Türk halkının başörtüsüne bakış açısının anketler ve raporlar ışığında
değerlendirildiği bu çalışmada, sırasıyla Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler
Vakfı’nın (TESEV) "Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset" araştırması, Liberal
Düşünce Topluluğu’nun (LDT) "Yasal ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de İfade
Özgürlüğü" araştırması, Akademik Araştırmalar Merkezi’nin (AKART) genel
çalışması, İstanbul Mülkiyeliler Vakfı Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin (İMV-SAM)
"Siyasal ve Toplumsal Eğilimler Araştırması’nın Aralık 1997 Raporu", Milliyet
Gazetesi’nin on beş gün devam eden "Türban Dosyası", Gerçek Hayat dergisinde üç
hafta yayımlanan "Başı Açıklar Anketi" ve Modus Araştırma Merkezi tarafından
gerçekleştirilen "Başörtüsü Mağdurları Anketi"ndeki verilere yer verilmiştir.

Akabinde Human Rihts Watch‘un değişik raporlarında başörtüsü ile ilgili yaptığı
değerlendirmeleri, Eğitimciler Birliği Sendikası‘nın, yerel bir insan hakkı
kuruluşu bulunan İnsan Hakları Derneği‘nin ve İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin
Dayanışma Derneği’nin (MAZLUM-DER) insan hakkı ihlallerine ilişkin raporlarından
alıntılar yapılmıştır. Araştırmalardaki konuya ilişkin rakamlar ve yapılan
değerlendirmeler, herhangi bir yorum yapılmaksızın aktarılmıştır.

Bu suretle, genel anketler ve insan hakları kuruluşlarının raporları
vasıtasıyla, başörtüsünün ayrım ve baskı aracı olup olmadığı, farklı giyimdeki
bireylerin başörtüsü yasağını nasıl değerlendirdiği somut olarak ortaya konmaya
çalışılmıştır.

Anketler

1) Türkiye’de din ve vicdan hürriyeti ile ilgili yapılan anketlerin en
önemlilerinden birisi Şubat 1999 tarihinde Türkiye’de din ile toplumsal ve
siyasal tutum ve davranışlar arasındaki ilişkiyi irdelemek üzere yapılan,
"Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset" isimli bir anket çalışmasıdır. İlgili
çalışma Boğaziçi Üniversitesi’nde görevli öğretim görevlileri tarafından,
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfi’nın (TESEV) mali desteğiyle
gerçekleştirilmiştir.

TESEV Araştırması Türk vatandaşlarının ne düşündüğüne dair bir fikir
vermektedir. Türkiye’de din ve siyasal davranış arasındaki ilişkileri inceleyen
araştırma, 105 sorudan oluşan bir anket çalışmasına dayanmakta olup, Türkiye
nüfusunu temsil niteline sahip bir örneklem çerçevesinde yerleşim birimlerinde
yüz yüze gerçekleştirilmiştir.

Resmi ve özel bütün kurumlarca ciddi ve bilimsel bir istatistik olarak
değerlendirilen araştırmada, başörtülü öğrencilerin okula alınmamasının doğru
olmadığına ilişkin soruya katılanların oranı % 76 olup, karşı fikirde olanlar %
16’dır. "Devlet memuru kadınlar isterlerse başlarını örtmelidir" ifadesine
katılanların oranı ise % 74.2’dir.

Araştırma, Türkiye’de din ve siyaset ilişkileri üzerine ilginç ipuçları
vermektedir. Bu sonuçlara göre, Türk halkının büyük bir çoğunluğu dinine bağlı
ve ibadetlerini yerine getiren inançlı Müslümanlardan oluşmaktadır. İbadet
alışkanlıklarına ilişkin sorulan sorulara verilen cevaplar halkın büyük
çoğunluğunun sadece inançlı olmayıp ibadetlerini de yerine getirdiğini
göstermektedir.
(s.13) % 91.4 gibi bir çoğunluk "inanç farklılıklarımızın
hoşgörü ve barış ortamında korunmasını toplumsal huzur için gerekli"
bulmaktadır. Bu görüşe karşı çıkanlar sadece % 2.1 oranında kalmaktadır.

"İnanç farklılıklarının hoşgörü ve barış ortamında" korunması büyük bir çoğunluk
için toplumsal huzurun ayrılmaz bir parçası olarak algılanmaktadır.
Araştırmada
halkın dini konularda hoşgörüsünü ölçen bir dizi soruya alınan yanıtlar,
gerçekten de Türk halkının Müslümanlık anlayışının fevkalade hoşgörülü olduğunu
ortaya koymaktadır.
Örneğin, başka dinlere inananlar arasında iyi insanlar
olabileceğini düşünenlerin oranı % 89.2’dir. Bu görüşe katılmayanlar ise %
4.7’dir. Müslüman olmayanların günah işlemedilerse Cennete gidebileceğine
inananlar % 41.9, tersini düşünenler ise % 28.7’dir. Bu oranın oldukça yüksek
olması kuram ile pratik arasındaki farkı ortaya çıkarmak açısından ilginçtir.
Nitekim araştırmada hedeflenen, "yaşayan İslam’ı" yakalamaktır. Diğer bir
deyişle, amaçlanan Türk halkının İslam’ı bilip bilmediğini saptamak değil,
inancını nasıl algıladığını ve yaşadığını anlamaktır. Bu noktada araştırma,
halkın birbirine karşı hoşgörülü olduğunu, aralarında problem olmadığını ortaya
koymaktadır.
(s. 17)

Benzer şekilde, bir kişi Allah’a ve Hz. Muhammed’e inanıyorsa namaz kılmasa bile
Müslüman’dır diyenlerin oranı % 85.4, oruç tutmasa bile Müslüman’dır diyenlerin
oranı % 82 ve içki içse bile Müslüman’dır diyenlerin oranı % 66.3’tür. Her
Müslüman kadının başını örtmesi gerektiğini düşünenler % 58.9 iken, bir kadının
başını örtmemesi halkın önemli bir kesimi için Müslüman sayılmasına engel
değildir. Bir kadın Allah’a ve Peygamber’e inanıyorsa başını örtmese bile
Müslüman sayılacağını söyleyenlerin oranı % 84.8’dir. Tersini düşünenler sadece
% 8.3’dür. (s. 8)

Araştırma, Türkiye nüfusunun çoğunlukla Müslümanlardan oluşmasının, ne İslami
kesimin varsaydığı gibi dinin siyasal yaşamda rol almasına destek, ne de laik
kesimin korktuğu gibi şeriat devleti kurulması için taban oluşturduğunu
göstermiştir.

"Aşırı İslamcı-Aşırı Laik" gibi siyah-beyaz kategoriler halkın küçük bir
kesimini kapsamaktadır. Kendini hiç dindar görmeyenler ile çok dindar görenlerin
oranı sırasıyla % 2.8 ve % 6.1’dir. Buna karşın % 54.9 gibi önemli bir çoğunluk
kendini "dindar sayılırım" kategorisine dahil etmiştir. Kamplaşmanın boyutlarını
ölçmek için sorulan sorulara verilen yanıtlar bu tür bir kamplaşmanın çoğunluk
için anlamlı olmadığını ortaya koymuştur. Örneğin, kent ve kasabalarda
oturanlara sorulan "oturduğunuz mahallede tesettürlü kadın ve genç kızlar
çoğunlukta olsa bu durum sizi rahatsız eder mi? sorusuna % 83.5’i "hayır"
cevabını vermiştir.
Rahatsız olacağını söyleyenlerin oranı % 12.8’dir. Aynı
şekilde, "bir lokantada tesettürlü kadın ve genç kızlar çoğunlukta olsa bu
lokantada yemek yer misiniz?" sorusuna % 86.0 "evet" yanıtını vermiştir. Tersini
söyleyenler % 11.2’dir. (s. 19)

