Another Tıtle of Reconcılıng the Created With
the Creator, Service

I. Önsöz

I. Önsöz
Risale-i Nur’un da temel kavramlarından biri olan hizmet, kelimesi Arapça
( h a-de-me) fiil kökünden türemiş olup anlamı din-i mübîn-i İslâm’ı tanıtma,
sahip olunan değerleri anlatma veya hatırlatma cehd ve gayretlerinin ünvanı
şeklinde özetlenebilir.

Kelimenin kök harflerinden ilki (h a) olup bu harfin karşılığı Türkçemizde
olmadığından onun yerine telâffuz hatasıyla Arapça (he) harfinin karşılığı du-rumundaki alfabemizdeki (h) kullanılmaktadır. Bu haliyle Arapça (he-de-me)
-yıktı kelime kökünden masdar merre haliyle -az yıkım anlamının karşılığı
halini almıştır. Dolayısıyla aynı kelimeden türetilen ( h âdim) -Hizmet eden yerine yine telâffuz kaybıyla (hâdim)

-Yıkan, bozguna uğratan kullanılagelmiştir.

Kâinatın Efendisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in en büyük ve en önemli
sünneti, gönderilmesinin gayesi olan risalettir. Risaletin özü, Allah’ın insanlara
tanıtılması, mahlûkatın Halık’ı ile barışık yaşamasıdır. Bu bakımdan risalette
insanlığın dünya ve ahireti için faydalı olma hususiyeti vardır. Bu perspektiften
bakılacak olursa, Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in en büyük sünnetinin insanları dâvet olduğunu söyleyebiliriz. Bu uğurda cehd ve gayret gösterilmesi, bu olgunun hayat düsturu haline getirilmesi gerekir. Din-i mübîn-i
İslâm’ı tanıtma, sahip olunan değerleri anlatma veya hatırlatma cehd ve gayret-lerinin ünvanı sayılan hizmet de bu itibarla bir peygamber mesleğidir. Müslüman, inandığını yaşarken bu değerleri başkalarına da anlatma aşk ve heyecanı
içinde olmalıdır.

II. Hizmetin Farziyeti

Dikkat edilecek olursa Kâinatın Efendisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) en büyük ve en önemli sünneti, gönderilmesinin gayesi olan risalettir. Risaletin özü, Allah’ın insanlara tanıtılması, mahlûkatın Halıkı ile barışık yaşamasıdır. Cenab-ı Hak Al-i İmrân Suresi 104. âyetinde: “Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte selâmet ve felâhı bulanlar bunlar olacaklardır,” buyurmaktadır. Evet, bu mânâda hizmet, Efendimizden sonra başka peygamber gelmeyeceğinden bu ümmetin üzerine farz olan bir hükümdür. Zira Fahrettin Râzi’nin de işaret ettiği üzere buradaki ‘min’ harf-i cerri, iki delilden dolayı teb’îzî (kısmîlik) ifâde etmez. Birinci delil: Allahu Teâlâ,

‘Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.’
(Ali imran, 110) âyetinde, bütün ümmete iyiliği emretmeyi, kötülükten sakın-dırmayı vacib kılmıştır. İkinci delil: Her mükellefe ister eli, ister dili, isterse kalbiyle olsun, iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi vacibtir. Ve yine herkese,
kendisinden zararı savuşturması vacibtir. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki, âyet-i kerime’nin mânâsı şudur: ‘Siz hayra davet eden, iyiliği emr, kötülüğü nehyeden bir topluluk olunuz.’ Buradaki harf-i cerri, ‘O halde murdardan, yani putlardan kaçının’ âyetinde olduğu gibi, tebyin (açıklama) içindir, teb’iz (kısmen) mânâsına değildir. Yine bir insanın bazıları değil, bütün çocukları ve köleleri kastedilerek ‘Falancanın, bir ordu evlâdı var. Padişahın, bir ordu kölesi var’ denilir.

Bazı insanların bu mükellefiyeti yerine getirmesi halinde, diğer mü’minlerden
düşeceği mânâsında, bir farz-ı kifâye kabul edilecek olsa bu durumda bu
dâvânın bihakkın eksiksiz yerine getirilmiş olması gerekir ki olmadığı açıkça
görülmektedir. Yani bu işe tek başına yetecek bir grup mevcut değildir. O halde
bu dâvâ kendisine sahip çıkacak erlerini beklemektedir.

