Giriş

Hıristiyan demokrat düşüncesi, demokratik ve çoğulcu bir toplumda,
İncil’in mesajına, Katolik Kilisesi’nin Sosyal Doktrini’ne ve genel olarak
Hıristiyan düşünürlerin fikirlerine uygun bir politikayı yaymayı ve uygulanmaya
konulmasını sağlamayı hedeflemektedir.

Birçok değişik görüş olmakla beraber, ‘Hıristiyan demokrat’ kelimesinin
ilk defa 21 Kasım 1791’de Lyon Piskoposu Antoine-Adrien Lamourette
tarafından mecliste yapmış olduğu konuşmada kullanıldığı bilinmektedir.
Lamourette bunu kullandığında henüz kelimenin siyasi bir anlamı yoktu.
Bu konuşmasında o, sadece zayıfların, düşkünlerin ve tevazu sahiplerinin
kilisesinden ve Hıristiyan kardeşliğinden bahsetmekte idi. Kelimenin popülerleşmesi,
1848’den sonra Katolik düşünür Frédéric Ozanam ve L’Ère
Nouvelle gazetesinin yazarları tarafından olacaktır. Yine aynı dönemde,
‘Katolik Kilisesi’nin Sosyal Doktrini’ni uygulamaya koymaya çalışan demokratik
bir yönetim’ şeklindeki bugünkü anlamına kavuşacaktır.[1]

Frédéric Ozanam ve arkadaşları, kendilerini daha çok liberal Katolik
olarak tanımlayan Lamenais gibi düşünürlere yakın görüyorlardı. 20. yy.’a
gelindiğinde, tarihçi Jean-Baptiste Duroselle, onlardan ‘ilk Hıristiyan demokratlar’
olarak bahseder. Bu hareket, daha ilk ortaya çıkmasının ardından
karşı-devrimciler tarafından ortadan kaldırılacaktır. Gerçekten de budönemde, demokratik çerçevede Kilise’nin sosyal doktrinini uygulamaya
koyma ideolojisine sahip bir hükümetin var olabileceği düşünülebilecek bir
şey değildi. O dönemde, Katolik Kilisesi ise, ilahi kaynağa dayalı bir siyasi
güç fikrine bağlı idi. Bu nedenle, her türlü demokratik siyasi arayışları
reddetmekte ve kendisi dışında olan bu girişimler aleyhinde faaliyetlerde
bulunmakta idi.[2]

Katolik Kilisesi’ne göre, demokratik çerçevede birtakım politik hareketlerin
Kilise’nin doktrinini uygulamaya koymaya çalışmalarını herhangi bir
eleştiri yapmadan kabul etmesi, siyasi gücün ilahi kaynaklı olması gerektiğinin
ve dini meşruiyetinin olması gerektiği idealinin reddedilmesi anlamına
gelmekte idi. 20. yüzyılın başlarına kadar, Katolik Kilisesi bir yandan siyasi
iktidarın dini meşruiyetini vurgulamak ile Katoliklerin kendi doktrinlerini
ülkelerinde veya yaşadıkları yerlerde hakim kılmak için siyasete girebileceklerini
kabul etmek arasında bocalamıştır.[3]

Bu tartışma, özellikle 19. Yüzyıl boyunca uzun uzun tartışılan bir konu
olacaktır. Özellikle de Fransa’da, 1870’den itibaren birçok din adamı cumhuriyet
fikrini reddetmiş ve yeniden krallığın tesis edilmesi için mücadele
etmişlerdir. Onlara göre, dini meşruiyete sahip yegane siyasi yönetim, monarşik
yönetimdir. Bu ilke her ne pahasına olursa olsun savunulmalıdır.

Hıristiyan demokratlığın Katolikler arasında yeniden ve ikinci defa
gündeme gelişi ise, 19. yüzyılın sonlarına doğru olacaktır. İlginç olan, bu
girişimin bu defa Kilise tarafından gündeme getirilmiş olmasıdır. Papa
XIII. Léon’un girişimiyle 15 Mayıs 1891’de Rerum Novarum Genelgesi
yayınlanır. Buna göre Papa Léon, işçilerin çekmiş oldukları sıkıntıları kabul
ettiğini, ancak milliyetçi ve sosyalist hareketleri kabul etmeyi reddettiğini
belirtir. Bu genelgede ayrıca, Katolikler’in sosyal aktivitelere daha etkin bir
şekilde katılmaya davet eder. Papa Léon’un yayınlamış olduğu bu Rerum
Novarum Genelgesi, aynı zamanda Katolik Kilisesi’nin Sosyal Doktrini’nin
temellerinden bir olarak kabul edilmektedir.

