Egemenliğin Kaynağı Bağlamında İslam’ın Siyasallaşması Sorunu[1]

The Problem Of The Politicalization Of Islam In The Context Of The Source Of Sovereign

Fatmanur ÖZTÜRK, Bağımsız Araştırmacı

 

Özet

Siyaset biliminde kritik bir yere sahip olan egemenlik kavramının tanımlanmasına ve kaynağına ilişkin çeşitli tartışmalar tarih boyunca hep var olmuştur. Egemenliğin kullanımının nihai bir güç sağlaması ve otoriteye meşruiyet kazandırması nedeniyle kaynağının nereye dayanacağı ihtilaflı bir konudur. Bu çalışmada, hâkimiyet, temsil, halifelik, otorite gibi kavramlar üzerinden mesele incelenmiştir. İslami referanslara göre egemenliğin kaynağı bağlamında ise İslam’ın siyasallaşması sorununun muhtemel nedenlerinin ana kaynağını bulmak üzere ilahi egemenlik ve halk egemenliği teorileri, düşünürler üzerinden karşılaştırmalı biçimde tartışılmış ve iki egemenliğin uzlaştırılması hedeflenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Egemenlik, Bireycilik, Demokrasi, Halk Egemenliği, İlahi Egemenlik, Hakimiyet, Sorumluluk, Halifelik, Otorite.

 

Abstract

There have always been various debates throughout history on the definition and source of the concept of sovereignty which has a critical place in political science. As the practice of sovereignty provides ultimate power and gives legitimacy to authority, the source of it is a controversial issue.

In this study, the issue has been examined through concepts such as domination, representation, caliphate and authority. In the context of the source of sovereignty according to Islamic references, the theories of divine sovereignty and public sovereignty were discussed comparatively over thinkers in order to find the main source of the possible causes of the problem of politicization of Islam, and it was aimed to reconcile the two sovereignty.

Key Words: Sovereignty, Individualism, Democracy, People’s Sovereignty, Divine Sovereignty, Domination, Responsibility, Caliphate, Authority.

 

Giriş

İslam’ın siyasallaşması sorunu çağımızın en önemli problemlerinden birini teşkil etmektedir. Bu durumun ana sebeplerine ulaşmak için bireye nihai yetki ve meşruiyet sağlayan egemenlik kavramının, ilahi ve halka dayalı olmak üzere iki kaynağı incelenmiştir. Her iki görüşün uzun zamandır hem batılı hem de İslami düşünürler tarafından ihtilaflı biçimde seyretmesi, küresel siyasette iki uç noktayı teşkil etmektedir.

İslam ve siyasetin bölünmezliği ya da her ikisinin seküler bir zeminde ayrı olarak hareket etmesinin etkileri ve gereği metin boyunca tartışılmıştır. Burada konuyu daha da somutlaştırması açısından şu soruların cevabının irdelenmesinde fayda vardır: Milletin hâkim olduğu bir yapı Allah’ın egemenliğiyle çelişmez mi yahut İslam’ın ilahi egemenliği ile ulus-devletin halk egemenliği nasıl uzlaştırılabilir?

  1. Egemenliğin Tanımlanması

Siyaset biliminde yaygın olarak kullanılan “egemenlik” kavramı, karmaşık yapısının içinde çeşitli anlamları barındırmakla birlikte kendi içindeki çelişkileri de modern ve geleneksel tartışmalarda varlığını sürdürmektedir. Egemenlik, en basit tanımıyla “üst bir irade” olarak nitelendirilebilir. Bu anlayışta iradenin siyasi varoluşu, meselenin ana hatlarını oluşturan iktidar, otorite ve hakimiyet kavramlarını beraberinde getirmektedir. Bu durumda “hâkim olma” eylemi, bağımsız bir zeminde gerçekleştirilmelidir. Egemenliğin kullanımında bağımsız olması ve müdahale edilmezliği (non-interference) ise hem uluslararası düzeyde hem de iç siyasette egemenliği elinde bulunduran aktör yahut gruplara “meşruiyet” kazandırmaktadır.

