Gençlerin Aradığı Hayat Standardı: Avrupa Birliği

The Standard Of Living Young People Seek: European Union

Ahmet Said AYDİL, Doktora Araştırmacısı, Max Planck Sosyal Antropoloji Enstitüsü Hukuk ve Antropoloji Departmanı

 

Özet

Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Dünya çapında çalışma yapan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü endeksleri incelendiğinde ortaya çıkan görüntü çok vahim. Türkiye bütün kategorilerde serbest düşüşte ve Rusya, Çin ve İran gibi totaliter rejimlerin yönettiği ülkelerle aynı sıralarda yer alıyor. Bunun sonucu olarak da tarihinin en büyük ekonomik çöküntülerinden birinin ortasında gelir adaletsizliğinin tavan yaptığı, gençlerinin Avrupa Birliği ülkelerine göçmek için fırsat kolladığı bir dönemden geçiyor.

Çalışmamızda, “Gençlerin hayatlarını kuracakları ülkeleri seçerken neden öncelikle ve çoğunlukla Avrupa Birliği’ne yöneldikleri, Türkiye’de bulamadıkları hangi değerler ve standartları oralarda aradıkları?” sorularına cevaplar aranmıştır. Arzulanan refah ve barış seviyesine ulaşmamızın yollarının neler olduğu, gençler olarak bizim bu durumda nasıl bir tavır takınmamız gerektiği, milliyetçi ve kimlik merkezli siyasi akımların meşveret, demokrasi ve çok taraflılıkla ne kadar bağdaştığı yine bu çalışmada değerlendirilmiştir. Bu bağlamda gençliğinden vefatına kadar meşrutiyet (demokrasi), tek parti dönemi gibi en buhranlı zamanlarda demokratik cumhuriyeti İslam namına savunan, istikamet üzere ve tavizsiz yaşamış olan Said Nursi’nin bu çok farklı dönemlerdeki tavrı üzerinde durulmuştur.

Ülkece arzuladığımız refah ve barış seviyesine ulaşmamızın yolunun ne olduğunu ve gençler olarak bizim bu durumda nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini ve milliyetçilik ve kimlik siyaseti merkezli siyasi akımların meşveret, demokrasi ve çok taraflılıkla ne kadar bağdaştığını değerlendireceğiz. Bu bağlamda gençliğinden vefatına kadar meşrutiyet (demokrasi), tek parti dönemi gibi en buhranlı zamanlarda demokratik cumhuriyeti İslam namına savunan, istikamet üzere ve tavizsiz yaşamış olan Said Nursi’nin bu çok farklı dönemlerdeki tavrını inceleyeceğiz.

Anahtar Kelimeler: Demokrasi, Avrupa Birliği, Göç, Refah ve Milliyetçilik

 

Abstract

Turkey is going through a difficult period. The picture that emerges from the global indices of democracy, human rights and the rule of law is very grave. Turkey is in free fall in all categories and ranks alongside countries ruled by totalitarian regimes such as Russia, China and Iran. As a result, Turkey is in the midst of one of the biggest economic collapses in its history, with income inequality at an all-time high and young people looking for opportunities to migrate to European Union countries in search of better economic conditions. In our study, we will examine why young people primarily and mostly turn to the European Union when choosing the countries where they will build their lives and what values and standards, they seek there that they cannot find in Turkey. We will look for answers to what is the way to reach the level of prosperity and peace we desire as a country and what kind of attitude we, as young people, should adopt in this situation. In this context, we will examine the position of Said Nursi on similar issues, who lived in turbulent times such as the declaration of Constitutional Monarchy in the Ottoman Period and the single party era of Turkey.

Key Words: Democracy, European Union, Migration, Prosperity, Nationalism.