Hans Küng’ün de belirttiği üzere, artık; Ortaçağ’daki gibi Papalık tarafından
temsil edilen teokratik bir yönetim yerine, Protestan otoritenin
temsil edildiği Hükümdarların veya Konseylerin yerine ve mutlakiyetçi
aydınlanmış fikirlere dayalı ideolojinin yerine, hakimiyet ve iktidar meşruiyetinin
yegane sahibi olan Millet Meclisi’nin olduğu bir zamana yani
‘demokrasi’nin hüküm sürdüğü bir döneme gelinmiştir. Ona göre, Millet
modern değerlerin en önemi unsurlarından ve en büyük değerlerindendir.[4]

Modern demokrasinin getirmiş olduğu değerlerle, Katolik Kilisesi’nin
savunmuş olduğu değerler mukayese edildiğinde, çok farklı iki sosyal projeden
bahsedildiği görülmektedir. Demokrasinin savunduğu ve getirdiği
yenilikler ile Katolik Kilisesi’nin savunduğu değerler mukayese edildiğinde
şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır:

a. Kilise mutlakiyetçi sistemi muhafaza etmek isterken, mutlakiyetçi sistem
son bulmuştur;

b. Kilise devletinin korunması isteğine karşılık, din adamlarının yönetimde
olduğu krallıklar ve devletler reddedilmiştir;

c. Kilise her türlü ‘insan hakları’ fikrini reddederken, demokratik anlayışta
insan ve vatandaşlık hakları önemsenmiş esas kabul edilmiştir;

d. Halkın ve papazların piskopos ve papanın seçiminden uzak tutulması
yerine, vatandaşların seçecekleri vekiller aracılığıyla iktidarın kullanılacağı
kabul edilmiştir;

e. İktidarın yegane sahibi olarak piskoposlar ve özellikle de Papa’nın
olduğu sistemden vazgeçilerek, kuvvetler ayrılığına gidilmiş ve böylece yasama,
yürütme ve yargı erkleri devletin ana kurumları olmuştur;

f. Kilise mensubu ve laikler şeklindeki ikili anlayış terk edilmiş, onun
yerine kanun karşısında eşitlik kabul edilmiştir;

g. Yöneticinin yüksek bir otorite tarafından atanması yerine, her düzeyde
özgür seçimle gelen görevlilerin olması benimsenmiştir;

Modern demokratik esaslar olarak benimsenen bu ilkeler, her ne kadar
başlangıçta Katolik Kilisesi tarafından ciddi bir mukavemetle karşılanmış
olsa da; Hıristiyan düşünürler, bu esasların asıl itibariyle Hıristiyanlığın
esasına ilişkin bir sorun teşkil etmediklerini savunacaklardır. Katolik
Kilisesi’nin bu yeni demokratik yaklaşımı benimsemesi ancak papa XIII.
Léon’un 1891’de yayınlayacağı Rerum Novarum Genelgesi ile olacaktır.

Araştırmada öncelikle Avrupa tarihinde Hıristiyan Demokratlığın tarihi
gelişimi üzerinde durulacaktır. Daha sonra, ‘Hıristiyan Demokratlığın
İlke ve Değerleri’ başlığını taşıyan İkinci Kısım’da ise, Giriş kısmında kısaca
değindiğimiz bazı noktalardan hareketle oluşturulan temel ilkeler ve bunların
dayandıkları Hıristiyan düşüncesi ve felsefesine değinilecektir. Sonuç
kısmında ise genel bir değerlendirme yapılacaktır.

I. Avrupa’da Hıristiyan Demokratlığın Tarihsel Gelişimi

Aydınlanma hareketi ve Fransız İhtilali’nin sonucunda, hem Hıristiyan
inancı ve kültürü hem de Katolik Kilisesi ve teşkilatına karşı gelişen tepki,
Avrupa’nın genelinde Hıristiyanları içe kapanmaya itmiştir. Ancak, din
karşıtı laisist ve sekülarist anlayış sonucunda ortaya çıkan I. Dünya Savaşı,
Avrupalılar’a ‘ahlak ve merhameti olmayan bir kültürün toplumsal yıkıma
neden olduğu’ bilincinin oluşmasına neden olmuştur. Böylece, kimilerinin
de belirttiği üzere, Hıristiyan Demokratların Avrupa’da ortaya çıkışı, büyük
oranda Bolşevik devrimi sonucunda olmuştur denebilir. Bunun sonucunda,
Katolik Kilisesi öncülüğünde ve onun desteğinde muhafazakar hareketler
bir çatı altında toplanmak durumunda kalırlar. Bu konuda öncülüğü, fikri
ve siyasi tecrübelerinin bir sonucu olarak, Fransız Katolikler yapacaktır.