  1. Egemenliğin Kavramsallaştırılması ve Çeşitleri

2.1.  İlahi Egemenlik

Bu aşamada, mutlak güç kullanımını ve siyasi iktidarı meşrulaştıran egemenliğin hangi kaynağa dayanması gerektiği sorusu akla gelmektedir. Egemenlik ilahi bir kaynağa mı dayanmalıdır, millete mi? Ortaya çıkmış olan iki farklı görüşün uzun zamandır ihtilaflı bir zeminde seyrettiği görülür. Bu üst iradenin hangi otoriteden kaynaklandığı ve bünyesinde kullanılacağı siyasal oluşum ve yönetim biçimlerinde de etkisini göstermektedir. Egemenlik, ilahi kaynağa dayandırıldığında görülen ontolojik hâkimiyet olgusu, tarih boyunca iktidara teolojik bir güç kazandırarak eylemlerini meşrulaştırmada önemli bir rol oynamıştır. Bir diğer önemli husus ise ilahi kaynaklı egemenliğin kim tarafından ve nasıl kullanılacağıdır. Osmanlı döneminde padişahların Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ve eski Türklerde gök tanrının gölgesi olarak nitelendirilmesi, yönetme faaliyetine ontolojik ve destekleyici nihai bir yetki kazandırdığı görülmektedir. Ayrıca, teokratik egemenlik, ruhban sınıfı veya ulema gibi çoğunluğun oluşturduğu grupları da kapsayabilir. Bu durum, günümüz totaliter rejimlerde de aktörün davranışlarını ilahi bir temellendirme sağlayarak meşrulaştırmada önem arz etmektedir. Dünyevi iktidarın, nasta değil Allah’ta olması, pratikte millet için herhangi bir fayda sağlamamakla birlikte yalnızca yönetenlerin siyasi eylemlerini din kisvesi altında gerçekleştirmelerine sebebiyet vermektedir. Bu noktada, halkın yöneticiden hesap sorma hakkı, yönetme yetkisini Allah’tan almaları nedeniyle fonksiyonunu kaybetmektedir. Hal böyle olunca, sorgulanamayan ve hesap verme erdemini kaybetmiş, elinde bulundurduğu nihai güçle yozlaşan tek adamlar, uluslararası sahneden eksik olmamaktadır.

2.2.  Halk Egemenliği

Millete dayanan egemenlik kavramında ise siyasi bir hâkimiyet bulunmaktadır. 16. ABD Başkanı Abraham Lincoln tarafından yapılan demokrasi tanımında “halkın, halk tarafından ve halk için yönetimi”[2] prensibinde de vurgulandığı gibi demokratik yönetimlerde egemenlik, ilahi değil politik temellidir. Anayasamızın 6. maddesinde yer alan “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” ibaresi, siyasi ve insana özgü egemenliği teşkil etmesine örnek olarak verilebilir. Egemenliğin toplumun her ferdini ilgilendirmesi nedeniyle bu aşamada, temsilciliğin devri önemli bir rol oynar. Egemenliğin sahibi olan milletin, bunun kullanılmasını kendisini temsil eden organlara devretmesi günümüz demokrasilerinin temel taşlarından birini oluşturur.

  1. Halifelik ve Temsiliyet

‘Düşün o zamanı ki, Rabbin melâikeye hitaben ‘Ben yerde bir halifeyi yaratacağım.’ dedi. Melâike de ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Hâlbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz.’ dediler. Rabbin de ‘Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum.’ diye onlara cevap verdi.” (Bakara: 30). Sözlük anlamıyla vekâlet ve temsil anlamlarına da gelen “halifelik”, insanın halife-i arz olması münasebetiyle onu diğer varlıklardan ayıran ve mesuliyet yükleyen bir kavramdır. Bu sebeple insan, İslam’ın hakikatini ve şeriatın otoritesini kabul etmesi nedeniyle bu sözün fayda ve külfetini üstlenmektedir. Allah’ın yeryüzüne halife tayin etmesi ve temsiliyet makamı; insana cüz-i ihtiyarisi bağlamında egemenlik alanı tanımakta, haliyle işlediği fiillerden mesul de kılmaktadır. İnsana verilmiş olan bu egemenlik alanı, özgürlüğü sağlamakla birlikte fiillerinde hesap verilebilirliği de beraberinde getirmektedir.

