Giriş-Özgürlüğe Genel Bir Bakış

Kendine üstünlük sağlayan farklılıklarla doğan insan, her şeyi emrinde hazır bulduğu bir ortamda, özgür bir şekilde kendini ifade etme, tanıtma ve çevresiyle diyalog kurma gibi bir misyon üstlenmiştir. Ama insan, doğuştan getirdiği bu özgürlüğünü,
tek hakim gücün güvencesinde olduğunu unuttuğunda, dış faktörlerin baskısına yenik düşerek kaybetmiştir. Özgürlüğün kaybolduğu yerde misyonu aramak bir anlamda anlamsızdır. Oysaki özgürlüğün benliğe işlenmesi, misyonun özünü oluşturan Yaratıcıya
kul olma şuuruna bağlıdır. Yaratıcısının koyduğu yasalara karşı kendini sorumlu bilen, artık başkalarının baskılarına, doğuştan getirdiği hakları kısıtlayıcı ve anlamsız arzularına boyun eğmeye kendini zorunlu görmez. Bu bağlamda, insanı doğuştan
gerçek anlamda özgür kabul eden Bediüzzaman, evrenin tek hakimi Yaratıcının emrinde olma şuuruna sahip olan herkesin, başkasına boyun eğmeye izzetinin, başkasının da özgürlük ve haklarına saldırmaya şefkatinin izin vermeyeceğini ifade etmekle özgürlüğün
iki temel hedef ve yararına işaret etmektedir.1 Böylece genel anlamdaki özgürlük olgusunun, Yaratıcıya olan imanla doğru orantılı olarak gelişeceğini söyler. Buna delil olarak, özgürlüğün en geniş ve en anlamlı bir şekilde uygulandığı, evrensel temel
haklara saygı duyulduğu çekirdek toplum olan "Asr-ı Saadet"i örnek gösterir.2 Bediüzzaman, özgürlüğe, ne kendine ve ne de başkasına zarar vermeyecek şekilde davranma serbestisi anlamını yüklerken de evrensel özgürlük bildirgelerinin dikkatten kaçırdığı
"kendini zarara uğratma"yı da, insanı merkez alan bir disiplinin gereği olarak gündeme getirmektedir.3 İslam’ın bütün değerlerinde insan her zaman birinci plandadır, toplumsal oluşumların çekirdeğidir. Başkalarının hukukunu sosyal açıdan dikkate
alırken, bireysel açıdan da insanı gözardı etmez.

İnsan her oluşumda merkez alındığına göre, başkasına zararı dokunmasa da, taşkınlık ve ahlaksızlığa bulaşanı şeytanın ve nefsinin (ego) tutsağı olarak görür Bediüzzaman.4 Böylece kişinin özgürlüğüne dışsal boyutun yanında bir de içsel
boyut kazandırmaktadır. Egosunun alçakça arzularına bağımlı olan insanın, dışa karşı olumlu bir davranış sergileyebilse bile gerçek anlamda özgür olamayacağını, kendine zarar vermekten öteye gidemeyeceğini vurgular. Bu açıdan özgürlüğün mutlaka
yaratılışa uygun mesaj değerlerle süslenmesi zorunluluğunu şart koşar.5 Aksi halde ifrat ve tefrit denilen her iki uçtaki ölçüsüzlük, özgürlüğün özünü bozar; önlem alınmadığı takdirde de fert bazında despotizme, toplum bazında ise baskıcı
rejimlere ortam hazırlar.6

Özgürlük olgusunun en önemli nirengi noktası olan düşünce özgürlüğünün yaklaşımına geçmeden önce, çağdaş düşünür Bediüzzaman Said Nursi’nin özgürlük hakkındaki düşüncesini özetle vermeğe çalışarak vurgulamayı uygun gördük. Çünkü düşünce
özgürlüğünü bu genel çerçeve içinde yorumlamak zorundayız.

