A Paradise for Earthly Happiness: Family
Giriş
Dünyanın birçok ülkesinde komünizm, sosyalizm, kapitalizm ve hedonizmin çarkları
arasında kalan aile, gittikçe yozlaşmakta, aile kavramı yerini başka kavramlara
bırakmaktadır. Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen çekirdek aile, anne,
baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin
yanında, çocukların eğitilmesi ve topluma faydalı fertler olarak yetiştirilmesi
için de çok önemlidir. Ancak, son çeyrek asırdır, gelişmiş Batı ülkelerinde aile
artık geleneksel aile tipi olmaktan çıkmış, “single parents” denilen, anne–çocuk,
baba-çocuk şeklinde yeni bir görünüme bürünmüştür. Bunun yanında ana- babasının
kim olduğunu bilmeden büyüyen milyonlarca insan da, ailenin dejenere edilmesinin
en büyük göstergelerinden birisidir.
Boşanma oranların yüzde 50-70 arasında oynadığı bir çok Batılı ülkede insanlar,
kendilerine empoze edilen “aşkı” ya da “romantik aşkı” bulamadıklarından veya kaybettiklerinden
dolayı, psikoterapistlerin kapısını aşındırmaktadırlar. Aynı Batı ülkelerinde ne
acıdır ki, boşanmalara sebep olan unsurlar, evliliğin kurtarılması için de vazgeçilmez
bir unsur olarak zikredilmektedir. Boşanma oranlarının artması, evliliklerin mutlu
olmak için vazgeçilmez bir kurum olduğu inancını gittikçe sarsmakta, onun yerine
sorumluluk duygusundan mahrum gayr-i meşru birliktelikler yaygınlaşmaktadır. Bazı
çiftler arasında evlilikler artık beş sene evli kalma şartı ile yapılan kontratlarla
en azından belli bir müddet devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Konuyla ilgilenen
uzmanlara göre, gelecekte bu ülkelerin çoğunda evlilik kurumu, aile kurumu ya tamamen
ortadan kalkacak ya da çok kısa süreli anlaşmalara dönecektir. Bu durum, insanlığın
tekrar İslam’dan önceki cahiliye dönemine dönmekte olduğunu göstermektedir.
Mutlu evliliğin sırları, boşanmayı durdurmanın yolları, evliliği kurtarmanın
ipuçları gibi kitaplar ve internet sitelerindeki rehberlik yazıları insanlığın sağlıklı
bir şekilde devamı için en lüzumlu bir kurum olan evlilikleri kurtarmak için adeta
çırpınmaktadır. Bütün bu olanlara ve yapılan çalışmalara baktığımızda asıl hedefin,
“mutlu evlilik; ebedi sevgi”yi oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak çoğu zihinlerin
materyalist fikirlerle yaralandığı, çoğu insanların zevkçi ahlak ekollerinin peşine
düştüğü, manevi, ruhsal, kalbi olan problemlerin görmezden gelindiği bir çağda,
yıkılmakta olan bir kurumun kurtulması için gerekli olan manevi temeller göz ardı
edilmektedir. Evliliğin kurtarılması, boşanmanın önlenmesi, mutlu evliliğinin sırları
ile ilgili çok yaygın olan ve artık bir sektör haline gelen çalışmalarda ortaya
konulan çözüm yollarında hep bu materyalist ve hedonist bakış açılarının etkili
olduğu görülmektedir.
Hıristiyanlık dini temel alındığında dindar bir ülke sayılan Amerika’da boşanma
oranları ürkütücü boyutlardadır ve ortalama yüzde 50’dir. İlk evliliklerde boşanma
oranları yüzde 50, ikinci evliliklerde yüzde 67, üçüncü evliliklerde yüzde 74’tür.
Avrupa ülkelerinde de durum buna yakındır. Batı kültürünün etkisine giren Japonya
ve Çin gibi Asya ülkelerinde de boşanma oranları hızla artmaktadır. Boşanan çiftlerin
yüzde 66’sı çocuk sahibi değildir. Ülkeden ülkeye bazı değişikler olsa bile genel
olarak boşanmanın en önemli sebepleri, ekonomik problem, sadakatsizlik ya da aldatma-aldatılma,
cinsel isteksizlik ve hayatta değişiklik arayışına girilmesi gibi hususlardır. Buradan
anlaşılmaktadır ki, Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde Hıristiyanlık aile kurumunun
çözülmesini engellemeye olumlu katkılarda bulunamamaktadır. İncil’de yer alan, ”eşini
kendi bedenin gibi sev” emirleri, Hıristiyan erkekler üzerinde yeterli etkiyi gösterememektedir.
Diğeri ülkelerde sahip olunan felsefi ve dini referanslar da aileyi korumada yeterli
olamamaktadır.
Ülkemize geldiğimizde, Türkiye Müslüman bir ülkedir. Dünyada boşanma oranının
en düşük olduğu ülkelerden birisidir. Bu oran binde 1.4’tür. Ancak yılda 90 binden
fazla evliliğin boşanma ile neticelenmesi ve bu oranın az da olsa artma eğilimi
göstermesi, bu konunun üzerinde durulmasını gerektirmektedir.
Devletin yaptırdığı bir araştırmaya göre, “Bireylerin boşanmasında en önemli
faktör geçimsizliktir. Bunu doğuran nedenlerin başında da sırasıyla ilgisizlik ve
sorumsuzluk, kıskançlık, çocuk nedeniyle yaşanan anlaşmazlıklar, ekonomik sıkıntılar,
eşle kopukluk ve bedensel uyumsuzluk” gelmektedir.