Kadına ilişkin sorular da araştırmacılarının ifadesi ile Türk kadınlarının
çoğunun örtündüğünü göstermektedir. Sokağa çıktıklarında başını örtmediğini
söyleyen kadınların oranı sadece % 27.3’tür.
Buna karşılık % 53.4 başörtüsü ve %
15.7 türban taktığını söylemektedir. Ankete cevap veren erkeklerden eşinin
başını örtmediğini söyleyenlerin oranı % 16.4’tür. (s. 22)

Çalışmada, kadının toplum içindeki yeri ve kadınların kamu yaşamına katılımına
yönelik devlet politikaları konularında güncel birkaç konu sorgulanmıştır. Bu
sorular bağlamında, üniversite öğrencisi kızların isterlerse başlarını
örtmelerine izin verilmesi gerektiğine görüşülenlerin % 76.1’i destek verirken,
bu görüşe katılmayanlar yaklaşık % 16 düzeyindedir. "Devlet memuru kadınlar
isterlerse başlarını örtmelidir" ifadesine katılanların yüzdesi %74.2 olup,
katılmayanların yüzdesi % 16’dır. Türk halkının yarısı (% 50.2) dindar insanlara
baskı yapıldığını düşünmekte, baskı yapıldığını düşünen % 42’nin yaklaşık % 65’i
türban yasağını örnek olarak vermektedir. Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu,
dinin kamu ve siyaset yaşamı üzerinde etkili olmaması gerektiğini düşünenlerin
çoğunlukta olmasının yanısıra devletin de dini yaşama müdahale etmemesi
gerektiğini düşünenlerin çoğunlukta olmasıdır.
(s. 16)

2) Liberal Düşünce Topluluğu tarafından, 3 Aralık 2002 tarihli basın açıklaması
ile kamuoyuna duyurulan bir kamuoyu araştırması ile aynı durum tekrarlanmıştır.
Araştırma Avrupa Komisyonu’nun katkılarıyla yürütülen "Yasal ve Sosyal
Yönleriyle Türkiye’de İfade Özgürlüğü" başlıklı proje çerçevesinde üç öğretim
görevlisinden oluşan bir araştırma ekibi ile gerçekleştirilmiştir.

İlgi raporun "Temel Hak ve Özgürlükler ve İfade Özgürlüğü: Mevcut Durum ve
Beklentiler" kısmında ifade edildiği üzere, toplumun % 73’ü Türkiye’de insan
hakları ihlallerinin yaygın olduğu kanaatindedir. Toplumun yarıdan fazlası,
başörtülüler, kadınlar, dindarlar, eşcinseller ve Kürtlerin baskı gördüğü
kanısındadır. (s. 2) Toplumun % 70’i üniversitelerde başörtüsünün serbest olması
gerektiğini düşünmektedir.
(s. 3) Konuya ilişkin tablo aşağıda verilmiştir.

 

Baskı var diyen % Baskı yok diyen %

Fikir belirtmeyen %

TOPLAM

Başörtülüler

 78, 2

 17, 8

4, 0

100, 0

Kadınlar

77, 3

20, 2

2, 5

100, 0

Dindarlar

63, 3

29, 4

7, 3

100, 0

Eşcinseller/Travestiler

53, 3

28, 7

17, 9

100, 0

Kürtler

50, 7

36, 7

12, 6

100, 0

Solcular

40, 7

42, 1

17, 2

100, 0

Aleviler

38, 5

41, 2

20, 3

100, 0

Çingeneler

24, 4

54, 1

21, 5

100, 0

Gayrimüslimler/ Azınlıklar

21, 3

60, 1

18, 6

100, 0

3) Yükseköğretim Kurumuna bağlı Gazi Üniversitesi bilim adamlarınca kurulan
Akademik Araştırmalar Merkezi’nin (AKART) 16 ilde 3 bin 224 kişi üzerinde
yaptığı araştırmada, Türk halkının % 86’sı başörtüsü konusunda olumlu görüş
bildirirken
, üçte ikisi okul, devlet dairesi dahil ayrım yapılmaksızın her yerde
başörtüsünün özgürce takabilmesini savunmaktadır
. Bu araştırmada başörtüsünün
her yerde yasak olmasını savunanların oranının, sadece yüzde 12.7 olduğu gazete
haberlerine yansımıştır. Araştırma toplumun % 70’inin irtica tehdidinin olmadığı
görüşünde olduğunu ifade etmektedir.

4) İstanbul Mülkiyeliler Vakfı Sosyal Araştırmalar Merkezi (İMV-SAM) "Siyasal ve
Toplumsal Eğilimler Araştırması’nın Aralık 1997 Raporu"na göre (s. 18), "Kız
öğrencilerin üniversiteye başları örtülü girmesini doğru bulanlar"ın oranı
oldukça yüksektir; (% 67.3). En çok dile getirdikleri neden de "özgürlük ve
demokrasi"yle ilişkilidir.

Yine, 17. sayfada "Bazı kız öğrencilerin üniversiteye başları örtülü girmek
istemesini doğru mu buluyorsunuz, yanlış mı?" şeklinde formüle edilen soruya,
seçmenlerin % 63’ü "doğru buluyorum" cevabını vermiştir. % 27.3’lük bir kesim
bunu "yanlış" bulduğunu söylerken, geri kalan % 9.7’lik kesim fikir
belirtememiştir.

5) Bu konuda ortalama üç yüz bin tirajı bulunan ve genel olarak başörtüsüne
karşı bir yayın politikası izlediği kabul edilen Milliyet Gazetesi’nin "Türban
Dosyası" başlıklı bir yazı dizisi mevcuttur. Gazete, on iki gün süren yazı
dizisinde genel bir anket sonuçlarına göre başörtüsü sorununu incelemiştir.1

Milliyet gazetesinin kendi ifadesine göre bu araştırma, Türkiye’de bugüne kadar
yapılan en kapsamlı ve güvenilir araştırmadır. Nitekim, Fransa Basın Ajansı AFP,
Milliyet gazetesinin yaptığı türban araştırmasını "Müslüman nüfusun çoğunlukta
bulunduğu, ancak laikliğe sıkı sıkıya bağlı olan bu ülkede, 10 kadından altısı
başörtüsü takıyor" şeklinde dünyaya duyurmuştur.

Araştırma sonucuna göre, Türk kadınların % 64’ü, sokağa çıkarken, evinin dışında
başını kapamaktadır. Her 100 evin 77’sinde, başını örten bir kadın vardır.
(27/05/2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

"Bu evde yaşayan çarşıya, pazara, alışverişe vs. gezmeye gittiğinde başını
kapatan kimse var mı?" sorusuna "evet var" cevabını veren kişilerin oranı %
77.2’dir. (27/05/2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

Bu araştırmada, üniversitelerde türban yasağının kaldırılma isteği belirgin
biçimde ortaya çıkmıştır: Halkın dörtte üçü, üniversitelerde türban yasağı
uygulanmasının karşısındadır. Cinsiyet ve yaş farkı, bu isteğin oranını
değiştirmemektedir. "Üniversitelerde türban yasağı olmamalıdır" diyenlerin oranı
% 75.5’dir.

"Devlet dairelerinde çalışan bayanlardan isteyenler başlarını örtmelidir"
diyenler % 62.6 oranındadır.
Ve hatta "size hizmet veren bir memurun, kamu
hizmetlisinin (hakim, öğretmen, tapu memuru, polis vs.) siyasi olarak ne
düşündüğünü belli edecek bir görünümde (rozet, işaret, belli bir şapka, türban
vs) hizmet vermesi sizi rahatsız eder mi" sorusuna "hayır rahatsız etmez" cevabı
verenlerin oranı % 54.1’dir.

