bunların "İslamiyet'in koyu tutuculuğunun egemen olduğu
dönemde" bile Kürtlüğe vurgu yaptıklarını söyleyerek, dindarların sempatisini kazanmaya
çalışmışlardır.24 PKK son dönemde militanlarının cenazelerinde mevlit okutmaya başlarken,
DTP'li belediyeler geçtiğimiz Ramazan ayında kentlerinde ilk defa iftar çadırları
kurmuşlardır.

PKK yanlısı (Özgür) Gündem gazetesinde bugün ilahiyatçı bir köşe yazarı bile
mevcuttur. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslami Bilimleri Bölümü Tefsir
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet İnan, köşesinde Türkiye'de İslamcıların
Kürt meselesine bakışını eleştiren yazılar kaleme almaktadır: "Bazıları da, sadece
dindar Kürtleri rölantiye almak adına kendilerinin dahi inanmadığı bu sahte kozu
kullanmak istiyor; böylece saf dindar Kürt tabakasını sanal bir imparatorluk konsepti
içinde yaşatarak işlevsiz bırakmayı amaçlıyorlar."25 İnan, İslam vurgusu yapılarak
Kürtlerin kandırıldığını söylediği bir röportajında şöyle demiştir:26

"Müslümanlığı bazı kimlikleri eritmek için kullanıyorlar. Sanki bir kişi Kürt
artı Müslüman olamazmış gibi düşünüyorlar. Temelde bu İslamcı ana gövdenin 'ümmetçilik'
adı altında geliştirdikleri şey, aslında Kürtlerin haklarını ve Kürtleri yok saymaktır.
'Kürt de Türk de değilim, Müslümanım' diyen bu anlayış Türklüğe ait bütün unsurları
göğsünü gere gere kullanabiliyor. Eğer bir Kürt kendi etnik kimliğine ait unsurları
kullanırsa ona başka bir gözle bakıyor. Dolayısıyla AKP'ye rengini veren ana akım
'Orta Anadolu akliyesi' diyebileceğimiz bu akım hiçbir zaman Kürt sorunu konusunda
dürüst olamaz. Yani baştan böyle bir sorunu var."

PKK örgütü içinde bile samimiyetle kucaklanamamış dindarlık arayışındaki bu çizginin
Kürt toplumundaki ihtiyaçlara cevap vermekten uzak oluşu, Hizbullah'ın çökertilmesinin
sonrasında oluşan boşlukta yeni yapılanmaları beraberinde getirmiştir.

Hizbullah'tan Sonra Kürtlerde Dindarlığın Yeni Yapılanmaları

1990'lı yıllarda PKK bölgedeki dindarları kazanma çabası içine girdiğinde, en
büyük rahatsızlığı Hizbullah denilen hareket duymuştur. Hizbullah hareketinin içinden,
kendi toplumsal dayanakları olan dinin tekellerinden çıkma tehlikesine karşı eyleme
geçmek isteyen bir fraksiyon türemiştir. "Hareketçi" denilen bu grubun, kendileri
gibi eylem yolunu seçmemiş olan birçok dindarı şiddet yoluyla cezalandırması ve
eylemlerini devlete değil de terör örgütüne yöneltmesi, kontrgerilla olarak nitelendirilmesine
neden olmuştur.27 O dönemde RP'nin Güneydoğu İzleme Komitesi üyesi olan Ömer Vehbi
Hatipoğlu, bir kitabında Hizbullah-devlet ilişkisinin kesinlikle doğru olmadığını
savunmuştur.28 Hizbullah ile PKK arasındaki kan davasının başlamasından üç yıl sonra,
Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı 9 Ağustos 1993 tarihli
rapora göre, "İslami hareketçilere devletin destek verdiği iddiaları ileri sürülmekte
ise de, görüşülen kişiler bu konuda somut deliller, bilgiler verememişlerdir" ve
"örgüt mensupları kesinlikle kendilerini Hizbullahçı olarak tanımlamamaktadır."

Rapora göre, örgütün kökeni bir PKK türevi olarak kurulup, eğitimlerini Bekaa'daki
PKK kamplarında sürdüren ve amacı Kürt-İslam devleti kurmak olan Yurtsever İmamlar
Birliği'ne dayanmaktadır. PKK ile çalışıp İran'dan yardım alan bu birliğin kurucusu
Molla Abdullah ölünce, bir kısım mensubu kamptan ayrılmış ve İdil'de bir imam PKK
tarafından öldürülünce, PKK aleyhinde silahlı eylemlerde bulunmaya başlamışlardır.
Rapor "Hareketçiler"i İran destekli olmayan bir grup olarak anmakta ve bunların
medrese kökenli kişilerden oluştuğunu belirtmektedir.