Buradan yola çıktığımızda, salt ilahi egemenlik teorisindeki, egemenliğin yalnızca Allah’ta toplanması ve kulun siyasi pratikleri için ayrı bir hâkimiyet alanının tahsis edilmemiş olması, insanın siyasi otoritesini teolojik bir zemine oturtarak kula ait olan “hesap verilebilirliği” elinden almaktadır. Egemenliğin bütüncül biçimde ayrılamayacağının kabulü, bireyin söz ve hareketlerine dini bir kisve getirmesinden dolayı uyguladığı politikalar “İslami” olarak nitelendirilmekte ve karşı çıkanlar “din karşıtı” pozisyonuna getirilmektedir. Bu durum, günümüzde politikacılar tarafından kullanılan, siyaset ve İslam’ın iç içe geçtiği söylemlerinin popülerleşmesine sebebiyet vermektedir. “İşte, Asr-ı Saadetteki inkılâb-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken, zaman geçtikçe, gele gele birbirine yakınlaştı ve siyaset propagandası bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir derece meydan aldı.”[3]

  1. Batılı Siyasal Düşüncede Halk Egemenliği

Tarih boyunca modernleşen siyasi yapılar, birey hürriyetinin öne çıktığı demokratik oluşumlara sebebiyet vererek politik otoritelerde seçmenlerin daha fazla söz sahibi olmasına öncülük etti. Kabileden, polis devletten, imparatorluktan, ulus devlete giden yolda, yönetilen grupların hâkimiyeti daha gözle görülür bir hal aldı ve egemenliğin halka bırakıldığı cumhuriyetçi sistemler meydana geldi. Batılı geleneğe göre oluşan millet egemenliği anlayışı doğrultusunda, siyaset dinden ayrı olarak işleyen bir mekanizma olarak görüldü. Bu anlayış ilerleyen zamanlarda sekülerizm, dini kurumların devlet kurumlarından ayrılması ve dinin katılabileceği ancak egemen olmadığı bir kamusal alan dâhilinde şekillenmiş ve laikliği pek çok devletin ana unsurlarından biri haline getirmiştir.

Batılı siyasal düşünürlerde egemenlik algısı, genel itibariyle halk egemenliği üzerine yoğunlaşmıştır. Hobbes’u yakından etkileyen klasik egemenlik teorisinde olduğu gibi egemenlik, devlet yahut hükümet tarafından sahiplenilir. Rousseau’nun anlayışında ise egemenliğin halktan başka kimseye ait olamayacağı ve başka hiçbir varlığın kaynak oluşturamayacağı vurgulanmıştır[4]. Bu durum, ilahi egemenlik yaklaşımındaki Allah’ın egemenliğinin bölünemez olduğu ilkesi ile tamamen çelişir. Batılı egemenlik anlayışında insanda toplanan hâkimiyet, ilahi egemenlik doktrininde teolojik bir bütünlük içerisindedir.

  1. Müslüman Düşünürlerin Konuya İlişkin Mukayeseli Siyasal Düşünceleri

İslam düşüncesinde mutlak hâkimiyet Allah’a ait olmakla birlikte insan, iradesini cüz- i ihtiyari bağlamında kullanmaktadır. İnsanın elinde bulunan bireysel egemenlik olgusu, her insana Allah tarafından tek tek verilmiştir. Burada tartışmalara sebep olan ana mesele ise bireysel egemenliğin mutlak olarak algılanması ve diğer bireysel egemenlikleri de ihlal etmesidir[5]. İlahi egemenlik yaklaşımında siyaset ve din, bütünleşik bir yapıda seyretmektedir. İslam’daki ilahi egemenlik, İslam’ın siyasetten ayrılmazlığı mantığını araçsallaştıran inançtan kaynaklanırken, Batı geleneğinde halk egemenliğini şekillendiren dinin siyasetten ayrılabilirliğidir [6].