Örtüsü için türban diyenlerin % 81.8’i "Türban simge değildir" demiştir. Bu
araştırmadan öğrenildiği üzere, Türk halkının önemli bir çoğunluğu (cevap
vermeyenler dikkate alınmazsa % 78’i), türbanı "laiklik karşıtlığının simgesi"
olarak görmemektedir. Bu yüzde 78’in içinde, "türban"ı "başörtüsü" olarak
algılayanlar az değildir. Soruyu "türban" yerine "başörtüsü simge midir?" diye
anlayanların "değildir" demesi doğaldır. Bu yanlış anlamalar çıkartılsa dahi,
Türk halkının çoğunluğunun, türbanı siyasal bir simge olarak görmediği, bayrak
saymadığı açıktır. (28/05/2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

"Sizce türban laiklik karşıtlığının bir simgesi mi?" sorusuna % 70 oranında
"hayır değildir" cevabı verilmiştir. "Evet, türban laiklik karşıtlığının bir
işaretidir" cevabını verenlerin sayısı ise % 19.2’de kalmıştır. (28/05/2003
tarihli Milliyet Gazetesi)

Başını kapatan kadınların % 63.4’ü "dini inançları gereği" örtündüğünü
söylerken, % 19.2’si geleneklerin etkisi ile örtündüğünü, % 13.3’ü alışkanlıkla,
% 4.1’i aile büyüklerinin isteğiyle örtündüğünü ifade etmektedir.

Araştırmada eğitim seviyesi yükseldikçe "dini inançlarım gereği örtünüyorum"
diyenlerin sayısının da yükseldiği görülmektedir. Üniversite mezunlarının %
100’ü "dini inancım gereği örtünüyorum"
derken, bu rakam ilkokul mezunlarında %
61’e düşmekte, lise mezunlarında ise % 81.8’e çıkmaktadır.

Gazete, anketle ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur.

* 17 yaşından büyük 22 milyon kadının yaklaşık üçte ikisi, 14 milyonu, evinden
dışarıya çıktığında başını bir giysiyle kapamaktadır.

* Başını örten 14 milyon kadının 11 milyonu, başına örttüğü giysiyi "başörtüsü"
ya da "eşarp", 800 bini ise "türban" olarak adlandırmaktadır. 2 milyon kadın,
"yöresel örtü" ile başını kapattığını, 270 bin kadınımız çarşafla örtündüğünü
söylemektedir.

* Köy ve kentlerdeki 15 milyon hanenin 10 milyondan fazlasında, dışarı çıkarken
başını örten en az bir kadın vardır.

* Başını örtenler ve örtmeyenlerin çoğunluğu "türban"ı "sorun olarak"
görmemektedir. Yetişkinlerin (42-44 milyon kişinin) en çok 6 milyonu için
ülkemizde "türban sorunu" vardır. (31/05/-2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

Konunun her yönüyle değerlendirilmeye çalışıldığı araştırmada, her gün farklı
uzmanların görüşlerine başvurulmuştur. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
öğretim görevlisi İlahiyatçı Prof. Dr. Beyza Bilgin "İslam dininde türbanın yeri
nedir?
" sorusunu aşağıdaki şekilde cevaplandırmıştır: "İslam’da türbanın yeri
Nur Suresi 31’inci ayettedir. Bu ayette Hz. Peygamber’e, mümin kadınlara
başörtülerini dekolteleri üzerine örtmelerini, kendiliğinden görünen kısmın
dışında, ziynetlerini aileden olan erkeklerin dışındaki erkeklerin yanında
açmamalarını söylemesi istenmiştir. … Allah’ın emirleri, başkası tarafından
değiştirilemez, başka türlüsü yapılamaz olan kanunlarıdır.."

Prof. Dr. Beyza Bilgin "Devlet dairesinde türban takılabilir mi?" sorusuna,
"Tabii ki takılabilir. Ancak biz, bir yandan türban takanların, diğer yandan
taktırmak istemeyenlerin inatlaşmasını karşılıklı egemenlik meselesi yapmış
olduğumuz için, artık bunun cevabını ilahiyatçı değil, siyasetçiler tartışmalı"
cevabını vermiştir. (29/05/2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

Daha önce türbanlı öğrenciler üzerine çalışmaları bulunan, İsveç Araştırma
Enstitüsü’nde Proje Müdürü olarak Türkiye’nin sorunlarına yönelik geniş çaplı
tartışma toplantıları düzenleyen, ODTÜ’de Sosyoloji dersleri veren Prof. Dr.
Elizabeth Özdalga, "Türban Dosyası" kapsamında düşüncelerini aşağıdaki şekilde
açıklamıştır:

"— Türkiye’deki türban sorunu, dini ilgilendiren bir özgürlük sorunu mu?

"— Türkiye’nin üst elitini de büyük ölçüde kapsayan, radikal laik kesim,
tesettür (türban) konusunu herkesten daha iyi bildiğini ve anladığını iddia
ediyor. Onlara göre başörtüsü, Siyasi İslam’ın, irticanın ifadesi. Halbuki,
tesettürü seçen kadınlar, bunu bir dini vecibe olarak görüyor. Engellendiği
zaman da, dinsel özgürlüklerinin zedelendiğini düşünüyorlar. Dinsel inanç,
başörtü sorununun ana boyutudur. Bu problem çözülmedikçe başörtüsü sorunu dini
ilgilendiren bir özgürlük sorunu olmaya devam edecektir.

"— Türbanın Siyasal İslamı motive eden bir yanı yok mu?

"— Türkiye’de son otuz yıldır bir İslami hareket oluştu. Başörtüsü de bu
hareketin bir parçası. Ancak, İslami hareketler demokratik rejimi tehdit etmedi.
MSP ve RP, laik düzeni yıkma niyeti taşımadı. AKP için de aynı şey söz konusu.
Fakat, tesettüre karşı olanlar Türkiye gerçeklerinden daha çok İran, Mısır,
Pakistan ve Cezayir’deki radikal grupları örnek gösteriyorlar. Referansları en
radikal, en militan hareketler… Türkiye’de bir şeriat devleti kurma niyetleri
taşıyan gruplar hiçbir zaman destek bulamadı. İslami radikalizmin zemini
olmadığı halde, başörtüsünün üzerine bu kadar sert gidilmesini anlamak mümkün
değil." (30/05/2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

Hollanda İşçi Partisi Milletvekili Nebahat Albayrak’la, Hollanda’da türban
sorunu, dini kimlikli ve laik okulların yapısı ile İslam okulları konuşulmuştur:

"— Hollanda’da devlet dairelerinde siyasi ve dini sembolleri taşıyarak çalışmak
mümkün mü?

"— Bir devlet memuru boynunda kolaylıkla bir haç işareti taşıyabilir.

"— Devlet dairelerinde türbanlılar çalışabiliyor mu?

"— Çalışıyor. Hatta, sayıları gitgide artıyor… Türban da Anayasa’da korunan
kişisel hak ve özgürlükler alanına giriyor. Örneğin, çalışan başörtülü bir
avukat var.

"— Türbanlı avukat duruşmalara katılabiliyor mu?