 

  1. Giriş

Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Dünya çapında çalışma yapan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü endeksleri incelendiğinde ortaya çıkan görüntü çok vahim. Türkiye bütün kategorilerde serbest düşüşte ve Rusya, Çin ve İran gibi totaliter rejimlerin yönettiği ülkelerle aynı sıralarda yer alıyor.[1] Bunun sonucu olarak da tarihinin en büyük ekonomik çöküntülerinden birinin ortasında, gelir adaletsizliğinin tavan yaptığı ve gençlerin daha iyi ekonomik şartlar arayışında Avrupa Birliği ülkelerine göçmek için fırsat kolladığı bir dönemden geçiyor.

Ülkemizden göçen gençlerimizin önemli bir kısmı akademik ve iş hayatlarında belirli başarıları yakalamış olanlarken, henüz eğitim ve iş hayatına yeni atılanlar da ülkeden ayrılmak için fırsat kolluyor. Gidenlerin bir kısmı geri dönme şartı olarak ülkenin demokratikleşmesi, ekonominin düzelmesi gibi şartlar ararken maalesef bir kısmı yaşadıkları kırgınlıklar, haksızlıklar ve travmalar sebebiyle arkasına bile bakmıyor. Ülkenin içinde bulunduğu durumun zamanla değişmesi şartıyla elbette bu tavırlar değişebilir.

Çalışmamızda gençlerin hayatlarını kuracakları ülkeleri seçerken neden öncelikle ve çoğunlukla Avrupa Birliği’ne yöneldiklerini ve Türkiye’de bulamadıkları hangi değerler ve standartları oralarda aradıklarını inceleyeceğiz. Ülkece arzuladığımız refah ve barış seviyesine ulaşmamızın yolunun ne olduğunu ve gençler olarak bizim bu durumda nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini, milliyetçilik ve kimlik siyaseti merkezli siyasi akımların meşveret, demokrasi ve çok kanaatlilikle ne kadar bağdaştığını değerlendireceğiz. Bu bağlamda gençliğinden vefatına kadar meşrutiyet (demokrasi), tek parti dönemi gibi buhranlı zamanlarda tavizsiz ve kesintisiz çizgisiyle örnek olan Said Nursi’nin bu dönemlerdeki sürdürülebilmiş tavrını inceleyeceğiz.

  1. Neden Avrupa Birliği’ne Göç?

TÜİK verilerine göre 2019, 2020 ve 2021 yıllarında Türkiye’den 20-29 yaş arasında 286 bin genç göç etti.[2] Özellikle aldıkları eğitim ve meslekleri bakımından “nitelikli göç” tanımına uyan gençlerin tercihi öncelikle Almanya, Fransa, Hollanda gibi bu tür göçe kapısı açık olan ülkeler. Her ne kadar AB ülkesi olmasalar da özellikle iç işleri bakımından benzer değerler üzerinden tanımlanan Birleşik Krallık, Kanada, ABD ve Avustralya gibi ülkeler de rağbet görmekte. Bu ülkelere eğitim sebebiyle giden gençlerin önemli bir kısmı, eğitimlerinin sonunda iş bulmaları durumunda geri dönmemekteyken eğitimini Türkiye’de tamamlamış ancak ekonomik veya sosyal gerekçelerle saydığımız ülkelere göçmüş genç sayısı da giderek artmaktadır. Doktorluk ve mühendislik gibi uluslararası geçerliliği daha rahat sağlanan meslek grupları genelde nitelikli göçün başını çekerken, hukuk gibi ülkeden ülkeye adaptasyon sıkıntısı yaşanabilecek alanlarda bile yurt dışına yönelim artmaktadır.

Burada bu konu üzerine yapılan tartışmalarda genelde gözden kaçan bir detaya değinmek gerekiyor. Bu da Avrupa Birliği’ne, ABD’ye veya Kanada’ya göçmenin sanıldığı kadar kolay meseleler olmaması. Göçmenlerin en çok tercih ettiği ülkeler olmaları sebebiyle bu ülkelerde iş veya üniversite bulmak, son derece rekabetçi. Bunun üzerine bu ülkeler, yine yüksek sayıda başvuru sebebiyle vize ve oturma izni verirken başvuru yapanları uzun süre bekletebildiği gibi bu sürecin sonunda ret cevabı da verebiliyor. Kabul alındığı takdirde bu ülkelerde yaşanılan alışma süreci, aileden uzak kalma ve yeni hayat kurmanın getirdiği sosyal ve ekonomik zorlukların tamamı düşünüldüğünde aslında yurt dışına göç etmek, her ne kadar hedef ülke gelişmiş bir yer olsa da son derece meşakkatli olabilecek bir süreç. Bu da demek oluyor ki tüm bu zorluklara rağmen gençler, ülkelerinde kalmaktansa bu yolu tercih ediyorlar.

