The Annexation of Eastern and South-Eastern Anatolia According to Ottoman Sources

Yunanlılardan Safevî ve Osmanlılara Kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu

Eski Yunan kaynaklarında Mezopotamya (ırmaklar arasındaki yer)1 adıyla anılan
bölgenin Kuzey Batı'sında kalan topraklar, tarihi dönemlerde birçok medeniyetin
geçiş yeri ve mekânı olmuştur. Bu bakımdan, yüzyıllar içinde burada hüküm süren
ülkelere göre bahsi geçen toprak parçası farklı isimler almıştır. Osmanlılar, daha
ziyade Kürtlerin meskun olmasına binaen buraya "Kürdistan" demeyi tercih etmişlerdir.
Nihayet Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde bölge, Doğu ve Güneydoğu Anadolu adını almıştır.

Güneydoğu Anadolu, tarih boyunca Asurlular, Babiller, Romalılar ve Perslerin
istilasına ve mücadelesine sahne olmuştur. Bölgenin en önemli şehirlerinden biri
olan Diyarbakır, Roma ve Pers imparatorlukları arasında sürekli el değiştirmiştir.
Bunun yanında Mezopotamya ve çevresinde, Roma İmparatorluğu'nun yerini alan Bizanslılar
ile Sasaniler arasında sürekli çatışmalar kendini göstermiştir.

VII. yüzyılın ortalarına doğru Müslümanların hakimiyetine giren "Kürdistan" bölgesinde
yaşayan halkların bir çoğu İslamiyet'i kabul etmiştir. Emevî hakimiyetinin sona
ermesiyle Abbasiler bu toprakların hakimi olmuştur. Böylece Arapların hüküm sürdüğü
asırlarda İslam kültürü bu bölgeye tamamen yayılmıştır. Bununla beraber İslam toplumları
içindeki istikrarsızlık veya Müslümanlar arasında meydana gelen mücadeleler buralara
da sirayet etmiş, bundan dolayı bölge sürekli el değiştirmiştir.

Bölgenin etrafı nehir ve ırmaklarla kaplı olduğundan burada yer alan araziler
ve sakinleri "abadan ve şen" olmuş, diğer bölgelere göre daha verimli ve zengin
bir hale gelmiştir. Bundan dolayı bu bölge, kendine yetecek bir hububat ambarı ve
mal mübadelesinde büyük bir ticaret merkezi olarak tarihte yerini almış; ayrıca
yeraltı zenginlikleriyle de dikkat çekmiştir.2 Diğer taraftan, stratejik önemi haiz
olması sebebiyle sürekli istilalara maruz kalmış, birçok kavim burayı zaptetme mücadelesi
vermiştir. Bölge, Asya ve Avrupa'yı birbirlerine bağlayan bir geçiş noktası olduğundan,
adeta, değişik kavimlerin birbiriyle çatıştığı bir muharebe meydanı haline gelmiştir.

Abbasi hilafeti hizmetinde bulunan Selçuklular, zamanla güçlenerek Diyarbakır'ı
ve civarında bulunan bazı yerleri hakimiyeti altına aldılar. Eyyubî Devleti ise
XII. yüzyılda bu bölgeye hakim oldu. Burada yaşayan Kürt beylerine karşı yürüttükleri
politikalar ve iyi ilişkiler sayesinde güçlerini pekiştirdiler. Eyyubîler birçok
liva, sancak ve nahiyelere kendi emirlerini tayin ettiler. Akkoyunlular ve Karakoyunlular
da Doğu Anadolu ve güneyinde belli bir süre hüküm sürdüler; fakat aralarındaki rekabet
ve savaşlar nedeniyle bu bölgeyi tam olarak zapturapt altına alamamışlardır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi ayrıca iki büyük istila hareketini yaşamıştır:
Birincisi; XII. yüzyılın ortalarında Moğol hükümdarı Hülagu'nun, ikincisi; XV. yüzyılın
başlarında Timur'un istilasıdır. Bu istilalar esnasında birçok tarihi yer zarar
görmüş, mamur olan şehir ve kasabalar tahrip edilmiştir.

Akkoyunlu hakimiyetinin sona ermesiyle bölge Safevîler'in eline geçer. 1514 tarihinde
Şah İsmail'in Çaldıran'da yenilgiye uğramasıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi
tedricen Osmanlı hakimiyetine girdi. Bölge, Osmanlıya iltihak ettikten sonra ise
istilalardan kurtulmuş ve yaklaşık üç yüz sene3 süren bir istikrara kavuşmuştur.
Osmanlı Devleti de bu sayede topraklarını güneye doğru genişleterek Ortadoğu ve
Kuzey Afrika'yı fethetmiştir.

Safevî Hakimiyeti

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Osmanlı Devleti'ne ilhak etmeden önce siyasi
ve idari olarak Safevî Devleti'ne bağlıydı. Bir arşiv belgesi bu hususu teyit etmektedir:
"Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde beylikler halinde yaşayan Kürdistan emirlerinin
tamamı eskiden beri Safevî Devleti'ne bağlıydılar. Bendeniz (İdris-i Bitlisî) oraya
varıp biatlarını aldıktan sonra Kürt beylerinin tamamı Padişah Hazretlerine sadakat
ve bağlılıklarını arz eyliyerek tabi olmuşlar"dır.4 Dolayısıyla, Çaldıran Seferi'nden
önce bölgede hüküm süren beylerin Şah İsmail'e bağlı oldukları ve bu harekattan
sonra da tamamen Osmanlı Devleti'ne tâbi oldukları bu ifadelerden anlaşılmaktadır.