Temel Hak Olarak Düşünce Özgürlüğü

Bediüzzaman Said Nursi’de düşünce özgürlüğü, düşünceyi ifade etme özgürlüğü ile iç içedir.7 İfade etme özgürlüğü olmadan, salt düşünmenin sadece sahibinde sınırlı kalacağı, ancak başkasına yarar sağlamayacağı açıktır. Kaldı ki,
potansiyel güç haline gelmiş düşünce birikimlerinin aktarım ihtiyacı psikolojik bir gerçektir. Bu ihtiyaç giderilmediği sürece içten içe düşünce, sahibini rahatsız eder. Konuşma, düşünceyi ifade etme ve çeşitli iletişimlerde bulunma, insanın en doğal
ve temel hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde de bu hak, "Her ferdin düşünce (fikri) ve düşünceyi açıklama özgürlüğü (hakkı) vardır. Bu hak, düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi
ve düşünceleri her türlü araç ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını içerir." şeklinde formüle edilerek düşünce özgürlüğünün temel ilkesi olarak gösterilmiştir.

İnsan bireysel hayat için değil, toplumsal hayat sürdürmek için dünyaya gelmiştir. Toplumsal hayatın en önemli ögesi iletişimdir. Özellikle günümüz, eski asırlara oranla, sosyolojik bir olgu olarak toplumlararası bağlar ve buna paralel olarak birbirlerine
duyulan ihtiyaçlar o kadar çoğalmış ki, gücünü medeniyetten alan kolektif fikirler olmadan devletler idare edilemez duruma gelinmiştir. Toplumları taşıyabilmek, yönetebilmek ve onları görgü kuralları içinde eğitebilmek, ancak özgür ortamda gündeme
gelecek fikirlerin sayesinde mümkündür. Küreselleşen dünyada, ülkeler yalnız kendi insanlarının değil, başka ülkelerinin insanlarının da düşünce ve yaklaşımlarından azami derecede yararlanmak durumundadır.8 Bu nedenle, düşünce özgürlüğü,
demokrasinin omurgası, diğer bütün hak ve özgürlüklerin temeli kabul edilmiştir. Düşüncenin oluşabilmesi için, bilgi alma hakkının engellenmemesi ve "enformasyon özgürlüğü"nün önüne engeller konmaması gerektiği9 de demokrasilerin en büyük
görevidir.

Bediüzzaman, düşünce özgürlüğünü kişisel bir hak olarak görmenin yanında, devleti taşıyan direklerden olduğunu vurgularken,10 sosyal hayatın baş döndürücü hızda geliştiği günümüzde, dehadan çıksa bile bireysel düşüncelerin yetersiz kalacağından,
kolektif düşüncelerden çıkan çözümlere her geçen gün daha da ihtiyaç duyulacağına dikkat çeker. Dünyanın iletişim araçlarıyla bir bütün oluşturduğu çok geniş bir aileye doğru süratle gittiği bir zamanda, çağdaşlaşma yarışından geri kalmamak
ve uyumsuzluğun içine girmemek için, her toplum fikir üretme zorunluluğundadır. Bu yarışta, kim özgürlüğün bereketli yağmuruyla yetenekleri yeşertir,11 kim bilgi ve tekniği elinde bulundurursa, kazanan ve dünyanın efendisi yalnız o olacaktır. Toplumların
bu sosyolojik gelişme çizgisini çok yakından takip eden Bediüzzaman, kalkınmaya lokomotif olacak düşüncelerin yeşermesine ortam hazırlayan özgürlüğe hitapta, "Sen olmasa idin, ben ve umum millet, esaret zindanında kalacaktık. Seni ebedi ömrünle müjdeliyorum."12
şeklinde özgürlüğü sevinçle karşılarken, bu temel hakkın İslam terbiyesiyle doyurulup disipline sokulduğu13 taktirde dünyayı özgür fikirlerin bahçesi haline getireceğine inancını dile getiriyordu.

Düşüncelere Kelepçe Vurulamaz

Özgür bir ortamda, kalp ve vicdanın derinliklerinden fışkıran özgür düşüncelerin dünyayı Cennete çevirmesi, tam aksine düşünceye yapılacak baskıların dünyayı kana bulayıp Cehenneme döndürmesi sürpriz olmaz. Özgürlüklerden zarar gelmez. Çünkü
terörizm, özgürlüklerin fazlalığıyla değil, yetersizliğiyle beslenir.14 Düşüncelere yapılan baskılar despotizmin en ağırıdır. Ancak, "Zulüm devam etmez, küfür ise devam eder ."15 kuralına göre baskının sürekli olduğu tarihte görülmemiştir.
Baskılar ne kadar ağır olursa olsun, doğru düşüncelerin bir gün filiz verip ortaya çıkması engellenemez. Bediüzzaman, bu tür baskı yöntemleriyle özgür düşüncelerle mücadele etmenin doğru bir yol olmadığı ve tutulan bu yolun daha çok karışıklıklara
sebep olacağı hususunda, "Maddi tazyikler ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi, daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?" diye ilgilileri bir soru ile uyararak görevini yerine getirmektedir.16