PKK ile Hizbullah arasındaki çatışmada dört senede (1991-1995) 500'ü PKK ve 200'ü
de Hizbullah'tan olmak üzere yedi yüz insanın hayatını kaybettiği29 bölgede, bugün
yine benzer bir cepheleşme oluşmaktadır. Öcalan'ın 15 Şubat 1999'da yakalanmasını
takip eden ay içinde, PKK aleyhinde savaştığı için devlet tarafından yıllarca hoş
görülen Hizbullah'ı çökertmeye yönelik operasyon başlatılmıştır. Bu süreçte binlerce
örgüt mensubu tutuklanmıştır. Bugün ise, bölgede Hizbullah'ın tekrar küllerinden
doğmaya başladığı konuşulmaktadır.30 Ancak, bu seferki Hizbullah öncekinden çok
farklı görünmektedir: Sabık kanlı faaliyetlerden pişman bir şekilde dindar kesimden
özür ve af dileyen, hukuki zeminde şeffaf sivil toplum örgütlenmeleriyle piyasaya
çıkan yeni bir dindar oluşum.

Bölgede Mustazaf-Der, Özgür-Der ve Toplum-Der gibi isimler altında dindar Kürtler
arasında yoğun bir dernekleşme faaliyeti göze çarpmaktadır. 16 Nisan 2006'da, Danimarka'da
yayımlanan Hz. Muhammed karikatürlerine karşı Diyarbakır'da düzenlenen "Hazreti
Muhammed'e Saygı" mitinginde bir araya gelen 130 bin kişi, "Kuran-ı Kerim Ziyafetleri"nde,
"Kutlu Doğum Haftası"nda ve Filistin mitingindeki coşkulu kalabalıklar medyanın
ilgisini tekrar Güneydoğu'daki dini yapılanmaya çekmiştir. 28 Ağustos 2006'da Neşe
Düzel'in Radikal gazetesinde yaptığı söyleşide, bölgenin saygın isimlerinden eski
milletvekili Seyyid Haşim Haşimi'nin ve bu söyleşiden bir ay sonra, kapatılan DEP'in
genel başkanlarından, eski milletvekili Hatip Dicle'nin, bölgede Hizbullah'ın tekrar
yüzeye çıktığına dair verdikleri mesajlar konuyu gündeme getirmiştir. Eylül ayında
uluslararası haftalık dergi The Economist'in "Türkiye'nin Kürt bölgelerinde radikal
İslam yükselişte" başlıklı haberinden sonra, Alman Deutsche Welle radyosu da benzeri
bir haberi duyurmuştur. Son olarak, Nokta Dergisi'nde Nevzat Çiçek, "Kürt İslamcılığında
'yeraltı' dönemi bitti!" başlıklı bir kapak dosyası hazırladı (9-15 Kasım 2006,
s. 12-16). 10 gün Güneydoğu'yu dolaşıp derneklerle ve öne çıkan isimlerle görüşen
Nevzat Çiçek, yüzlerce dernek-vakıf çatısı altında örgütlenmiş, ilahi korolarından
aylık dergilere kadar pek çok iletişim aracına sahip, yoksullara yardımdan, fuhuş
ve uyuşturucuyla mücadeleye kadar son derece zengin bir yelpazede faaliyet gösteren
bir İslami STK'lar topluluğundan bahsetmektedir. Habere göre, İslami STK'ları kendileri
için tehdit olarak gören seküler Kürt milliyetçileri ile özellikle DTP çevresi,
seküler Kürt milliyetçiliğinin yerini "Kürt İslamı"nın almasından korkmaktadır.
Güneydoğu'daki sivil toplum etkinliğinin çok güçlü ve renkli olduğunu nakleden Çiçek'e
göre, Diyarbakır ve çevresinde 1400'e yakın kayıtlı dernek ve benzeri örgütlenme
mevcuttur ve bunlardan yaklaşık dört yüzü faaldir. DTP'nin dar ve dışlayıcı siyasetinin
kucaklayamadığı Güneydoğulu dindar halk, bu derneklerle kendilerini ifade edebilmek
için elverişli bir ortam bulmuşlardır.