Şeyh Haydar oğlu Şah İsmail Safevî, 1508'de Akkoyunluları yendikten ve Azerbaycan,
Tebriz ve Irak'ı istila ettikten sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde hakimiyetini
pekiştirmeye başladı. İlk önce Musul, Mardin ve Diyarbakır'ı işgal etti.5 Hakimiyeti
altına aldığı yerlere valiler tayin etti. Diyarbakır'a İstaçlu oğlu Muhammed Han'ı
vali olarak gönderdi. Şah İsmail, aynı yılın baharında ordusuyla Kayseri sınırından
geçerek Elbistan'ı ve Maraş'ı zaptetti.6 Safevîler karşısında tutunamayan Maraş
Emiri Zülkadiroğlu dağlara kaçtı. Şah İsmail Zülkadiroğulları'na ait bölgeyi yağmaladıktan
sonra Azerbaycan'a yürüdü. Ancak, mezhep taassubunun verdiği husumetle Kürtlerin
üzerine yürümesi, Sünnilere ait türbe, zaviye ve mescitleri yakıp yıkması, büyük
alimleri kılıçtan geçirmesi, şehir ve kasabalarını işgal etmesi, Doğu ve Güneydoğu
bölgesinde büyük nüfuza sahip Selahaddin-i Eyyubî sülalesinden Hısn-ı Keyf Emiri
Melik Halil'i, Bohtan emirlerinden Cizre Emiri Ali'yi ve bunun gibi birçok Kürt
beyini yakalayıp hapsetmesi büyük infiale sebep oldu.7 Neticede Şah İsmail'in bu
şiddet ve sindirme siyaseti bölge halkını kendinden uzaklaştırmış, böylece Şah İsmail
bölge halkının kin ve nefretini kazanmıştır. Bundan dolayı Safevî Devleti'ne bağlı
bulunan bölge beyleri, teker teker Şah İsmail'i terk ederek Osmanlı Devleti'ne iltihak
etmeye başlamıştır.

Yavuz Sultan Selim'in, Şah İsmail'e muhalif ve düşman olan bölge halkını böylece
kendi safına çekmesi kolay olmuştu. Yani Kürtlerle Şah arasında meydana gelen bu
husumet, doğal olarak Yavuz Sultan Selim'le ittifaka ve sultana biate yönelmiştir.
Yavuz Sultan Selim ise bölge beylerine karşı askeri bir harekata girişmek yerine
diplomasi yolunu seçmiş, Doğu ve Güneydoğu'da meskun bulunan büyük bir kitleyi kendine
tabi kılmıştır. Böylelikle Şah'ın bölgedeki nüfuz ve satvetine son vermiştir.

Diğer taraftan "Kürt beylerine karşı yanlış bir siyaset izlediğinin farkına varan
Şah İsmail, siyasi manevralarla bölge beylerinin gönlünü kazanmak, onları yeniden
kendine doğru cezp etmek üzere kendi emirlerinden Çiyan Sultan'ı büyük bir orduyla
Aladağ mevkiine göndererek bölge beylerinin tekrar kendine iltihak etmesini istemiştir."8
Kürt beylerine yapılan bu uzlaşma teklifi geri çevrilince Şah İsmail bu bölgeyi
tekrar hakimiyeti altına almak için büyük bir askeri harekât başlattı ve -Kürdistan
bölgesini zapturapt altına almak için- Karahan adlı komutanını görevlendirdi.9 İlgili
arşiv vesikasında bu gelişmeler şu şekilde ifade edilmektedir: "Şah İsmail Kürdistan'ın
Devlet-i Aliye'ye tebaiyetine geçtiğini haber alınca ol-memaliki Karahan'a tevcih
etti. O dahi Diyarbakır'a gelince oradaki Kızılbaşlar onun başına toplandı."10

Kürt beyleri Safevî yönetimini terk ederek Osmanlı'ya iltihak ettikten sonra
Şah İsmail Kürdistan bölgesinde büyük bir askeri yığınak yapmaya başladı. Diyarbakır'ı
yeniden zapt etmek üzere Anadolu'da yaşayan birçok Alevi'yi etrafına toplayarak
bu şehre hücum etti.11 Şah İsmail, Diyarbakır'ı kaybetmesi halinde "Kürdistan"ın
da elinden çıkacağını tahmin ettiğinden bütün askeri kuvvetini buraya tahsis etmişti.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti'ne İltihakı

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlılar açışından stratejik önemi arttığından
Yavuz Sultan Selim Tebriz'de biatleri kabul ettikten sonra İdris-i Bitlisî'yi bölgeye
gönderdi.12 Böylece, "Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri bu muzafferiyet-i azime
üzerine Tebriz'e gelip cüz-i tevakkuftan sonra Amasya şütebasına avdet eyleyeceği
sırada Ümara'yı Ekrad'ı Devlet-i Aliye tarafına celb ve te'lifi için İdris-i Bitlisî'yi
memuren Kürdistan'a irsal buyurdu."13

Bu süreç şöyle gelişti: Yavuz Sultan Selim Çaldıran'da Safevî ordusunu etkisiz
hale getirmesinin akabinde 6 Eylül 1514'de Tebriz'e girdi ve burada bir süre kaldıktan
sonra kışlamak üzere Amasya'ya dönünce, beraberinde bulunan İdris-i Bitlisî'yi Kürt
beyleriyle temasa geçmek üzere görevlendirdi. İdris-i Bitlisî, Urmiye Gölü'nden
Malatya ve Diyarbakır'a kadar uzanan bölge halkını Safevîlere karşı teşkilatlandırarak
Osmanlı yönetimi altına girmeleri için büyük bir gayret sarf etti. İdris-i Bitlisî'nin
Şark illerinde yürüttüğü faaliyetler kısa bir zaman içerisinde Osmanlılar lehine
olumlu sonuçlar verdi.14 Urmiye çevresinde Emir Sarim'in oğulları İranlılara karşı
sınırlarını korudular ve topraklarında bulunan Safevî taraftarlarını topraklarından
çıkarmaları hususunda verdikleri mücadelede Soran Hakimi Emir Seyyid Bey ve Baban
Kürtlerinin de desteğini almayı başardılar. Bunun yanında, Bıradost kabilesi emirleri
Yusuf İskender Bey ve Sultan Ahmed de Osmanlıların safına katıldı. İmadiye Hakimi
Emir Seyfeddin15 oğlu Emir Hüseyin, Cizre Hakimi Şah Ali Bey16 de Yavuz Sultan Selim'e
biatlerini bildirdiler. Bu konuda kayıtlarda şu ifadeler yer almaktadır:

"Mevlana Hakimü'd-din İdris17 dame fazluhu ve halefu'l-ümerai'l-kiram Şeref Bey18
Hazretleri'nin Veziri Muhammed Ağa19 ki Şeyh Emir20 Karındaşı der cemi'i Kürdistan
beyleri vekil edip elçileriyle bile gelip akalli kelimatları bu oldu ki müddet-i
medidedir ki Devletlu Hüdavendigar Hazretleri'nin21 uğuruna hükmü şerifleri mücibince
kızılbaşı melaini ile ceng ü cidal edip defa'atıyla nice bölük adamlarını kırıp
memleketlerini garet etdük."22

Bu arada, Bitlis yöresinde toplanan bölge beyleri aralarında ittifak ederek İdris-i
Bitlisî, Şeref Han'ın Veziri ve Şeyh Emir'in kardeşi Muhammed'i temsilci seçmişlerdi.
Bütün Kürdistan beyleri, "Devletli Hüdavendigar Hazretleri"ne; "yapmış olduğumuz
ahidname gereği bölgemizi korumak için kızılbaş-ı melain ile her yerde savaştık
ve onların kuvvetleri üzerine yürüyerek bozguna uğrattık. Böylelikle Cizre ile Musul
arasındaki sahrayı tamamen onlardan temizledik. Bize göndermiş olduğunuz emirnamenin
gereğini aynen yerine getirerek bu bölgeyi Kızılbaşlardan tamamen temizleyerek bölgedeki
egemenliklerine son verdik"23 şeklinde beyanda bulunmuşlardı.