III. Niçin Hizmet Etmeliyiz?

a) Hizmet rıza-yı İlâhiyeye ulaştırır

Hizmet saflarında yer almak bir seçilmişliktir. Risale-i Nur’da seçilmişlik bahsi yer yer ‘hizmette istihdam olmak/olunmak’ ifadeleriyle dile getirilmekte ve hususan Risale-i Nur hizmeti için de “gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş” denilerek bu vazifenin ifasında İhlas sırrına vurgu yapılmaktadır. [1] Hizmet, öyle makbul bir salih ameldir ki sahibini yolda bırakmaz. Zira insan
sevdiği ve inandığı değerlere davet eder. Zira Kur’ân’a sahip çıkanlar arasında
yürümek, bir yönüyle surî ve nazarî dahi olsa Hak maiyyetinin (Hak’la be-raber olmanın) alâmetidir ve günah kirlerinden sıyrılmak için de çok önemli
bir vesiledir. Günahları serbestçe insanı sardıkları, ahiretini tehdit ettikleri bir
zamanda hizmetin Risale-i Nur talebelerinin imanla kabre girmelerine vesile
olduğuna dair Bediüzzaman Said Nursi’nin “iştirak-i a’mal-i uhreviye” düsturunu örnek vermesi [2] dikkat çekicidir.

b) Hizmet Müslüman’ın öz kimliğini korumasına vesiledir

Hizmet Müslümanın aslî değerlerinin muhafazası için de çok önemlidir.
İnsan sahip olduğu değerleri başkalarına aktarmadıkça kısır döngü yaşayacak istemese de gitgide bitip tükenecektir. Zira insan ya dâi (dâvet eden) veya
medû’dur (dâvet edilen). Bu durumda ya değerlerine dâvetçilik yapacak veya
başkalarının değerlerine dâvet olunacaktır.

c) Hizmet başta Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere bütün
resullerin sünnetidir

Yukarıda da belirttiğimiz üzere hizmet Kâinatın Efendisinin
(sallallahu
aleyhi ve sellem)
en büyük ve en önemli sünneti, Allah’ın insanlara tanıtılması,
mahlûkatın Halıkı ile barışık yaşamasının ünvanı olan hizmettir. Hocaefendi,
‘Bu yol, başta Allah Râsûlü (asm) olmak üzere, bütün selef-i sâlihînin yoludur ve
bu yolda yürümek bizim için bir vecibedir.’
der. Hizmetin rıza-i Îlâhî dairesinde
iman kurtarmaya ve sünnet-i seniyyeyi ihyaya yönelik olduğu Risale-i Nur’un
pek çok bahsinde zikredilmektedir.

d) Hizmet sevginin nişanesidir

Sevgi, Cenab-ı Hakk tarafından insan fıtratına yerleştirilmiş bir ilâhi bir
lütuftur. İnsan, sevmek ve sevilmek üzere yaşar. Dolayısıyla insan kendini sev-diği gibi, hanesini de, çevresini de ve çevresindeki insanları da sevmesi fıtratı
gereğidir. Sevmenin bir tezahürü de insanın kendisi için istediklerini başkaları
için de istemesi olmalıdır. Buradan hareketle sevgi insanlığa hizmet etmeyi,
onları yaratıcılarıyla buluşturma gayreti içine girmeyi gerektirir.

Ebu Hüreyre (r.a) efendimizin bu bağlamda rivayet ettiği bir hadiste Resül-ü
Ekrem (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurmuştur: “Canım kudret elinde olan
Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi
sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!”
(Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)

IV. Hizmetin Özellikleri

a) Hizmet âlemşümuldür.