Bediüzzaman Said Nursi, hayatı boyunca doğru bildiğini söylemekten çekinmemiş, hakkı her zaman her şeyin üstünde tutmuştur. Çocukluğundan ölümüne kadar geçen uzun bir ömürde, inandığını ve paylaşılması gerekeni, en kritik durumlarda bile söylemekten
geri durmayan bir çizgi takip etmiştir. Çocukluğunda bile yalana asla tenezzül etmemesinden tutun, esir düştüğü Rusya’da, din alimi kimliğiyle Rus Ordusu Komutanını ayakta karşılamamasına; Otuz Bir Mart sorgusunda, "Sen de şeriat istemişsin?"
sorusuna karşılık pervasızca, "Şeriatın bir meselesine bin ruhum olsa feda ederim" şeklinde cevap vermesine; Birinci Cihan Harbi’nin sonunda, İstanbul’da, yayınladığı "Hutuvat-ı Sitte" ile işgalcilerin suratına adeta şamar indirmesine;
kurulan ilk Meclis oturumlarının birinde, önemli kişilerin huzurlarının kaçması pahasına, tarihi ve önemli konuşmasını yapmasına17 ve Risale-i Nur Külliyatı’nın yazılması aşamasında mahkeme mahkeme yaptığı eşsiz savunmalarına kadar hayatının her bölümü,
düşünce özgürlüğünü belgelediği gibi, aynı zamanda bu olguyu en kutsal bir görev olarak üstlendiğini de göstermektedir. Bediüzzaman düşünce özgürlüğüne olan bağlılık şuurunu nereden almaktadır? Şüphesiz Kur’an’dan ve Kur’an mesajının dört dörtlük
olarak özümsendiği altın dönem olan Asr-ı Saadet’ten.

Hayat Tarzı Olarak Düşünce Özgürlüğü

Kur’an, değişik yerlerde, "İbret almaz mısınız?", "Akıl etmez misiniz?", "Düşünmez misiniz?" gibi ifadelerle insanı düşünmeye ve düşünce özgürlüğüne çağırır. Bir çok ayetlerin yanında, düşünüp taşınmanın adeta
bir eyleme dönüşmesini isteyen Kur’an’ın şu ifadesi ilginçtir: "De ki: Size tek bir öğüt veriyorum. Allah rızası için hakkı araştırmak üzere birer birer veya ikişer ikişer gelin. Beni dinledikten sonra düşünün."18 "İş hususunda onlarla
müşavere et!"19 ve "Onların işleri aralarında meşveretledir."20 ayetlerinde de düşünce özgürlüğünün "şura" ile kurumsallaşmasını öngörüyor. İslam Hukukçuları, Peygambere olan istişare emrini, devlet yöneticileri ve
idarecilere de teşmil ederler.21 Bu, katılımcı demokrasinin nirengi noktasını oluşturur.22 Hz. Peygamber, düşünce alış verişini her vesile ile uygulayarak bu olgunun yaygınlaştırılmasını teşvik etmiştir. Ebu Hureyre’nin ifadesine göre, Ashabıyla en çok
fikir alış verişinde bulunan Peygamberimiz olmuştur. Bediüzzaman’ın deyimiyle de Peygamberimiz, konuşma özgürlüğüne serbesti vermiştir.23 Asr-ı Saadet’te bütün Sahabelerce uygulanan düşünce özgürlüğü sayesindedir ki, tarihte dengi görülmemiş açık
bir toplum meydana gelmiştir.