"— Evet, katılabiliyor. Ancak, bu durum, Hollanda’da en çok tartışılan
konulardan birisi… ‘Tarafsızlığın korunması gereken işlerde başörtülü
çalışılabilir mi?’ diye bir tartışma başladı. Ancak, henüz sonuçlanmış değil.
‘Tarafsızlığını etkiliyorsa başörtüsüyle çalışılmasın’ diye bir görüş var.
Örneğin, ‘Türbanlı polis olabilir mi?’ tartışması var. Polisin, bazı olaylarda
‘Başörtüsünden dolayı tarafsızlığını koruması mümkün olmayabilir’ deniliyor.
Hollanda, bu konuda oldukça liberal. Polis üniformasına uygun, hatta onun bir
parçası olan bir başörtüsü üretilmesi düşünülüyor. Ancak, henüz bir sonuç
alınmadı. Bu konudaki en somut tartışma ise bir mahkemede oldu. Zabıt kâtibi
için başvuran bir türbanlı kız işe alınmayınca mahkemeye başvurdu. Açtığı davayı
da kazandı." (01/06/-2003 tarihli Milliyet Gazetesi)

Milliyet Gazetesi’nde yer alan türban dosyasındaki veriler, değişik
gazetelerdeki yazarların incelemesine konu olmuştur. Dünden Bugüne Tercüman
Gazetesi yazarı Gülay Göktürk, "Türkiye’de bir kesim, ‘çözüm’ü şu anda başları
örtülü olanların uygun bir biçimde eğitilerek, dönüştürülerek ve ikna edilerek,
başlarını açma sürecine girmesi olarak görüyor. Başka bir kesimin çözüm derken
kastettiği şey, başörtüsüyle takıntısı olanların uygun bir biçimde eğitilerek,
ikna edilerek ve dönüştürülerek başörtüsünün demokratik bir hak olduğunu
anlamalarının sağlanması…

"Peki kim değişecek? Bana kalırsa, Milliyet’in yaptığı araştırmanın en çarpıcı
sonucu, birinci türden düşünenlerin sayısının ne kadar azınlıkta kaldığını
ortaya koymuş olması… Halkın % 75’i üniversitelerde türban yasağının
kalkmasını istiyor. Yani ‘türban irtica simgesi’ diye tutturanların artık
kafalarını değiştirmesini bekliyor. Halkın % 75’i çok büyük bir çoğunluktur. Ve
eğer, bu rejim demokrasiyse, bu güçlü talebe cevap vermek zorundadır.

"…Küçük bir azınlığın inadı yüzünden, büyük bir kitlenin temel bir hakkını
ihlal etmeyi sürdüremez. Aslına bakarsanız, mesele azınlık-çoğunluk da değildir.
Bir tarafta tek bir insan, öbür tarafta takıntılı milyonlar olduğunu farz etsek
bile durum değişmez. Tek bir insanın özgürlüğü bile milyonların takıntısına feda
edilemez" ifadelerinde bulunmuştur.

6) 21 ilde sadece başı açık olan bayanlarla yapılan bir anket, üç hafta boyunca
Gerçek Hayat dergisinde değişik sosyologların görüşleri ile yayımlanmıştır.
Gerçek Hayat dergisi anket bitiminde aşağıdaki sonuçlara varmıştır. "Bu anket,
sanılanın aksine, Türkiye’de başı açık kadınlarının da büyük çoğunluğunun
dindarca yaklaşımlarını koruduğunu" ortaya koymaktadır. Zira, örneğin ankete
katılan kadınların % 76’sı "çocuklarınızın dini eğitim almasını ister misiniz?"
sorusuna "evet" cevabını vermiştir. Başı açıklığın, tek başına başı örtülü
olmanın karşı kutbunda yer almadığını, başı açık kadınların din ve başörtüsü
konularında verdikleri cevaplar göstermektedir."

Nitekim, ankete katılan kadınların % 60.6’sı, "Başörtüsü tartışmalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?" sorusuna "gereksiz" cevabını vermiştir. % 20.7 "herkes
özgür olmalı", % 2.9 "başörtüsü serbest olmalı", % 1.9 "başörtüsü yasaklanmalı",
% 1.9 "siyasete karıştırılmamalılar" cevabını vermiştir.

Yine, ankete katılan başı açık kadınların % 29.6’ı "başını örtmeyi hiç
düşündünüz mü?" sorusuna "evet" cevabını vermektedir. "Hangi sebepten dolayı
örtmediniz?" sorusuna ise % 21.3’lük bir kesim "ailem, eşim izin vermiyor", %
29.3’lük bir kesim "çevremden tepki göreceğimi düşündüm", % 12.2’lik bir kesim
de "işimden, işyerinden dolayı" cevabını vermiştir. Dergi, "bu sonuçlar
başörtüsü kullanmak kadar kullanamamanın da bir takım sosyal ve siyasi etkenler
çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır; başörtüsü gerilik
kategorisinin bir göstereni olmaktan çıktığında, belli ki başını örtecek olan
nice başı açık kadın bulunmaktadır" görüşündedir.

7) 1997 yılında, MODUS Araştırma Merkezi ve MAZLUM-DER İstanbul Şubesi işbirliği
ile başörtüsü sorununun tarafı olan insanların tanınması ve olaya yaklaşımlarını
tespit edilmesi amacıyla İstanbul, Ankara, Bursa, Trabzon ve Konya’daki 700
başörtülü üniversite öğrencisi ile "başörtüsü mağdurları anketi" yapılmıştır.
Bu
ankette de başörtülülerin kıyafet biçimlerini belirleme sebepleri ve başı açık
bayanlara karşı düşünceleri yer almaktadır.

Ankete katılanların % 93.8’i "başörtüsü takmak için baskıyla karşılaştınız mı?"
soruna "hayır" cevabı vermiştir. Cevap verenlerin % 6.2’si ise başörtüsü
tercihlerinde baskıyla karşılaştıklarını beyan etmektedir. % 84.3’ü "başörtüsü
tercihlerindeki en önemli etkenin inancını öğrenmek" olduğunu söylemişlerdir.
Aileden aldığı terbiye gereği örtündüğünü beyan edenler ise % 10’dur. Arkadaş
çevresinin etkisiyle örtündüğünü söyleyenler ise, % 2.8’dir.

"Başörtüsü yasağı ile nerede karşılaştınız?" sorusuna % 50.5’i üniversitede, %
35.7’si ortaöğretimde cevabını vermiştir. "Yasak karşısında tepkiniz ne oldu?"
sorusunu % 71.8 "direnmeye karar verdim", % 8.7 "başımı açtım", % 11.1 "fazla
dirençli davranmadım" şeklinde cevaplamıştır.

"Yasak nedeniyle okul ya da iş ile başörtüsü arasında tercih yapmak zorunda
kalsanız ne yaparsınız?" sorusuna % 87 "kesinlikle açmam", % 5.7 "mecbur kalınca
geçici olarak açabilirim" % 0.3 "açarım" cevabını vermiştir.

"Başörtüsü yasağına karşı nasıl mücadele verilmelidir?" sorusunu % 79.6 "inanç
özgürlüğü çerçevesinde insan hakları mücadelesi verilmeli", % 16.6 "Müslüman
kimlik çerçevesinde siyasi mücadele verilmeli", % 3.1 "sadece yasal hakkımız
talep edilmeli", % 5.7 "mücadele etmek yerine gerekli düzenlemelerin yapılmasını
beklemeli" şeklinde cevaplandırmıştır.

"Dinin başörtüsü emri hakkındaki düşüncelerinize hangisi uygun düşmektedir?"
sorusunu % 85.6 "temel bir emirdir", % 0.7 "teferruattır, önemli değildir", %
12.5 "teferruattır, ama önemlidir" şeklinde cevaplamıştır.

"Sizce başörtüsü takmayan kadınlar da Müslüman mıdır?" sorusunu % 86.5 "dinin
akidevi ilkelerine inanıyorsa Müslüman’dır", % 6.1 "dinin temel bir emrine
uymadığı için Müslümanlığı tehlikededir", % 2.6 "Müslüman değildir" şeklinde
cevaplamıştır.

"Başörtüsü takmayan kadınların ahlaki durumu nedir?" sorusunu % 2.5 "tesettürsüz
dolaşmayı ahlaksızlık olarak değerlendiriyorum", % 56.4 "ahlak giyimden önce
tavır ve davranışlarda aranmalıdır", % 37.3 "tesettür genel bir ahlaklılık
kazandırmamaktadır, ama örtünmeyenler için bir şey söyleyemem" şeklinde
cevaplamıştır.