Peki, neden bu ülkeler tercih ediliyor? İstisnai örnekler dışında neden Rusya, Çin, İran, Kazakistan, Kolombiya, Suudi Arabistan, Hindistan gibi ülkelere göç etmiyorlar? Veya neden bizim gençlerimiz gibi AB ve ABD gençleri bizim ülkemizde çalışmak veya okumak için buraya akın etmiyor? Hatta bizden daha da kötü ekonomik durumdaki ülkelerdeki gençlerin gözünde neden Türkiye hedef ülke değil de AB ülkeleri için “transit” yani geçiş ülkesi?

Bunun sebebini anlamak için öncelikle gençlerimiz tarafından rağbet gören ülkeleri inceleyelim.

2.1.  Demokrasi, Hukuk, İnsan Hakları ve Refah: Avrupa Projesi

İkinci Dünya Savaşının getirdiği büyük yıkım ve bu süreçte işlenen insanlık suçları, Avrupa’nın eğitimli kesiminde bir uyanışa yol açtı. Bugün Avrupa Birliği olarak bilinen yapının temelleri atıldığında kurucularının temel hedefi, hem ekonomik entegrasyon yoluyla Avrupa Kıtası’nda barış sağlamak hem de birlik yoluyla savaşın enkazının altından daha kuvvetli kalkmaktı.

En başından beri, bu birliğin fikir babalarından Robert Schumann ve Jean Monnet’in aklında yatan “birlik” ekonomik bir birliğin çok ötesindeydi.  Örneğin, Monnet tarafından 1952’de öne sürülen European Defence Community (Avrupa Savunma Birliği) daha derinden birbirine bağlı bir birliği arzulandığının en açık göstergesiydi. Ancak o dönem için bu düşünceler fazla iddialı görüldü ve özellikle Fransa’nın tepkileriyle[3] bu plan rafa kaldırıldı.[4] Yıllar geçtikçe ve üye devlet sayısı arttıkça ekonominin ötesi bir entegrasyon bu birliğin hayatta kalması için kaçınılmaz hale geldi. Haliyle, ekonomik bariyerlerin kalktığı ve “serbest iç pazarın” hedeflendiği bir yapıda sosyal, politik, idarî ve hatta hukuki alanlarda da bir ahenk şarttı.[5] Bu projenin başarılı olabilmesi için Avrupa genelinde bir barış hâkim olmalıydı ve bunun yolu ancak ortak ilkeler olarak demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını belirlemek ve üye ülkelerin bunlara riayet etmesini sağlamaktı. Zaten savaştan hemen sonra kurulan ve Türkiye’nin de 1950’den beri üye olduğu Avrupa Konseyi’nin de temel ilkeleri bunlardı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu ilkeler çerçevesinde ülkeleri denetlemekteydi.

Sonuç olarak, bugün Avrupa Birliği, ekonomik birlik olarak çıktığı bu yolda entegrasyonunu, üyelerinin kendilerini de bağlayıcı temel haklar bildirgesini ortaya koyacak ölçüde genişletmiş bir yapı haline gelmiş oldu.

Gençlerin tercih ettiği ülkelerin başında da bu bahsettiğimiz süreçte güçlenip hem tek başlarına hem de bir bütün olarak değerlendirildiklerinde dünyada vatandaşlarını en refah ve barış içinde yaşatabilen Avrupa Birliği ülkeleri yer alıyor.