Yukarıda da işaret edildiği üzere, Avrupalı Hıristiyanların özellikle de
Katolikler’in demokrasiyi benimsemeleri için Genelge yayınlayan Papa
XIII. Léon 20 Şubat 1892’de bu konuda ‘Vesveselerin Ortasında’ başlıklı
yeni bir genelge daha yayınlar. Bu genelgede Papa XIII. Léon, Fransız
Katolikleri’nin ‘Cumhuriyet rejimini benimsemelerini’ ve onun yanında
olmalarını ister. Papa’nın açıklaması ve teşvik edici genelgesiyle birlikte,özelde Fransız demokrat Katolikler genel olarak Hıristiyan demokratlar
derhal sosyal faaliyetlere dahil olurlar. Bu çerçevede, kısa süre içerisinde
birçok gazete, dergi, dernek, işçi sendikaları kurulur ve bunlar çerçevesinde
örgütlenmeler başlar. Bu ani hareketlenme, Avrupa’da Hıristiyanların demokrat
değerleri ne kadar çok benimsediklerinin de bir göstergesi olmuştur.
Nitekim, hemen peşinden Hıristiyan Demokrat parti çalışmalarının bu
genelgenin hemen akabinde çeşitli ülkelerde kurulmasına ve çalışmalarına
başlanacaktır.[5]

Papa XIII. Léon, 18 Ocak 1901 Graves Genelgesi’ni yayınlar ve bu genelgede
ilk defa ‘Hıristiyan demokratlığın’ ne olduğunu izah eder. Bu genelgede
o, ‘Hıristiyan demokrat’ olmanın, ‘Hıristiyan sosyalist’ olmaktan farklı
olduğunu vurgular. Bu açıklamalarından da anlaşılacağı üzere Papa, Avrupa
üzerindeki Sovyet tehdidine karşı mesafesini koymaktadır. Bu genelgenin
hem İtalya’da hem de Almanya’da çok büyük etkileri olmuştur.[6]

Fakat, her ne kadar Papalık böyle bir teşviki yapmış olsa da; hala cemiyet
içerisinde ciddiye alınan ve gücü olan bir parti olamayacaktır. Bu
dönemde kimi araştırmacılara göre bir ‘düşünce hareketi’ olmaktan öteye
gitmemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın arefesinde, Le Sillon de Marc adında
bir Katolik siyasi bir oluşum için önemli girişimlerde bulunacaktır. Ancak,
Papa X. Pie 25 Ağustos 1910’da Fransız Piskoposluğu’na gönderdiği bir
Papalık Mektubu ile bu girişimin durdurulmasını isteyecek. Papalığın bu
müdahalesi, Hıristiyanların zihninde ve arasında yeni bir şüpheye ve tartışmalara
sebep olacaktır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Papa XV. Benoit’nın
(Benedict) girişimiyle, farklı düşünce ve hareketler içerisinde olan ve farklı
ülkelerden olan Hıristiyanların bir araya gelmesi sağlanacaktır. Bu girişimlerden
sonra, çeşitli Avrupa ülkelerinde Hıristiyan Demokrat partiler
peş peşe kurulmaya başlanacaktır. Fransa’da da 1924’te Parti Démocrate
Populaire adıyla bir Hıristiyan Demokrat partisi kurulacaktır. Avrupa ve
dünya politikalarında daha çok ağırlığa sahip olmak için bu partiler 1925’te
Paris’te ‘Hıristiyan meşrepli Uluslar arası Demokrat Partiler Sekreteryası’
çatısı altında toplanacaktır. İçinde Belçika, Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda,
Lüksemburg, Avusturya, İsviçre, Çekoslovakya, Macaristan, İspanya,
Portekiz ve Litvanya’dan temsilcilerin bulunduğu bu hareket 1939 yılına
kadar ilk haliyle devam eder.[7]