5.1.  Ortak Paydada Din ve Siyaset: Seyyid Kutub ve Mevdudi

Bu alanda İslam’ın siyasallaşması sorununun daha iyi anlaşılabilmesi için mesele, yirminci yüzyılda pratikte uygulanan politikaların ilham kaynağını oluşturan popülerleşmiş fikir ve teorisyenler bazında incelenmiştir. Önemli isimlerden olan Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi Müslüman düşünürler üzerinden mesele analiz edildiğinde egemenliğin kaynağına ilişkin benzer yorumların ortaya çıktığı görülmektedir. Hindistanlı düşünür Mevdudi’nin inanç ve siyaset birliğinden oluşan anlayışında, tanrı ve otorite bölünemez biçimde birbirine bağlıdır. Buradan yola çıkıldığında, Mevdudi’ye göre Allah’ın varlıklar üzerindeki otoritesinin nas tarafından paylaşılmasının ve politik oluşumları ayrı bir egemenlik alanı tanınmasının “caiz olmadığı” sonucuna ulaşılmaktadır.

Siyaset sahnesinde ilahi egemenliğin savunucuları olarak nitelendirilebilecek bu isimler, ulus devlet gerçeğini inkâr etmese de batı modernitesine karşı çıkmış ve seküler devletin normlarını İslamileştirmeye, din ve siyaseti ortak bir paydada, birbirinden ayrılamaz bir bütün olarak görmeyi amaçlamışlardır. Bunun bir parçası olarak halk egemenliğini reddetmiş ve yalnızca tavizsiz ilahi egemenliği kabul etmişlerdir. Başka bir deyişle, İslami yönetim ilkelerini demokratikleştirmek yerine demokrasiyi İslamlaştırmışlardır[7]. Mevdudi ve Kutub’un tezleri “tevhid” anlayışına dayanarak Allah’ın varlığının ve nihai egemenliğinin hayatın her alanına entegre olduğunu savunur. Daha da ötesinde, her iki düşünür de İslam’da inancın siyasetten ayrılmasına izin verilmediğini öne sürerek şeriatı temel alan ve sekülerizmin her çeşidini reddeden bir devlet portresi çizdiler. “Uygulamada ise Mısırlı Müslüman Kardeşler’in önde gelen üyelerinden Kutub’un radikalleşen politikaları, ‘Kilometre Taşları’ ve cihat literatürü halen dünyanın dört bir yanındaki silahlı cihatçı gruplara esin kaynağı olmaya devam etmektedir.”[8].

5.2.  Modern Bir Perspektif: Raşid Gannuşi

Tunuslu mütefekkir ve siyasetçi Raşid Gannuşi de egemenliğin kaynağı ve kullanımına ilişkin kayda değer incelemelerde bulunmuştur. Kutub’un aksine Allah’ın mutlak varlığına inanmasına rağmen dinin siyasetten ayrılmasının Allah’ın birliğine (tevhide) ve nihai hâkimiyetine ihanet olarak yorumlanmaması gerektiğini savunur.[9] Gannuşi, şeriata tam bir bağlılıkla birlikte yönetim kısmında Mevdudi ve Kutub’dan ayrılır. İslam’da yönetim biçiminin tamamıyla teolojik ve din temelli olması yerine yöneticilerin pratiklerine göre şekillenmesi gerektiğini öne sürer. Ayrıca, çizmiş olduğu demokrasi tasvirinde din ve siyaset ayrışmış haldedir.