İnsan Hakları Kuruluşlarının Raporları

8) Uluslararası insan hakları örgütleri de başörtüsü nedeniyle bayanların temel
haklarını kullanmalarının engellenmesini insan hakkı ihlali olarak
değerlendirmektedir. Human Rigts Watch’dan başörtüsü ile ilgili
değerlendirmeleri talep edildiğinde, tarafımıza gönderilen metnin ilgili
kısımları aşağıya aktarılmıştır.

OSCE İstanbul Zirvesinin Arka Planı (Kasım 1999): Dini hakların kısıtlanmasının
(ifade özgürlüğünün daha ileri düzeye gelmesi sonucu) üzücü sonuçları, başörtüsü
ve türbanı toplum hayatında ve kamusal alanda yasadışı ilan eden bir kampanya
şeklinde tezahür etti. Geçen 3 yılda laiklik adı altında yürütülen işlemler,
binlerce bayan öğrencinin yükseköğretimden çıkarılmasına ya da okula devamlarına
araverilmesine, doktor ve hemşireleri de içeren kamu görevlilerinin işten
çıkarılmasıyla sonuçlandı.

Başörtüsü Üzerindeki Yıkıcı Kısıtlamalar (Türkiye İnsan Hakları ve Avrupa
Birliği Katılım Ortaklığından) (Eylül 2000):
Dini sebeplerle başörtüsü
kullanımını eğitim kurumlarında ve kamu kuruşlarında yasaklayan kampanya,
kesintisiz bir şekilde, Personelden Sorumlu Başkanlık tarafından da kuvvetle
desteklenerek devam etmekte, laiklik adına başlatılan kampanya binlerce dindar
Müslüman kadını geçici veya devamlı olarak eğitim almaktan mahrum ederken, diğer
bir kısmı ise sağlık ve eğitim sektöründe işlerinden çıkarıldılar.

Başörtülü kadınlar dini inanışlarının samimi bir ifadesi olarak bu giyim tarzını
benimsediklerini ifade ediyorlar. Toplum hayatında her hangi bir giysinin,
örneğin başını örten bir giyecek (kullanma ya da kullanmama)2 kararı kişisel
yapı ve dini inancın dışa yansıması olarak Avrupa İnsan Hakları Anlaşması 9. ve
10. maddeleri dahil olmak üzere çeşitli vesilelerle korunmuş bir haktır. Ve
ancak toplum düzeni, sağlığı ve ahlaki yapısı hakkında devletin yasaları bireyin
çıkarlarından daha ağır bastığında, bu haklar sınırlandırılabilir. Türkiye’de
öğrenciler ya da seçilmiş milletvekilleri tarafından başörtüsü kullanımı toplum
düzeni, sağlığı ve ahlaki yapısı üzerinde şu ana kadar bir tehdit oluşturmadı ve
bundan sonra oluşturabileceğini hayal etmek de oldukça zordur.

Katılım Ortaklığı Önerileri: Türk otoriteler yükseköğretimde öğrencilerin,
başörtüsü veya başı örtmeyi gerektiren dini kıyafetleri kullanmalarını
yasaklayan uygulamaları kaldırılmalıdır. Ve devlet memurları hakkındaki kılık
kıyafet kısıtlamalarının yeniden gözden geçirilmesi konusunda
yönlendirilmelidir. Mecliste seçilmiş milletvekillerinin kılık-kıyafetleri
hakkındaki kısıtlamanın hiç bir haklı gerekçesi olamaz. Bu koşul rapor ve
ajandada belirtilmektedir.

Türkiye’nin AB’ye Uyum Sürecinin Gelecek Basamağı İçin İnsan Hakları Gündemi
Özet Dosyası, Ocak 2003 ve 31 Ocak 2003 AB Troiko-Türkiye Toplantısının İnsan
Hakları Gündemi (Raporu):
Türkiye’deki diğer bir kronik insan hakları ihlali de,
dini inançları nedeniyle başörtüsü kullanan bayanların devletin eğitim
kurumlarını kullanmalarının yasaklanmış olmasıdır. Binlerce bayan öğrenci sadece
başörtüsü yüzünden orta ve yükseköğrenimden mahrum edilmektedir. Ayrıca,
görevleri sırasında başörtüsü kullanan bir çok öğretmen ve doktor da işlerini
kaybetmişlerdir.

Bir giyim tarzını seçmek veya seçmemek düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün bir
göstergesidir. Buna göre, Türk Devletinin başörtüsü konusundaki yasaklaması
Avrupa İnsan Hakları Anlaşmasının 9, 10 ve 14. maddelerinin ihlali olarak
düşünülmelidir. Bu maddeler, inanç ve ifade özgürlüğünü korumaktadır.
Ayrımcılığa karşı garanti altına almakta ve aynı maddeler Türk Anayasasının 90.
maddesiyle de uyuşmaktadır. Böylece, bunlar açık ve net olmayan konu ve
yönetmeliklerin yerini alabilirler. Aynı zamanda başörtüsü yasağı Uluslararası
Sivil ve Politik Hakları Sözleşmesinin 18 ve 19. maddesini de ihlal eder.
Sözleşmenin bu maddeleri ifade özgürlüğünü korur. Aynı şekilde, başörtüsü yasağı
eğitim hakkını garanti altına alan Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Özgürlükler Sözleşmesinin 13. maddesini de çiğnemektedir. Ve Türkiye bu her iki
sözleşmeye de imza koymuştur; fakat, ilgili uygulamalar hâlâ beklemededir.

Düşünce vicdan ve inanç özgürlüğü, kamu genel düzen, güvenlik, ahlak ve
sağlığını korumak ve diğerlerinin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına
almak amacıyla kanunla kısıtlanabilir. Üniversitelerdeki yasağı ele alacak
olursak, İnsan Hakları Sözcüsü öğrencilerin başörtüsü kullanmalarının
yasaklanmasında bir adalet görmemektedir. Kamu çalışanları ve memurlar için
uygulanan başörtüsü yasağının da bir temeli yoktur. Çünkü, sadece oldukça küçük
bir alanda başörtüsü kullanmak onların görevleri sırasındaki performanslarını
engelleyebilir.

Türk yetkililer, öğrenciler tarafından başörtüsü takılması veya diğer dini baş
sargılarının kullanılmasındaki yasağı kaldırmalıdır. Ve çalışma performansının
etkilendiği koşullar dışında memurlar için olan kılık-kıyafet kısıtlamaları da
kaldırmalıdır.

9) Türkiye genelinde faaliyet gösteren ve tüzüğünde de ifade ettiği gibi,
"demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışıyla yönetilen bir Türkiye’de
daha katılımcı bir demokrasinin yerleştiği, daha özgür kişi ve sivil toplum
örgütlerinin gerçek anlamda var olabildiği, düşünce üretip teklifler sunabildiği
veya bunu sivil ve kurumsal alanda yaşama geçirebildiği; gelir dağılımının
adilce paylaşıldığı; sosyal devlet olmanın gereği her vatandaşın devlet
imkanlarından eşit olarak faydalanabildiği; daha özgür, daha zengin, daha mutlu
insanların yaşadığı bir Türkiye’ye ulaşabilmeyi amaçlayan" Eğitimciler Birliği
Sendikası’nın İstanbul Şubesi, 1999 yılında İnsan Hakları Raporu yayımlamıştır.
Raporda, başörtüsü yasağının iç hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırı
olduğu maddelerle ortaya konmuş ve memurlar için sadece bir yönetmeliğe dayanan
müdahalenin insan hakkı ihlali olduğu beyan edilmiştir.