İkinci dünya savaşı ile birlikte, ‘Kızıl Tehdit’e karşı ortak değerlerin
savunması ve barış içerisinde yaşama ilkeleri Hıristiyanî değerler olarak
benimsenir. Ancak, Hıristiyan Demokrat hareketin bütün müesseseleriyle
1952 yılında kurulduğu kabul edilmektedir.[8] Hareketin kurumsallaşması
ise, Avrupa’nın üç önemli siyaset adamının öncülüğünde olacaktır. Bunlar;
Alman Konrad Adenauer (1876-1967), Fransız Robert Schuman (1886-1963) ve İtalyan Alcide De Gasperi’dir (1881-1954).[9] Hıristiyan Demokratlar
olarak onlar, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı temelinde
liberal demokrasiyi Hıristiyanlık değerleri olarak savunurlar. İleride Avrupa
Birliği’ni oluşturacak Avrupa›yı birleşme projesi süreci aslında Hıristiyan
Demokratlar’ın bir projesi olacaktır. Yukarıda adları zikredilen her üç siyasetçi
de bu projenin mimarları arasında yer alacakladır. Özellikle; Robert
Schuman›ın 9 Mayıs 1950 tarihli bildirisi «Avrupa›nın bütünleşmesinin ilk
adımı» olarak kabul edilecektir. Bu bildiride hedef ‘Federal Avrupa’dır.[10]

Böylece, Hıristiyan demokratlar hem kültürel hem de siyasi bir amaç
etrafında birleşeceklerdir. Hedef; kültür temeli Hıristiyanlığa, siyasi temeli
Avrupa Birliği’ne dayalı bir demokrat hareketin sürdürülmesidir. Bu hedefin
oluşmasında şüphesiz Hıristiyan düşünür ve filozoflardan Fransız Jacques
Maritain ve İtalyan Luigi Sturzo’nun büyük etkileri olmuştur.[11]

Bu düşüncelerin çeşitli Avrupa ülkelerinde önemli siyasetçileri olmuştur.
Fransa’nın önemli siyasetçilerinden ve iki defa geçici Cumhurbaşkanlığı
görevinde bulunan Alain Poher (1909-1996); önemli bir İtalyan siyasetçi
ve Aldo Moro hükümetinin dışişleri bakanlığını yapan Mariano Rumor
(1915-1990); Alman siyasetçiler Joseph Illerhaus ve Hans-August Lücker;
4 yıllığına Bundestag’ın başkanlığı yürüten, 1963’te Almanya’da Federal
Savunma Bakalığı yapmış olan ve askeriyede sendikal oluşumlara izin veren
Kai-Uwe von Hassel (1913-1997); Belçika’nın önce Sağlık Bakanlığı’nı
daha sonra İletişim Bakanlığı’nı ve nihayet Avrupa Parlementosu’nda vekil
olan Alfred Bertrand (1913-1986) ve Belçika’nın en önemli siyasi simalarından
olan, 1974-1978 yılları arasında Başbakanlık yapmış olan Leo
Tindemans (1922) gibi politikacılar Hıristiyan Demokrat hareketinin o
tarihlerdeki ileri gelenleri arasındadır. Önce Avrupa’da örgütlenmeye başlayan
Hıristiyan Demokrat hareketi, daha sonra dünyaya açılır. 1961 yılında
Şili’nin başkenti Santiago’da ‘Dünya Hıristiyan Demokrat Birliği’ kurulur.[12]

Ülkelerin kendi tarihi şartları gereği Hıristiyan Demokrat ismini kullanmayan
veya kullanamayan, ancak aynı değerleri paylaşan partiler yeni
isimler altında varlıklarını sürdüreceklerdir. 1976’da Hıristiyan Demokrat
hareketi “Avrupa Halkı Partisi” (EPP) adını alır. EPP kısa sürede 7 AET
üyesi ülkenin Hıristiyan Demokrat partilerini bir araya getiren bir platform
olur. Bu gruba daha sonra Almanya’dan Hıristiyan Demokrat Birliği
ve Hıristiyan Sosyal Birliği (Christlich Demokratische Union Deutschlands/
CDU-CSU); Belçika’dan Hıristiyan Sosyal Partisi (Parti Social
Chrétien/Christelijke Volkspartij (PSC/CVP); Fransa’dan Merkez Sosyal
Demokratlar (Le Centre des démocrates sociaux/CDS); İrlanda’dan
Fine Gael, Lüksemburg’tan Hıristiyan Sosyal Halk Partisi(Chrëschtlech
Sozial Vollekspartei / CSV), İtalya’dan Hıristiyan Demokrat Partisi (Democrazia
Cristiana / DC), Hollanda’dan ise Katolik Halk Partisi (Katholieke
Volkspartij / KPV-CHU) ve Protestan Hıristiyan Demokrat Partisi (Démocratie-Chrétienne protestante -ARP) katılırlar.[13]

II. Hıristiyan Demokratlığın İlke ve Değerleri

Fransız filozof ve dinler tarihçisi Frédéric Lenoir’a göre, aslında modern
değerlerin temelinde İncil’in mesajı yatmaktadır. Bireyi merkeze alan fakat
bireyselci olmayan, Kilise’ye bir müessese olarak saygılı olan fakat ‘Kiliseci
olmayan’ bir anlayışla Batı’nın modern hayatıyla İncil’de hz. İsa’nın söyledikleri
arasında esas itibariyle tam bir uyum vardır.