Siyasal düşünce sistemini din ve devlet arasında denge gözeterek oluşturan Gannuşi’nin otorite dağılımı, şeriat ve şura arasında dengeli bir biçimde yapılmıştır. Bununla birlikte, Müslüman ülkelerde egemenliğin kaynağını “ümmet” olarak almış ve tezine “insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmasına” referans göstermiştir. Bu bağlamda, insanın vazifesi, Allah tarafından verilen özgürlük ve iradeyi, şeriat ve şura kontrolünde sosyal adalet ve düzeni sağlamak için kullanmaktır[10]. Pratikte ise Tunus’taki Nahda rejimi müddetince kritik bir role sahip olan Gannuşi, Arap Baharı’yla birlikte alevlenen demokratik süreç geçişlerinde liberal demokrasi ve İslami değerleri bir arada kabul etmesiyle önemli bir örnek teşkil etmiştir.

5.3.  Zamanlar Üstü Bir Egemenlik Sentezi: Bediüzzaman Said Nursi

Said Nursi’nin kavramlara ve teorilere tek bir bakış açısından tutucu şekilde yaklaşmak yerine zıtlıkları kavramsallaştırarak sentezlediği görülür. Onun eserlerinde Avrupa, milliyetçilik, medeniyet gibi modern tartışmaların yaygın konusu olan terimler, mutassıbane tanımlanmaktan ziyade mehasinleri ve zararlı kısımları karşılaştırmalı biçimde tartışılarak okuyucuya aktarılmıştır. Benzer biçimde Said Nursi, yukarıda Müslüman düşünürler ve batılı gelenek bağlamında mukayese edilen egemenliğin kaynağı ve kullanımına ilişkin farklı düşüncelere sahiptir. Bu doğrultuda, Said Nursi’nin “İnsanlar hür oldular ama abdullahtırlar.”[11] ifadesi onun egemenlik düşüncelerini anlamada referans olarak alınabilir.

Bediüzzaman, beşerin geçirdiği tarihi merhaleleri vahşet ve bedevilik, memlukiyet, esir, ecir ve son olarak da malikiyet ve serbestiyet devri olarak kategorize etmiştir[12]. “Bedevilikten, serbestiyete giden süreç, insanın dünyaya gönderiliş maksadında olduğu gibi tekâmül üzeredir.”[13] “İnsanda, insaniyete layık hayat şartlarına tabi bir meyil var.”[14], “İnsanda terakki meyli var.”[15]. Bu bağlamda, beşerin ilerlemesiyle kullanmış olduğu politik enstrümanların ve siyasal yapıların gelişimi arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Başka bir deyişle, otokratik, çok uluslu ve daha kısıtlayıcı devlet modellemelerinden demokratik, özgürlükçü ve hürriyet merkezli ulus devletlere doğru bir gelişim gözlenmektedir.

Monolitik karar alıcı ve yöneticilerin yönetme erkini, otonom bireylere ve seçmenlerce belirlenen temsilcilere devretme hali; çağımızın kaçınılmaz bir gereğidir. Bu bağlamda, “İnsanlar hür oldular.” ibaresi, serbestiyet devrinin ve sonucunda yüzyılı şekillendiren ferdiyet ve demokratik dalgaların öne çıktığı bir anlayış olarak yorumlanabilir. Diğer bir deyişle, halk egemenliğine dayanan seçim sistemleri ve temsilciliğin aktif olarak uygulandığı parlamentolar, serbestiyet devrinin bir gereğidir. Bu durum, providansiyel ilahi hukuk doktrini ya da Allah’ın egemenliği ile çelişmek yerine Said Nursi’nin ifade ettiği “Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal!”[16] sözü doğrultusunda yenilikçi bakış açısı kazanımı ve bağnaz anlayışın terk edilmesi bakımından örnek teşkil etmektedir.