Ülkemizde boşananların yüzde 90’ı kentlerde yaşamaktadır. Bu araştırma, boşananların
çoğunun 2-5 yıl arasında evli kaldıklarını saptamıştır. Daha önce ailede olan boşanmaların
diğer boşanmalar için örnek teşkil ettiği, bu durumun kadınlarda daha yaygın olduğu
söylenebilir. Boşananların büyük bölümünün, tanıştırılarak veya bir süre flört ettikten
sonra evlendikleri görülmektedir. Araştırmaya göre, boşanmış erkeklerin ve kadınların
yaklaşık yüzde 90’ı evlilik kararını kendileri vermiştir. Boşanmış kadın ve erkeklerin
evlenmelerinde birinci neden, ‘aşık olmak’ şeklinde belirtilmektedir. Bu durum,
başta Amerika olmak üzere Batı kültürünün sinema ve televizyon ve basın yoluyla
insanlarımız üzerinde ne kadar çok etkili olduğunu göstermektedir. Romantik aşk
efsanesinin büyüsüne kapılan insanlar, evliliklerini sağlam olmayan temeller üzerine
kurmakta, bu da kısa süre boşanma ile neticelenmektedir.
Burada karşımıza bazı sorular çıkmaktadır: Fıtratın bir gereği olan evlilikleri
korumak nasıl mümkündür? Eşler birbirlerine nasıl daha çok sevgi ve saygıyla yaklaşabilirler?
Eşler arasındaki sevgi ve şefkat nasıl ölene kadar devam ettirilebilir? Bireyler
boşanmayı nasıl en son seçenek olarak düşünebilirler? Yıkılmak üzere olan evlilikler
nasıl kurtarılabilir ve kurulmakta olan evlilikler nasıl sağlam bir şekilde kurulabilir?
Ailenin televizyon, sinema, gazeteler ve internet vasıtasıyla gittikçe yozlaştırılmaya
çalıştığı çağımızda sağlıklı bir aile nasıl olur? İslam dininin ailenin kurulmasında
ve devamında ne gibi olumlu katkıları vardır? İslam’ın ana kaynaklarını kendisine
referans olarak alan Said Nursi, aile hayatımızın bir cennet hayatına dönüşebilmesi
için neler önermektedir? İşte bu çalışma, bu gibi sorulara cevap bulmaya çalışmayı
amaçlamaktadır.
A. İslamiyet’e Göre Ailenin Önemi
Evlilik, toplumun en temel kurumudur. Toplumun gerçek bir toplum olması, fertlerin
mutlu olması, insan neslinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, dünyaya gelen çocukların
terbiye edilip büyütülmesi, erkek ve kadının bedensel olduğu kadar ruhsal ve kalbî
olarak da tam olarak tatmin olup sükûnet bulması ancak aile kurmakla mümkündür.
Cenab-ı Hak ayetlerde müminlere evlenmeye ve evlendirmeye teşvik etmektedir. Örneğin
bir ayette şöyle buyrulur:
“İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları
evlendirin. Eğer fakir iseler Allah kendi fazlından onları zengin eder. Allah, geniş
(nimet sahibi)dir bilendir”1
Bir başka ayette ise, “Nikah (imkanı) bulamayanlar, Allah, onları kendi fazlından
zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar” buyurmaktadır.2
Bir diğer ayet ise şöyledir: “Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı (Kendilerine)
Kitap verilenlerin yemeği size helal sizin de yemeğiniz onlara helaldir Mü’minlerden
özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür
ve iffetli kadınlar da namuslu fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler
olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı).
Kim imanı tanımayıp küfre saparsa elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, ahirette
hüsrana uğrayanlardandır. “3
Peygamberimiz (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde evlenmeye teşvik etmiştir. Bir
hadislerinde şöyle buyururlar: “Evlenmek benim sünnetimdendir. Kim benim bu sünnetimle
amel etmezse, benim yolumda olmamış olur. Evleniniz. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı
sizin çokluğunuzla iftihar ederim. Evlenme imkânı olmayan oruç tutsun. Çünkü oruç
şehveti kırar.”4
Bir başka hadislerinde, dört şeyin peygamberlerin sünnetinden olduğunu, bunların
da haya, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek olduğunu bildirmektedir.5
Konuyla ilgili bir başka hadis-i şerif de çok anlamlıdır: “Dindarlığını ve ahlakını
beğendiğiniz kimse, ailenizden birisi ile evlenmek isterse, onları evlendirin. Şayet
bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve fesat çıkar.”6
Görüldüğü gibi ayet ve hadislere göre, bir erkek ve bir dişiden yaratılan insanlar
evlenmekle hem Allah’ın bir emrini yerine getirip ibadet sevabını kazanmış olmaktadırlar,
hem de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir sünnetini yerine getirmiş olmaktadırlar. Bütün
bunlar, evliliğin mukaddes bir kurum olduğunu ve korunması gerektiğini göstermektedir.
Evliliğin engellenmesi, ya da insanların çeşitli sebeplerle evlilikten uzaklaştırılması,
fitne ve fesatların, fuhuş ve ahlaksızlıkların yayılmasına, toplumun huzurunun bozulmasına
sebep olmaktadır.
Günümüzde evliliklerde önemli kriterler, zenginlik, yakışıklılık ya da güzellik,
iyi bir kariyer sahibi olmak gibi hususlardır. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, bir kadınla
dört şey için evlenildiğini bildirmektedir. Bunlar da mal, asalet, güzellik ve dindarlıktır.
Ancak Hz. Muhammed dindar olanın seçilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.7 Çünkü insanı
mutlu edecek olan husus, dini inanç ve değerlere sahip olan bir kimse ile evlenmesidir.