Ona göre, Aydınlanma felsefesinin ve modern düşüncenin Avrupa’da
ortaya çıkması, İncil’in Batı medeniyeti’nin temelinde yer almasının önemli
ve belirleyici bir etkisi olmuştur. Buna göre ; laiklik, insan hakları, din ve
düşünce özgürlüğü, XV., XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Kilise karşıtlığının
ortaya çıkışı, doğrudan ya da dolaylı olarak İncil’in orijinal mesajına dayanmaktadır.

Lenoir’a göre, İsa Mesih’in felsefesi, temelde yedi değer üzerine kurulmuştur
ki, bunlar aynı zamanda günümüz Hıristiyan demokratların da değerleridir.
Bu değerler: insanlar arasında eşitlik, bireyin özgürlüğü, kadının
özgürleştirilmesi, sosyal adalet, dünyevi ve ruhani iktidarın birbirinden ayrılması,
şiddetsizlik, affedicilik ve başkalarını sevmek’tir.

Benzer bir düşünceye Hans Küng de savunmaktadır ve tespitlerine Katolik
Kilisesi ile ilgili yeni açılımlar da teklif etmektedir. Ona göre, Kilise’nin
sadece halk için demokrasiyi savunmasının yeterli olamayacağını, bu adımın
bir devamı olarak Katolik Kilisesi’nin kendisinin de gerçek bir demokrasiye
geçmesi gerektiğini belirtir. Kilise tarihçisi Fransız araştırmacı Jean
Comby, Fransız İhtilali ile birlikte yaygınlaşan ve demokratik düşüncenin
esası olan ‘özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’ ilkelerinin hz. İsa’nın İncil mesajına
uygun kavramlar olduğunu belirtir. O, bu kavramların sadece bir millet için
değil aynı zamanda Kilise için de temel ilkeler olduğunu savunur.

Oysa, bu kavramlar ilk ortaya çıktığında Katolik Kilisesi en çok karşı çıkanlar
arasında yer almıştı. Hans Küng’e göre, Kilise’nin kendisi ‘özgürlük,
eşitlik ve kardeşlik’ fikirlerinden en uzak şekilde teşkilatlanmış bir yapı olduğu
için karşı çıkmıştır. Kilise’nin demokratikleşmesi de önemli bir merhale
olacaktır ona göre. Ancak, bunun o, Kilise’nin değerlerinin ve yönetiminin
ya da müessesesinin bütünüyle dağıtılıp yıkılmasını kastetmediğini
belirtir. O, bununla ‘halkın kutsal kitaba karşı üstünlüğü’nü de kastetmemektedir.
O, bu eleştirisiyle daha çok, Kilise’nin asli hüviyeti olan ‘hıristiyan
cemaatinin eşit bir şekilde yönetimine katıldığı bir organizasyon’ olmasını
talep etmektedir. Her inananın eşit olduğu ve birinin diğerine karşı bir üstünlüğünün
olmadığı, hz. İsa zamanında olduğu gibi, tarih içerisinde oluşturulmuş
rütbelerden uzak bir teşkilatlanmayı ve şeffaflığı kastetmektedir.[14]

Hıristiyan demokratlar her ne kadar farklı ülkelerde farklı tarihsel süreçler
sonucunda zamanla farklı siyasi eğilimlerle ortaya çıkmış olsa da, üzerinde uzlaşılan temel değerler vardır. Bunlar şu madde başlıklarında
toplanabilir :

a. Her bireyin manevi yönünü geliştirmesi için uygun ortamın oluşturulması
konusunda hassas olmak.

