The Ideal of The Unity of Islam Today
A. İslâm Birliği Gerekli midir?
Günümüz dünyasında siyasî yapı, ulus devletten bölge merkezli birliklere
doğru kaymaktadır. Avrupa devletleri bir an önce Avrupa Birliği’ni tamamlamak istemekte,
Rusya ise elinden kaçırdığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni, Bağımsız
Devletler Topluluğu şeklinde yeniden inşa etmiş bulunmaktadır. Diğer taraftan dünyanın
uyanan devi Çin, Þanghay’da beşli oluşturmakta ve dünya üzerindeki etkinliğini günden
güne arttırmaktadır. Dünya bu istikamete doğru giderken Türkiye Avrupa Birliği bünyesinde
yer almaya çalışmaktadır. Türkiye’nin bu birliğe girmesi, onun siyasî, hukukî ve
iktisâdi problemlerinden bazılarının çözümüne yardımcı olabilir; ancak bu birliktelik
onu İslam dünyasından uzaklaştırmamalıdır.
Türkiye iyi-kötü kendisi için sakin bir liman bulabilir. Ancak,
diğer İslâm ülkelerinin bu kadar şanslı olduğunu söylemek mümkün değildir? Ayrıca
günümüz Müslümanlarının üçte biri, çoğunluğu Müslüman olmayan devletlerin vatandaşı
olarak yaşıyor. Dünya üzerinde görülen zulüm ve haksızlığın kısm-ı âzamı Müslümanlar
üzerinde gerçekleşiyor. Doğu Türkistan’da Çin işkencesi, Filistin’de Yahudi katliâmı,
Irak ve Afganistan’da Amerikan ve İngiliz entrikaları neticesinde her gün yüzlerce
insan ölüyor. Ölenin arkasından akan gözyaşı, ölünün kanından az değildir.
Diğer taraftan pek çok İslâm ülkesinde iç kavgalar durmak bilmiyor.
Bu kanı ve kavgayı kim durduracak? Bu zulüm ve kötülükleri durdurmak öncelikle Müslümanların
görevidir. Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: “Mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle
kavga ederlerse aralarını düzeltip onları barıştırın. Eğer bunlardan biri söz dinlemezse
ve diğerine saldırırsa, saldıran taraf ile Allah’ın emrine boyun eğinceye kadar
savaşın. Þayet saldırganlıktan vazgeçerse, iki tarafın arasını adaletle düzeltip
barışı sağlayın ve sakın adaletten ayrılmayın. Þüphesiz Allah âdil davrananları
sever” (Hucurât, 49/9). Dinî açıdan bu yükümlülük, farz-ı kifaye hükmündedir.
Bir ülkenin, başka bir ülkenin iç kavgalarına müdahale etmesi o
ülkenin iç işlerine karışmak anlamına gelir. Ancak, Birleşmiş Milletler’in bazı
müdahalelerinde olduğu gibi, bu müdahale o ülkenin bütünlüğünü korumak ve birliğin
zülüm olarak kabul ettiği saldırıları durdurmak için yapılırsa bu haklı bir müdahale
olur. Bu müdahalenin Birleşmiş Milletler’den önce diğer İslâm ülkeleri adına İslâm
Birliği yapabilir. Birleşmiş Milletler’in beş daimî üyesinin veto hakkı bulunması
pek çok haksızlığın devam etmesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla İslâm ülkelerindeki
zulüm ve haksızlıkların önlenmesi için Müslüman ülkelerin birleşip bir İslâm Birliği
kurmaları zaruret derecesinde bir vazife haline gelmiştir. Esasen burada sözünü
ettiğimiz müdahale en son yapılacak olan şeydir. İlk önce yapılması gereken husus
ise, İslâm Birliği’nin bir heyet marifetiyle arabuluculuk görevini ifa etmiş olmasıdır.
Yine günümüzde Müslümanların en önemli problemlerinden biri, ekonomik
sıkıntılardır. Halbuki Müslüman ülkeler, arasındaki ekonomik ilişkileri en yüksek
seviyeye çıkarsalar, birçok ülkenin ekonomik problemleri kendiliğinden sona erer.