“Abdullahtırlar” ibaresi ise insanın halife-i arz makamına vurgu yaparak kulluğunu hatırlatmaktadır. Bu kısımda, ilahi egemenlik teorisi doğrultusunda Hâkim-i Mutlak’ın Allah olduğunu ve kulluğun önemli bir unsuru olan cüz-i ihtiyarinin bilincinde olmak gerektir. Sonuç olarak, Said Nursi’nin “İnsanlar hür oldular ama abdullahtırlar.” sözünün iki ayrı uçta tartışılmış olan ilahi egemenlik ve halk egemenliğine ilişkin tartışmayı makul bir zeminde sentezlediği görülmektedir.

Pratikte ise Bediüzzaman’ın, Osmanlı’nın monolitik yapısını terk etmeye başladığı en sancılı döneminde belirttiği “Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir.” ibaresi, totaliter rejimlere ve istibdada karşı hürriyet-i şer’iyeyi esas aldığı tutumu, hayatı boyunca meşveret sistemini esas alarak “dindar bir cumhuriyetçi” olarak kendini tanıtması ve demokrat yöneticilerin daima destekçisi olması şeklinde kendini göstermiştir.

  1. Demokrasi ve Otokrasiler Bağlamında İslam’ın Siyasallaşmasına İlişkin Bir Eleştiri

Ortadoğu ve Asya’daki birçok Müslüman ülkenin anayasalarında liberal düşünceler ve demokrasi benimsenmiş olmasına rağmen ilahi egemenlik ve halk egemenliğinin entegrasyonunun normatif olarak uzlaşılmamasından kaynaklı olarak “İslami paradoks”[17] baş göstermektedir[18]. Bu problemin ana sebeplerinden biri ilahi egemenliğin fani bireylere nihai biçimde yüklenmesidir. Ortadoğu’da uzun yıllardır yankı getirmekte olan Seyyid Kutub gibi isimlerin İslam ve siyaseti ilahi egemenlik kapsamında bölünemez olarak yorumlaması, politika yapıcıları ve seçmen kitleleri derinden etkilemektedir. İlahi egemenlik doktrini doğrultusunda ontolojik hâkimiyetin fiillerine meşruiyet kazandırdığı siyasi aktörler, hesap verebilme erdeminden yoksun olmaktadır. İlahi egemenliğin tek kişide olması ve mesuliyetin bulunmaması, kuvveti kanun yerine şahısta toplamaktadır. Halbuki “Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tabi edebilir, hak kuvvetin mağlubu. Fakat bu iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas giyer. Bu zamanın modası böyle giydiriyor.” [19].

İslam ve siyasetin devamlı olarak aynı paydada sunulması, halkın bu hassas konuda ayrım yapabilme kabiliyetine zarar vermekte ve aktörün eylemlerini dini kisve altında yapmasına meşruiyet kazandırmaktadır. Böylelikle yapılan fiiller, adalet ve şura gibi değerlerle bağdaşmadığı müddetçe aktörlerin hatası yüzünden din, siyasete alet edilmekte ve sonucunda pek çok insan dinden soğumaktadır. Bu durum, İslam’ın siyasallaşması sorunun belki de en can alıcı sonuçlarından birini teşkil etmektedir. Öyleyse demokrasinin ve cumhuriyetin Asr-ı Saadet örneği gibi esas alındığı rejimler İslam aleminin, totaliter yapılarından kurtulmasına ve hürriyet- i şer’iye merkezli her ferdin toplum için önemli olduğu, özgür yapıları da beraberinde getireceği ümit edilmektedir. “Cidâl berdevam, harb ise seccâldir.”[20].