Bu dâvâ mahallî değildir. Belki de üzerinde en çok hata yapılan husus bu
hakikati idrak etmemekten kaynaklanmaktadır. Hizmet sadece dâvet edilen kimseleri ve sadece dâvet edilen coğrafyayı değil başta âlem-i İslâm olmak üzere büsbütün âlemi alâkadar eden küllî bir hadisedir. Zira kâinatta var olan her bir unsur ve her bir varlık arasında küll-cüz’ (bütün-parça), küllî-cüz’î (bü-tünlük ve her bir parçada bütünün özelliklerinin bulunması) münasebeti vardır. Bu kanun gereği varlık âleminde cereyan eden küçük büyük her hadisenin âlemin bütün unsurlarıyla irtibatı olması kaçınılmazdır. Bu itibarla hizmet gibi kâinatın yegâne Sahibi Allah’ı (c.c.) duyurma ve sevdirme dâvâsı lokal/mahallî kalamaz. Varlık âleminin her bir unsuru ile alâkalı olacaktır. Alemşümul olan büyük dâvâlar her asırda çeşitli engellerle karşılaşmıştır. Bu asırda Risale-i Nur hizmetlerini akamet uğratmak için açılan dâvâlar karşısında “Risale-i Nur’a ait dâvâ ve itiraz, cüz’î bir hâdise ve şahsî bir mes’ele değil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükümeti ciddî alâkadar edecek ve dolayısıyla âlem-i İslâmın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir surette celb edecek bir küllî hadise hükmünde ve umumî bir meseledir.” [3] denilerek hizmetin
âlemşümul oluşuna ve ehemmiyetine dikkat çekilir.

b) Hizmete ehil olanlar vazifelendirilir.

Cenab-ı Hak bu dâvâya ehil olanları vazifelendirir. Zira hizmet sahiplidir
ve bu dâvânın sahibi Cenab-ı Hak’tır. Cenab-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

“İşte sizler Allah yolunda harcamaya dâvet ediliyorsunuz. İçinizden bazıları
cimrilik ediyor. Her kim cimri davranırsa, ancak kendine cimrilik eder. Müstağnî
(hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Allah’tır; muhtaç olan ise sizlersiniz. Şayet imandan
ve takvâdan yüz çevirirseniz O, yerinize başka bir millet getirir de, onlar sizin gibi
hayırsız, itaatsiz olmazlar.
(Muhammed 38.)

Bir başka âyette de şöyle buyrulmuştur:

Ey iman edenler! Size ne oldu ki ‘Allah yolunda seferber olunuz!’ emri verilince
bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız? Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı
razı oldunuz? Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin yanında pek az bir şeydir! Eğer topyekün seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım eder. Hani kâfirler
onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: ‘Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı. Allah’ın dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
(Tevbe 37-40.)

c) Esas olan mânâdır

Göz ardı edilen ve belki de en önemli hakikatlerden birisi de hizmette başarı elde etmenin top tüfekle değil, inanç ve bu inancı besleyen ihlâsla olduğudur.
Zira esas olan yapılanın büyüklüğü veya küçüklüğü değil iradenin gereği yeri-ne getirilerek yapılmış olmasıdır. İslâm tarihine göz atıldığında maddenin bu
yönüyle mânâya mağlup olmasının altında işte bu gerçek yatmaktadır. Dikkat
edilecek olursa İslâm ordularının sayıca düşmanlarından daha fazla olduğu tek
savaş Huneyn gazvesidir. Mekke fethinden sonra Müslümanların başarılarını
hazmedemeyen Sakîf ve Havâzin kabileleri Müslümanlar ise 120 bin kişilik
ordusu karşısında sadece 20 ilâ 30 bin kişilik ordu hazırlayabilmişlerdi. Müs-lümanlar içinde 2.000 kadarı yürekten inanmış değillerdi. Bir kısmı Mekke
fethinden sonra İslâm’ın izzet ve muzafferiyetleri karşısında Müslüman olmuş
daha öncelerinde bir Bedir, bir Uhud görmemiş kimselerdir. Aşağıdaki âyet-i
kerimeden de anlaşılacağı üzere savaş meydanına giderlerken bu savaştan ke-sin galip geleceklerini biraz da iftihar içinde dile getirmişlerdi: Şu kesindir ki
Allah size birçok savaş yerlerinde yardım etti, Huneyn günü de… O gün ki sayıca
çokluğunuz sizi böbürlendirmiş, ama bu, size fayda etmemişti. Olanca genişliğine
rağmen, dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka
çevirip kaçmaya başlamıştınız.
Ancak Cenab-ı Hak müminlerden gerçek iman
ve kendisine yâkin, teslimiyet talep etmektedir. Madde her şey olamaz, hatta
O’nun kudret ve azameti karşısında mahluk olan maddenin ne hükmü olabilir. Ki savaş başlayınca Müslüman cephe kısa da olsa bir hezimete uğramış, birkaç saat içinde ölenler ölmüş, kaçanlar da Taif ’e sığınmak zorunda kalmışlardı.
Daha sonra toparlanılmış ve muzafferiyete gidilmişti. Buradan alınacak belki
de en önemli mesaj yukarıda da beyan edildiği üzre esas olanın mâna olduğu
hakikatidir. Bu hakikat Risale-i Nur’da ihlas sırrıyla izah edilir. Bu sır ile din
ve dine hizmet dünya hayatına ve amaçlarına alet edilmez. [4] Ve ihlas, metanet,
sebat, uhuvvet gibi kavramları içeren bu mana sırrı ile manevi fütuhatlar yapı-lagelmiştir.