Bu konuda özellikle Katolik Kilisesi’nin Rerum Novarum Genelgesi ile
ana hatlarını çizdiği yaklaşım benimsenmiştir.

b. Hukukun kaynağının ‘devlet’ olmadığı; aksine, Tanrı’nın suretinde
yaratılmış olan birey olduğu düşüncesi. Bu nedenle, her birey temel insan
haklarına sahiptir ve bu haklar devletlerin kanun düzenlemeleri ile iptal
edilemez.

c. Sosyal bünyeyi oluşturan tüm unsurların hayatta kalmak için gerekli
olan imkanlara sahip olması ilkesi. Buna göre; ailelerin sağlıklı bir şekilde
kurulması ve devam etmelerini sağlamak; insanların sahip oldukları meslekleri
icra edebilecekleri ortamların hazırlanması; toplu olarak yaşanan belediyeler
ve küçük yönetimlerin varlıklarını devam ettirebilecek imkanlara
sahip olmalarını sağlamak; eyaletler ve illerin düzeni ve hizmetleri topluma
götürebilmeleri için gerekli alt yapının oluşturulması ve imkanların sağlanması
gerekmektedir.

d. Toplumun temel unsuru ve yapı taşı olarak ailenin öncelikli ihtimam
gösterilmesi gereken bir müessese olması. Zira aile, aynı zamanda ilk eğitimin
verildiği, sorumluluk bilincinin ve dayanışma hasletinin kazandırıldığı
yerdir. Bu nedenle, ailenin korunması ve sağlıklı olarak varlığını devam ettirmek
en temel esaslardan birdir.

e. Herkesin kendi inancını ve mezhebini öğretme ve eğitimini verme
yetkisine sahip olması.

f. Yönetimin yetkilerinin merkezi olmaktan çıkarılarak, olabildiğince yerel
yönetimlere devredilmesi.[15]

Genel hatlarıyla bakıldığında, Hıristiyan Demokratlar’ın ‘Devlet’ anlayışları
liberallerden oldukça farklıdır. Merkezi yönetimin yetkileri yerel
yönetimlere devredilmelidir, buna göre yeni yönetim organları ihdas
edilmelidir. Ancak, bununla beraber, aracı organlara yani bireyle yönetim
organları arasındaki aracı yapılara daha fazla güç vermek gerekmektedir.
Burada önemli olan, bireyin taleplerinin otorite karşısında savunulmasıdır.
Hıristiyan demokratlara göre, bu aracı kurumlar içerisinde özellikle kiliselerin
ve dini cemaatlerin önemi büyüktür.

Hıristiyan demokratlar, ekonomiyi insanların hizmetinde bir organizasyon
olarak bakarlar. Bu nedenle, açıkça ‘kapitalist’ düşmanı değildirler. Onlara
göre, yukarıdaki esaslar çerçevesinde ekonomik organizasyonların hangi
anlayış üzerine yürümesi konusunda kesin bir tavırları yoktur. Bu nedenle,
Hıristiyan demokrat olup da kapitalist sisteminin eksik yönlerini eleştirmeyi
kabul ederler. Ancak, bir sistem olarak bütünüyle karşı çıkmazlar.

Hıristiyanlığın temel esasları çerçevesinde ortak tarihsel miraslarını
(Yahudi-Hıristiyan öğretisi, Yunan felsefesi, Roma hukuku) muhafaza etmek
hedefleri arasındadır. Bu miras Avrupa’nın kültürel gelişiminin hiçbir
döneminde (Ortaçağ, Rönesans, Aydınlanma Dönemi) değişikliğe uğramamıştır. Ulus-devlet fikrinin günümüz şartlarında barış, iç güvenlik ve
refahı güvence altına almaya yeterli olmadığı için, daha üst bir fikir etrafında
birleşmeyi hedef olarak kabul etmektedirler. Hem yerel özelliklerin
muhafazasını hem de evrensel değerlerin Hıristiyanlık perspektifiyle yorumlanmasına
imkan veren federal bir Avrupa’nın kurulmasının kaçınılmaz
olduğunu ilan ederler.

Günümüzde Hıristiyan demokratların Avrupa’daki son yirmi yıl içerisindeki
temsilcileri olarak Fransa’dan Valéry Giscard d’Estaing, Almanya’dan
Helmut Kohl, Jacques Santer, Belçika’dan Wilfried Martens, İspanyol José-
Maria Gil Robles ve Fransa’dan Nicole Fontaine gibi isimler bu hareketin
belirleyicileri arasındadırlar. Fransa’dan Jacques Chirac, İtalya’dan Silvio
Berlusconi ve İspanya’dan José-Maria Aznar gibi liderler de bu hareketin
içinden gelmektedir.