Bir başka hadislerinde kadınların sadece güzellikleri için nikahlanmaması gerektiğini,
çünkü güzelliklerinin onları tehlikeye atabileceğini bildirerek şöyle devam etmektedir:
“Sadece malları için de nikahlamayınız. Çünkü malları onları azdırabilir. Dindar
olanını nikahlayınız. Şüphe yok ki, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni
siyah dindar bir cariye, dindar olmayan hür bir kadından efdaldir.”8
Görüldüğü gibi dinimiz, evliliklerin sağlıklı olabilmesi, karşılıklı sevgi ve
saygının, şefkat ve merhametinin devamı için dindar olmayı, dini inanç ve değerlere
sahip olmayı en birinci şart olarak göstermektedir. Burada diğer hususların hiçbir
değerinin olmadığı bildirilmemektedir. Ancak dindarlığın ön plana çıkması gerektiği
hatırlatılmaktadır. Çünkü dindarlık hem insanda kalıcı değerlerin oluşmasına sebep
olmakta, hem de eşlerin birbirlerini geçici özelliklerden dolayı değil, kalıcı özelliklerden
dolayı sevmesine, sevgilerini ebediyete taşımasına sebep olmaktadır.
Sevgi her insanda var. Hem de Bediüzzaman’ın 24. Söz’ün Beşinci Dalındaki ifadeleriyle
kâinatı istila edecek kadar ucu açık olan bir sevgi var. Ama çoğu insan, böyle sonsuz
denecek kadar bir potansiyele sahip olan sevginin niçin verildiğinin farkında değil.
Halbuki bu sonsuz potansiyele sahip olan sevgi, sonsuz ve mukaddes bir güzelliği
olan Allah’ı sevmek için insana verilmiştir. Yaratıcı bizim kendisine iman etmemizi,
kendisini tanımamızı ve kendisini sevmemizi, buna bağlı olarak da O’na ibadet etmemizi
istemektedir. İnsan yaratıcının kendisine verdiği bu sevgiyi, ya Allah’a ya da diğer
varlıklara karşı kullanır. Allah’ı sevmeden doğrudan diğer varlıkları sevmek, gerçek
bir sevgi değildir ve sevilen şeyler bu sonsuz potansiyele sahip olan sevgiye değmemektedir.
Aynı zamanda Allah inancından ve sevgisinden mahrum olarak geliştirilen bir sevgi,
örneğin evlendiğimiz eşimize yönelmişse, o zaman eşimizin sadece maddi özellik ve
güzelliklerine yönelmiş, manevi ve ahlakî yön ya hiç nazara alınmamış, ya da en
son sıralarda yer almıştır. İşte bu durumda Allah sevgisinin yerleşmediği bir kalbin
bir insanı sevmesi, yapmacık ve suni bir sevgi olmakta, bu da kısa bir süre içinde
sona ermekte, her iki tarafı da yaralamaktadır. Yani insanlar, en önemli sevgi objeleri
olan eşlerini Allah’ın bir hediyesi, bir nimeti olarak sevmemekte, sadece zatları
için sevmektedir. Halbuki ayette zikredilen içimize koyulan sevginin ilk objesi,
Allah olsa, Allah’ı kainatta yansıyan isim ve sıfatlarıyla tanıyıp da sevsek, o
zaman eşimizi O’nun namına, O’nun için sevebiliriz. Bu sevgi, “yaratılanı hoş gör,
Yaratandan ötürü” prensibinin aile hayatımıza yansımasına sebep olur
Evlilikler, Allah için olmazsa, eşler birbirlerini Allah için sevmezse, ruhsal
birliktelik, gönül birlikteliği, şefkat güzelliğine bağlı birliktelik, ahiret inancına
bağlı birliktelik olmaz. Kadın ya da erkek o zaman bir meta gibi olur. Bir fiziksel
eğlence vasıtası ve bir oyuncak haline gelir. Oyuncaktan bıkılınca da değiştirme
başlar. Batı dünyasında boşanmalarının çok yüksek olmasının sebeplerinin birisi
de dünyevi olan evliliklerden bir müddet sonra bıkılması, manevi, uhrevi bir yönün,
Allah ile bir bağın ya hiç bulunmaması ya da doğru bir şekilde olmamasıdır.
Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mümin ise, erkek olsun kadın olsun eşini
Allah için sever. Zaten daha evlenirken buna dikkat eder. Evlenirken dikkat etmemişse,
sonradan bunu temin etmeye çalışır. Peygamberimizin (s.a.v.) tavsiyesine uyarak,
“dindar olan bir eş”i tercih eder. Allah için sevginin başlangıcı budur. Allah için
sevgide eşler birbirine emanettir. Erkek de, kadın da çobandır. Amaç dünya ve ahiret
mutluluğudur. Batılının keşfedemediği bir durumdur bu. Allah için birbirini seven
eşler bilirler ki, imanla kabre girerlerse cennette birlikte olacaklar. Ebedi bir
şekilde birlikte olacaklar. Konuyla ilgili olarak Yüce Allah bir ayet-i kerimede,
“Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”9 Buyurmaktadır.
Sonraki ayetler de onların Cennetteki durumlarını anlatıyor:
“Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin
hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız. İşte, bu yapmakta
olduklarınıza karşılık size miras verilen cennettir. Orada sizin için bol bol meyve
var, onlardan yersiniz” 10
Cennet ebedi kalınacak, Cenab-ı Hakkın sonsuz lütuflarına, en büyük lütfu olan
Cemalini görmeye vesile olacak bir mekân. İşte buraya beraber gitmek, gerçek mutluluktur.
Gerçek mutluluğa götüren yolda yürümek de insana mutluluk verir. Dünyada bile güzel
bir piknik yerine giderken insan ne kadar mutlu oluyor. İşte böyle bir inanç, evlilik
bağını kuvvetlendirir. Hayat ebedi hayata kadar uzanan bir yoldur. Ebediyete kadar
birlikte yürürsek, engelleri birlikte aşarsak, o zaman bu hayat yolunun ve yolculuğunun
anlamı çok büyük olur. Oraya gitmeyen yollara girenlerin beraberlikleri de kısa
sürer, mutlulukları da… Çünkü o yollardan gitmek zordur. Hz. Muhammed gibi bir rehberimiz,
Kur’an gibi bir yol haritamız, bir kitabımız olmazsa hayat yolu zorların da zoru
bir yoldur.