d) Hizmetin kaderi çiledir

d) Hizmetin kaderi çiledir
Her hayırlı amelin değeri meşakketi nisbetindedir. Hizmet gibi insanları
yaratıcıları ile buluşturma ve barıştırma ameliyesi önemi ölçüsünde meşakketi
olacaktır. Dolayısıyla bu dâvâ çile ister, ızdırap ister. Evet, ıztırap ve çile, bu
yolun kaderidir. Tıpkı nebilerin, sıddîklerin, şehitlerin ve bütün salih mürşitler
gibi irşâd ve tebliğ adamı, daha işin başında ıztırap ve çileye razı olmalıdır. Said
Nursi’nin kendisine çile çektirenlere atfen söylediği “Ben maddî ve mânevî her
şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede
hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede
onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî herşeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.” [5] şeklindeki sözleri hizmetin çileli yönlerini gözler önüne sermektedir.

V. Hizmet Prensipleri

Her şeyde olduğu gibi Allah’a dâvet yolunun bir diğer adı olan hizmetin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi için Efendimiz en güzel modeldir. O’nun
hayat-ı seniyyesi bu mevzuda dikkatle okunmalı ve örnek alınmalıdır. Bu mevzuda dikkat edilecek bir diğer önemli husus da prensip adına olmazsa olmaz kabilinden bazı hususların zaten bir Müslüman olmanın gereği Cenab-ı Hakkın biz kullarından talep ettiği bir kısmı ferdi, bir kısmı da ictimâi hususlar olduğudur. Dolayısıyla hizmet eden kimse öncelikle evamir-i ilahiyeyi kendisi bihakkın yerine getirmeli, şeriatın yasaklamış olduğu şeylerden de uzak kalmalıdır.

a) Hizmet metotlarının çeşitliliği

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) İslâm’a davet hususunda her çeşit davet metodunu tecrübe etmiştir. Bunların içinde önce akrabasını, ardından aşiretini, kavmini, erişebildiği toplulukları ayrı ayrı sözlü dâvet gelir. Elinin erişmediği yerlere örneğin İran şahı, Husrev Perviz’e, Rum İmparatoru Hirakl’e, Mısır hükümdarı Mukavkıs’a mektuplar yazarak onları İslam’a dâvet etmiştir. Bize kadar ulaşan mektup sayısı 185 olmuştur. Buradan İslâm’a dâvetin donukluk kabul etmediği her şart ve zemine uygun, değişik tarz ve metodlar uygulanması gerektiği anlaşılmalıdır.

b) Hizmette Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) modeli

Bir âyet-i kerimede Yüce Allah (c.c.) onun (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında:

‘Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.
(Ahzâb
21) buyurmaktadır. Buradan hareketle, onun bütün hayatı iyi okunmalı, idrak
edilmeli, numûne-i ittihâz edilmeli, fıtrî ahlâkı mütekâmil bir sünnet, bir din
olarak algılanmalı ve ihyâ edilmelidir. Hayatı müteemmil nazarla ele alınacak
olursa her karesinde hizmet adına, ibret, hikmet ve rehberlik görülecek, günü-müze akseden bir izdüşüm yakalanacaktır. Her asır, kendi yarasına devâyı O
(sallallahu aleyhi ve sellem)
’un pâk rehberliğinde bulacaktır. Bunun aynı anda,
İlâhi letâifin mazhariyete vesile olacağı da unutulmamalıdır.