 

Sonuç

Tarih boyunca, devletlerde görülmüş olan ilahi kudrete dayanan egemenlik yerini, pek çok Ortadoğu ülkesinin anayasasında da yer alan milli ve halka dayalı egemenliğe bırakmıştır. Egemenliğin kaynağına dair ihtilaflar, etkiledikleri toplumlarda ve siyasal kültürde yankı uyandırmaktadır. Millet egemenliği ve ilahi egemenlik bağlamında, din ve siyasetin ayrılamaz bütünlüğüne ya da ayrı zeminlerde devam etmesi gereken iki enstrüman olduğuna dair görüşler, İslam ve Batı dünyasının geleneksel ve modern tartışmalarında yer almıştır. Halk tarafından kullanılan dünyevi iktidarın insanda değil Allah’ta olduğuna ilişkin ilahi egemenlik anlayışı, bireyin fillerinden doğabilecek mesuliyeti ve halk tarafından hesap sorulabilirliğini kaldırmaktadır. Böylece yapılan siyasal aksiyonlar, iktidara teolojik bir güç kazandırmakta ve umumun mukaddesi olan dine zarar vermektedir. Diğer taraftan insanlık boyunca tekâmül etmiş siyasal bir araç olan demokratik rejimlerde millet egemenliği kavramı temsilcilerin hâkim; hükümetin hizmetkar olduğu yapıları gerektirmektedir. Bu doğrultuda, bu çalışmada Bediüzzaman Said Nursi’nin “İnsanlar hür oldular ama abdullahtırlar.” ifadesine binaen ilahi egemenliğin ve günümüz modern demokrasilerin çekirdeği olan milli egemenliğin sentezlendiği bir anlayışı ortaya konmuştur.

 

 

Kaynakça

Avcı, C. (1998). Hilâfet-TDV İslâm Ansiklopedisi. Retrieved May 15, 2022, from https://islamansiklopedisi.org.tr/hilafet

Bahlul, R. (2000). People vs God: The logic of ‘divine sovereignty’ in Islamic democratic discourse. Rivista Di Filosofia Del Diritto Internazionale e Della Politica Globale, 11(3), 287–297. https://doi.org/10.1080/713670332

Baldık, Ö. (1997). Ulus-Devlet Bağlamında İktidar Sorunu. Köprü, Devlet ve İktidar, 58.

Benoist A., 1999. What is Sovereignty? Translated by J. Kostova. 24-35.

Britannica, T. Editors of Encyclopaedia (2020, November 18). sovereignty. Encyclopedia Britannica. https://www.britannica.com/topic/sovereignty

Fahmi, J. (2021, July 26). The Enduring Appeal of Sayyid Qutb’s Jihadist Ideology. https://www.opendemocracy.net/en/global-extremes/the-enduring-appeal-of-sayyid-qutbs-jihadist-ideology/

Ghannouchi, R. (2013). The State and Religion in the Fundamentals of Islam and Contemporary Interpretation. Contemporary Arab Affairs, 6(2), 164-171.

Government of the people, by the people, for the people. (2018). Retrieved May 15, 2022, from https://www.clingendael.org/publication/government-people-people-people

March, A. (2013). Genealogies of Sovereignty in Islamic Political Theology. The Johns Hopkins University Press, 80(1), 293–320. https://www.jstor.org/stable/24385717

Mert, N. (1997). Siyasal İktidar, Dinsel Açıdan Her Zaman Sorgulanması Gereken Bir Şeydir, Köprü, Devlet ve İktidar, 58.

Muğurtay, N. (2013, Eylül 10). Egemenlik, Kimlik ve Ortadoğu. Retrieved May 14, 2022, from https://demokratikmodernite.org/egemenlik-kimlik-ve-ortadogu/

Nişancı, T. (2000). Bir Korku ya da Umut Söylemi Olarak Siyasal İslam. Köprü, İslam’ın Siyasallaşması Sorunu, 72.

Nursi, B.S., (2016), Divan- ı Harbi Örfi, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B.S., (2016), Hutbe- i Şamiye, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B.S., (2016), Sözler, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B.S., (2017), Sünuhat, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, B.S., (2020), Münazarat, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat.

Nursi, S. (1909, Mart 11). Hakikat. Volkan Gazetesi, p. 3.

Ölmez, A. (1998). İslam’da Hakimiyet Anlayışı ve Meşruiyet Sorunu. Köprü, Hürriyet, Meşruiyet ve Cumhuriyet, 64.