Raporda aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:

"Bazı kıyafetler, inançlı kimseler için dini bir gerekliliktir. Yaşadığımız
dünyada devletler nelerin dinen gerekli olduğunu belirleme hakkına sahip
değildir. Kişiler bir davranışın gerçekten dini bir gereklilik olduğuna
inanıyorsa, devlet bunu bir ‘dini gereklilik’ olarak kabul etmek zorundadır.
Anayasa’nın 24. maddesi herkesin dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip
bulunduğunu, ibadetlerin serbest olduğunu, kimsenin dini inanç ve kanaatleri
sebebi ile kınanamayacağını ifade etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
ise 9. maddesinde din hürriyetini; inanma, inancını açıklama, öğretme, ibadet
yapma ve dini pratize etme (yaşama), dini pratikleri ifa etme şeklinde
açıklanmıştır. Baş örtmenin dini bir vecibe olduğu, hem kişiler tarafından
benimsenmekte, hem de devletin bir anayasal kurumu olan Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından ifade edilmektedir.

Kılık Kıyafet Yönetmeliğine aykırı olarak kamu alanında başı açık değil de
kapalı olan bir öğretmene 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesine
göre verilecek ceza uyarı, tekrarında ise kınamadır. Bunun dışında cezai bir
hüküm yoktur. Hal böyle iken kişisel tercihleri sebebi ile başörtülü diye (fiil
ve davranışları memuriyete uymuyor gerekçesi ile) stajyer öğretmenlerin
memuriyetle ilişiği kesilmiştir. Asil öğretmenler ve diğer kamu personeline ise
maaş kesim cezaları, kademe durdurma cezası, görevden uzaklaştırma, görev yerini
değiştirme, görev yaptırmama, maaşını bloke etme, hastalandığında sevk vermeme,
meslekten almakla tehdit etme, istifaya zorlama, emirlere uymadığı gerekçesi ile
lüzumu muhakemeye sevk etme gibi zulüm boyutunu bulan insan hassasiyetine
yakışmayan gayri ahlaki ve gayri hukuki uygulamalar yapılmıştır. Kınamanın
dışında verilen bütün cezalar kanunsuzdur, her biri insan hakkı ihlali
niteliğinde suçtur.

"Buna rağmen sadece İstanbul’da bireysel ve dini tercihleri sebebi ile başlarını
örten öğretmenlerden; 107 stajyer öğretmenin görevine hiç bir yargı kararı
olmaksızın son verilmiştir. 245 öğretmene uyarı cezası, 65 öğretmene kınama
cezası, 71 öğretmene maaş kesim cezası, 20 öğretmene kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası verilmiştir. 243 öğretmen görevinden açığa alınmış, 41
öğretmen de ikinci kez açığa alınmıştır. 121 öğretmen bulundukları okullarında
kendilerine ihtiyaç olmasına rağmen başka ilçelerin okullarına sürgün edilmiş ve
gittikleri yerlerde AİDS’li hasta muamelesi görmüş, hakaretler yapılmıştır.
Onlarca öğretmene doktora gitmek için gerekli sevk verilmemiş, adeta hasta
olmaları yasaklanmıştır. 292 öğretmenin soruşturmaları devam etmektedir.
Soruşturmalar ön yargılı, yargısız infaza yönelik, politik yaklaşımlarla ve
hukuka göre değil, sorumlu amirin insafına göre yapılmaktadır. 72 öğretmen ilçe
yönetim kurulları tarafından lüzumu muhakemeye sevk edilerek adi suçlu
muamelesine tutulmuştur. 44 öğretmen de baskılar sonucu dayanamayarak istifa
etmek durumunda kalmıştır"3

9) Bu konuda, hükümet dışı, gönüllü bir insan hakları kuruluşları da değişik
zamanlarda yayımladıkları raporlar ya da basın açıklamalarında konuya yer
vermişlerdir. Bunlardan birisi de İnsan Hakları Derneği’dir. İslami hassasiyeti
bulunmayan İnsan Hakları Derneği, devletlerden, hükümetlerden ve siyasi
partilerden bağımsız bir sivil toplum kuruluşudur. İnsan haklarının
evrenselliğini ve bölünmezliğini savunmaktadır. Irk, dil, din, renk, cinsiyet,
siyasi görüş ve benzeri nedenlerle yapılan her türlü ayrımcılığa karşı mücadele
etmeyi ilke edinmiştir.

İnsan Hakları Derneği, 3 Mayıs 1999 tarihinde "Türban ve Yeniden Yaratılan Yapay
Krizler Üzerine" konulu basına yaptıkları açıklamada, bir insan hakları kuruluşu
olarak, konuya bakış açılarını ifade etmiştir:

"İHD, sembollere, giysilere ve tamamen formellik üzerine kurulu, sözde
çağdaşlık, uygarlık söylemlerine itibar etmemektedir. Ülkemizdeki hemen tüm
kurumlar, modern bir ülkede bulunan kurumlardandır. Ancak, bizler biliyoruz ki,
bu kurumsal yapılar, özü itibariyle demokratik standartlara uygun değildir.
Tümüyle tek bir düşüncenin egemen olduğu ve tek bir yaşam tarzının dayatıldığı
kurumlardır. Yargının bağımsızlığı sorunu da, üniversitelerin özerkliği sorunu
da, dernek, sendika, siyasal parti örgütlenmesi sorunları da, toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkı ve basın özgürlüğü sorunları da aynı tekçi ve formellik
üzerine kurulu dünya görüşünün topluma dayatılmasıdır. Topluma dayatılan fobiler
Komünizm, Şeriat ve Kürtçülüktür. Her yerde ve her davranışta bu üçlüden ya
hepsi ya da bazıları öne çıkarılıyor. Bu ise bize göre, yalnızca paranoyadan
ibarettir… İHD, başörtüsü sorununa bireyin özgürlük alanı açısından
bakmaktadır.

"Bir ülkeyi bölme, sistemi Ortaçağ’a götürme, kadın haklarının kazanımlarını yok
etme tehlikesi olarak görmüyoruz, başörtüsünü.

"Türkiye’nin sorunu, insan onuruna aykırı yasalar ve uygulamalar sorunudur.
Örnek olsun, herkesin ve bu arada cinsiyet ayrımcılığı da yaparak, ‘kadınlar
başlarını açacaktır ya da kapatacaktır’ şeklindeki bir yasa, insan onuruna
aykırı bir yasadır."

Aynı şekilde İHD; Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Alt
Komisyonunun, İmam Hatip Liselerinde başörtülü olarak girmelerine izin
verilmeyen öğrenciler hakkında bir rapor hazırlaması üzerine, konuyu tekrar
değerlendirmiştir:

"İnsan Hakları Derneği’ne göre, başörtü giyme yasağı veya giyimdeki
kısıtlamalar, genel ayrımcılık ve insanların özel yaşamlarına müdahale yasağının
ihlalidir.

Kamu, kişilerin giyinme tarzlarına müdahil olacak otoriteye sahip değildir.
İnsanların giyinme şekillerine veya görünüşlerine göre kamu hizmetlerini
kullanmasına izin verilmemesi ayrımcılık olarak kabul edilmelidir.

"Kadınlara karşı ayrımcılık olan bu gibi uygulamalar onların toplumda eşit
rollere sahip olmalarını ve sosyal yaşama eşit olarak katılmalarını
önlemektedir. İnsan Hakları çerçevesine göre, insanların özel yaşamları yahut
bireysel tercihleri, üzerlerinde baskı kurulması veya toplumsal ve politik
yaşamda yer almaları, haklarında ayrımcılığa maruz kalmaları anlamına gelmez.

I. Devlet adına hükümetin yasallığı konusundaki nihai kriter, devletin insan
haklarını koruma hususundaki sorumluluğudur.

II. İnsanların özel yaşamdaki ve sosyal yaşamdaki görünüşlerine ilişkin bireysel
tercihlerine müdahale etmek veya onları tercihlerini değiştirmesi noktasında
zorlamak yetkisine ne hükümet, ne de kamu sahiptir.

III. İdare ve yetkililer, bu gibi bireysel tercihlerinden dolayı tehditlerden
veya ayrımcılıklardan bireyleri korumak zorundadır.

IV. Eğitim hakkı, çalışma hakkı, bireysel hayatın gizliliği ve toplumsal yaşama
katılmak… tüm bu temel haklar istisnasız kabul edilmelidir.