c) Hizmet her şartta olmalıdır

Hizmet etmek için en uygun zamanı yakalamak ayrı şey, her hal ve ahvalde
hizmet edebilmenin imkânlarını arayarak gerekeni yerine getirmek ayrı şeylerdir. Şartların olgunlaşması güzel şeydir, belki de tamamlayıcı unsurdur ancak
her şey değildir. Hizmet için şartların olgunlaşmasını beklerken hizmetten geri
kalmak dûn himmetlilik olsa gerektir. Bu mevzuda Hz. Yusuf ’un (a.s) hapishane hayatı bizlere örnek olmalıdır. Hapishane gibi en olumsuz şartlarda dahi
hizmetten dûr kalmamış bu misyonu yerine getirirken de hizmet için en uygun
anı değerlendirme yoluna gitmiştir. Zira dikkat edilecek olursa kendisine rüya
yorumu soran hapishane arkadaşlarına vereceği cevabı çok iyi değerlendirerek
onların can kulağı ile dinlediği hengâmı Allah’ı (c.c.) anlatma fırsatı olarak
kullanmış, meraklı bakışları ile bekledikleri cevabı vermeden önce verilmesi
gereken mesajı vermiştir.

“ Yusuf: ‘ Yiyeceğiniz yemek size henüz gelmeden, her birinizin rüyasının tabiri-ni size bildirmiş olurum. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ama, önce biraz beni dinleyin: Ben Allah’a iman etmeyen, âhireti de inkâr eden bir halkın dinini
bir tarafa atıp, atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine tabi oldum. Allah’a her-hangi bir şeyi şerik saymak bizim için asla doğru olmaz. Bu tevhid inancı, Allah’ın
hem bize, hem de insanlara olan ihsanıdır. Ama ne yazık ki insanların çoğu bu
nimete şükretmezler.’ ‘Ey hapishane arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için mütead-dit rablere ibadet etmek mi, yoksa tek mutlak hâkim olan Allah’a ibadet etmek mi
iyidir?Sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz tanrılar, sizin ve atalarınızın uydur-duğu birtakım boş isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı olduklarına dair hiçbir
delil indirmemiştir. Hüküm yetkisi yalnız Allah’ındır. O ise, başkasına değil, yalnız
Kendisine ibadet etmemizi emir buyurmuştur. İşte dosdoğru din! Fakat insanların
çoğu bunu bilmezler.’”

İslam tarihi bulunduğu her şart ve durumda hizmetine devam edenlerle doludur. Son asırda Bediüzzaman’ın örnek hayatı da buna misal olarak verilebilir.
Maddî şartların onun aleyhine oluşturulduğu, sürgün edildiği, hapishaneler-den hapishanelere dolaştırıldığı halde Bediüzzaman’ın hizmetine devam ettiği,
iman hakikatlerini yayma vazifesini yerine getirdiği görülür.

d) Hizmet tabandan başlar

Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) dâvâsından vazgeçmesi karşılığı müşrikler tarafından mal, mülk verilmesi, Mekke’nin en zengini konumuna
gelmesi, güzel kadınlarla evlendirilmesi, hatta başlarına hükümdar olması tek-liflerine rağbet etmemiş, hepsini red etmiştir. Bir dâvâ, bir ideoloji sahibi, bu imkânları, öğretilerinin daha etkili hüsn-ü kabûl görmesi adına değerlendirmeyi düşünebilirdi. Ama bunu yapmamıştır. Çünkü hiçbir ideoloji tavandan gelmez. Gelmemiştir, gelmeyecektir. Tabandan kalb ve akılla birlikte filizlenir. Yoksa akîm kalır, ebediyetlere taşınmaz. Bu bağlamda Risale-i Nur mesleğinin sahabe mesleği olarak adlandırılması manidardır. Risale-i Nur hizmetlerinin maddî makam ve mevkileri öteleyerek kalplere hitap etmesi, Peygamber Efendimiz (asm) ve sahabeleri gibi öncelikle tabanı hedeflemesi dikkat çekicidir.

e) Güzel ahlâk en güzel hizmettir

İslam’ın gönüllerde taht kurmasına, hüsn-ü kabul görmesine ve çok çabuk
ilerlemesine en büyük etken güzel ahlâk ve örnek muamele olmuştur. Buna en güzel örnek, zahiri olarak Müslümanların aleyhinde olduğu zannedilen hicrî 6. yılı Zilkade ayında yapılan Sulh-u Hudeybiyedir. Bu anlaşma ile müşrikler rahatlıkla Medine’ye gelebiliyor, Müslümanların yaşamlarına, kendi aralarındaki güzel ahlâk ve muamelelere şahid olabiliyorlardı. Görmüş oldukları sahneler, onların kalplerini İslâm’a ısındırmış akabinde Mekke kan dökülmeden feth olmuştur. Burada dikkat çekici olan, bu sulhden sonraki iki yıl içinde İslâm’a girenlerin sayısı o zamana kadar yaklaşık on dokuz yıl içinde İslâm’a girenlerin sayısına ulaşmış, hatta onları geçmiş olmasıdır. Bediüzzaman’ın “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye nin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef ’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiye te girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiye te dehâlet edecekler.”
[6] sözü bu duruma işaret eden ve günümüz için de yol gösterici olan güzel bir örnektir.