Ahirette ebedî olarak yepyeni bir yaratılışla cennette birlikte olacaklarına
inanan, ebediyet âleminin anahtarını almak için çabalayan karı-koca bu yolda ayaklarına
takılan taşlara, batan dikenlere aldırış etmezler. Ebedi arkadaşlığın hatırı için
sevgi dolu bir hayat yaşarlar. Allah için birbirlerini seven insanların hiç mi hataları,
kusurları olmaz? Olmaz olur mu! Beşerdir şaşar denmiştir. Ancak gittiğimiz yolun
ebede, sonsuzluğa giden bir yol olduğunu bildiğimizde, sevgimizin Allah için olduğunu
hatırladığımızda eşimizin hatalarını büyütmeyiz. Gerçekten yanlış bir şey yapmışsa
da ona düşmanlık beslemeyiz, ona kin beslemeyiz. Onunla aramızda aşılmaz bir duvar,
bir buz dağı örmeyiz. Said Nursi’nin 22. Mektup’ta bildirdiği gibi, Gönlü gerçek
sevgi ile dolu bir insanın kalbinde düşmanlığa yer olmaz. Düşmanlık mecazi olur
artık. O acımaya, şefkate dönüşür. Bu durumda birbirimizin hatalarını lütufla düzeltmeye
çalışırız. Ama kalbimizde sevgi değil de, düşmanlık varsa bu durumda karşımızdaki
insana, eşimize olan sevgimiz sahte olur. Sadece onu sözlerle uyuturuz. Hatalarını
bağışlamayız. Affetme ahlakımız olmaz. O halde Allah için olan sevginin tezahürü
affetmektir, hoşgörülü olmaktır. Eşimizin sevmediğimiz bir ya da birkaç sıfatı olabilir.
Bu da insan olmamızdan dolayı anormal değildir. Onu da öyle kabul etmek lazım. Diğer
güzel sıfatlarına, özelliklerine bakmalıyız. Birkaç sıfatı hoşumuza gitmiyor diye,
onu ortalığa bırakamayız. Ebediyet yolunun yolcularına, ebediyet yoluna bizi gönderen
Rabbimiz bu durumda bize şöyle bir davranış öneriyor:
“Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden
hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur”.11
Eşimizden kızgınlık anında bizim hoşumuza gitmeyen bir söz işittiğimizde, nasıl
davranmamız gerektiği şöyle bildirilmektedir:
“Sen kötülüğü en güzel bir tutumla sav, çünkü biz onların yakıştırmakta oldukları
şeyi çok iyi bilmekteyiz.”12 Yani, başkalarının olduğu gibi eşimizin, çocuklarımızın
hatalarına, yanlışlarına, kötülüklerine iyilikle karşılık vermek, onları affetmek
aile hayatımızı cennetten bir köşe haline getirecektir. Bu af, onların hatalarının
düzelmesi için çaba sarfetmeyi engellemez, aksine teşvik eder. Aynı zamanda bu aile
arasındaki bağların daha da kuvvetlenmesine sebep olur.
B. Risale-i Nur Perspektifi: Aile’de Gerçek Mutluluk
İnsan dünyada mutluluğu değişik şekilde tadabilir. Ancak insanı en çok mutlu
eden hususların başında evlilik, yani bir aile kurmak gelmektedir. Fakat bu mutluluğun
geçici değil daimi olması, engellerle karşılaştığında hemen ortadan kalkmaması,
basit sebeplerden dolayı hemen boşanmayla kesintiye uğramaması için dikkat edilmesi
gereken bazı hususlar vardır. Nursî, eserlerinde bu hususların en önemlilerini zikreder.
Said Nursi, evlilik akdinin insanın dünyevî mutluluğunun esaslarından birisi
olduğunu dile getirir. Ona göre, insan evlilikle kalbine mukabil bir kalp bulur
ve karı-koca sevgilerini, aşklarını, şevklerini, sevinçlerini ve kederlerini paylaşır,
birbirlerine yardımcı olur.13
Nursi’nin bu ifadelerine göre evlilik, insanın kalbine mukabil bir kalb bulmasının,
sevgi, lezzet, gam ve kederlerini paylaşmasının en doğru adresidir. Çünkü insanın
hayatta en çok ülfet ettiği kimse, onun eşidir. Bu yüzden Nursi, bu paylaşmanın
sadece sevgi, lezzet gam ve keder paylaşması değil, aynı zamanda “hayret ve tefekkür
paylaşımı” olduğunu da söylemektedir. “ Bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye
dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun ister ki, birisi gelsin, kendisiyle
o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latifi, en şefiki, “kısm-ı sâni”
ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden,
kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren,
kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan
hâli olmasıdır.”14
O bu ifadeleriyle, gerçek dindar olan bir eşte bulunması gereken nitelikleri
en veciz bir şekilde dile getirmektedir. Her şeyden önce kadın ve erkeğin mutlu
olması “nikah” akdine bağlıdır. Yani evlenmelerine bağlıdır. Evlenmeden, gayr-i
meşru bir hayatta insanın mutlu olması mümkün değildir. Nursi’nin 32. Sözdeki ifadesiyle,
“Gayr-i meşrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir.” Yani gayri meşru
birliktelikler, merhametsiz azapların çekilmesine, insanın şefkat beklediği nazarlardan
nefret görmesine sebep olur. İkinci olarak, eşler, evliliklerinin mutluluk içinde
geçmesini istiyorlarsa, birbirlerini sevmeli, sevinçlerini ve kederlerini paylaşmalıdır.