Sonuç

Son dönemde bölge insanının İslami hassasiyeti, DTP ve PKK tarafından da dikkate
alınmaya başlanmıştır. Ancak, İslami derneklerde ve bunların çevresinde yer alan
çok geniş bir kesime göre, PKK İslam'dan uzaklaşma sonucu ortaya çıkan ahlaki çöküntünün
ortaklarından biridir. Genel söylemi dindar kesimi kucaklayamayan DTP, bu kesim
için bir çekim merkezi oluşturmamaktadır.

Güneydoğu'daki sivil toplum faaliyetleri, Türkiye'nin hiçbir yeriyle karşılaştırılamayacak
ölçüde canlıdır; bu sürece damgasını vuranlar ise Kürt kimliğini ve İslami duyarlılığı
bir arada taşımayı ve ifade etmeyi tercih eden kitlelerdir. Bölge nüfusunun yüzde
altmışının 25 yaş altında olmasının sivil toplum hareketinin bu kadar dinamik olmasında
büyük rolü vardır. Dernek yöneticileri bile henüz otuzlu yaşların ilk yarısında
olan gençlerdir. Eskiden bölgede "İslamcılar" Kürt meselesinde hep geri planda dururken,
şimdi Kürt hareketi içerisinde dindar Kürtler de etkin olmaya başlamışlardır. "Kürt
İslamcılığı"nın söylemine giderek Kürtçü bir damar katmaya başladığı ve Türkiye'deki
genel İslamcı söylemden uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye Müslümanlığının "Hepimiz din kardeşiyiz, ayrılık-gayrılık yoktur" söylemi
-bölgedeki Kürtlük bilinçlenmesinin dindar kesimde geldiği nokta itibariyle- devletin
birlik ve bütünlüğü için işlevselliğini giderek kaybetmektedir. 28 Şubat sürecinin
bütün Türkiye'nin dindar kesimi üzerinde yarattığı tedhiş, bu söylemi zayıflatan
en önemli unsurlardan biri olmuştur. Başka bir unsur ise, Türkiye'nin Kürt olmayan
dindar kesiminin terörist eylemlerin etkisiyle giderek milliyetçi söylemin tesirine
kapılıyor olmasıdır. Dindarlar da artık her iki tarafta daha Türk ve daha Kürt'tür.

Hizbullah ya da Kürt İslamcılığı, adına ne denirse densin, aslında çok derin
kökleri bulunan Kürt dindarlığının bir dışavurumu ve etnik bilincin dini şuurla
birleşmesinden oluşan bir kimliğin ifadesidir. Bu hareketin gelecek yıllarda partileşmesinin,
Türkiye'de Kürt milliyetçiliğinin Filistin'deki Hamas benzeri bir formasyon evresine
girmesine neden olabileceği söylenmektedir. Hamas yerine seküler FKÖ'ye daha sempatik
baktığı aşikar olan DTP, devlete bu konuda "seküler işbirliği" çağrısında bulunmaya
başlamıştır bile.31 Bunu bir fundamentalizm sorunu olarak görerek şahin devlet kesiminin
verimsiz stratejilerle bu işin üstüne gidebileceğinden korkan bazı yazarlar, "ister
laik isterse İslamcı Kürt kanadından gelsin, Kürt meselesinin kapsamlı bir demokratik
ve sivil bir planla çözülmesi gerektiği"ni ifade etmişlerdir.32

Öz

Bu makalede dinin bölge için önemi, birleştirici ve yapıcı tarafları vurgulanırken
seküler yaklaşımlarla bu şansın nasıl bertaraf edildiği, Kürt hareketlerinde dindarlığın
yeni tezahürleri gözler önüne serilmekte, Kürt meselesinin kapsamlı bir demokratik
ve sivil bir planla çözülmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Din, Kürt, milliyetçilik, PKK, Hizbullah

Abstract

This article stresses the significance, and the connective and constructive sides
of religion for the region. This chance has been eliminated due to the secular approaches.
This text tries also to unfold new types of appearances of religiosity in the Kurdish
movements. A special emphasis has been put to the solution of Kurdish question,
for which a comprehensive democratic and civil plan seems to be necessary.

Key Words: Religion, Kurdish, nationalism, PKK, Hisbullah

Dipnotlar

1. Mesela, Türkiye'ye göçmek isteyen Hristiyan Gagavuz Türkleri'ne
müsade verilmezken Arnavut, Boşnak ve Pomak gibi Türk soylu olmayan Müslüman göçmenler
kabul edilmiştir. Yunanistan'la yapılan nüfus mübadelesinde oradaki Müslümanlar
kabul edilirken, gündelik hayatlarında ve ibadetlerinde Türkçe kullanan ve hiç Rumca
bilmeyen Karamanlılar oraya gönderilmiştir; bkz. Kemal Arı, Büyük Mübadele, Türkiye'ye
Zorunlu Göç (1923-1925), Tarih Vakfı Yurt Yay., 3. baskı, İstanbul, 2003; aynı yazar,
"Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar", Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, VIII/23 (Mart, 1992), 409-420; İlhan Tekeli, "Osmanlı İmparatorluğundan
Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu", Toplum ve Bilim, 50
(Yaz, 1990).

