1914 yılında, İsmail Hakkı [İzmirli] tarafından Sebilürreşad dergisinde
yazılan bir makale şu cümle ile başlıyordu: "Bugün bizi en ziyade meşgul eden
bir mesele-i ilmiye var ise, o da tesettür meselesidir.
" Bugün de kamuoyunu en
çok meşgul eden, devletin en hassas olduğu konuların başında gelen ve haber
bültenlerinde en çok geçen konulardan birisi tesettür/başörtüsü meselesidir.

Son olarak bu derginin hazırlanma aşamasında, Cumhurbaşkanı’nın,
milletvekillerinin başörtülü hanımlarını Çankaya Köşkü’ne davet etmemesi,
Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan’ın başörtülü bir sanığı duruşma
salonundan çıkarması ve Kayseri Orduevinde yapılan toplantıya başörtülü
milletvekili eşlerinin katılması dolayısıyla Genelkurmay’ın soruşturma açması
olayları yaşandı. Türkiye’de bunlar olurken, başta Fransa ve Almanya olmak üzere
Avrupa’da da başörtüsü bağlamında yapılan tartışmalar devam ediyordu.

Peki, başörtüsünü bu kadar gündemde tutan, uzun zamandır tartışıldığı halde,
hâlâ üzerinde bir konsensüs sağlanamayan saik ne idi?

Kadınların başlarını kapatmak için kullandığı bir "örtü", bu kadar etkiyi nasıl
meydana getirebiliyordu. Başörtüsü, korkulacak bir simge mi, yoksa varlığın
özünde zaten var olan munis bir perde miydi?

***

Başörtüsüne yüklenen anlamları anlayabilmek için, dosyamızda konunun değişik
boyutlarını ele alan makalelere yer verdik.

Bu bakış açılarından birisi, varlığın genel bütünlüğü içerisinde başörtüsüne
yüklenen anlamdır. Yalman‘ın "esirden tesettüre" uzanan bir tefekkürle varlığın
içindeki bütünlüğü arayan bu yazısında, varlık aleminde ism-i Settar’ın
tecellilerine dikkat çekiliyor.

Varlık bir şekilde örtülmüştür. Ağaçlar, dağlar, bitkiler ve hayvanlar
yaratılırken fıtrî birer elbise giydirilmiştir. İnsan da bu şuursuz
hemcinsleriyle ortak fıtrat kanununu paylaşıp örtünmelidir. İnsan, ancak bu
davranışıyla Yaratıcının bütün yaratanları kuşatan örtünme emrine uymuş olacak,
yaratılma noktasında kardeşleri olan diğer varlıklarla aynı şekle bürünecektir.

Bediüzzaman, tesettürü böyle bir mentalite ile öne çıkarır. Kadının örtüsü onun
yaratılışının bir gereğidir. Tesettürlü olarak, hayatında rahat ve hür
olabilecektir.

***

Modernleşme döneminde, tesettür bağlamında yapılan tartışmalarda, tesettürün
kadını esaret altına aldığı yönündeki görüşlere karşı Bediüzzaman 24. Lem’a‘yı
yazar. Ahzab Suresi 59. ayetinin tefsiri olan bu Lem’a ile tesettürün fıtri
olması itibariyle kadının hürriyetini sağladığını vurgular.

Kadının, gençliğinde çeşitli şekillerdeki tacizden korunmak, kendinden daha
güzellerin yanında çirkin düşmemek, eşinin kendisine karşı olan muhabbetini
korumak için başka erkeklerin ilgisinden çekinmek, gayr-i meşru ilişkilerle
ortaya çıkacak sosyal problemleri yaşamamak, nazik ruhunu yaşlılığında ortaya
çıkan fıtri hali ile rencide etmemek için tesettürün gerekli olduğunu belirtir.

Tesettürlü bir hanım, bu kaygılardan korunacağından daha serbest ve daha hür
olacağı açıktır. Bugün modern toplumlarda sıkça görülen taciz olayları
karşısında kadının yaşadığı psikolojik travmalar dikkate alınırsa, tesettürün
kadın hürriyeti için önemli unsur olduğu ortaya çıkar.

***

Başörtüsüyle ilgili önemli bir konu da dini hükmüdür. Gerçi, bu konuyu olayın
hukukî yönüyle karıştırmanın doğru olmadığı açıktır. Çakır‘ın yazısında da
işlediği gibi, bu bağlamdaki tartışmaların başörtüsü yasaklarıyla hiçbir şekilde
ilgisi kurulamaz. Demokratik bir devlette bir insanın "inancımdan dolayı
başörtüsü takıyorum
" sözü, onun inanç hürriyetinin korunması için yeterli bir
nedendir. Bu konuda çeşitli kurumların başörtüsü hakkında ne söylediği çok
önemli değildir. Yani başörtüsü, ister tavsiye kabul edilsin, ister emir kabul
edilsin, sonuç değişmez; devlet inanç hürriyetini uygulamalıdır.

Başörtüsünün dindeki yeri hakkında Hayreddin Karaman‘ın bir çalışmasını
yayınlıyoruz. Karaman, bu yazıda gelenek içinde bu konunun çok geniş boyutlu
tartışmalara neden olduğunu söyleyerek, "Kadının başının örtülmesi gerektiği"
hakkında "ittifak ve icmâ" olduğu hükmüne varmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi’de, "Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli
milyon Müslümanların kudsî bir düstur-u hayat-ı içtimaîsi ve üç yüz elli bin
tefsirin mânâlarının ittifaklarına iktidaen ve bin üç yüz elli senede geçmiş
ecdatlarımızın itikatlarına ittibaen
" (Emirdağ Lahikası, s. 361) tesettür
konusunda geçmiş tefsirlerin ittifak ettiği görüşleri benimsediğini
göstermiştir.