V. Bireyin politik ideolojisi veya dininden dolayı haklarındaki veya
özgürlüklerindeki kısıtlamalar, bütün devletleri bağlayan, ayrımcılığın ortadan
kalkması ilkesinin karşıtıdır.

VI. Kızları veya kadınları eğitim, çalışma ve sosyal yaşama iştirak etme
haklarından giyim stillerine, başörtü giyip giymemelerine göre mahrum etmek,
devletin kişilerin bireysel gelişimlerinden önce engelleri ortadan kaldırma
sorumluluğuna aykırıdır; kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kalkması ilkesine
aykırıdır; kadınların insan haklarına ilişkin çalışmaların amacına aykırıdır."

İfade özgürlüğünü sınırsız ve koşulsuz olarak savunan, inanç özgürlüğünü de aynı
şekilde dokunulmaz bir hak olarak gördüğünü ifade eden İnsan Hakları Derneği her
sene "insan hakları ihlalleri raporu" yayımlamaktadır.4

2001 yılı raporuna göre, "inançları nedeniyle görevine son verilen, eğitimi
engellenen kişi sayısı 134’dür.

2002 yılı insan hakları bilançosuna göre ise, "inançları nedeniyle görevine son
verilen, eğitimi engellenen" kişi sayısı 368’dir; 17 öğretmen açığa alınmış, 296
öğrenci okuldan uzaklaştırılmış, 55 öğrenci hakkında dava açılmıştır.

Ocak-Mart 2003 Türkiye insan hakları bilançosuna göre, Yükseköğretim Kurumu
Disiplin Kurulunca hakkında soruşturma açılan öğrenci sayısı 153’dür,
cezalandırılan öğrenci sayısı ise 53’dür.

10) İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUM-DER), tüzüğünde
amacını, "insan haysiyetiyle ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan, bu sebeple de zulüm niteliği taşıyan; siyasi, ekonomik, sosyal,
hukuki, psikolojik, kültürel ve fiili her türlü engelin kaldırılması, zulme
uğrayan başta insan olmak üzere bütün varlıkların doğalarının korunması amacıyla
her türlü mücadeleyi vermek" olarak belirlemiş bir insan hakları derneğidir.
MAZLUM-DER, yaptığı açıklamalar ve hazırladıkları raporlarda başörtülü
bayanların eğitim ve çalışma hakkını kullanmalarının engellenmesinin insan hakkı
ihlali olduğunu beyan etmiştir.

Dernek her yıl insan hakları ihlalleri raporu yayımlamaktadır. 1998 yılında
Türkiye insan hakları ihlalleri raporunda; din özgürlüğü ihlalleri sayısı
26.669, görevden alınan, atılan, sürgün edilen memur sayısı 1.052, soruşturma
geçiren memur sayısı 7.126, başörtülü öğrenci sayısı 4.236, okula alınmayan ve
yok yazılan öğrenci sayısı 8.238, çeşitli cezalar alan öğrenci sayısı 1.573
olarak belirtilmiştir.5

2000 yılı içinde derneğe 500’ü aşkın başörtüsü ile ilgili şikayet ulaştığı beyan
edilmiştir. Bu sene "dini inanç, düşünce veya kanaatleri nedeniyle hakları ihlal
edilenler"in dağılımı; İmam-Hatip okullarında başörtüsü yasağı nedeniyle ulaşan
şikayetlerin sayısı 287, başörtüsü nedeniyle disiplin soruşturması geçiren İHL
öğrencisi sayısı 16, kılık-kıyafet nedeniyle soruşturma geçiren memur sayısı 96,
açığa alınan veya atılan memur sayısı 26, Açıköğretim kurumlarında başörtüsü
nedeniyle mağdur olan kişi sayısı 32 olarak gerçekleşmiştir.

2000 yılı İnsan Hakları raporunda, üniversitelerin hemen hemen tamamında
başörtüsünün yasaklandığı, sadece bir-iki üniversitede sınırlı olarak başörtülü
öğrencilerin eğitimlerine devam edebildiği ifade edilmiştir. Daha önce başörtüsü
yasağı uygulamayan bazı özel üniversitelerin, Yükseköğretim Kurumundan
kapatılmaya kadar varan tehditler nedeniyle bu yıl başörtüsü yasağını uygulamaya
başladığı, hatta bir çok üniversitede şapka, kapişon, bone vs. kıyafet giyen
öğrencilerin okullarına alınmadığı, Yükseköğretim Kurumunun yasağın kapsamını
genişlettiği ve tüm kampüs içinde, lojmanlarda dahi başörtüsünün giyilmeyeceğine
dair bir genelge yayınladığı açıklanmıştır. Dini öğrenim yapılan bir kurumda,
İlahiyat Fakültelerinde dini inançlarına uygun davranmanın yasaklandığı,
teolojik eğitim veren bir kurumda bu denli garip ve kabul edilemez yasağın
uygulanmasının hiçbir geçerli mazeret veya mantıki gerekçesinin olmadığı ifade
edilmiştir.

2000 yılı içinde başlatılan bir başka yeni yasağın, "bundan sonra ÖSS’ye
başörtülü fotoğrafın kabul edilmeyeceği ve sınavlara öğrencilerin başörtülü
olarak alınmayacağı" şeklinde uygulama olduğu açıklanmıştır. Üniversitelerdeki
yasaklar nedeniyle mağdur öğrencilerin bir kısmının yurtdışında eğitimine devam
etmek zorunda kaldığı, yurtdışında eğitim yapmanın ağır maddi külfeti
gerektirmesi nedeniyle, başörtüsü yasağından dolayı eğitimini yarım bırakmak
zorunda kalan ya da üniversiteye giremeyecek olan bir çok kız öğrencinin
yükseköğrenim umutlarının yarıda kaldığı, üniversitelerdeki başörtüsü yasağı
nedeniyle mağdur olanların sayısının 30 bin civarında olduğu ifade edilmiştir.

2000 yılında % 40 yoğunlukla dini eğitim verilen İmam-Hatip liselerinde
başörtüsü yasağının uygulanmaya başladığı, öğrencilerin başörtülü oldukları
gerekçesiyle okula alınmadıkları, tepkiler üzerine okula alınmalarından sonra da
derslere girdikleri halde başörtülü oldukları gerekçesiyle sınıfta bulunmalarına
rağmen yok yazma uygulamasıyla karşılaştıkları, halen bir çok İmam-Hatipte kız
öğrenciler okullarına devam etmelerine rağmen başörtülü oldukları için
haklarında disiplin soruşturmalarının sürdüğü, İstanbul’da üç İmam-Hatip
Lisesinde uygulanmaya çalışılan yasak ile yaklaşık üç bin öğrencinin 2000-2001
eğitim ve öğretim yılının ilk iki ayını okul kapısında, avluda veya öğretmensiz
olarak geçirdiği açıklanmıştır.

Özellikle, Milli Eğitim Bakanlığının yüzlerce öğretmeni, yasa ve usulü
çiğnenerek görevinden uzaklaştırdığı, pek çok öğretmenin istifa etmek zorunda
kaldığı, çok sayıda memurun açığa alındığı, haklarında disiplin
soruşturmalarının sürdüğü, hatta daha önce başörtüsü takmış olan bazı
öğretmenlerin peruk takmaları nedeniyle haklarında soruşturma açıldığı, bu
memurların çoğunun 8-10 yıldır bu şekilde görevlerine devam ettiği (bunların
arasında 18-20 yıllık memurlar bulunduğu) ve herhangi bir sorunla
karşılaşmadıkları halde, son üç yıldır yoğun ve sistematik bir şekilde yasak ve
baskı uygulamalarına maruz kaldığının tespit edildiği ifade edilmiştir.