Düşünce özgürlüğünün, en geniş anlamıyla Dört Halife Döneminde uygulandığının somut örneklerini daha çok görüyoruz. Hz. Ebubekir’in halife seçildiğinde, yaptığı ilk konuşması, düşünce özgürlüğü açısından çok orijinaldir: "Ey İnsanlar!
Ben en hayırlınız olmadığım halde üzerinize halife oldum. Beni hak üzere görürseniz, bana yardım edin; hata üzere görürseniz, engel olunuz. Allah’a ve Resulü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Allah’a isyan edersem, bana itaat etmeniz
gerekmez." Hz. Ömer de, "Sizden kim bende bir hata görürse, düzeltsin." demesi üzerine, ayağa kalkan birisinin "Vallahi sende bir hata görürsek kılıcımızla düzeltiriz." cevabı karşısında, kendisinin kılıçla düzeltecek birinin
olmasına sevinmiş ve şükretmiştir.24 Asr-ı Saadet’te düşünce özgürlüğü yüksek bir ahlak haline gelmiştir. Bu dönemin özgürlükler açısından bu kadar net ve parlak olmasının sebebi, Bediüzzaman’ın deyimiyle özgürlüğün imanın bir özelliği
olması açısından, bütün Sahabelerin imanın doruğunda olmalarıdır.

Düşünce Özgürlüğü Yerine Getirilmesi Gereken İnsani Bir Görevdir

Bediüzzaman Said Nursi, "İnsana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti netice verir."25 derken, özgürlüğün herkes tarafından benimsenmesinin ve görev bilinciyle algılanmasının gereğine, özgürlüğün davranışlara yansıtılmadığı sürece
Allah’a gerçek kul olunamayacağına ve böylelikle hak ve hukukun gözetildiği sosyal hayatın kurulamayacağına dikkat çeker. Günümüzde de, demokratik ilkelerin ön planda tutulduğu toplumlarda istenilen hayat standardı, fertlerin birbirlerine karşı son derece
rahat olmaları ve birbirlerinin özgün düşüncelerinden yararlanmaları ve bu sayede toplumsal bir barışın kurulması değil midir? Özgürlük anlayışı İslam’ın engin ve pedagojik terbiyesiyle doyurulmazsa ya despotizmi aralamış ya nefsin arzularına yenilmiş
ya da insanların birbirine canavarcasına davrandığı bir hayata kapı açılmış olur.26 Bediüzzaman, öteden beri Asr-ı Saadet’te olduğu gibi, her ferdin görev bilinci içinde olduğu bir toplumun, hatta bir dünyanın kurulması idealini taşıyordu. Bu idealinin
ancak fertlere sinmiş özgürlük bilinci sayesinde gerçekleşeceğini kabul ediyordu. Arzu edilen böyle bir hayatın, adil kanun ve ahlaki ilkelerin yanı sıra, kimsenin kimseye baskı kuramadığı, herkesin hukukunun korunduğu ve herkesin meşru dairede tamamen
serbest olduğu özgürlüğün27 geniş toleransında yaşanacağına inanıyordu. Temel haklara fertlerin bizzat sahip çıkması, toplumların hızla demokratikleşmesinin en önemli unsurudur. Bu da düşünceyi ifade etme gibi temel hakların ibadet bilinci içinde
benimsenmesiyle mümkündür. İslam hukukunda düşünce özgürlüğünün "iyiliği emretmek" ve "kötülükten sakındırmak" gibi iki ana olgusu vardır.28 Din literatüründe "nasihat" olarak geçen bu emir, İslam’da düşünceyi ifade
etme bağlamında mutlaka yapılması gereken bir görev kabul edilmiştir. Hadiste, "Allah’a yemin ederim ki, ya doğruluğu emreder ve kötülükten sakındırırsınız. Yoksa Allah size azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız. Fakat duanız kabul
edilmez."29 ile ifade edilmek istenen, insanlara, özellikle yöneticilere doğruları söylemekle yerinde ikaz etmektir. Birileri tarafından bu görev yerine getirilmezse, toplumun tıkandığı yerde olumlu açılımlara nasıl ulaşılabilir? Bu nedenledir ki, düşünceyi
açıklamak, gerektiğinde yöneticilerin kritiğini yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek sadece bir hak değil, aynı zamanda bir görevdir.30 Bediüzzaman bütün hayatı boyunca, doğru bildiği düşüncesini ilgili her platformda açıklamayı ve ilgilileri aydınlatmayı
öncelikli bir görev bilmiştir. Özellikle Eskişehir, Denizli, Afyon ve İstanbul mahkemelerinde, kendisine isnat edilen asılsız suçlamalara karşı yaptığı bütün savunmaların her biri, düşünceyi ifade etmede hukuk, demokrasi ve ilkelilik yanında yöneticileri
uyarmayı da içeren birer şaheserdir.31