***

Dosyamızdaki yazıların bir kısmı da olayın hukuki ve siyasi boyutuyla ilgilidir.
Cihangir‘in ifade ettiği gibi, olayın siyasi boyutunu modernleşme tarihi kadar
eskilere götürmek mümkündür. İnsanların aşkın olanla ilişkisinin sorgulanmaya
başlandığı modernleşme döneminde, başörtüsü hep dinin temsil ettiği değerlerin
bir görünümü olarak algılanmış ve dolayısıyla da reddedilmiştir. II. Meşrutiyet
döneminde bu görüşün en önemli temsilcilerinden birisi olan Abdullah Cevdet,
kendi çıkardığı İctihad dergisinde başörtüsü aleyhinde yazılar neşretmiştir.
Bunun karşısında da İslamî duyarlılığa sahip insanlar bunlara cevap
vermişlerdir. Bu bağlamdaki çalışmalara Eroğlu‘nun hazırladığı iki makaleyi
örnek olarak sunuyoruz.

Cumhuriyet döneminde, modern ulus-devletin yetiştirmeye çalıştığı "ideal insan
tipi" vahiyden bağımsız düşünen, vahiyden kaynaklanan kültürel olgulara sırt
dönen, dünyayı pozitivist nedensellikle algılamaya çalışan seküler bir insan
tipinden oluşuyordu. Dolayısıyla dinden kaynaklanan bir örtünme şeklinin
reddedildiği bir dönem yaşandı.

Cumhuriyetin kurucuları her ne kadar, kadınların kıyafetine dair bir kanun
çıkarmamış iseler de, çeşitli pratiklerle kadının nasıl giyinmesi gerektiğini
anlatmışlardır. Bu pratiklerin laboratuvarı Halkevleri olmuş, çeşitli
eğlencelere katılan kadınların başlarını açmaları sağlanarak, başörtüsünü yavaş
yavaş yok etme eğilimine girmişlerdir.

Sonraki dönemlerde, Cumhuriyet’in otoriter karakterini korumak isteyenler de
başörtüsüne karşı aynı refleksi göstermişlerdir. Hatta, insanların başörtüsüne
karşı takındıkları tavırlar, onların görüşlerini anlamada önemli ipuçları verir
hale gelmiş, başörtüsüne taraf olanlar demokratik cumhuriyetten, karşı olanlar
ise otoriter cumhuriyetten yana olduklarını göstermişlerdir.

Bediüzzaman, hayatı boyunca iki konuda şiddetli baskıya maruz kalmıştır. Bu iki
husus da Cumhuriyet’in ideal insan tipine karşı olması açısından önemlidir.
Tesettüre taraf, şapkaya muhalif olması, otoriter cumhuriyetin yetiştirmek
istediği insan tipiyle zıtlaşmasına neden olmuştur. (Emirdağ Lahikası, s. 342)

***

Son zamanlarda otoriter cumhuriyet taraftarlarının başörtüsüne karşı çıkmak için
gündeme getirdikleri "kamusal alan" kavramı bu açıdan dikkate değerdir.

Başörtüsüyle ilgili yapılan açıklamalarda, "kamusal alanda herkes her istediği
gibi olamaz
" anlayışı sık sık gündeme gelmeye başladı. Bu yaklaşımda resmi
söylemde kamusal alan, ferdi/toplumu dışlayan, halkın dahil edilmediği bir alanı
ifade ediyordu. Orada halk kendisi gibi olamaz, istediği gibi yaşayamaz ve
görünemezdi.

En yalın tanımıyla, bireysel alanın dışındaki bütün etkinlikleri kapsayan bu
kamusal alan kavramı, insan hayatının büyük bir kısmını içerir. Söyleşi de
Mahçupyan‘ın ifade ettiği gibi "balkon metaforu" bu açıdan önemlidir. Yani
kamusal alan devletin tasarrufunda bulunan yerler anlamında kullanılırsa,
başörtüsüyle balkona çıkan genç kıza da devletin müdahale etmesi gerekirdi.

Aslında "kamusal alan" söylemiyle başörtüsünü belli yerlerde yasaklamaya
çalışanlar, açıklanması güç bir basitliğin içine de girmiş oluyorlardı. Halkın
kamusal alanda temel hak ve hürriyetlerinin sınırlanması, otoriter devletin
halka karşı bir baskı yönetimi kurmasından başka bir şey değildi. Bu tutum,
insanların okulda, yolda, parkta, bahçede, hastanede, vergi dairesinde istediği
gibi olamamasını gerektiriyordu.

Bugünkü başörtüsü yasaklarının, hukuk felsefesinin verdiği imkânlar ve
Türkiye’de bugünkü geçerli hukuk açısından tutarlı bir yanından sözetmek mümkün
değildir. Benli‘nin makalesinde ifade ettiği gibi, bugünkü başörtüsü yasakları
kanunsuz bir uygulamadan başka bir şey değildir. Türkiye’deki demokratikleşmeye
paralel olarak, bu antidemokratik uygulamalar da ortadan kalkacaktır.

***

Başörtüsü ile ilgili tartışmalar, uzun zamandır yapıldığı gibi, daha uzun süre
yapılacağa benziyor. Sizleri tesettür konusunu değişik boyutlarıyla inceleyen
dosyamızla başbaşa bırakırken, tesettürün yasak bağlamında tartışılmadığı bir
dünyada, dosya konusu "Avrupa Birliği" olan Kış/2004 sayımızda yeniden görüşmeyi
diliyoruz.