f ) Pozitif olma

Pozitiflik dinimizin hususiyetlerinden birisidir. Dikkat edilecek olursa dinî
değer ve emirlerin verasında hep pozitif ciheti bulunmaktadır. Dine dâvet şeklinde tecessüm eden hizmet de pozitif değer ve yargılara bina edilmelidir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , Allah’ın (c.c):

‘Ey Peygamber, gerçekten Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik’ (Ahzab, 45) ifadesiyle devamlı pozitif olmuştur. Sünnetine dikkat edilecek olursa negatif unsuru yoktur. Sadece, ‘Kolaylaştırın, güçleştirmeyin.
Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin.’
ifadeleri
O (sallallahu aleyhi ve sellem) ’nun bu özelliğini dillendirme adına kâfi olacaktır.
O yıldırma bilmez, kolaylaştırır, müjdeler, teşvik eder.

Günümüz hizmetleri açısında da bu çok önemli bir husustur. Pozitiflik; Risale-i Nur’un müsbet hareket, güzel görme, iyimser olma gibi kavram ve tavırlarıyla kendini gösterir.

g) İstişarenin önemi

Hizmet istişaresiz yapılamaz. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in İlahi
vahye mahzar olmasına rağmen sahabeleri ile istişâre etmiş olması cemaat üzerine yapılan vurgu, salt akla güvenilmemesinin lüzumu, sorumluluk ve dertlerin
birlikte paylaşımı olsa gerektir. İstişareye Bediüzzaman’ın bilhassa önem verdiği kavramlardan biridir. Talebelerinin bütün işlerini meşveretle yapmalarını
isteyen Said Nursi “
(Al-i İmran, 159) emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım.” [7] diyerek istişareye dikkat çeker. Ona göre Cumhuriyet
idaresinin temel dayanaklarından biri meşveret olduğu gibi, İslam milletlerinin
kurtuluşuna vesile olacak mekanizma da meşverettir.

h) Muvaffakiyet her zaman hizmetin makbuliyetinin delili değildir

Hizmet içinde esbab dairesinde işleyen kanunlar mecmuasına riayet edil-dikten sonra netice Cenab-ı Hakka havale edilmelidir. Hizmet dairesi içinde
hareket edene düşen sadece uhdesine verilmiş olan vazifesini yerine getirmek
olmalıdır. Bu vazife hakkıyla ifa edilmesi o ferdin imtihanının ifasıdır. Muvafakiyet her zaman hizmetin makbuliyetinin nişanesi görülmemelidir. Nasıl ki
tohum toprağa bırakıldıktan sonra neticesi Allah’a havale edilir, başka da çere
yoktur, aynen onun gibi, hizmetin neticesini dünya hayatında beklemek de bir
bakıma Cenab-ı Hak’la adeta pazarlık yapmak mesabesinde sayılabilir. İçine
ihlâssızlık girebilir. Bediüzzaman bu mevzuyla alakalı olarak: ‘Tarîk-ı hakta
çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler… Edebü’d-Din ve’d-Dünya risalesinde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i
İsa Aleyhisselâm’a itiraz edip demiş ki: ‘Madem ecel ve herşey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.’ Hazret-i İsa Aleyhisselâm demiş
‘Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım,
göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil
ki, Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin?
diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû’-i
edebdir, ubudiyete münaf îdir.’ Madem hakikat budur, insan kendi vazifesini yapıp
Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı”
[8]

j) Hizmet iç donanım gerektirir

Hizmet esas itibariyle mânâ âlemine dâvettir. Daha önce de işaret ettiğimiz üzere Cenab-ı Hak İnşirah suresi 7. âyette Efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem)
’e ve onun şahsiyetinde bütün Müslümanlara hitaben: – O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş, buyurmaktadır. Burada ‘bitirilen işin’ hakkında yapılan yorumlardan birisi de Efendimizin tebliğ ve hakka hizmet vazifesi olduğu şeklindedir. Ayette netice olarak bu vazifeden feragat ettikten sonra kendisinden ibadete kalkması, dua ederek O’na (c.c) yönelmesi talep edilmektedir. İşte O’na (c.c.) yönelme yeni bir donanımla ertesi güne başlama ameliyesi olmalıdır. Diğer bir tabirle halkın arasına girip onlarla celvet etmek ve onları Hakka davet için iç donanımı ile halvet olmazsa olmaz şarttır.