Temel Haklara Zarar Veren Faaliyetler Yasaklanabilir

Bediüzzaman’ın asılsız ithamlarla mahkemeden mahkemeye, hapishaneden hapishaneye koşuşturulduğu ve sürekli gözetim altında bulundurulduğu bir zamanda, ilgili makamlarca geçimini ve rahatını sağlamak için hükümet nezdinde girişimde bulunulmuş; lehinde olan
böylesi bir girişime teşekkür etmekle, hayatında en çok muhtaç olduğu ve en temel bir ilke kabul ettiği şeyin özgürlüğünün olduğunu vurgulayarak, asılsız endişeler yüzünden özgürlüğünün sınırlanması ve baskı altına alınmasından son derece
usandığını, değil hapse girmeyi, mezarı bile bu duruma tercih ettiğini, buna karşılık iman hizmetinin kendisine sabır ve dayanma gücü verdiğini, istediği tek şeyin maddi çıkar değil, sadece kanunların tanıdığı özgürlüğüne dokunulmaması olduğunu
söylemiştir.32 "Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam" sözü onun engin özgür düşüncesinin bir cümle ile ifadesidir.

Böyle özgürlüğüne bağlı aksiyon adamının, özgürlüğün sınırsız bir şekilde kullanılmasına elbette gönlü razı olamazdı. Bu bakımdan toplumsal barışı zedeleyen ve millete zarar veren faaliyetlerin yasaklanabileceği fikrini benimseyenlerdendir.
Cumhuriyet yönetimlerinin, özellikle millet ve vatan aleyhine çalışan gizli komitelerin zararlı fikirlerini yayması şöyle dursun, taraftar gözükmesi bile düşünülemez. Demokratik yönetimlerde başkalarının özgürlüğüne en küçük bir zarar gelmemesi ve
genel güvenliği sağlama bağlamında, bazı faaliyetlerin sınırlandırılması herkese eşit uygulanan kanunların gereğidir.33 Hele din ve vicdan özgürlüğü herkesin en doğal hakkıdır; ne yönetim ve ne de şahıslarca engellenmesi mümkün değildir.34 İnsanca
düşünebilme ve düşünüleni rahatlıkla söyleyebilme özgürlüğünü, kime karşı olursa olsun kısıtlama yönüne gitmek, hukuk üstünlüğünün esas alındığı ve temel hakların savunulduğu bir Cumhuriyet yönetimi ile bağdaştırılamaz.35

Kişilerin kafalarındaki düşüncelerin ceza hukukunun alanına girmediğini, yani salt düşüncenin zararlı ve tehlikeli olmadığını, bu anlamda düşünce suçunun olamayacağını hukuk normları açısından çok zengin olan savunmalarında Bediüzzaman, net bir
şekilde dile getirmiştir. Bediüzzaman "Asayiş ve emniyete dokunmamak şartı ile hiç kimse vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden dolayı mesul olamaz."36 sözüyle bu sınırı evrensel boyutta çizer. Burada önemli olan, fikirlerin, art niyetten
değil, kalp ve vicdanın iyilik dolu derinliklerinden çıkmasıdır. Yıkıcılığı ve ahlaksızlığı besleyen fikirlerle insanlığın bütün erdemlerini kucaklayan fikirler arasında çok büyük farkın olduğuna ve bunun farkına varmanın gereğine dikkat çeker.

Bediüzzaman’ın "Asayişe ve emniyete dokunmamak" şartı ile özgürlüğün kullanılabilmesi ölçüsü, günümüzde çok sıkça gündemde olan ve demokrasilerin temel bir hükmü haline gelen "kamu düzenini bozma", "toplum hayatının
bozulması"37 ölçüsünün bir başka ifadesidir. Bu sınırın bozulmamış kalp ve vicdandan çıkan masum düşüncelerin tümünü içine alacak şekilde genişlemesinden yanadır. Özgürlüğün en geniş şekli Cumhuriyet ise, yönetimler de Cumhuriyetin bu özgür
şeklini benimsemişse, doğru, kesin ve ret edilmez bilimsel kanaatlerin "kamu düzenine dokunmamak" şartı ile, ilke olarak kabul edilen özgürlük anlayışınca, baskı altına alınmaması ve suç sayılmaması gerektiğini vurgular. Dünyada, tek bir
siyasal görüşün bulunduğu bir yönetimin olmaması kadar doğal ne olabilir?38 Nitekim Avrupa Organları’nın (Komisyon ve Mahkeme) düşünce özgürlüğü hususundaki yorumu, bu hakkın devamlı geliştirilip genişletilmesi yönündedir; bu yaklaşım özellikle
Hanyside davasında şöyle özetlenmektedir: "Düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece hoşgörü ile karşılanan veya saldırgan olmayan ya da önemsiz görülen haber ve düşünceler değil, aynı zamanda devleti ve toplumun bir bölümünü sarsan veya
rahatsız eden düşünceler için de geçerlidir."39