Diyarbakır Üzerinde Osmanlı-İran Mücadelesi

Diyarbakır ahalisi İdris-i Bitlisî'nin kendilerine verdiği teminat üzerine ayaklanarak
şehirdeki Safevî kuvvetlerinden bir kısmını ortadan kaldırdılar ve geri kalanlarını
da sur dışına çekilmeye mecbur bıraktılar. Tehlikeyi tamamen bertaraf etmek için
Osmanlı hükümdarına biatlerini bildirerek kendisinden yardım talep ettiler.

Şah İsmail bunun üzerine daha önce Cizre çevresinde Kürtlerle savaşmış olan ve
Çaldıran Muhaberesi'nde ölen Ustaçlu Muhammed Han'ın kardeşi Kara Han'ı, Urfa hakimi
olan Durmuş Bey ile birlikte Diyarbakır'ı muhasara ve zapta memur etti. Mardin,
Hısn-ı Keyf, Harput ve Ergani'de bulunan Şah'a mensup kuvvetlere de Karahan'a iltihak
etmeleri emrini verdi. Karahan ise beş bin kişilik bir kuvvetle Çapakçur yolundan
gelerek Diyarbakır'ı muhasara altına aldı.24

Safevî kuvvetlerinin Diyarbakır'ı kuşatması yaklaşık bir yıl kadar sürdü. Mahsur
kalan halk Yavuz'dan tekrar yardım istedi. O sırada Zülkadir seferinde bulunan Yavuz
Selim, Kürt beylerinin yardımına Dergah-ı Ali'nin en güvenilir adamlarından ve aslen
Diyarbakırlı olan Yiğit Ahmed'i gönderdi. Amasya'dan hareket eden Yiğit Ahmed Paşa,
Diyarbakır önlerine geldi; neticede muhasara hattını yarmaya ve şehre girmeye muvaffak
oldu.25

Diyarbakır halkının imdadına yetişen bu kuvvetler Karahan'ın ordusuna karşı fazla
bir varlık gösteremedi. Bunun üzerine, erzak ve mühimmat sıkıntısı çeken Diyarbakır
halkı, İdris-i Bitlisî vasıtasıyla tekrar Yavuz Sultan Selim'e haber göndererek
kendisinden yardım istediler. Sultan Selim, İdris-i Bitlisî'nin tavsiyesi üzerine
Bayburt'ta bulunan Bıyıklı Muhammed Paşa'yı görevlendirdi ve Rumiye-i Suğra Beylerbeyi
Şadi Paşa'nın beş sancakbeyinin de bu kuvvetlere iltihak etmesini emretti. Bütün
komutanlar İdris-i Bitlisî'nin emrinde bulunan on bin mevcutlu Kürt kuvvetiyle birleştiler.
Ayrıca, Hısn-ı Keyf hakimi Eyyubî sülalesinden Melik Halil,26 Bitlis Hakimi Emir
Şerafeddin,27 Hizan Hakimi Emir Davut, Sason Hakimi Ali Bey ve Namran Hakimi Abdal
Bey Muş sahrasında toplanarak harekete geçtiler.28 Palu Hakimi Cemşid Bey ve Çemişgezek
Hakimi Hüseyin Beyler de Kiğı Sancağı'nda birleşerek önce Çapakçur'u Safevîlerin
elinden kurtarıp Diyarbakır önlerine geldiler.29 Şadi Paşa da burada kendilerine
iltihak etti. Osmanlı ordusu da şehir yakınında Karaköprü mevkiinde toplandı. Bu
gelişmeler üzerine Karahan muhasarayı kaldırarak Mardin yönüne firar etti. Diyarbakır
halkı şehrin kapılarını Osmanlılara açmasıyla Safeviler'in Doğu Anadolu'daki nüfuz
ve hakimiyeti sona erdi (Eylül, 1515).

Diyarbakır ele geçirildikten sonra Bıyıklı Mehmed Paşa, Beylerbeyi rütbesiyle
bölgeyi idare etmek üzere tayin edildi.30 Bu arada Safevîler, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi'nde toparlanmaya başladılar ve nihai bir hesaplaşma mücadelesine giriştirler.
Bunun üzerine Bıyıklı Mehmed Paşa ve İdris-i Bitlisi'nin idare ettiği ordular Mardin'in
Koçhisar (Kızıltepe) yakınlarında birleşerek Korkuk mevkiinde31 Safevî ordusunu
bozguna uğrattı. Bu muharebelerden sonra Şah'ın birlikleri İran'a çekilmek zorunda
kaldılar.