2.2.  Türkiye’nin Geleceği İçin Büyük Kriz: Genç Beyin Göçü

Bahsettiğimiz ülkelere gençlerimizi uzun vadeli olarak kaybetmemiz elbette ülkemiz için büyük bir kayıptır. Kendi yetiştirdiğimiz ve yetiştireceğimiz gençlerimizi kaybetmek, neredeyse bütün alanlarda ülkemizi geriye götürecek, üniversitelerimiz ve hastanelerimiz başta olmak üzere bütün kurumlarımızda kaliteli insan sayısı azalacaktır.

Bu hastalıklı durumun şifası da belli: gençlerimizin Avrupa’da aradığı standartları ülkemize getirmemiz gerekiyor. Henüz 100 yıl önce birbirlerini demir ve kömürün yardımıyla katleden ancak günümüzde bu kaynaklarla birbirleri arasında köprüler yapan Avrupa devletlerini yaşadığı uyanışın benzerini bizim de yaşamamız gerekiyor.

2.3.  Çok Taraflılık – Meşveret – Demokrasi

İkinci Dünya savaşı öncesi Avrupa’sına tek adam yönetimleri hâkimdi. Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan, Rusya, İspanya, İtalya gibi ülkelerin hepsi zamanla liderleri değişse bile yöntem olarak çok ufak bir zümrenin ülkeye hâkim olduğu yerlerdi. I. ve II. Dünya savaşlarından önce bile yüzyıllarca savaşların hâkim olduğu bir kıtaydı Avrupa. Ta ki, “Avrupa Demir Çelik Topluluğu” ve son adıyla “Avrupa Birliği” kurulana kadar. Bu süreçte Avrupa’nın önde gelen düşünürlerinin çıkarımı şuydu: Barış ve refahın yolu çok seslilikten, denetim mekanizmalarından ve etkin bir demokrasiden geçiyor.[6] Bu zihniyet değişimi ile savaş sonrası kıtlık yaşayan o zamanki adıyla “Avrupa Topluluğu” ülkeleri 10 yıl içinde gıda israfının artması krizini yaşadı, Almanya[7] savaşı kaybetmiş ve topraklarının yarısını Sovyetler’in kontrolüne bırakmış olmasına rağmen 1970’li yıllarda dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olmuştu. Bu süreçte, tamamen koalisyon hükümetlerince yönetilmiş ve Avrupa Topluluğu/Birliği iş birliği doğrultusunda üye devletlerle hem iç hem dış meselelerde iş birliği yapmış, zaman zaman da kendi isteklerinden ödün vermişti.

Bizim coğrafyamızda da benzer geçiş dönemleri yaşandı. I. Dünya savaşı öncesi iki defa meşrutiyet ilan edilmişti. O dönemlerde gelişmeleri yakında takip eden Said Nursi, bu gelişmeyi sevinçle karşılamıştı. 1908’de Meşrûtiyet’in yeniden ilânından hemen sonra Selânik’te okuduğu “Hürriyet Hitabı”nda “Yeni hükümet-i meşrûtamız mu’cize gibi doğdu.”[8] diyerek; yeni kurulan hükümeti, şeriat dairesinde meşrû hükümet olarak gördüğünü de ifade etmişti. Meşrutiyeti yani halkın meclislerde temsil edildiği sistem tarzını tek adam sistemlerine karşı savunan Said Nursi’nin meşrutiyete dair gelen itirazlara verdiği cevapları İzzet Atik şu şekilde özetler:

İslam âleminin tedennisinin sebebi dinimize riayetsizliktir. Osmanlı’nın Avrupa’da geri kalmasının sebebi dinde laubaliliğimizdir. Vatanı; din ve haremeyn için severiz. Dünyayı da din için imar edeceğiz. Zira dinsiz dünyada hayır yoktur. Mademki meşrutiyette hâkimiyet millettir mevcudiyeti millete göstermek lazımdır. Milliyetimiz ise yalnızca İslamiyet’tir. Peygamberimizin kurduğu ve ondan sonra Hz. Hasan’ın hilafeti Hz. Muaviye’ye bırakmasına kadar olan dönemde insanlar hepsi aynı seviyede kabul edildi. Mülki milliyet meselesi hep üçüncü beşinci planda tutuldu. Tek hedef insanların tamamının mutluluğu idi. Ama 30 küsur sene sonra Hilafet saltanata döndü.”[9]