Yönetimlerin başında olanlar da insandır. Onlar da ülkeyi yönetirken hata yapabilirler, kaprislerine aldanıp, hizmetinde oldukları halkı unutabilir ve onları zulme de uğratabilirler. Onları uyaracak olan halktır, halkın içinde yetişip de özgürce düşüncelerini
türlü vasıtalarla gündeme getiren bilim adamlarıdır. Demokrasiyi benimsemiş ülkelerde bilim adamları susturulmaz. Ülke ve ülke insanları için ürettikleri orijinal fikirler bastırılmaz. Aksi halde gerek bilimsel ve gerekse kültürel alandaki gelişmelere set
çekilmiş olur, toplum durağanlaşır.

Düşünce Özgürlüğünün Tek Taraflı Uygulanması Demokrasiye Uymaz

Bediüzzaman, düşünce özgürlüğünün tek taraflı çalıştırılmasının demokrasi ile bağdaşmayacağını söyler.40 Demokratik bir ülkede, düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü tanındıktan sonra dönüp düşüncesini ifade edenler sorgulansa,
zavallı halkı ateşe atmak için bir tuzağın kurulduğu düşüncesi akla gelmez mi?41 Demokratik yönetimler tamamen tarafsız olmalıdır; kamu düzenini bozmaya yönelik bir tehlike oluşturmayan her türlü düşüncelere açık olmalıdır. Bireysel haklar ve özgürlüklerin
ağır bastığı bir çağda, devletin hukuk devleti ve toplumun sivil toplum olacağını; çok sesli bir toplum ve saydam bir devlette, devletin toplumu değil, toplumun devleti denetleyeceğini vurgulayan Sami Selçuk, demokratik bir yönetimin özellikleri hakkında şunları
söyler: "Devlet, her türlü düşünce ve inancın tartışılmasını ve örgütlenmesini sağlayan bir barış tekniğinin hem kendisi, hem bekçisidir. En önemlisi de şudur: Devletin resmi görüşü olmaz, olamaz. Görüşler ve inançlar karşısında yansızdır.
Eğer devletin resmi bir görüşü olursa, yansızlığını yitirmekle kalmaz, daha işin başında öbür görüşleri mahkum etmiş olur. Böyle bir rejimde demokrasiye kıyılmıştır."42 Avrupa İnsan Hakları Divanı da felsefi, ideolojik ya da dinsel olsun,
denetim dışı kalan bireysel kanaatler ve toplu anlayışlar karşısında devlet ve organlarının, tam bir tarafsızlık gözetmekle yükümlü olacağına açıklık getirir.43 Halifeliği döneminde, Haricilerin yönetime karşı kafa tutmaya varan düşmanca
propaganda ve tavırları karşısında Hz. Ali’nin kullandığı şu ifade çok ilginçtir: "Fesat çıkarmadığınız müddetçe size karşı kuvvete baş vurmayacağız."44 Yönetimde her zaman hakiki adaletten yana tavır sergileyen Hz. Ali, gerçek anlamda
demokrasinin belki de nihai kurallarını çalıştırıyordu. Kuvvet ve eyleme başvuran fikirlere karşı, yönetim elbette kamunun huzurunu sağlamak için gereken önlemleri alacaktır. Bu da fert ve toplumların özgürlüklerini koruma açısından demokrasinin biricik
görevidir.