Asayişin Yeniden Tesisi ve Bölgenin Osmanlı İdaresine Bağlanması

Bölgede savaştan dolayı bozulmuş olan asayiş ve istikrarın tesis edilmesi ve
idari yapısının yeniden düzenlenmesi için İdris-i Bitlisî'nin içinde bulunduğu devlet
adamları tarafından gerekli tedbirler alınmış ve merkezi otorite temin edilmiştir.
İdris-i Bitlisî bölge beylerini yakından tanıdığı için sancakların teşkili ve beylerin
tayini ile ilgili Yavuz Sultan Selim tarafından önemli yetkilerle donatılmıştı.32

Yapılan düzenlemelerde, Doğu ve Güneydoğu'nun coğrafi konumu, siyasi ve sosyal
yapısı dikkate alındığı anlaşılmaktadır. Zira, imparatorluğun diğer vilayetlerinde
oluşturulan idari yapıdan farklı olarak, burada daha özerk bir sistem uygun görülmüştür.
Böylece, "Diyarbekir vilayetine bağlı on iki sancak Yurtluk ve Ocaklık olarak düzenlenmiştir."33

Bununla birlikte, merkezi hükümetin bu kabil sancaklara da zaman zaman müdahale
ettiği ve gerektiğinde yöneticilerini değiştirdiği görülmektedir. Yurtluk ve ocaklık
ile idare edilen sancakların kanun ve nizamnamesine göre sancak mutasarrıfı olan
beylerden biri öldüğünde yerine büyük oğlu; oğlu yoksa akrabalarından biri onun
yerine sancak beyi olarak tayin edilirdi. Bu işlemin yapılabilmesi için de ahalinin,
ayanın, kadının, imamın; kısaca sancağın ileri gelenlerinin hazırlamış olduğu mahzarları
(toplu dilekçeler), bağlı bulundukları eyalet valisine vermesi gerekmekteydi. Bu
mazbata üzerine eyalet valisi halkın talebi doğrultusunda tayin işlemini gerçekleştirdikten
sonra merkezi hükümeti haberdar ederdi. Merkezi hükümet, tayinle ilgili deftere
kaydını yaptıktan sonra ilgili yazıyı kaleme alarak beratını gönderirdi.34 Şayet
bir bey isyan eder ve merkezi hükümet tarafından azledilirse veya idam edilirse,
yönetim yine varislerinden bir başkasına geçerdi.35 Bu tür sancaklarda tahrir yapılmazdı.
Ayrıca, beylere çeşitli büyüklükte haslar tahsis edilmişti ve savaş halinde bağlı
oldukları eyalet birliklerine belli bir miktar askerle iştirak etme mecburiyetleri
vardı.36

Öz

Bu çalışmada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin Osmanlı'ya ilhakı, bölgede
Osmanlı-Safevi mücadelesi ve İdris-i Bitlisî'nin faaliyetleri belgeler ışığında
gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Yavuz Sultan Selim, Bıyıklı Mehmet Paşa, İdris-i Bitlisî,
Şah İsmail, Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, Kürdistan

Abstract

This work brings out the annexation of Eastern and South-Eastearn Anatolian regions
to Ottomans, the Ottoman-Safevid conflict in this region and the activities of Idris-i
Bitlis under the guidance of historical documents.

Key Words: Yavuz Sultan Selim, Bıyıklı Mehmet Pasha, İdris-i Bitlisî, Shah İsmail,
Diyarbakır, South-Eastern Anatolia, Eastern Anatolia, Kurdistan

Belgeler37

(TSMA, no: 5858)'de kayıtlı belge:38

(Bölge beyleri hakkında Şeref Han'ın veziri Muhammed tarafından kaleme alınan
bu arzuhal İdris-i Bitlisî vasıtasıyla Sultan Selim'e gönderilmiştir.)

Dergah-ı mü'allaya ve barigah-ı a'laya bendeniz'in arzıdır. Haliyen Bitlis'te
toplanmış olan Kürdistan beyleri Bitlis emirlerinden Şeref Han'ın veziri ve Şeyh
Emir'in Kardeşi Muhammed Ağa ve Mevlana Hakimüddin İdris-i Bitlisî'yi vekil (temsilci)
tayin ettiler. Fakat bazı nedenlerden dolayı buraya gelemeyen beyler elçilerini
göndererek vekaletlerini bildirdiler. İdris-i Bitlisî ve Muhammed Ağa Amasya'da
bulunan Yavuz Sultan Selim'e Kürt beylerinin biatlerini ve itaatlerini haber verdiler.
Bölge beylerinin ittifakla söyledikleri tek söz buydu: Uzun süreden beri Padişah
Hazretleri (Yavuz Sultan Selim) uğruna ve göndermiş oldukları hüküm gereğince lanetlenmiş
Kızılbaş kuvvetleriyle mücadele ve savaş verdik, defalarca bölgemizde bulunan nice
bölük adamlarını hezimete uğratarak memleketlerini talan ettik. Padişah Hazretleri'nden
yegane beklentimiz Alaüddevle'ye karşı savaşarak onu mağlup etmesidir. Alaüddevle
mağlup olursa bu bölgenin aciz ve fakirleri de bu küfür ehlinden kurtulmuş olurlar.
Fakat Alaüddevle'yi mağlup etmek müyesser olmayıp beri tarafa kaçmış oldu. Özellikle
Hamid ahvali (yani Diyarbekir merkezi) fethedilirse etrafında bulunan bütün şehir
ve kasabalar elimize geçmiş olur. Böylelikle bölgemizde hiçbir düşman da kalmazdı.