Beraber sevinmeli, beraber üzülmelidir. Üçüncü olarak, evliliğin hayret ve tefekkür
paylaşımı gibi günümüz pragmatik felsefesinin çok ötesinde önemli ortak noktaları
olmalıdır. Yani karı koca yeni öğrendiği ve şaşkınlığa düştüğü bir şeyi, yeni okuduğu
ve beğendiği bir hususu paylaşmalıdır. Böyle bir durum evliliğin düşmanlarından
olan rutin ve sıkıcılığı ortadan kaldırdığı gibi, bedensel hazların ötesinden akıl
ve ruhun önünde açılan geniş manevi sofralarda da paylaşılacak çok büyük manevi
lezzetler olduğunu ortaya koyar. Dördüncü olarak, kadın ile erkek arasındaki ülfeti,
arkadaşlığı pekiştiren ve doyumsuz hale getiren şeylerin başında, iffetli, yani
namuslu olmak, haramdan uzak bir yaşantıyı benimsemek, kötü ahlaki niteliklerden
uzak olmak gelmektedir. Eşler arasındaki sevginin devam etmesi ve şefkatin oluşması,
iffetli olmaya; yani kötü ahlaki vasıflardan uzak olmaya bağlı olan bir durumdur.
Çünkü ister erkek, ister kadın olsan eğer kötü ahlak sahibi ise, yani niteliklerinin
çoğu güzel değilse, o insanın zengin olmasının, o insanın güzellik sahibi ya da
yakışıklı olmasının, tanınmış bir aile sahibi olmasının hiçbir anlamı yoktur. İnsanı
insan yapan imandır ve ona bağlı olarak da güzel ahlak prensipleridir.
Yine Bediüzzaman’a göre aile; insanlık nev’inin dünya hayatında en cemiyetli
bir merkez, en esaslı bir zemberek, dünyevî saadet için bir cennet, bir melce; bir
tahassüngâhtır.15
Onun bu ifadelerinde ailenin dünyevî mutluluk için bir cennet ve bir sığınak
olduğunu söylemesi altı çizilmesi gereken iki önemli husustur. Bu ifadelere göre
dünyevî mutluluğun gerçek adresi, evlilik dışı münasebetler, meşru olmayan davranışlar
değil, ailedir. Aynı zamanda aile, insanı dış dünyada, yani toplumda insanı bekleyen
bir çok tehlikelerden korunmak için bir sığınak görevi görmektedir. Aile sadece
karı-kocayı korumakla kalmaz, çocukları da en güzel şekilde korur. Bu ifadeler,
“kadınlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz” ayetini hatırlatmaktadır.16
Dünyevi mutluluk için bir cennet ve bir sığınak olarak nitelendirilen ailenin
mutluluğu ise, “samimî ve ciddî vefâdarâne hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedâkarâne
merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık
ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik, hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir
hayatta, birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak
fikriyle ve akidesiyle olabilir.”17
Said Nursî’nin, Kur’an ve hadis perspektifi ile ortaya koyduğu mutlu aile modelinde
bulunması zarurî olan ahlaki kurallar, samimî ve ciddî hürmet, hakikî, şefkatli
ve fedakarâne merhamettir. eşlerin birbirine saygısı, çocukların ana-babalarına
saygısı, eşlerin birbirine sevgi ve şefkati, çocuklarına sevgi ve şefkati ve yaşlandıkları
zaman çocukların ana-basına sevgi ve şefkati nasıl samimî, ciddî, hakikî ve fedakarâne
olabilir? Ona göre, bunun sağlamanın yolu, Allah’a ve ebedi cennet hayatına imandır.
Mademki Kur’an salih ve saliha olan eşlerin cennette ebedi olarak birlikte olacaklarını
söylüyor. O halde buna iman etmek, bunu düşünmek insanın hürmet, sevgi ve şefkatinde
samimi, ciddi ve fedakâr olmasını sağlar. Ebedî bir hayatta beraber olma inanç ve
düşüncesine sahip olan bir insan, eşinin ebedî hayatta, ebedi bir hayat arkadaşı
olacağını söyler, onun çirkin ve ihtiyar olmasına önem vermez. Böyle ebedî bir arkadaşlığın
hatırı için her türlü fedakârlığı ve hürmeti yapar.18 Böyle düşünen bir insan, Allah’ın
en çok buğzettiği helal olan boşanmayı kolay kolay aklına getirmez. Buradan anlaşılmaktadır
ki, ahiret inancının sağlam olması, evliliklerinin temelinin de sağlam atılmasına
sebep olmakta, başta anne baba olmak üzere bütün aile fertlerinin birbirlerini ebedî
bir sevgi ile sevmelerine sebep olmaktadır. İşte Batı dünyasının aradığı ama bulamadığı
sevgi böyle bir sevgidir.
Bir ailede kadının herhangi bir sebepten dolayı çirkinleşmesi, ihtiyarlaması
gibi durumlar bile ailenin birlikteliğini bozmayıp kuvvetlendiren bir unsur olursa,
o aile dünyanın en mutlu ailesi olur. Bu inancın kuvvetli olmadığı aileler, menfaat,
güzellik, yakışıklılık gibi geçici özellikler üzerine kurulduğundan çok uzun sürmemektedir.
Menfaatler azaldığında, güzellik bozulduğunda ya da inanç zayıflığının verdiği sorumsuzlukla
vefa ortadan kalktığı zaman evlilik de bir anda bozulmaktadır. Bu yüzden Nursî’ye
göre, kısacık bir arkadaşlıktan sonra ebedî bir ayrılık düşüncesi ve inancı, ancak
gerçek olmayan mecazî bir merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir ve insan artık
bir hayvan gibi hareket etmeye başlar. Tıpkı hayvanlarda olduğu gibi diğer galip
olan hisler, duygular, menfaatler, o hürmet ve merhameti mağlup eder, o dünyevi
cenneti cehenneme çevirir.19
Bu tespitler, dünyada gittikçe artan, yavaş yavaş ülkemize de sirayet eden boşanma
oranlarının gerçek sebebini de açıklamaktadır. Sadece bedensel hazlar ve menfaat
peşinde koşan bir insanın evlendiği eşiyle mutluluk içinde yaşaması mümkün değildir.