Devam eden süreçte İttihadı Terakki partisi de her ne kadar meşrutiyeti savunarak yola çıkmış olsa da kendileri de baskıcı ve meşrutiyet (demokrasi) çizgisinden uzak bir yönetim sergilemişti. Aynı şekilde tek parti döneminde de cumhuriyetini demokrasiyle taçlandıramayan bir Türkiye söz konusu olmuş, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gibi ilkeler yerine şahıslar ve zümrelere bağlı yönetim tarzları tercih edilmiştir. Bu tarz yönetimlerde milletin hakimiyetinden söz edilemez.  Yönetim halkına hizmet etmez halk yöneticilerine hizmetkâr olur.

Said Nursi, bu açıdan şahıslara bağlı olmayan, işlevsel demokratik bir sistemi savunmuş ve İslam’a uygun yönetim tarzının ancak böyle olabileceğini şu sözleriyle belirtmiştir:

“Zira meşrûtiyet (demokrasi) hâkimiyeti millettir. Hükümet hizmetkârdır. Meşrûtiyet doğru olursa, kaymakam ve vali reis değil belki ücretli hizmetkârlardır. Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur.”[10]

  1. İşlevsel Demokrasinin önünde engel: Milliyetçilik – Kimlik Siyaseti

Avrupa Birliği modelinden bahsederken çok sesliliğin, koalisyonların ve denetleme mekanizmalarının önemine değinmiştik. Saydığımız kavramlarla bu kısmın başlığı olarak seçtiğimiz milliyetçilik, popülizm ve kimlik siyaseti kavramları taban tabana birbirlerine zıt kalıyor. Toplumun belirli kısmını hiçe sayan veya onlara düşmanlık besleyen siyasi akımların meşveret, koalisyon ve çok sesliliğin hâkim olduğu masalarda bulunması elbette mümkün olmuyor. Ancak kendi gibi veya kendine çok benzer fikirlerle uzlaşabilen, kimlik siyaseti ile toplumu ayrıştıran yönetim tarzları en başta bunu gizleyebilse bile eninde sonunda totaliter eğilimlerini sergileyerek toplumsal barışa engel oluyorlar. Özellikle ülkemiz gibi kültürel ve etnik çeşitliliği olan bir yerde bu çok vahim sıkıntılara yol açabiliyor, toplum bölünüyor ve aslında çeşitlilikten gelecek verimlilikten de mahrum kalıyor. Avrupa Birliği gibi 26 devletin, birçok farklı dini inanışın ve kültürün milliyetçilik temelinde oturması nasıl mümkün değildiyse, ülkemizin de demokrasiyi tam yaşayabilmesi için “milliyetçilik” ve “kimlik siyasetini” arkasında bırakması ve gençlerin de bu tür cereyanlara mesafeli olması gerekiyor.

Milliyetçilik, farklı kesimler için farklı anlamlar ifade eden bir kavram. Kendini milliyetçi olarak tanımlayan bazı insanlar, belki bu dediklerimize katılmayacak ve milliyetçiliğin ırkçı ve ayrıştırıcı olmadığını söyleyerek bize kızacaktır. Burada Said Nursi’nin milliyetçilik tanımlarını inceleyerek konuya açıklık getirmek doğru olacaktır.

Said Nursi kendisine milliyetçilik üzerine sorulan sorular karşısında milliyetçiliği “menfi” ve “müsbet” olarak ikiye ayırıyor. Ona göre milliyetçilik insanlar arasında bir dayanışma, bir yardımlaşma, bir kuvvete sebebiyet veriyorsa ve İslam’la insan kardeşliğine zararı dokunmuyorsa bu duygu müsbet ve zararsızdır. İnsanın milliyeti; inancına bir kalıp, bir kılıftır. Değerli olan kılıf ve kalıp değil, kılıf ve kalıbın içindekidir. Ancak menfi milliyetçilik başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamat (kavga ve düşmanlığa) ve keşmekeşe sebeptir. Faşizm ve ırkçılık buradan gelir. İslam dinin şiddetle yasakladığı zararlı milliyetçilik budur.