Hasılı, Tebriz'e kadar uzanan bir bölge düşmanlardan temizlenmiş olursa gidip
gelmemiz daha kolay olur. Ayrıca, Tebriz'den Bağdat'ın son sınırına kadar olan yerlerde
Safevî kuvvetlerinin hakimiyet kurmalarına da izin vermezdik. Fakat şimdilik buna
muvaffak olmadık. Şayet Devletli Padişah Hazretleri'nin Diyarbekir'in fethi için
destek ve yardımları bize ulaşmaz ise Hamid içinde (Diyarbekir merkezinde) yüz bin
kişi Safevî kuvvetleri tarafından kılıçtan geçirilecek ve Diyarbekir şehri ister
istemez Safevîlerin eline geçecektir. Bizler de ya vatanımızı terk edeceğiz ya da
ister istemez Safevî kuvvetlerine teslim olacağız. Şah İsmail'in emirlerinden Çiyan
Sultan, beş bin kişilik bir kuvvetle bölgede bulunan beyleri ikna ederek Aladağ'a
gelmiştir. Ayrıca, Şah İsmail Serkürdistan Beyi oğlu Başıbüyük Muhammed'i hususi
elçi olarak bizlere göndererek kendilerine katılma teklifinde bulundu ve bütün beyleri
davet etti. Bölge beylerini davet ettikten sonra o konuşma esnasında bunu da söyledi:
Osmanlılar bize ne yapabilir; ahvalimizi şimdi bildik, Azerbaycan'a gelseler biz
Irak'a gideriz, Irak'a gelse Horasan'a gideriz. Sonuç itibarıyla memleket harap
olmamıştır. Osmanlı bütün memleketlerimizi tahrip ve bizleri öldürürse zulüm kazanmış
olurlar. Fakat sizlere (Kürt Beylerine) vacip olan budur ki; iki padişah arasında
yani Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim arasında arabuluculuk görevini üstlenmek ve
her iki tarafta yaşayan Müslüman halk için barış ve anlaşmayı sağlamaktır. Osmanlı
ve İran arasında bulunan Çopan köprüsünü sınır olarak kabul edip hem sizler, hem
de diğer topluklar bu barış sayesinde huzur-ı kalb içerisinde müreffeh bir hayat
sürdürmüş olursunuz. Tebriz Hakimi olan Helvacı oğlu Hüseyin Bey (Şah İsmail'in
emirlerinden) bazı hediyelerle birlikte Yavuz Sultan Selim'e elçi olarak gelirken
Maraş Bey'i Alaüddevle'nin mağlubiyetini ve Doğu'da Safevîlerin en güvenilir kalesi
olan Kemah'ın düştüğünü ve Osmanlı tarafından ilhak edildiğini haberi alır almaz
ihtiyaten Çiyan Sultan (Şah İsmail emirlerinden) yanında kaldı. Şayet izniniz olursa
-ihtimal vardır- Hüseyin Bey gelip gitmek ister. Daha önce yapılan ahidname üzerine
bu bende (İdris-i Bitlisî) dahi Kürdistan beylerine ümit ve istimalet verip sa'y
u gayretimizle an yakın zamanda dediğiniz hazırlıklar görülüyor. (Yavuz Sultan Selim
İdris-i Bitlisi'ye hitaben) sakın parçalanıp tefrikaya düşmeyesiniz daha önce geldiğiniz
doğru yol ve istikamet üzere merdanelik edesiniz, adı geçen Helvacı oğlu Hüseyin
gelirse biz kefiliz, onu Dergah-ı mu'allaya yetiştirmekle mükellefiz, dedik. Muhammed
Ağa ve beraberinde bulunan elçiler ahidnâmeleri üzerinde kalıp beylerine haber gönderesiz.
Karahan'ın Diyabekir'i kuşatması üzerine İdris-i Bitlisî Yavuz Sultan Selim'e Nizamüddin
ile birlikte bir elçi yoldaş dahi gönderildi. Ümit ederiz ki, Osmanlı ordusu gecikmeden
Diyarbekir'in yardımına yardım elini uzatacaktır. Bu diyarın ahvali ve haberleri
için de bölge beyleri bendenizi (İdris-i Bitlisî ) gönderdiler ki varıp durumumuzu
arz ettik de umulur ki ferman-ı ali ne ise emr oluna. Baki ferman bab-ı müallaya
emri şeriflerine bağlıdır.

Bende-i Fakir

Muhammed'ül-hakir.

(BOA. Y.E E, 36/67)'de kayıtlı belge:39

Belgede evvela Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin fethinde emeği geçen üç şahıstan
bahsetmektedir.

Birincisi: Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri'dir.

İkincisi: Evvel Asrın Sermedan Ulema ve Füzelasından olan İdris-i Bitlisî'dir.

Üçüncüsü: Erzincan ve havalisi beylerbeyi Bıyıklı Muhammed Paşa dahi bu şan ve
şereften hissedar-ı iftihar olmuştur diye ifade etmektedir.

Şah İsmail İran'ın bütün şehir kasabalarını ele geçirdikten sonra Kürdistan bölgesini
de zaptederek bütün şehir ve kasabalarını hakimiyeti altına aldı. Bunun üzerine
Hicri (920) tarihinde Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri Ordu-yı Hümayun ile İran'a
karşı sefer düzenleyerek Çaldıran ovasında Şah İsmail ordusunu bozguna uğrattı.
Bunun akabinde iki büyük devlet arasında kalan Kürtler, -"Şah İsmail'e bağlılığımızı
sürdürelim mi? Yoksa Osmanlı Devleti'ne iltihak mı edelim?" diye- tereddüt geçiriyorlardı.
Yavuz Sultan Selim Tebriz'de bir süre kaldıktan sonra Amasya'ya döneceği sırada
Kürt emirlerini Osmanlı Devleti saflarına celbetmek için -Çaldıran Seferi'ne katılmış
olan- İdris-i Bitlisî'yi görevli olarak Kürdistan'a gönderdi. Aynı zamanda Gürcistan
biatlerini almak üzere de görevlendirildi.

İdris-i Bitlisî üstün yeteneğiyle kan dökülmeden istimâlet (gönüllerini almak)
suretiyle bu bölgeyi Osmanlı topraklarına ilhak eyledi. Bu şekilde Kürt beylerinden
yirmi dördünü40 celb ve cezb ederek Osmanlı Devleti'ne bağlamış oldu.41 Yavuz Sultan
Selim ittifakı güçlendirmek maksadıyla daha önce öldürülmüş olan Kürt Rüstem Bey'in42
topraklarını oğlu Hüseyin Bey'e vererek Kürt beylerinin gönlünü kazanmış oldu.43
Böylelikle kendisine muhalif Halid Bey'in oğulları kalmıştı.

Bitlis Hakimi Şerefüddin, bölge beylerinden İran'a bağlı olan Halid Bey oğullarının
üzerine hücum edip birçoğunu kılıçtan geçirdi.

Kemah Kalesi'nin fethi için Bıyıklı Mehmet Paşa görevlendirdi. Kale, Paşa tarafından
muhasara altına aldı. Sultan Selim Han Hazretleri Ordusuyla Dersaadet'ten (İstanbul'dan)
dönmek üzere Amasya'ya hareket ederek Kemah bölgesine ulaştığı gün Kemah Kalesi'nin
fethi müjdesi kendisine verildi. Kemah Kalesi'nde bulunan şah taraftarları ise kılıçtan
geçirildi.

Şah İsmail Kürdistan'ın Osmanlı Devleti'ne iltihakını haber alır almaz derhal
bu bölgeye Karahan'ı askeri komutan tayin etti. Karahan Diyarbakır'a gelince bölgede
bulunan bütün "Kızılbaşlar" etrafında toplandılar. Bıyıklı Muhammed Paşa ve İdris-i
Bitlisî'nin komuta ettiği askeri birliklerin Diyarbakır'a doğru geldiğini haber
alan Şah İsmail'in Emiri Karahan Diyarbakır muhasarasını terk ederek kaçtı. Safevî
ve Osmanlı kuvvetleri arasında birçok kanlı muharebeler meydana geldi. Sonuç itibariyle
Karahan öldürüldü ve "Kızılbaşlar" da yenilgiye uğrayarak etrafa kaçıştılar. Karahan'ın
mağlubiyetini müteakip Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri Mısır üzerine yürüdü. Konya'ya
vardığında Diyarbakır ve çevresinin Kızılbaşlardan temizlendiği ve Karahan'ın öldürüldüğü
müjdesini alınca memnun oldu. Yavuz Sultan Selim Konya'da iken Karhan'ın kesik başı
kendisine götürüldü.