İster erkek ister kadın olsun bu inanç ve ona bağlı manevi değerlerden, ahirette
ebedi beraberlik düşüncesinden mahrum olan kimselerin başka türlü yaşaması da çok
şaşırtıcı olur. Nursi, insanlığın bu kanayan yarasına iman odaklı, özellikle de
ahiret inancı odaklı bir çözüm önerisi sunmaktadır. Sevginin gerçek sevgi, hürmetin
hakiki ve samimi hürmet, şefkatin fedakâr bir şefkat olması bu inanca bağlıdır.
Bunun dışındaki çözümler, kökleri hastalanan bir ağacın yapraklarını ilaçlamaya
benzer. Yaprakları ilaçlamak ağacın kurumasını engelleyemediği gibi, kişisel gelişimin
çok denenmiş ve başarısız olmuş metotları da evlilikleri kurtarmada yetersiz kalır.
Nursi, erkeklerin kadınları ebedi bir sevgi, ebedi bir arkadaş düşüncesi ile
sevmesinin yanında, kadınların da erkekleri böyle ebedi bir sevgi ile sevmesi gerektiğini
söyler. Ona göre, bir kadın kocasına yalnız dünya hayatına mahsus bir hayat arkadaşı
değildir. Belki ebedi hayatta dahi bir hayat arkadaşıdır. Bu yüzden ebedi arkadaşı
olan kocasından başkasına güzelliklerini göstermemeli, kocasını kıskandırmamalı
ve darıltmamalıdır. Bir erkek, eşini ebedi bir arkadaşlık açısından sevdiği, bu
yüzden ona ciddi bir muhabbet beslediği, o kadın çirkinleştiği ve ihtiyarladığı
zaman da o sevgi ve şefkati taşıma kararlılığında olduğundan dolayı, kadının kendi
güzelliklerini sadece kocasına tahsis etmesi, sevgisini ona hasretmesi, insanlığın
gereğidir, yoksa pek az kazanır, pek çok şey kaybeder.20 Ona göre, mutluluk, eşler
arasında karşılıklı güven, samimî bir hürmet ve muhabbetle sağlanır. Ancak tesettürsüzlük
ve açık saçıklık, o karşılıklı hürmet ve sevgiyi kırar.21 Özellikle kadınların İslam’a
uygun olmayan ortamlarda, İslam’a uygun olmayan giyiniş tarzlarıyla çalışması bu
güvensizliğin ve sevgi kaybının en önemli sebepleri arasındadır. Kadının en önemli
hasletlerinden ikisinin de “sadakat ve güven” olduğunu söyleyen Nursi’ye göre, açık
saçıklık bu sadadaki kırar, kocası nazarında güvenin kaybolmasına sebep olur ve
kocasının da vicdan azabı çekmesine sebep olur. Said Nursi, cesaret ve cömertliğin
kadınlarda iyi bir haslet olmadığını, güven ve sadakata zarar vereceğini de bildirir.22
Burada cesaret ve cömertlik, kadının sadece kocasına göstermesi gereken güzelliklerini
kocasının dışındaki erkeklere gösterme ile ilgili “cesaret ve cömertlik” olarak
kullanılmaktadır. Ona göre kocanın görevi de, “himaye, merhamet ve hürmettir.”23
Bir erkek, ancak güvendiği, sadık olduğuna inandığı, sevmeye değer bulduğu eşini
himaye etmek ister, ona merhamet ve hürmet eder. Bu yüzden güvenin kaybolması, sadakatin
sarsıntıya uğraması, vicdan azabı ve sevginin azalması ya da kaybolması mutsuz bir
ailenin mutsuzluğunun sebeplerini oluşturmaktadır. Çünkü artık erkek sadakatsiz,
güven duymadığı ve sevgisinin azaldığı bir kadını himaye etmek istemez, ona hürmet
etmez ve merhamet duyguları kabarmaz. Bu durum, bir cennet gibi olması gereken aileyi
cehenneme çevirir ve böyle bir evlilik de çok fazla devam etmez.
Diğer taraftan Bediüzzaman evli kadınlara seslenerek, gerçek mutluluğun meşru
dairenin dışındaki zevklerde, lezzetlerde olmadığını, bunlardan alınan lezzetten
çok fazla elemler ve zahmetler bulunduğunu, meşru eğlence ve lezzetin ne olduğunu
hatırlatır ve şöyle der:
“Kat’iyen biliniz ki: Daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde; on
derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kuvvetli
delillerle, hâdisatlarla isbat etmiştir. Uzun tafsilatı Risale-i Nur’da bulabilirsiniz.
