İnsanlık tarihinin en buhranlı dönemlerinden birini yaşadığımız
pek çok düşünür tarafından dile getirilmektedir. Teknolojiyle birlikte hızla değişen
sosyal olgular, başta insan ve gündelik hayat olmak üzere, toplumların siyasal,
ekonomik ve sosyal yapılarına yeni görünümler kazandırmıştır. Bu hızlı değişim insan
hayatına şüphesiz pek çok artı değer katmıştır; ancak bugün tartışılan, bu değişimin
insandan aldıklarıdır.
19. yüzyıla hâkim olan ve 20. yüzyıla yansıyan ideolojiler, bütün boyutlarıyla
hayatı etkileyen toplumcu ve otoriter görüşler, 21. yüzyıla girilirken etkinliğini
yitirmeye başlasa da etkileri devam etmektedir. Geçen asırda iki dünya savaşı ile
milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir; ancak “izm”lerin etkisindeki insanlık,
bundan daha yıkıcı bir şekilde varlık gayesinden uzaklaşarak ebedi hayatını yitirme
tehlikesiyle yüz yüze kalmıştır. Bu yüzyılda, insanın kendi varlığıyla ilgili sorgulamaları
insanlığın en büyük iç çatışmalarını meydana getirirken insanlığa iç huzuru sağlayacak
ve varlığını anlamlı kılacak arayışlar ön plana çıkmıştır. Son yaşadığımız ekonomik
krizin insan hırsı ve açgözlülüğü ile ilişkilendirilmesi, ekonomik krizle ilgili
insanın özüne yönelik değerlendirmeler yapılması bu arayışların neticesidir. Bugün
genel anlamda insanlığın birçok problemle boğuştuğu, insanlığın birçok noktada yeni
arayışlara yöneldiği göz önünde bulundurulduğunda Bediüzzaman’ın çağımız insanına
sunduğu reçetelerin ne kadar anlamlı olduğu görülecektir.
Bediüzzaman, pozitivizmin aşırı maddeciliğiyle huzursuz ettiği insana yaradılış
gayesini hatırlatmakta ve insanı Rabbinin sonsuz merhamet, şefkat ve keremiyle tanıştırmakta,
yaratıcı-kul ilişkisini sürekli canlı tutmakta ve bunu hayatın her alanında görünür
kılacak fikirler serdetmektedir. Bediüzzaman’ın bugün dünyanın sorunu haline gelen
ve toplumda fertler arasında yaygınlaşan inançsızlık eksenindeki menfaatperestlik,
bencillik, kendi çıkarını düşünme, güçsüzü ezme, hukuka riayetsizlik gibi hastalıklara
karşı tepeden inmeci bir siyasi yaklaşımdan ziyade imanlı fertleri önermekte ve
bunun da yol haritasını sunmaktadır. İnsanın ve toplumun mesh-i manevisine sebep
olan bireysel ve toplumsal ahlâkî dejenerasyonun önünü açan kuvvet, menfaat, sefahat,
çatışma ve ırkçılığa dayanan bir medeniyete karşı toplumların çoğunluğunun mutluluğunu
tazammun eden hak, hukuk, adalet, fazilet, kardeşlik ve yardımlaşma esaslarına dayanan
Kur’an medeniyetinin prensiplerini açıklamaktadır.
Bunlardan yola çıkarak insanlığın pek çok alanda yaşadığı problemlerin Bediüzzaman’ın
fikirleri ışığında çözülebileceğini düşünmekteyiz. Risale-i Nur Enstitüsü tarafından
20-21 Mart 2010 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen “Çağımız Sorunlarına Çözüm Arayışları
ve Said Nursi Modeli” konulu V. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’ bu bağlamda önemlidir
ve çağımız insanının yaşadığı problemlere çözüm sunacak niteliktedir. Biz de bunu
göz önünde bulundurarak, bu sayımızı bu kongreye ait tebliğlerin bir kısmına ayırdık.
Bediüzzaman Said Nursi’nin görüşlerini, insanlığı tarumar eden sorunlar karşısındaki
çözüm önerilerini bir kez daha düşünmeyi ve araştırmayı hedefleyen bu çaba, Kur’an’ın
sunduğu medeniyet anlayışı ve hayat tarzının toplumda nasıl bir görünüm sağlayacağını
anlamamıza da yardımcı olacaktır.
Tüm dünyayı saran bu problemler yumağının ve ülkemizi krizlerle boğuşturan sorunların,
Bediüzzaman’ın müjdelerini verdiği şekilde, beşerin saadetine yol açan hakikatlerin
zemin bulacağı ve fazilete, ahlâka ve adalete dayalı bir dünyayı doğuracağı ümidiyle
sizleri dergimizle baş başa bırakıyoruz. Gelecek sayıda V. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’nin
“Siyaset, Demokrasi, İnsan Hakları, Kürt Sorunu ve Dünya Barışı” başlıklı masa çalışmalarına
ait tebliğ ve sonuç bildirileriyle karşınızda olmayı ümit ediyoruz.