2001 yılında yayımlanan insan hakları raporunda, üniversitelerde okula alınmayan
öğrencilerin 133, kaydı yapılmayanların 21, soruşturma geçirenlerin 318;
ortaöğretim kurumlarında ise, okula alınmayanların 61, disiplin cezası alanların
50, okuldan atılanların 81 olarak tespit edildiği; ortaöğretim sınavlarına
alınmayan İmam-Hatip Lisesi öğrencisi sayısının 55 olduğu; memurlar için ise,
soruşturma geçirip ceza alanların 154, memuriyetten atılanların 47 kişi olduğu
belirlenmiştir.

Raporda, 28 Şubat’tan sonra üniversitelerde başörtüsü yasağı uygulaması olmayan
üniversitenin neredeyse kalmadığı, dört yıldır aşama aşama sürdürülen yasakla
birlikte on binlerce öğrencinin mağdur olduğu, Yükseköğretim Kurumunun
baskılarına direnen birkaç özel üniversite ile Bilkent ve Boğaziçi
üniversitelerinde de yasağın uygulanmaya başladığı, İlahiyat Fakültelerinde
başörtüsü yasağı uygulandığı, Yükseköğretim Kurumunun başörtüsü yasağı
uygulamayan ya da uygulamakta yetersiz gördüğü üniversiteleri kapatmakla tehdit
ettiği, yüzlerce başörtülü öğrenciye disiplin soruşturması açması ve ceza
vermesine rağmen Fatih Üniversitesini cezalandırdığı ifade edilmiştir.

2001 yılında Türkiye’de okuma imkanları ellerinden alınan öğrencilere KKTC’de de
yasak geldiği, Yükseköğretim Kurumunun, Kıbrıs’taki üniversitelere de baskı
yaparak başörtüsü yasağı başlatmalarını sağladığı, buradaki başörtülü öğrenciler
Yükseköğretim Kurumunun gazabından kurtulmak için Türkiye ve KKTC dışındaki
ülkelere geçiş yapmak zorunda kaldığı ifade edilmiştir.

Başörtülü memurların bir kısmının istifa ederken, diğerlerinin de çeşitli
cezalara çarptırıldıktan sonra memuriyet ve görevlerinden atıldığı, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’na göre (125. maddesi) verilebilecek en ağır ceza
"kınama" olduğu halde, suçlamanın niteliğinin değiştirilerek "kurumun huzur ve
sükununu bozmak" iddiasıyla atılmaların sağlandığı, yapılan soruşturmaların
çoğunda memurun başörtülü olmasının yeterli görüldüğü, memuriyetlerine son
verildiği, bu nedenle perukla okula giren veya okul dışında başörtüsü takan
öğretmenlerin de cezalandırıldığı, soruşturmaların eksiklik ve usulsüzlüğü
yanında memurların çoğuna savunma hakkı gibi temel haklarını kullanmalarına da
imkan vermediği ifade edilmiştir. Bu yolla atılan öğretmenlerin sayısının
binlerle ifade edildiği açıklanmıştır. Sadece Eyüp İHL’de 2001 yılı içerisinde
atılan başörtülü öğretmenlerin sayısının 26 olduğu, atılan bu öğretmenlerin Din
Öğretimi Genel Müdürlüğüne bağlı olarak ve çoğu beş yıldan fazla bir süredir
görev yaptığı belirtilmiştir. Resmi kurumlardaki başörtüsü yasağı mağdurlarına
2001 yılında belediyelerin de katıldığı, İçişleri Bakanlığının emriyle valilik
müfettişlerinin belediyelerde denetim yaptığı ve başörtülü memurlara yönelik
soruşturmalar açıldığı beyan edilmiştir.

Sonuç ve Genel Değerlendirme

Örneklediğimiz araştırmalar, başörtüsünün Türkiye sınırları içinde yaşayan
insanlar tarafından ayrım veya baskı aracı şeklinde algılanmadığını, halkın
kıyafet problemi yaşamadığını ve yerel ya da uluslararası insan hakları
kuruluşlarının bu durumu bir insan hakkı ihlali olarak değerlendirdiğini
göstermektedir. Bu araştırma ve raporlar, başörtüsü yasağının toplum nazarında
bir karşılığının olmadığını da ortaya koymaktadır. Sonuçta, dini ve şahsi
düşünceleri ne olursa olsun, başını örten öğrenci ya da memur diğer bireyleri
somut olarak etkilememektedir. Genel olarak tüm anketlerde, öğrencilerin
isterlerse başlarını örtmesi gerektiğini düşünenlerin oranı % 70’i bulmaktadır.
Bu sonuç, oldukça yüksek bir oranı ifade etmektedir.

Türk toplumunda zaten aksi düşünülemez. Zira, yapılan yorumlar ne olursa olsun
aslında Türkiye’de, insanlar arasında başı örtülü-başı açık tartışması mevcut
değildir. İsteyen istediği kıyafeti giyerken, diğerleri üzerinde herhangi bir
etki ya da baskı oluşturmamaktadır. İnsanlar arasında inanç ve düşünce farkı
olması normaldir. Herkesin aynı görüş, düşünce, inanç, dil, din, renk ve
kültürde olmasını beklemeye imkan yoktur. Önemli olan husus, farklı inanç ve
düşünce sahiplerinin birbirine hoşgörü ve saygı göstermesi, çoğunluğa saygı ve
farklılıkların yaşayabilmesi için ortam oluşturmaktır. Türkiye’de farklı inanç
sahiplerinin de, farklı kıyafet biçimini tercih eden bayanların da aynı aile
içinde bulunduğu gibi sosyal hayatın tüm alanlarında bir arada yaşayabilmeleri,
halk nazarında bir problem olmadığını ortaya koymaktadır.

Aslında, toplumun bireyleri açısından bir sorun bulunmamakta olup, hiç kimse bir
bayanın başını örtmesini kendi hakkına müdahale edildiği şeklinde
değerlendirmemektedir. Bunun en büyük kanıtını da bu çalışmada alıntılanan
anketlerdeki veriler ve insan hakları kuruluşlarının raporları oluşturmaktadır.

Dipnotlar

1. Araştırma 3-5 Mayıs 2003 günleri arasında Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde,
38 il ve 128 ilçe ile bunlara bağlı 157 mahalle ve köyde gerçekleştirilmiştir.
18 yaş ve üzeri seçmen nüfusunu temsil eden 927’si kadın toplam 1881 denekle,
"hanede yüz yüze görüşme" yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Örneklemin
seçilmesinde çok aşamalı -tabakalı- tesadüfi yöntem, görüşülecek deneklerin
belirlenmesinde de cinsiyet ve yaş kotası uygulanmıştır.

2. Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) bazı ülkelerde kadınların
giyimleri konusunda yapılan kısıtlamaları ve bunları uygulayan politikaları
kınadı.

3. Belirtilen rakamlar sadece İstanbul için tespit edilen 1999 yılına ait
rakamlardır. Bilindiği kadarıyla 1998 yılında başörtüsü yasağı başladığında
sadece İstanbul’da 700 tane başörtülü öğretmen bulunmaktadır. Türkiye çapında
5000-6000 civarında başörtülü öğretmenin senelerdir çalıştığı, soruşturmalar
başladığında bunların % 70’inin istifa etmek zorunda kaldığı ya da devlet
memurluğundan çıkartıldığı, % 30’nun peruk takmak ya da tamamen başını açmak
suretiyle din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği tahmin edilmektedir.

4. Bu raporlar İHD Genel Merkezi Basın-Yayın Dokümantasyon Birimi’nce, günlük ve
haftalık basın, İHD şube raporları ve derneğe yapılan yazılı ve sözlü başvuru ve
bilgilerden yararlanılarak hazırlanmaktadır.

5. Bu bilgiler sadece MAZLUM-DER İstanbul Şubesine ve 2000 yılı içinde yapılan
şahsi başvurularla ilgili olup rakamlar derneğe yapılan müracaat sayısını ifade
etmektedir.