Sonuç

Hıristiyanlığın devletle ilişkisi, erken dönem Hıristiyanlık tarihinden
itibaren monarşik yapılarla doğup gelişmiştir. Roma İmparatoru I. Konstantin
ile başlayan bu serüven, devlete bağımlı Kilise teşkilatının oluşumu
ile birlikte devam edecektir. Ortaçağ boyunca çeşitli ‘monark’lara bağlı ve
onların himayesinde yaşayan Kilise, doğal olarak ‘Devlet’e ilişkin doktrinlerini
daima ‘monarşik’ düzen üzerinden açıklayacaktır. Bu nedenle Kilise,
Fransız İhtilali ile birlikte oluşan ve halkın yönetimini benimseyen ‘cumhuriyet’
ve onun bir ileri uygulaması olan ‘demokrasi’ye karşı daima temkinle
yaklaşmıştır.

Kilise, bahane olarak doktrin olarak ‘dini meşruiyetin monarşik düzeni
desteklediği’ yönünde Kilise Geleneği olduğunu belirtecektir. Ancak, Hans
Küng’ün de belirttiği üzere, asıl mesele, Katolik Kilisesi’nin bizzat kendi
içerisinde demokrasinin olmayışıdır. Oysa, hz. İsa ile birlikte başlayan
havariler döneminde oluşan Kilise hiç de böyle bir tutumu benimsemiştir.
Ona göre, Kilise ilk kurulduğundan beri modern düşüncenin parolaları olan
‘özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’ düşüncelerine nüve şeklinde de olsa sahipti.
En azından uygulamada bu esaslar vardı.

Aydınlanma felsefesi ile birlikte Cumhuriyetlerin kurulması ve 19. yy.’ın
sonlarına doğru ‘demokrasi’nin çeşitli mahfillerde tartışmaya başlaması,
Hıristiyanları da ilgi alanlarına çekmeyi başarmıştır. Yine o dönemlerde,
1791’de ilk defa ‘Hıristiyan Demokrat’ kavramı meclislerde tartışılmaya
başlanacaktır. Özellikle, Kilise’nin sosyal Doktrini’nden hareketle, demokrat
Hıristiyanlara uygulayacakları bir proje geliştirilecektir. Bu konuda, Avrupa’daki
özelde Katolikler’i genelde ise Hıristiyanlar’ı rahatlatan en önemli
açılım, Papa XIII: Léon’un 1891’de yayınlamış olduğu Rerum Novarum
Genelgesi olacaktır. Bu genelgeyle birlikte Hıristiyanlar daha fazla sosyal
faaliyetlere girişeceklerdir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkelerinde
dağınık vaziyette örgütlenmiş olan Hıristiyan demokratların birlik halinde
çalışmaları ve bir çatı altın bir araya gelmeleri ise, Papa XV. Benoit’nın
girişimiyle olacaktır.

Hıristiyan demokratlar, şüphesiz Hıristiyan değerlerinden hareketle
Avrupa’da yeni bir siyaset yapma tarzını geliştirmişlerdir. Ancak, Hıristiyan
demokratların asıl başarısı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ileriki tarihlerde
Avrupa Birliği olacak projeyi hayata geçirmiş olmalarıdır. 20. Yüzyılda
birçok önemli siyasi simayı Avrupa siyasetine kazandıran bu hareket,
Avrupa’nın geleceği konusunda fikirleri, değerleri ve teşkilatlarıyla hala en
güçlü oluşum olmaya devam etmektedir.

Özet

Hıristiyan demokrat düşüncesi, demokratik ve çoğulcu bir toplumda,
İncil’in mesajına, Katolik Kilisesi’nin Sosyal Doktrini’ne ve genel olarak
Hıristiyan düşünürlerin fikirlerine uygun bir politikayı yaymayı ve uygulanmaya
konulmasını sağlamayı hedeflemektedir. Bu makalede Hıristiyan
Demokratlar ve Hıristiyan demokratlığın ilkeleri ele alınarak Hıristiyan
demokrat düşüncenin izleri sürülmektedir.

Anahtar Kelimeler

Hıristiyan Demokrat, din, devlet, kilise, aydınlanma

Abstract

The thought of Christian Democrats aims at the disseminating and
practicing a policy in line with the message of the Bible, the social doctrine
of the Catholic Church and in general the ideas of the Christian thinkers in
a democratic and pluralist society. In this article we deal with the Christian
Democrats and their principles and thus follow the footsteps of the Christian
Democrat thinking.

Key Words

Christian Democrat, religion, state, church, enlightenment

Dipnotlar:

[1] Hıristiyan demokratlığın modern dönemdeki algısı ile ilgili bkz.: Jean-Luc Pouthier,
Chrétiens et Démocrates, 1934-1944’, Mil neuf cent , Paris 1995, c. 13, s. 67-80.