Ezcümle: Küçük Sözlerden Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi
benim bedelime sizlere tam bu hakikatı gösterecek. Onun için daire-i meşruadaki
keyfe iktifa ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki masum evlâdlarınızla
masumane sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir. Hem kat’iyen biliniz ki;
bu hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet, îman dairesindedir ve îmandadır. Ve a’mâl-i
sâlihanın her birisinde bir mânevî lezzet var. Ve dalâlet ve sefahette, bu dünyada
dahi gâyet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat’î delillerle
isbat etmiştir.”24
Said Nursi, sinemanın pek yaygın olmadığı bir zamanda, büyük çoğunluğu aile bağlarını
ortadan kaldırıcı filmlerin oynatıldığı sinemaların meşru olmayan bir eğlence olduğuna
dikkat çeker. Batı dünyasında ailenin çökmesinin en önemli sebeplerinden birisi
de sinema filmleridir. Filmlerde gösterilen gayr-i ahlaki sahneler, kadın ve erkek
arasındaki gayr-i meşru münasebetler normal birer davranış olarak takdim edildiğinden,
manevi değerlere sahip olmayan insanlar üzerinde yıkıcı etki bırakmaktadır. Bugün
romancı Batı medeniyetinin ortaya çıkardığı sinemalarda gösterilen en masum filmlerde
bile gayr-i ahlaki unsurların var olduğu bilinen bir gerçektir. Televizyon, sinemaları
evlere kadar getirmiş, internet her evin içine kadar girmiştir. Teknoloji ailenin
eğitilmesi, dinimizin öğrenilmesi, maneviyatımızın geliştirilmesi için kullanıldığı
zaman insanlığın yararınadır. Ne yazık ki günümüzde büyük çoğunluğuyla dinin, ahlakının,
manevi değerlerin öğretilmesine değil, öğütülmesine çalışmaktadır. Evde çoğu ile
ilgilenmesi, onu yetiştirmesi gereken bir anne ve baba, zamanları televizyon dizileri,
filmleri karşısında geçirirlerse, çocuklarına gereken zamanı ayıramazlar. Halbuki
Nursi, insanın çocuklarıyla masumane sohbet etmesinin yüzer sinemadan daha zevkli
olduğunu bildirmektedir. Çünkü birisinde gerçek olmayan bir şeyle karşılıksız bir
iletişim kurulmaktadır. Sinemadaki karakterleri insan sevse, beğense onların cansız
görüntülerinden bir karşılık bulamaz. Bu da karşılıksız bir iletişim, karşılıksız
bir sevginin oluşmasına sebep olur. Halbuki insanın çocuğuyla sohbet etmesi, ona
dinini, diyanetini, güzel ahlakı öğretmesi, onu muhatap alması çocukta büyük bir
sevgi ve ilginin oluşmasına sebep olacaktır. Anne baba bu sevgiyi yüreklerinde hissedecekler
böylece mutluluklarına mutluluk katmış olacaklardır. Nursî, aileye mutluluk verecek
gerçek sevginin çocukla ciddi ilgilenmek olduğuna vurgu yapmaktadır.
Ona göre kadın, bir annedir ve çocuğun ilk tesirli öğretmenidir. Baba büyük ölçüde
dışarıda olduğu için çocuk üzerinde anne kadar etkili olamaz. Kadınlarda “fedakâr
şefkat” bulunmasından dolayı, çocuklarını karşılıksız severler. Bu güzel haslet
insanın dünya ve ahiretinin kurtulmasına sebep olmalıdır. Fakat “bazı fena cereyanlarla
o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez veyahut suiistimal edilir.”25
Nursi’ye göre bu fedakâr şefkat potansiyel olarak bütün annelerde vardır. Ancak
fena cereyanlar olarak nitelendirdiği, dünyevileşmeye teşvik eden modernite, hayatın
her alanına sirayet eden materyalizm, kadınları yuvalarından çıkaran feminizm gibi
akımlar, insanın nazarını sadece dünyevi istikbale çevirmektedir. Bu da kadınlarda
bulunan bu fedakâr şefkatin rotasını şaşırmasına, Said Nursi’nin ifadesiyle, “şefkatin
suiistimal edilmesine” sebep olmaktadır.
Ona göre bu suiistimal de şöyle olmaktadır:
“O şefkatkâr valide, çocuğun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade
ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. Oğlum
paşa olsun diye bütün malını verir; hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir.
Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden
kurtarmaya çalışıyor, Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor.”26
Buradan anlaşıldığına göre, çocuğuna İslami terbiye vermeyen bir kimse, ona gerçek
şefkat göstermiyor demektir. Gerçek şefkat insanı uhrevi tehlikelerden de korumak
için çalışmaktır. Sadece dünya ve menfaat odaklı düşünmek, şefkatin kötüye kullanılması
anlamına gelir. Bu durum çocuklarda da ana-babalarına karşı gerçek bir şefkatin
oluşmasını engeller, çocuklarına en çok muhtaç oldukları zamanlarda onları yanlarında
bulamazlar. Aynı zamanda çocukların ahirette ana-babalarından davacı olmalarına
da sebep olur. İnsan çocuğunun dünyasını kurtarmayı düşündüğünden daha da fazla
ahiretini kurtarmayı düşünmelidir. Çocuğunun ahiretini kurtarmak için çabalayan
bir insan salih bir evlat yetiştirdiğinden onun kazandığı hayırların bir mislinin,
ana-babasının amel defterine de geçeceği unutulmamalıdır. O halde bir insanın çocuğuyla
ilgilenmesi, ona dinini-diyanetini, İslam ahlakını öğretmesi, onun ebedi hayatını
da kurtarmaya çalışması bir ailenin mutlu olmasına çok önemli katkılarda bulunacak
bir husustur. Allah’a ve ahiret gününe inanan ve birbirlerini “ebedî hayat arkadaşı”
olarak görerek sevgilerini ve şefkatlerini ahiret odaklı yapan anne-babalar, çocuklarını
da ahiret odaklı sevmek suretiyle ailenin dünyevi mutluluğuna çok önemli katkılarda
bulunmuş olmaktadırlar.
Sonuç
Dinî değerlerin kıymetini kaybettiği, inançların etkisini bir hayli yitirdiği,
ahlakın hedonist ahlaka dönüştüğü toplumlarda böyle bir sonuçla karşılaşılması hiç
de sürpriz sayılmamalıdır. Batılı bazı bilim adamları, devlet adamları bu çözülmeye
çareler bulmaya çalışırken, Batıyı taklit etmekte bir yarış içinde olan bizim gibi
ülkelerde de, ailede yozlaşmanın gittikçe arttığı bir realitedir. Hâlâ romantik
aşkın evliliklerin tek sebebi, mutlulukların tek sebebi olarak gösterildiği filimler,
televizyon dizileri hem Batıdan sürüyle gelmekte, hem de bizdeki kanalların birçoğu
benzer şeyleri insanlara sunmaktadır. Buradan anlaşılmaktadır ki, ailenin çözülmesi,
ailenin aile olmaktan çıkması yaşlanan dünyamızın bir numaralı sorunu haline gelmiştir.