Kısaca, Kürt emirlerini celb ve te'lifi ile Kürdistan sancaklarını teşkil ve
tanzim eden İdris-i Bitlisî'dir. Diyarbakır Eyaleti'ni "Kızılbaşlar"dan boşaltıp
temizleyen, bunca hududu muhafaza eden bıyıklı Muhammed Paşa'dır. Yavuz Sultan Selim
Han Hazretleri'nin iltifatına mazhar olan komutanlardan Bıyıklı Muhammed Paşa Diyarbakır
fethedildikten sonra beylerbeyliği payesiyle vezir olmuştur. İdris-i Bitlisî'nin
Oğlu ve hafidi dahi Başdeftarlık (Maliye) gibi en mühim memuriyetlerde istihdam
edilmiştir. Baki emru ferman men-lehü'l-emrindir.

(Hoca Sadeddin Tacü't-Tevarih, c. II, s. 322-323)'de kayıtlı belge:Yavuz Sultan
Selim'in İdris-i Bitlisî'ye Fermanı)

Safevîlerin hakimiyetinin sona ermesiyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bozulan
idari ve siyasi yapının yeniden düzenlenmesi için Yavuz Sultan Selim Edirne'den
İdris-i Bitlisî'ye bir ferman göndererek kendisine yetki verdi. İdari düzenlemenin
nasıl yapılacağı ve hangi kuralların mer'i olacağı bu fermanda ayrıntılı bir şekilde
belirmiştir. Sultan şu hususların üzerinde durmaktadır:

Mevlana Hekimu'd-Din İdris (Allah faziletini artırsın) yazmış olduğunuz mektup
südde-i saadetime ulaştı. Senden umulan hüsn-i diyanet, emanete ifrat derecede sadakat
ve doğruluğunuzdur. Diyarbekir Vilayeti'nin fethi sizin sayenizde gerçekleştiği
bana haber verilmiş idi. Yüzün ak olsun, Allah'ın izni ve inayetiyle diğer vilayetlerin
dahi fethine en büyük sebebi gene sizler olursunuz.

Benim bütün yardım ve desteğim sizinledir. Hiç bir şekilde sizlerden kuvvet ve
desteğimi esirgemem ve her zaman sizinle birlikteyim. Bundan böyle şevval ayının
sonuna kadar ulufeniz ile iki bin sikke-i efrenciye filori, bir samur, bir vaşak
ve iki mürabba' sovfları dahi ve bir frengi kemha kılıflı müzehheb kılıç İdris-i
Bitlisi'ye gönderildi. Allah'ın izin ve keremiyle gönderdiğim bu hediyeler size
ulaştığında sıhhat ve selametle harcayasın. Göstermiş olduğunuz hizmet ve başarı
karşılığında her nevi hediye ve yardımlarım seninledir.

Diyarbakır savaşı ve diğer seferlerde size katılan, sana itaat edip gelen Kürt
beylerinin sadakat, ihlas ve hizmetleri karşılığında ihtisaslarına göre daha önce
mutasarrıf oldukları vilayet veya sancaklarına tayinlerinin yapılması.

Tayin olunan sancak beylerinin ahvali, elkapları ve diğer özellikleri sizlere
malum olduğu ecilden "İftiharü'l-ümerai'l-izam zahiru'l-küberai'l-fiham zevi'l-kadri
ve'l-ihtiram sahibi'l-mecdî ve'l-ihtişam el-mü'eyyedu bi-enva-i te'yidatillahi el-Meliku's-Samed
Diyarbakır Beylerbeyi Muhammed dame İkbaluhu'ya" nişanı şerifimi taşıyan beyaz,
boş hüküm kağıtlarını gönderdim.

Sizlere düşen görev, tayinleri yapılan beylerin hangi vilayette görevlendirildiği,
tayinleri ne şekilde ve hangi şartlarla yapıldığı, bahsi geçen beylerin hitap ve
lakab cümleleri nelerdir? Yazışmaların hangi üslupla yapılması daha uygun olacağının
belirtilmesi ve ayrıca beratları yenilenerek tevcihlerin yapılması.

Kürt beylerine verilen berat suretlerinde ayrıntılı bir şekilde tımar miktarlarını
dahi yazıp bir suretini deftere kaydettikten sonra bana gönderesiniz ki "südde-i
saadetimde", yani hükümet merkezinde muhafaza etmek üzere her husus mefhum ve malum
ola. Tayini gerçekleşen beylere hangi sancakların verildiği ve ne şekilde tevcih
yapıldığı, elkapları nasıl yazıldığı, görevlerinin, hediye ve inamların neler olduğunun
ayrıntılı bir şekilde bana bildirilmesi.

Öyle adilane bir şekilde tertip ve tayin ediniz ki Kürt beyleri arasında tesis
edilen kardeşlik bağları sarsılmasın ve zarar görmesin, aralarında bir kırgınlık
meydana gelmesin. Berat verilmiş olan beylerden başka istimâlet-nâmleri gönderilmesi
lazım olan beyler için de nişanlı beyaz kağıtlar gönderildi.