[2] PaulVanderbroeck, ‘Le christianisme est-il à la base de la démocratie?’, http://www.lecourrier.ch/le_christianisme_
est_il_a_la_base_de_la_democratie.

[3] Hıristiyanlığın ‘Devlet’ karşısındaki tutumuna ilişkin felsefi yorumlar için bkz.: Paul Ricoeur, ‘Les aventures
de l’État et la tâche des chrétiens’, Autres Temps. Cahiers d’éthique sociale et politique, Paris 2003, c. 76, sayı: 76-77,
s. 79-89.

[4] Hans Küng, Le Christianisme, Paris 1999, s. 965.

[5] Kilise, din ve siyaset ilişkisine dair bkz.: Paul Ricoeur, ‘
Les aventures de l’État et la tâche des chrétiens’, Autres
Temps. Cahiers d’éthique sociale et politique, Paris 2003, c. 76, sayı: 76-77, s. 79-89.

[6] Papalığın Hıristiyan demokratlar ile Hıristiyan sosyalistlere bakışına dair geniş bilgi için bkz.: Frédéric
Cépède-Peter Berkowitz-Fabrice d’Almeida, ‘Discours chrétiens et discours socialistes : un double parcours’, Mots,
Paris 1994, c. 38, s. 43-58.

[7] Paul Vanderbroeck, ‘Le christianisme est-il à la base de la démocratie?’, http://www.lecourrier.ch/le_christianisme_
est_il_a_la_base_de_la_democratie.

[8] Kayhan Karaca, ‘AKP ve Hıristiyan Demokrasi Üzerine’, http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/
kkaraca_061102_p.htm.

[9] Jean-Luc Pouthier, ‘Chrétiens et Démocrates, 1934-1944’, Mil neuf cent , Paris 1995, c. 13, s. 67-80.

[10] Jean-Marie Mayeur, ‘Les démocrates d’inspiration chrétienne’, Mélanges de l’Ecole française de Rome. Moyen-
Age, Temps modernes, Paris 1983, c. 95, s. 118-119.

[11] Jean-Luc Pouthier, ‘Chrétiens et Démocrates, 1934-1944’, Mil neuf cent , Paris 1995, c. 13, s. 73-80.

[12] Kayhan Karaca, ‘AKP ve Hıristiyan Demokrasi Üzerine’, http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/
kkaraca_061102_p.htm.

[13] Hıristiyan demokratlarınözellikle Fransız siyasetinde çıkardıkları siyasetçiler ve dağılımına ilişkin bkz.:
Jean-Marie Mayeur, ‘Les démocrates d’inspiration chrétienne’, Mélanges de l’Ecole française de Rome. Moyen-
Age, Temps modernes, Paris 1983, c. 95, s. 117-125.

[14] Hans Küng, Le Christianisme, Paris 1999, s. 982.

[15] PaulVanderbroeck, ‘Le christianisme est-il à la base de la démocratie?’, http://www.lecourrier.ch/le_christianisme_
est_il_a_la_base_de_la_democratie.

Bibliyografya

1. Frédéric Lenoir, Le Christ Philosophe, Plon, Paris 2007.

2. Hans Küng, Le Christianisme, Paris 1999.

3. Jean-Luc Pouthier, ‘Chrétiens et Démocrates, 1934-1944’, Mil neuf cent , Paris
1995, c. 13, s. 67-80.

4. Jean-Marie Mayeur, ‘Les démocrates d’inspiration chrétienne’, Mélanges de
l’Ecole française de Rome. Moyen-Age, Temps modernes, Paris 1983, c. 95, s. 117-125.

5. Frédéric Cépède-Peter Berkowitz-Fabrice d’Almeida, ‘Discours chrétiens et discours
socialistes : un double parcours’, Mots, Paris 1994, c. 38, s. 43-58.

6. Paul Ricoeur, ‘Les aventures de l’État et la tâche des chrétiens’, Autres Temps.
Cahiers d’éthique sociale et politique, Paris 2003, c. 76, sayı: 76-77, s. 79-89.

7. Kayhan Karaca, ‘AKP ve Hıristiyan Demokrasi Üzerine’,
http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/kkaraca_061102_p.htm.

8. PaulVanderbroeck, ‘Le christianisme est-il à la base de la démocratie?’,
http://www.lecourrier.ch/le_christianisme_est_il_a_la_base_de_la_democratie