İslam dini, ailenin dini esaslar üzerine kurulmasına büyük önem vermekte ve evliliği
temel kaynaklarında teşvik etmektedir.
Çağımızın sorunlarını geçen asrın başlarından itibaren iyi okuyan Said Nursi,
ailenin bu yozlaştırılmasına karşı, İslam dininin inanç ve ahlak ilkeleri doğrultusunda
çözüm önerileri sunmuştur. Nursi’nin ortaya koyduğu aile modelinin temelinde iman,
bu imanın içersinde de ahirete iman bulunmaktadır. Ona göre bu iman tahkiki, sağlam
bir iman olmalıdır. Mümin bir insan evlenmeyi, geçici heveslerini, arzularını geçici
olarak tatmin etmek için değil, ebedî bir arkadaşlık için, dünyaya gelecek çocuklarını
da sevgi ve şefkat ile yetiştirmek için ister. Bu modelde, evlilikler, maddi menfaatler
üzerine, güzellik ve yakışıklılık üzerine, soy-sop üzerine kurulmaz. Ahlak güzelliği
üzerine kurulur. Erkek ve kadın arasına Allah tarafından koyulan sevgi, yaşlandıkça
güzelliği artan dinî ve ahlakî güzellik üzerine kurulur. Said Nursi’nin önerdiği
bu modelde, eşler birbirini Allah için sevdiği gibi, çocuklarını da Allah için severler.
Bu sevgi, hataları birlikte düzeltmeyi, problemleri büyütmeden birlikte çözmeyi
sağlar. Eşlerin yaşın ilerlemesiyle fiziksel özelliklerinin kaybolması, nefret ve
ayrılığı değil, ebedî arkadaşlık düşüncesiyle güzel muameleyi doğurur. İman-sevgi,
şefkat ve ahlak üzerine kurulmuş olan ailelerde, sıkıntılar en asgariye iner. Bugün,
insanlık, Nursi’nin Kur’an ve sünnet referanslarıyla ortaya koyduğu bu iman, ahlak,
sevgi ve şefkat temelli aile modeline ihtiyaç duymaktadır. Bu model üzerinde ciddi
çalışmalar yapılması ve insanlığa bir reçete olarak sunulması İslamî olduğu kadar,
insanî bir borçtur.
Öz
Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin yanında, çocukların yetiştirilmesi,
eğitilmesi ve topluma faydalı fertler olarak yetiştirilmesi için de çok önemlidir.
Ancak, son çeyrek asırdır, gelişmiş batı ülkelerinde aile artık geleneksel aile
tipi olmaktan çıkmış, “single parents” denilen, anne–çocuk, baba-çocuk şeklinde
yeni bir görünüme bürünmüştür. Bunun yanında ana- babasının kim olduğunu bilmeden
büyüyen milyonlarca insan da, ailenin dejenere edilmesinin en büyük göstergelerinden
birisidir. Fıtratın bir gereği olan evlilikleri korumak nasıl mümkündür? Yıkılmak
üzere olan evlilikler nasıl kurtarılabilir ve kurulmakta olan evlilikler nasıl sağlam
bir şekilde kurulabilir? İslam’ın ana kaynaklarını kendisine referans olarak alan
Said Nursi, aile hayatımızın bir cennet hayatına dönüşebilmesi için neler önermektedir?
İşte bu çalışma, bu gibi sorulara cevap bulmaya çalışmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aile, mutluluk, evlilik, boşanma, muhabbet, şefkat, iffet,
sadakat, güven, himaye, hürmet
Abstract
Family is not only important since it ensures and sustains parents’ happiness,
but also in raising and educating children as useful individuals for the society.
However, within the latest quarter century, family does not have its traditional
family type anymore in developed western countries, and gained a new look called
“single parents” in the form of mother-child, father-child. In addition to this,
millions of people who grew up without knowing who their parents are one of the
greatest indicators of family degeneration. How is it possible to protect marriages,
that are one of the requirements of natality? How can the marriages that are about
to destroy be saved and how new marriages can be firmly established? What does Said
Nursi, who takes main Islamic sources as reference, suggest to turn our family life
into a life in paradise? This study aims at finding answers to such questions.
Keywords: Family, happiness, divorce, fondness, mercy, chastity, loyalty, trust,
conservation, regard
Dipnotlar:
1. Nur,24/32.
2. Nur, 24/33.
3. Maide,5/5.
4. İbn-i Mace, Nikâh, 1.
5. Tirmizî, Nikâh, 1.
6. Tirmizî, Nikâh,3.
7. İbn-i Mace, Nikâh, 6.
8. İbn-i Mace, Nikâh, 6.
9. Zuhruf, 43/70.
10. Zuhruf, 43/71-73.
11. Nisa, 4/19.
12. Müminun, 23/96.
13. Nursî, Said, İşarâtu’l-İ’caz, Tercüme, Abdulmecid Nursi, Sözler Yayınevi,
İstanbul, 1978, s. 164-165.
14. Nursî, İ.İ’caz,s. 165.
15. Nursî, Said, Şualar, Sözler Yayınevi, İstanbul, tarihsiz, s. 154.
16. Bakara, 2/187.
17. Nursî, Şualar, s.154.
18. a.g.e., s. 164.
19. a.g.e., 164.
20. Nursi, Said, Lem’alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978. s. 185-186.
21. Nursî, Said , Lem’alar, s. 186.
22. Nursî, Said , Lem’alar, s. 187.
23. Nursî, Said , Lem’alar, s. 187.
24. a.g.e., s. 189
25. a.g.e., s. 187.
26. Nursî, Said , Lem’alar, s. 188-189.