Eylemsiz Suç Olmaz

Bediüzzaman, kamu düzenini bozma ihtimaliyle, olağanüstü önlemler içinde idam istemiyle Eskişehir Mahkemesine çıkartılır ve hapse konulur. Mahkeme aşamalarında siyasi bir hedefinin olmadığı anlaşılır. Yalnız çok önceden Kur’an’ın bir ayetine ilişkin
yaptığı yorumundan dolayı, sonradan "ancak peynir hırsızına verilecek cezadır" diye itiraz edeceği on bir ay ceza alır. Savunmalarının birinde, potansiyel tehlikeyi içeren bir durumu suç olarak nitelendirmenin çok mantıksız olacağı hususunda, çok
orijinal yaklaşımla mahkemeyi uyarır ve şöyle der: "İmkanat (olabilirlikler) başkadır, vukuat (olaylar) başkadır. Her bir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkan-ı katil (öldürebilme ihtimali) cihetiyle mahkemeye verilir mi? Her bir
kibrit bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkanıyla kibritler imha edilir mi?"45 Suç oluşturan eylem olduğuna göre özellikle eyleme dönüşmeyen bir düşüncenin çoğulcu demokrasilerde cezalandırılmasını gerektiren bir suç tanımı mevcut değildir.
Ceza hukukunun zorunlu bir ilkesi de "eylemsiz suç olmaz" ilkesidir.46 Yoksa "suç işleyebilir", "kamu düzenini bozabilir" ihtimali ile bir düşünce cezalandırılmaz. Bediüzzaman, ihtimallerle mahkemelerin hüküm veremeyeceklerini
vurgulayarak demokrasilerin hukuksal açılımlarına ışık tutmuştur.

Müslüman Olmayanların Özgürlüğü

Genel özgürlük kavramında ırk, din, mezhep ve meslek gibi konularda ayırım gözetilmez; en uzaktakiler bile özgürlükten eşit şartlarda yararlanır. Milliyetçiliğin hareketlendiği ve özgürlüklerin gündeme geldiği yıllarda, özellikle azınlıkların
Osmanlı Devletinin başını ağrıttığı dönemlerde, Doğu Anadolu’da aşiretleri bilgilendirirken, Rum ve Ermeniler gibi azınlıklara karşı özgürlüğün nasıl uygulanacağı hususunda sorulanlara Bediüzzaman’ın cevabı çok net ve kesindir: "Onların hürriyeti,
onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise şer’idir."47 Azınlıklar, özellikle Yahudiler ve Hıristiyanlar, tarih boyunca muhalif oldukları halde, kendilerine ilişilmemiş, özgürlükleri kısıtlanmamıştır.48 Asr-ı Saadet’te bu durum çok daha nettir.
Bediüzzaman, halifeliği zamanında Hz. Ömer’in bir Hıristiyan ile mahkemede sorgulandığını49 örnek olarak verir. Oysa, o Hıristiyan’ın, Müslümanların hem dinlerine, hem kutsal sistemlerine ve hem kanunlarına muhalif iken, durumu mahkemede dikkate alınmaması,
azınlıkların özgürlüğüne ne denli önem verildiğinin belgesi olduğu gibi, mahkemelerin de tarafsız ve hiçbir ideolojiye alet olmamasının gerektiğini de göstermektedir.50 Kamu düzenine dokunmamak şartı ile, kime ait olursa olsun, bütün özgürlükler İslam’ın
engin özgürlük hoşgörüsünde korunmuştur. Bu anlayış günümüzün demokrasilerine de temel teşkil etmiştir.

Sonuç

Bediüzzaman Said Nursi, yukarıda ana çizgileriyle belirtmeye çalıştığımız özgürlük olgusunu o kadar özümsemiş ki, özgürsüzlüğün neden olduğu her çeşit baskıya karşı gelmeyi bir görev saymıştır. Özgürlüğün olmadığı yerde, baskının
olacağını, bunun sonucunda da zulmün ve zorbalığın baş göstereceğini51 çok iyi biliyordu. Rejimlerin, özgürlük lehine değişmeye yüz tuttuğu yirminci asrın başlarında Bediüzzaman, bütün gücüyle özgürlükten yana olmuş, bununla birlikte özgürlüğe
İslam’ın özündeki anlamını, gerek gazeteler ve gerekse konferanslarla vermeye gayret etmiştir. İslam dünyasını gerileten, zillet ve ahlaksızlığa sürükleten; nifak tohumlarını Müslümanların içine sokup da iki yüzlülüğü yaygılaştıran tek şey olan
ve siyasal terminolojide dikta kavramına denk düşen istibdad, Bediüzzaman’a göre, baskıdan, keyfi yönetimden, tek görüşlülükten, zalimlikten, her zaman kötüye kullanmaya uygun bir ortam hazırlamaktan ve insanlığın yıkımından başka bir şey değildir.52
Bunca zararlarından dolayıdır ki, Bediüzzaman, "İsterse meşrutiyet elbisesini giysin ve ismini taksın, rast gelsem, sile vuracağım."53 diyerek istibdadı fert ve toplumların en büyük düşmanı ilan etmiştir. Bu nedenle çağdaş düşünür Said
Nursi’nin özgürlük anlayışı, despotizme karşı duyduğu tepkiyle bir bütünlük kazanmıştır. Bunun bir sonucu olarak, hayatının her döneminde, özgürlüğün yaygınlaştırılmasına gayret gösterirken, despotik anlayışlarla da amansız mücadele vermiştir.