2. Kazım Karabekir "Kürtler'i bize bağlayan yegane bağ"ın "dini kuvvet" olduğunu
yazmıştır; bkz. Kazım Karabekir, Kürt Meselesi (İstanbul: Emre, 2004), s.11.

3. Özdemir, halkı aydınlatmak için Güneydoğu Anadolu bölgesine gönderilmek üzere
oluşturulacak "gönüllü irşat heyetleri" için Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet
Vakfı'nın imkanlarının seferber edilebileceğini ve Kürt Sorunu için "sivil dini
önderlerin yardımı(nın) mutlaka gerekli" olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Faik Bulut,
Kürt Sorununa Çözüm Arayışları, Devlet ve Parti Raporları, Yerli ve Yabancı Öneriler
(1920-1997) (İstanbul: Ozan, 1998), s. 137-146.

4. Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek (İstanbul: Doğan, 2006), s.
221-237.

5. Stratejik Araştırmalar Vakfı'nın 1996'da yayınladığı anketten nakleden Faik
Bulut, Kürt Sorununa Çözüm Arayışları (İstanbul: Ozan, 1998), s. 23.

6. Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet (İstanbul: İletişim, 2003), s. 314.

7. Bruinessen,, s. 114-117.

8. Ibid., s. 296.

9. Ibid. , s. 298.

10. David McDowall, Modern Kürt Tarihi (Ankara: Doruk, 2004), s. 34-35.

11. Abdullah Öcalan, "Din Sorununa Devrimci Yaklaşım", Din Üzerine Devrimci Düşünceler
(İstanbul: Melsa Yayınları, 1991), s. 3; Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, İstanbul,
Çetin Yayınları, 2004, s. 17.

12. Ibid., s. 4; Öcalan, Bir Halkı…, s. 47, 149.

13. Öcalan, "Din Sorununa…", s. 3.

14. Öcalan, Bir Halkı…, s. 240.

15. Öcalan, "Din Sorununa…"., op.cit,, s. 15.

16. Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, AİHM Savunmaları,
Cilt II (Köln: Mezopotamya Yayınları, 2001), s. 17, 29.

17. Öcalan, "Din Sorununa…"., s. 15.

18. Ibid., s. 16.

19. Öcalan, Sümer Rahip… s. 29.

20. Ibid., s. 22.

21. Ibid., s. 25.

22. "Tarikatlara Oy Vermeyin", Toplumsal Demokrasi, 10.12.06.

23. McDowall, s. 574-575. Bruinessen, s. 460-461.

24. Naci Kutlay, 21.Yüzyıla Girerken Kürtler (İstanbul:Peri, 2002), s. 126-128.

25. Ahmet İnan, "İslamcılıktaki Kırılma -II", Toplumsal Demokrasi, 20.11.06.

26. "AKP Kürtlere şaşı bakıyor", Mehmet Aslanoğlu, Gündem, 18 Haziran 2006.

27. Fehmi Çalmuk, Erbakan'ın Kürtleri (İstanbul: Metis, 2001), s. 80-84.

28. Ö. Vehbi Hatipoğlu, Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu (Ankara: Mesaj, 1992) s.
130.

29. Soner Cagaptay & Emrullah Uslu, Hizballah in Turkey Revives: Al-Qaeda's Bridge
between Europe and Iraq?, PolicyWatch #946, January 25, 2005. http://www.washingtoninstitute.org/templateC05.php?CID=2240

30. 2000 yılında 3.366, 2001 yılında 1.596 ve 2002 yılında 710 olmak üzere, üç
yılda toplam 5.642 Hizbullah üyesi yakalanmış, yönetici kadrodan birçok kişi ölü
ele geçirilmiştir. Bunlardan 950'si 29 Temmuz 2003'te afla salıverilmiştir. Çağaptay
& Uslu, bir istihabarat kaynağına dayanarak Hizbullah'ın 2004'te Londra üzerinden
el-Kaide'den maddi destek almaya başladığını iddia etmiştir.

31. Önder Aytaç & Emre Uslu, "The Revival of Kurdish Islamism?", The New Anatolian,
Nov. 17, 2006.

32. İbid.