Özkan, M. (2020). Demokrasi ve Temsil: Paradoksu Rousseau Üzerinden Okumak. Journal of Political Sciences, 29(2), 403-430. https://doi.org/10.26650/siyasal.2020.29.2.0030

Pavlović, D. š. (1997, June). Rousseau’s Theory of Sovereignity (“Master’s dissertation”). https://doi.org/10.13140/RG.2.2.28144.76806

Rahman, Md Mizanur, “Sovereignty in Islamist Political Thought: Continuity and Change” (2019). Theses and Dissertations. 1089. https://ir.library.illinoisstate.edu/etd/1089

Roy, O. (1994). The Failure of Political Islam. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press.

Taflıoğlu, S. (2013). İran İslam Cumhuriyeti’nde Egemenlik ve Meşruiyet Kaynağı “Velayet-i Fakih.” SBF Dergisi, 68(3), 95–112.

Ünal, Y. (2012). Egemenliğin Kurucu Unsurları. Kelam Araştırmaları Dergisi, 10(2), 221–250.

Uysal, F. (2000). Beşeri Yaşama Devirleri; Muhtasar Dünya Tarihi. Köprü, İnsanlığın En Uzun Yüzyılı, 69.

Uysal, G. (2016). Egemenlik Allah’a Aittir, Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’e Karşı: Neoliberal Dönemde İlahi Egemenliğin Yeniden Tesisi. Praksis, 41, 365–391.

Varlık, Ü., & Ören, B. (2003). Demokrasi ve Temsil. SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 172–185. https://dergipark.org.tr/en/pub/susead/issue/28438/302941

What is Secularism? (n.d.). Retrieved May 15, 2022, from https://www.secularism.org.uk/what-is-secularism.html

Yilmaz, H. (2007). Islam, Sovereignty, and Democracy: A Turkish View. The Middle East Journal, 61(3), 477–493. https://doi.org/10.3751/61.3.15

 

[1]       2022 yılı Köprü Dergisi “İslâm’ın Siyasallaşması Sorunu” konulu makale yarışmasında ikincilik ödülüne layık görülen eserdir.

[2]       Government of the people, by the people, for the people. (2018, March, 1) www.clingendael.org/publication/government-people-people-people

[3]       Nursi, Said, Hutbe- i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2016, s. 55.

[4]       Pavlovic, Rousseau’s Theory of Sovereignity, 1997

[5]       Y. Ünal, Egemenliğin Kurucu Unsurları, Kelam Araştırmaları Dergisi, 2012

[6]       Mizanur Rahman, “Sovereignty in Islamist Political Thought: Continuity and Change” 2019

[7]       Bahlul, People vs God: The logic of ‘divine sovereignty’ in Islamic democratic discourse, 2012

[8]       Fahmi, The Enduring Appeal of Sayyid Qutb’s Jihadist Ideology, 2021

[9]       Md Mizanur Rahman, Sovereignty in Islamist Political Thought: Continuity and Change, tercüme tarafımızdan yapılmıştır, Master Thesis Illinois State University

[10]     Gannuşi, 1993

[11]     Said Nursi, Hakikat, Volkan Gazetesi, 11 Mart 1909, s. 3.

[12]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 649

[13]       Bkz. Uysal, Faruk, Beşerî Yaşama Devirleri; Muhtasar Dünya Tarihi, Köprü Dergisi, Ankara 2000, s. 57.

[14]     Muhakemat: 124

[15]     Said Nursi, Divan- ı Harb- i Örfi, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 84

[16]     Said Nursî, Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 52.

[17]     Bkz. The Islamist Paradox. Akbarzadeh, S. The paradox of political Islam. In S. Akbarzadeh, Routledge Handbook of Political Islam (pp. 1-8). London and New York, 2012, Routledge.

[18]     Mizanur Rahman, 2019

[19]     Asar-ı Bediyye: 314

[20]     Said Nursi, Münazarat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 38