Bediüzzaman’ın bütün dileği, Kur’an’ın özgürlük anlayışının ülkemizde olduğu gibi dünyada da yaygınlaştırılmasıdır. Bunun da ancak yüz otuz parçadan oluşan Risale-i Nur Külliyatı ile gerçekleşeceğine inanmıştır. Bu, onun vizyonunun en önemli
unsurlarından biri olmuştur.

Dipnotlar

1. Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1999, s. 38.

2. a.g.e., s. 38.

3. a.g.e., s. 35.

4. a.g.e., s. 35.

5. Nursi, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harb-i Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2000, s. 20.

6. Nursi, Bediüzzaman Said, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2000, s. 81.

7. Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2001, s. 194, 195, 204, 208, 216, 497; Divan-ı Harb-i Örfi, s. 40, 43.

8. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 68.

9. Hacaloğlu, Algan, Düşünce ve Düşünceyi İfade Özgürlüğü Demokrasinin Omurgasıdır, Yeni Türkiye, Sayı: 22, Ankara 1998, s. 776.

10. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 68.

11. a.g.e., s. 67.

12. a.g.e., s. 59.

13. a.g.e., s. 20.

14. Ferai Tınç, Hürriyet Gazetesi, 28.01.2002.

15. Nursi, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası I, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2001, s. 68.

16. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 39.

17. Tarihçe-i Hayat, s. 125.

18. Sebe; 46.

19. Al-i İmran; 159.

20. Şura; 38.

21. Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara 1992, s. 124.

22. a.g.e., s. 124.

23. Nursi, Bediüzzaman Said, İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1997, s. 164.

24. İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 122.

25. Münazarat, s. 37.

26. Hutbe-i Şamiye, s. 81.

27. Münazarat, s. 36.

28. İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 18.

29. Riyazu’s-Salihin, C. 1, s. 234.

30. İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 119.

31. Nursi, Bediüzzaman Said, Şualar, 14. Şua, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1997, s. 305.

32. Emirdağ Lahikası I, s. 18.

33. Tarihçe-i Hayat, s. 212.

34. Emirdağ Lahikası II, s. 381.

35. Şualar, s. 312.

36. Tarihçe-i Hayat, s. 564.

37. Kapani, Münci, Kamu Hürriyetleri, AÜHF Yay., Ankara 1981, s. 208.

38. Tarihçe-i Hayat, s. 204.

39. Kınalı, Mesut, Düşünce Özgürlüğü, Yeni Türkiye, Sayı: 22, Ankara 1998, s. 814.

40. Şualar, s. 312.

41. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 40.

42. Girit, Hasan, Düşünce ve Anlatım Özgürlüğünün Ulusalüstü Ölçütleri, Yeni Türkiye, Sayı: 22, Ankara 1998, 861.

43. a.g.m., s. 860.

44. İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 134.

45. Tarihçe-i Hayat, s. 193.

46. Hafızoğulları, Zeki, TCK’nun 142. md. Türk/İtalyan Hukuk Düzeninin Anlamı, Kapsamı ve Sınırları ABD Yıl, 46, Sayı: 1989/6, s. 1050.

47. Münazarat, s. 38.

48. Emirdağ Lahikası II, s. 361.

49. a.g.e., s. 381.

50. a.g.e., s. 381.

51. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 19.

52. Münazarat, s. 15.

53. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 33.