Günümüzde ve Said Nursi’nin yaşadığı dönemlerde ortaya çıkan milliyetçi ideolojiler, maalesef genelde menfi milliyetçilik çizgisine yakın olmuştur. Birinci ve İkinci Dünya savaşına da Avrupa’nın faşizm ve ırkçılık akımları sebebiyet vermiştir. Bu konuda, Said Nursi, “Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.” demiştir. Kendini öncelikle milliyetçi olarak tanımlayan siyasi cereyanların da menfi çizgiye yaklaşma tehlikesi çok yüksektir. Vatan ve millet sevgisi, hiçbir akımın tekelinde olamayacağı gibi farklı şekillerde de tezahür edebilir. Demokrasilerde zaten bu sebeple çok partili sistem ve sivil toplum örgütleri ön plandadır. Said Nursi, menfi milliyetçilere şu şekilde sesleniyor:

“Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibkà edemez. Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat pek muvakkat ve âkıbeti hatarlıdır.”[11]

Bu demek değil ki Avrupa Birliği ülkelerinde milliyetçi siyasi hareketler mevcut değil. Özellikle göçmen krizi sonrası siyasi meydanda kendi yerini güçlendiren partiler ve siyasetçiler ortaya çıktı. Polonya, Macaristan gibi ülkelerde hatta iktidar da oldular. Ancak bu partiler ve liderlerin bölücü söylemleri, özellikle kendilerine müttefik olacak parti bulmakta yaşadıkları sıkıntılar ve genç nüfusa hitap edememelerine sebep oluyor ve onların ciddi aktörler olmalarını engelliyor. Öyle ki Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerin muhafazakâr siyasi partileri ve liderleri, kendi imajlarına ciddi zarar vereceği korkusu ve politika uyuşmazlıkları sebebiyle nasyonalist partilerle aralarına mesafeler koyuyor. Bunun da en önemli sürükleyici faktörü, genç Avrupalıların milliyetçi akımlara karşı mesafeli olmaları.

Sonuç

Birçok açıdan daha kaliteli hayat sürmek için, çeşitli meşakkatli süreçlere katlanarak ülkemizden göçen gençlerinin, ilk tercihleri olan Avrupa’nın alametifarikasını, kısa bir şekilde özetlemeye çalıştık. Eğer aynı standartların ülkemizde de olmasını istiyorsak ve gençlerimizi ülkemizden “kaçırmamak” istiyorsak takip etmemiz gereken yol ve bu süreçte uygulamamız gereken kurallar belli. İşleyen bir demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, bağımsız yargının, vicdan ve fikir özgürlüğünün sağlanmadığı bir ülkede refah standartlarının da yükselmesi mümkün değil. Bu süreçte, gençler olarak da üzerimize düşen bu çizgide olan hareketleri desteklemek ve bu çizgiden uzaklaşanlara mesafeli olmaktır. Bu değerleri benimseyerek yoluna devam edecek bir Türkiye’nin hem ekonomik, hem de politik olarak gelişip kalkınması çok kolay olacaktır. Böylece tesir gücü ve örneklik rolü yüksek olan bir Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman ve tarihî olarak da İslâm coğrafyası için önemli olduğu için diğer İslâm ülkelerindeki istibdada ve zulme karşı hareketleri de destekleyecektir. Unutmamak gerekir ki “Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrûtiyeti meşrûa (dindar demokrasi) ve şeriat dairesindeki hürriyettir.”