Onları dahi her beye ne şekilde istimalet-nâme gönderilmek münasip ise hazırlayıp
gerekli hediyelerle birlikte kendilerine gönderesiniz. Ve onların ayrıntılı suretlerini,
hediye ve inamda nasıl riayet olunduğu, verilen berat suretlerini deftere yazıp
Dergah-ı Cihanpenahıma ulaştırasınız. Bilginiz olsun ki bu taraflarda olan askeri
mühimmat ve sair ihtiyaçlar benim iradem üzere sizlere yetiştirilmiştir. İnşaallah
bundan böyle o taraflara gelme ihtimalim yoktur. Kürdistan beyleri hakkında göstermiş
olduğum lütuf ve ihsan onların mülahaza ettiklerinden daha fazladır. Erdebil oğlu
"İsmail-i sapığı südde-i saadetime" (hükümetimize) Hüseyin Bey ve Behram Ağa isimli
iki adamına bir name vererek bana elçi olarak göndermiş, "enva-ı ubudiyet" ve tazarru'larını
arz eylemiş; barış ve anlaşmayı sağlarsanız ne isteğiniz olursa ona bağlı kalacağıma
dair birçok yalvarış ve yakarışlarda bulunmuştur. Fakat ben onun hiçbir sözüne güvenmem.
Bundan dolayı göndermiş olduğu elçilerden bazılarını Dimetoka hisarında, bir kısmını
da Kilidü'l-Bahr kalesinde hapsettirdim. Sen dahi Şah İsmail'e karşı en iyi tedbirle
ne ise onları alasın, şöyle bilesin alamet-i şerifime itimat kılasın. "Tahriren
fi evasıt-şehri Şevali'l-mübarek sene ihda ve işrin ve tis'a mi'e el-Hicriye bi-makamı
Darü'l-Hilafe-i Edirne (Hicri Evasıt-ı Şeval 921).

Dipnotlar

1. Salname-i Vilayet-i Diyarbekir'de şu ifadeler yer almaktadır: "Daha önce Araplar
bu bölgeye Cezire ve Mavarau'n-nehir diye tesmiye ediyorlardı. Cezire iki nehir
arasında kalan bir kıtadır ki Asya'dan başlayarak Fırat ile Dicle arasında kalan
uzun bir daireden ibarettir." (Said Paşa, Salname-i Vilayet-i Diyarbekir, Diyarbakır,
1302, s. 1).

2. Said Paşa, s. 5.

3. Baban beylerinin nüfuzu altında bulunan Süleymaniye, Şehrizor ve mülhakatında
III. Selim ve IV. Mustafa döneminde idari düzenlemeler yapmıştır. Daha önce Diyarbakır
Eyaleti altında yönetilen bu bölge Musul'a bağlandı. Bunun idari düzenlemeden ziyade
siyasi düzenleme ve Kürtleri bölmeye yönelik bir hareket olduğunu iddia eden Abdurrahman
Paşa bu düzenlemeye karşı çıkmıştır. Osmanlı Devleti'ne karşı 1807 tarihinde Kürt
beyleri ilk defa Babanlı Abdurrahman Paşa'nın öncülüğünde isyan etti. Bu tarihten
itibaren meydana gelen gelişmelerle zaman zaman böyle müessif olaylar yaşanmış,
huzur ve güven ortamı sarsılmıştır {Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA), no: E.
1376}.

4. TSMA, no: E. 11997.

5. Akkoyunlular tarafından tayin edilen Kasım Bey Hicri 911’de vefat edince Şah'dan
kaçmış olan Akkoyunlu Sultanı Murad, Emir Bey'i Diyarbakır Valiliği'ne tayin etmiş
ve Şah İsmal Hicri 913 tarihinde Diyarbakır üzerine yürüdüğünde şehri savaşmadan
teslim etmiştir (Said Paşa , s. 132-133).

6. Said Paşa, s. 132-133; Abdügani Bulduk, Muhtasar Cezire Tarihi, Yazma eser,
Diyarbakır Ümit Gazetesi Arşivi, (tahmini tarih, 1916) s. 172-173.

7. Müneccimbaşı, vrk, 97a; Melik Halil Çaldıran Savaşı'ndan sonra Tebriz'deki
hapishaneden kaçmayı başarmış ve geri döndüğünde halk kendisini yeniden bey olarak
tanımıştır. (Dr. Fritz, Kürtler Tarihi ve İçtimai Tetkikat, İstanbul, 1334, s. 85;
Salhattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara: M.E.B., 1969, s. 77).

8. TSMA, no: E. 5858.

9. TSMA, no: E. 5858.

10. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Yıldız Esas Evrakı (Y.EE), 36/67.

11. BOA. Y.EE, 36/67.

12. BOA. Y.EE, 36/67.

13. BOA. Y.EE, 26/67.

14. İdris-i Bitlisî'nin 1515-16 kışında Doğu Anadolu Bölgesi ve çevresindeki
faaliyetleri için en emin kaynaklar bu hususta Yavuz Sultan Selim'e kendisi tarafından
gönderdiği Farsça bir arz (TSMA, no: E. 8333/2) ve Bitlisî'nin oğlu Ebu'l-Fazl Muhammed
Efendi'nin Zeyl-i Heşt-Bihişt'te (Ebu'l-Fazl Muhammed Efendi, Zeyl-i Heşt-Bihişt,
Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Kısmı, yazma, No: 2447) babasından aynen naklettiği
kısımlardır. Yukarıdaki belgenin kısmen ve mealen yapılan bir tercümesi tıpkı baskısı
ile beraber Nazmi Sevgen tarafından yayınlanmıştır. (Nazmi Sevgen, "Kürtler III",
Belgelerle Türk Tarih Dergisi, sayı: 7, 1968, s. 57-61). Fakat orijinal metinde
birçok kelimeler noktasız veya kısmen noktalı yazıldığından, bilhassa özel isimler
yanlış okunmuştur.

15. Emir Seyfeddin Bey İdris-i Bitlisî'nin çok samimi bir dostu idi (Ebu'l-Fazl,
s. 67/a).

16. Fakat daha önce Kürt Beyleri Şah İsmail'e bağlılıklarını sunmak üzere Hoy
ve Tebriz'e gidilmesini uygun görerek anlaştılar. Şah Ali Bey de bu beylere katılmak
suretiyle Şah İsmail'in sarayına vardılar. Fakat, Şah İsmail, Şah Ali Bey ile birlikte
12 Kürt beylerini hapsettirdi. Ancak, Şah'ın zindanlarından kurtulan Şah Ali, Diyarbakır
Valisi Han Muhammed Ustaclu'nun kardeşi olan Ulaş Bey'in yönetimi altında bulunan
Cezire'ye geldi. Bunun üzerine ikisi arasında Cezire yönetimi üzerine çarpışma başladı
ve yenilen Ulaş Bey Cezire'yi terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle Cezire'nin bütün
kaleleri ve nahiyeleri yeniden Şah Ali Bey'in hakimiyetine girdi. Bu arada, Şah
Ali Bey ile Bitlis Hakimi Şeref Bey aralarında dostluk bağları güçlenince Yavuz
Sultan Selim'e bağlılıklarını ilan ettiler (Şeref Hah, Şerefname, Tercüme: M. E.
Bozarslan, Hasat Yayınları, 1990, s. 146-147).

