Son yüzyılda ülkemizde en çok tartışılan “Din ve Siyaset”
kavramlarının son yıllarda “kamusal alan” kavramı etrafında düğümlenmesi ve bu
düğümlenmenin AB sürecinin odak noktalarından birini oluşturması yeni
tartışmaları gündeme getirmektedir.
Bir siyaset felsefesi terimi olarak güncel tartışma konuları
arasında yerini alan “kamusal alan” kavramı cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde
belirleyici bir rol oynarken dinin de böyle bir kavram etrafında çizilen alanın
dışına çıkarılmaya çalışılması din, siyaset, devlet ve toplum ilişkilerinin
tekrar sorgulanmasına yol açmıştır.
Esasen din, tarihin bütün devirlerinde ve toplumlarında daima
kendisiyle karşılaşılan evrensel bir olgudur ve insanı hem içten hem dıştan
kuşatan, insanın düşünce ve davranışlarında kendini gösteren bir disiplindir.
Hıristiyanlık’tan farklı olarak son din İslam, kişinin dünyevi hayatına yön
verecek ahlaki, hukuki ve sosyal kuralları da ihtiva eder. Siyaset de günlük
politikalardan ziyade bu hukuki ve sosyal kuralları düzenleyen mekanizmanın
bütününü, yönetimi, iktidarı vs. temsil eder. Bu iki sosyal kurum- din ve
devlet- haddizatında sosyal hayatı düzenleme gibi ortak bir görevi yerine
getirmektedir. Ancak bu görevi yerine getirmede bu kurumlarla ilgili ortaya
çıkan farklı yaklaşımlar bu iki kurumu birçok noktada karşı karşıya getirmiştir.
Bir tarafta, dinin gereklerini bireysel ve sosyal hayatın her alanında özgürce
yerine getirmek, yaşamak isteyen kesim; diğer tarafta çeşitli refleks
hareketlerle bunu engelleyen, din kavramını kendi alanının dışında tutmak
isteyen bir mekanizma. Bu çatışmanın nasıl aşılacağı cevap beklemektedir; çünkü
“din-devlet-toplum ilişkilerinin Türkiye’nin Avrupa Birliği süreciyle ivme
kazanan demokratikleşme serüveninde sorun oluşturan alanlardan biri” olduğu
çeşitli kuruluşlar tarafından da dile getirilmektedir. Bu sorun da din ve vicdan
hürriyeti çerçevesinde aşılmayı beklemektedir.
Avrupa Birliği ülkelerince de kabul edilen çağdaş anlayışa göre
din ve vicdan hürriyeti, genellikle kişilerin istedikleri dini serbestçe
seçmeleri, seçtikleri dinin kurallarını hiçbir müdahaleye maruz kalmadan
uygulamaları, bu konuda sahip oldukları hakları (öğretme, okutma, yayma, telkin
vb.) kullanmaları şeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizdeki hakim siyasi iradenin
farklı laiklik, kamusal alan vb. yorum ve uygulamalarıyla bu alanı
daraltmalarının nedenleri de araştırılarak ortak bir çözüm sunulmalıdır.
Batı’da demokrasi ve özgürlük alanlarının oldukça geniş
tutulduğu bir açık toplum meydana getirilmesine yönelik tartışmalarda kendini
gösteren kamusal alan kavramının, Türkiye’de tam tersi bir amaçla, daha çok
inançla ilgili özgürlükleri kısıtlamak adına ortaya konulması, zaten zedelenmiş
durumda olan devlet-toplum ilişkilerinin nasıl normalleşebileceği sorusunu da
sürekli gündemde tutmaktadır.
Biz de bunları göz önünde bulundurarak 99. sayımızın dosya
konusunu “Kamusal Alanda Din- Siyaset- Toplum İlişkileri” olarak belirledik.
Konuyu “Din, siyaset, devlet, toplum, kamusal alan, hukuk, adalet, demokrasi,
demokratikleşme, sivil toplum, Avrupa Birliği, siyasal İslam, laiklik, irtica”
kavramları çerçevesinde ve aşağıda sorduğumuz sorular ışığında incelemeyi
planladık.
Kamusal alan nedir? Siyaset felsefesi ve sosyolojisi açısından
bu kavramın sınırları nereleridir? Dinin bu sınırların dışına çıkartılmasını din
ve vicdan hürriyeti açısından nasıl değerlendirebiliriz? Siyasetin ve
kurumlarının dini müesseseler üzerindeki politik etkisinin sınırı ne olmalıdır?
Din hürriyetini ve dini inançların tatbikatını engellemeden her iki sosyal
müessesenin toplumda varlıklarını sürdürmesinin yolları nelerdir? Batı’da bu
problemler nasıl aşılmaktadır? Batı’nın kendi içinde bu meselelere yaklaşım
biçimi nasıldır? Dinin yaşanabilirliği açısından “özel-sivil-kamusal-siyasal”
gibi birçok farklı perspektifin içinde belirleyici ve koruyucu faktör ne
olmalıdır? Hukuk devletinin bu kavramlar açısından önemi nedir? Din, sadece kişi
ile inandığı varlık arasında bir vicdan meselesi midir? Dinin ferdi yaşayışı
aşan sosyal yönü olduğu gibi manevi boyutu aşan dünyevi yönü de göz önünde
bulundurulursa, bu dünyevi yönün toplum- iktidar kavramları açısından sınırları
nelerdir?
Bu sayıda, başörtüsü gibi bir kılık kıyafet meselesinde bile
“kamusal alan” kavramını yardıma çağıran zihniyetin anatomisini okurken, Nazmi
Eroğlu’nun yazısında olduğu gibi, inançları kısıtlayıcı bir tavrın devlet
tarafından gelenekleştirilmesi geleneğinin ipuçlarına rastlayacaksınız. Abdullah
Cevdet gibilerinin tek yanlı hürriyet anlayışına karşı günümüz modern
toplumlarının aradığı tarzda hürriyetçi bir anlayışı savunan Bediüzzaman’ın
varlığı; hukuk devleti olma yolunda sancılı dönemler geçiren ülkemiz için
faydalanılması gereken önemli bir tecrübe kaynağıdır. Bu tecrübenin
açılımlarını, çok dinli ve çok kültürlü toplumların çatışmadan bir arada nasıl
yaşayabilecekleri sorusunun cevabını, demokratik bir toplumun sacayaklarını bu
sayımızda bulacağınızı ümit ediyoruz.
Köprü’nün 100. sayısına ulaşmasının heyecanıyla gelecek
sayımızda özel bir dosya ile karşınızda olmayı umuyoruz.