k) Rahatperestlik hizmete manidir

Dünya hayatı cazibesiyle bir imtihan çeşididir. Kalben ve kâliben dünya ile
irtibatını kontrol altına alamayan kimseden hizmet adına fedakârlık beklemek
zor olsa gerektir. Rahatını terk edemeyen, şahsî hazlarından ve zevklerinden
fedakârlıkta bulunmayan bir insandan büyük vazifeler beklenemez.

l) Ciddiyetsizlik hizmete manidir

Kendisine dâvet edilen değerlerin kadir ve kıymeti ciddiyeti gerektirir. Ciddi tavır takınılmaksızın bu değerlere davet sonuç vermez. Zira muhatap işin
ehemmiyetini dâvet edenin hal ve tavırlarında arar. Samimi olmayan sözlerin
tesiri olmayacağı gibi laubali davranışlar da hüsn-ü kabûle manidir.

m) Hizmet dairesinde dünya talep edilemez

Hizmet Allah’a (c.c) dâvettir. Halisane O (c.c)’nun için olmalıdır. Bu davete başka bir hacet karıştırıldığında bu hem hizmette başarısızlığı hem de karıştırılan hacetin aksü’l ameliyle cezalandırılır.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayeti ile gelen meşhur hadiste Resûl-ü Ekrem
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Ameller niyetlere göredir. Kişi için ancak
niyet ettiğinin karşılığı vardır. Şu halde kimin hicreti Allah ve Resulü için ise o
kimsenin hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin de hicreti elde edeceği bir dünya lık
veya nikahlayacağı bir kadın için ise, onun da hicreti hicret ettiği o şeyedir.”
(Buharı,
İman: 41; Müslim, İmâre: 155; İbni Mace, Zühd: 26.)

n) Şeriat-ı fıtriyeye muvafık hareket

n) Şeriat-ı fıtriyeye muvafık hareket
Hizmette başarılı olmanın anahtar prensiplerinden birisi hizmetin mevcud şeriat-ı fitriyeye muvafık olmasıdır. Bediüzzaman konuyla ilgili şöyle der: “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi
şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet
var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i
esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.”
[9]

Bu ifadelerin açılımında, üzerinde yaşadığımız bu hayat içerisinde çepeçev-re kuşatılmış olduğumuz şerîat-ı fıtriye kanunlarına riâyetin hizmet için vazge-çilmez prensiplerden birisi olduğunu anlamaktayız.

Özet

Din-i mübîn-i İslâm’ı tanıtma, sahip olunan değerleri anlatma veya hatırlatma cehd ve gayretlerinin ünvanı sayılan hizmet, bir peygamber mesleğidir. Bu
kavram Risale-i Nurların da temel kavramlarından biridir. Bu çalışmada insanı
yaratıcısı ile barıştırmanın bir yolu olarak önerilen hizmet kavramı çeşitli yönleriyle ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler

Hizmet, rıza-yı ilahi, vazifelendirilme, hizmet prensipleri

Abstract

Service, which can be regarded as the title for the efforts and struggle of
introducing the religion of Islam and of explaining and reminding the values
possessed is a profession of prophets. We will explain from different aspects
the concept of service, which is suggested as a way of reconciling the created
with the creator.

Key words

Service, the sake of Allah, appointing, principles of service

Dipnotlar:

[1] 1. Said Nursi, Lemalar, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.164

[2] 2. Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.134

[3] 3. Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.252

[4] 4. Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.78

[5] 5. Said Nursi, Emirdağ Lahikası,Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.318

[6] 6 Said Nursi, Hutbe-i Şamiye,Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.30

[7] 7. Said Nursi, Emirdağ Lahikası,Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.23

[8] 8. Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.143

[9] 9. Said Nursi, Lemalar, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, s.174