17. İdris-i Bitlisî'nin babası, Bitlis'in alim ve şeyhlerinden Mevlana Şeyh Hüsameddin
Ali Bitlisî'dir. Akkoyunlular döneminde sarayda görev almıştır. Safevîler tarafından
Akkoyunluların devletine son verilince Tebriz'den İstanbul'a göç eder. Zamanın Osmanlı
padişahı II. Beyazıt kendisini çok iyi karşılar ve Osmanlı Tarihi'ni yazmakla görevlendirir
(Hoca Sadeddin, Tacü't-Tevarih, c. II, İstanbul: 1297, s. 566; Hicabı Kırlangıç,
Farsça Tercümesi, Selim Şahname, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001, s. 5,
8).

18. Bitlis emirlerinden olup Tebriz'de Yavuz Sultan Selim'e bağlılığını bildirerek
Şah İsmail güçlerine karşı savaşmıştır (TSMA, no: E. 8333/1-2).

19. Bitlis Hakimi Şeref Han'ın veziri ve Başı Büyük Ser-Kürdistan Bey'in oğludur,
belgede ismi geçmektedir.

20. Şeyh Emir Bitlis Veziri Muhammed Bey'in kardeşidir.

21. Yavuz Sultan Selim.

22. TSMA, no: E. 5858.

23. TSMA, no: E. 5858.

24. Ebu'l-Fazl, s. 75; Hoca Sadeddin, c.II, s. 305.

25. Hoca Sadeddin, c.II, s. 306; Hacı Yekta Ahmet, Vakayi'-i Sultan Beyazid ve
Selim Han, s. 89.

26. Bu zat Hısn-ı Keyf ve Siirt hakimi iken Şah İsmail'in kız kardeşi ile evlenmiş,
aradaki akrabalığa rağmen Şah İsmail Hısn-ı Keyf'i beş sene muhasara ettirmiş, sonunda
Melik Halil'i hile ile yakalatarak haps ve memleketini de Ustaçlu oğlu Mehmed Bey'e
zapt ettirmişti. Çaldıran muhaberesinden sonraki karışıklık devresinde Melik Halil
Eyyubi kaçmayı başararak Siirt'i Safevîlerden geri almaya muvaffak oldu. (Ebu'l-Fazl,
s. 67 b, 84 a-b). Fakat Muhammed Bey'in kardeşi Süleyman Bey'in elindeki Hısn-ı
Keyf'i geri alamamıştı.

27. Bu zat Tebriz'de Yavuz Sultan Selim'in huzuruna çıkarak biat etmiş, buna
karşılık Bitlis ve çevresi kendisine verilmişti (Hoca Saadeddin, c. II, s. 302).

28. Ebu'l-Fazl, s. 67 b.

29. Hoca Sadeddin, c. II, s. 309.

30. Haydar Çelebi, Ruzname (Feridun Bey, Münşeâtü's-Selatin, İstanbul 1247, c.
I. 470 de).

31. Ebü'l-Fazl Mehmed Efendi, aynı eser, 85b. Bak, Neşajat Göyünç, Tarih Dergisi
İÜEF. İstanbul 1969, s. 25.

32. BOA. Y.E.E, 36/67: Hoca Sadeddin, c. II. s. 322-323.

33. Mithat Sertoğlu, Sofyalı Ali Çavuş Kanunnamesi, İstanbul 1992, s. 32.

34. Bkz, BOA. İ. E. DH 562.

35. Bkz, BOA. İbni Emin 562 nolu vesika: Van Eyaletine bağlı Yurtluk ve Ocaklıkla
idare edilen Muks ve tevabi'i Beyzadesi civar beyleriyle daima münazaada olduğundan
Van'da teşekkül eden divana iştirak etmeyip firar ettiğinden dolayı azledilerek
yerine en büyük oğlu olan Mir Muhammed tayin edilmiş.

36. Mithat Sertoğlu, Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, İstanbul, 1992. s. 15, 32.

37. Belgeler önemli ölçüde sadeleştirilerek verilmiştir.

38. Bu belgenin yazılış tarihi belli değildir. Fakata içindeki mühtevaya baktığımızda
Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran'dan Amasya'ya döndüğü tarihi göstermektedir ki; bu
tarihte henüz Kemah ve Diyarbakır'ın fethinden önce yazıldığı anlaşılmaktadır.

39. Bu belgenin yazılış sebebi ise Kürdistan'da kurulması düşünülen Yerli Süvari
Alaylarından birine Ertuğrul Gazi Hazretleri'nin validesi ismi ve diğer bir alaya
da o bölgenin fethi şerefine haiz olan zatın (Yavuz Sultan Selim'in) ismi verilmek
irade-i seniye iktizasından olduğu beyanıyla Şakir Paşa tarafından gelmiş olan tezkireye
zeylen yazılan cevabın müsveddesidir.

40. Bak: Tacü't-Tevarih, c. II. s. 301; Sadeddin Efendi yirmi beş Kürt beyinin
Osmanlı devletine iltihak ettiğini ayrıntılı bir şekilde zikretmektedir. İ. H. Uzunçarşılı,
Osmanlı Tarihi, c. II, s. 274; Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi No: 23362, vrk.
112/a 113/a.

41. Kürt beylerinden Halid ile Rüstem beyler Şah İsmail'i desteklediklerinden
Yavuz Sultan Selim tarafından idam ettirilmişlerdi. Bu beylerin ve adamlarının idamlarıyla
ilgili sebepleri "TSMA, no: 6672"de kayıtlı vesikadan çıkarmak mümkündür. Bu vesikaya
göre, Halid Bey Şah İsmail adına Kara Hisar'a tabi Suşehri ile Akşehir ve Şaphaneyi
basarak yağma ve tahrip etmiştir. Buna benzer birçok yerleri işgal etmiş, ayrıca
Osmanlı ordusuna karşı savaştığı için idamına karar verilmiştir. Çemişkezek'te hüküm
süren Rüstem Bey de Çaldıran seferinde Osmanlılara karşı savaştığı için Yavuz Sultan
Selim tarafından idama mahkum edilmiştir. (Bak, Dr. Fritzche, Kürdler, İstanbul,
1337, s. 164; Selhattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara, 1969, s. 68.

42. Dr. Fritzche, s.167.)

43. Dr. Fritzche, s. 165, 166.