(Biz bu yazıyı yazdığımızda henüz ülkemizde seçimler yapılmamış olacak. İnşallah bu yazıyı okuduğunuzda bu yazıda bahsettiğimiz, Said Nursi’nin de hayatı boyunca savunduğu değerleri savunanlar tarafından yönetiliyor oluruz. Her halükârda biz gençler olarak yöneticilerimizi hep bu standartlar çerçevesinde mihenge vuracağız ve bu değerler etrafında geleceğimizi inşa edeceğiz inşallah.)

 

 

Kaynakça

Conway, Martin. Democracy in Post-war Western Europe: The Triumph of a Political Model. European History Quarterly, 2002, 59-84. 13937518.pdf (fes.de).

CVCE, “The failure of the European Defence Community (EDC) – From the Messina Conference to the Rome Treaties (EEC and EAEC)” – CVCE Website, https://www.cvce.eu/en/education/unit-content/-/unit/1c8aa583-8ec5-41c4-9ad8-73674ea7f4a7/bd191c42-0f53-4ec0-a60a-c53c72c747c2.

Euronews, “Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 739 bini geçti.”, 6 Nisan 2023, https://tr.euronews.com/2023/04/06/turkiyeye-goc-eden-yabancilarin-ve-turkiyeden-cikan-turklerin-sayisi-artti, (son erişim tarihi 19.05.2023).

Nursi, Said. Münazarat, erisale.com, http://www.erisale.com/#content.tr.15.452, (son erişim tarihi 23.05.2023).

Nursi, Said. Mektubat, erisale.com, http://www.erisale.com/#content.tr.2.621, (son erişim tarihi 23.05.2023).

Rehn, Oli. European Commission, “A stronger Europe through deepening and widening”, 2008, A stronger Europe through deepening and widening (europa.eu).

Stockholm Center for Freedom. “Turkey Ranks First among Countries That Have Moved Away from Democracy in the Past Decade: Report”, 22 Nov. 2021, https://stockholmcf.org/turkey-ranks-first-among-countries-that-have-moved-away-from democracy-in-the-past-decade-report/,  (son erişim tarihi 10.06.2023).

Yeni Asya, “Meşrutiyet İslam’a uygundur”, 30 Kasım 2021, https://www.yeniasya.com.tr/dizi/mesrutiyet-islam-a-uygundur_573989, (son erişim tarihi 23.05.2023).

[1]       Stockholm Center for Freedom. “Turkey Ranks First among Countries That Have Moved Away from Democracy in the Past Decade: Report”, 22 Nov. 2021, https://stockholmcf.org/turkey-ranks-first-among countries-that-have-moved-away-from-democracy-in-the-past-decade-report/.

[2]       Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 739 bini geçti. Euronews. https://tr.euronews.com/2023/04/06/turkiyeye-goc-eden-yabancilarin-ve-turkiyeden-cikan-turklerin-sayisi-artti.

[3]       Günümüzde Avrupa Birliği’nin savunma birliğinin kuvvetlendirilmesinin en büyük destekçisinin Fransa olması da ilginç bir detay.

[4]       CVCE, “The failure of the European Defence Community (EDC) – From the Messina Conference to the Rome Treaties (EEC and EAEC)” – CVCE Website, https://www.cvce.eu/en/education/unit-content/-/unit/1c8aa583-8ec5-41c4-9ad8-73674ea7f4a7/bd191c42-0f53-4ec0-a60a-c53c72c747c2.

[5]       Rehn, A stronger Europe through deepening and widening”, 2008, A stronger Europe through deepening and widening (europa.eu).

[6]       Conway, s. 64.

[7]       O zamanlar Batı Almanya.

[8]       Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, YAN, s. 47.

[9]       Meşrutiyet İslam’a uygundur. (n.d.). YENİ ASYA. https://www.yeniasya.com.tr/dizi/mesrutiyet-islam-a-uygundur_573989, (son erişilme tarihi 23.05.2023).

[10]     Nursi, Bediüzzaman Said. “Risale-i Nur.” Münazarat. http://www.erisale.com/#content.tr.15.452.

[11]     Nursi, Bediüzzaman Said. “Risale-i Nur.” Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Yedinci Kısım. http://www.erisale.com/#content.tr.2.621.