Bu ilişkilerin tesis edilmesi için de, bir üst örgüte ihtiyaç olduğu açıktır.
Diğer taraftan Müslüman ülkelerin tarihi ve kültürü genellikle ortaktır.
Geçmişte Anadolu insanı, Ankara ve İstanbul’a gider gibi, Þam, Bağdat ve Kahire’ye
giderdi. Birçok insanın buralarda akrabası vardı. Irak’ın, Suriye’nin, Mısır’ın
tarih ve kültürünü Türkiye’den ayırmak mümkün değildir. Tarih ve kültür birliği
İslâm Birliği’nin tesis edilmesini gerektirmektedir.
İşte bütün bunların gerçekleşmesi için İslâm Birliği’ni oluşturmak
Müslümanların acil görevleri arasından yer almaktadır.
B. İslâm Birliği’nin Kurulması Mümkün Müdür?
İslâm’ın en mükemmel tevhid dini olması, bütün Müslümanların kardeş
sayılması, ekonomi, eğitim, etnik köken gibi durumlardan kaynaklanan farklılaşmanın
üstünlük ideolojisine dayanan bir sınıflaşma değil eşitlik ilkesine dayalı sosyal
farklılaşmadan ibaret sosyolojik bir yapı olarak görülmesi, İslâm milletlerinin
geçmişten günümüze neredeyse kesintisiz olarak Emevî, Abbâsî, Selçuklu ve Osmanlı
şemsiyeleri altında birlik içinde gelmiş olmaları gibi hususlar dikkate alındığında,
teorik olarak “birlik yapısı”na en uygun devletlerin İslâm ülkeleri olduğu söylenebilir.
Ancak Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte bu coğrafyada ortaya çıkan devletlerin aralarındaki
ekonomik ve siyasî münasebetlere bakıldığında, bu birliğin neredeyse imkansız olduğunu
söylemek de mümkündür. Ayrıca Afganistan, Pakistan, Irak, Lübnan, Filistin gibi
ülkelere bakıldığında geniş kapsamlı bir İslâm birliğinin düşünülmesi bir yana,
bu ülkelerin kendi iç bütünlüklerini dahi sağlayamadıkları müşahede edilmektedir.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda çok uzun olmayan bir gelecekte
İslâm Birliği’nin kurulması mümkün müdür?
Sosyolojik şartlar dikkate alındığında bugünden yarına bir İslâm
Birliği’nin kurulabileceğini söylemek hayalden başka bir şey değildir. Ancak İslâm’ın
özündeki birlik inancına ve tarihsel tecrübeye bakıldığında çok uzun olmayan bir
vadede bunun gerçekleşmesinin mümkün olduğu söylenebilir. Bu birlik, geçmişte birkaç
kez oluşturulduğuna göre benzeri şartlar tahakkuk ettiği takdirde eskiye benzer
bir birliğin yeniden kurulması mümkün görünmektedir. Burada incelenmesi gereken
üç husus vardır. Birincisi, geçmişte bu birliği oluşturan şartlar nelerdi? İkincisi,
günümüzde aynı şartların tahakkuk etmesi mümkün müdür? Üçüncüsü ise geçmişe nisbetle
günümüzde veya yakın gelecekte İslâm birliğinin kurulması için yeni şartlar gerekli
midir?
Başlangıçta İslâm devleti tek bir devlet olarak doğmuştu. Râşid
Halifeler ve Emevîler bu devleti tek bir devlet olarak taşımaya devam ettiler. Abbâsîler
dönemine gelindiğinde Endülüs’te ikinci bir İslâm devleti oluşmuşsa da Abbâsî devletinin
genişliği yanında bu küçük bir devlet sayılıyordu. Bununla birlikte ticarî ve kültürel
açıdan iki devlet arasında herhangi bir problem olmadığı gibi, belli seviyede bir
dayanışma dahi vardı. Abbâsîler orta dönemlerine kadar tek başına hakimiyetlerini
devam ettirmişler, bundan sonra çeşitli sultanlıklar yine Abbâsilere bağlılıklarını
ifade ederek bir nevi gevşek bir federe devlet şeklinde İslâm birliğini devam ettirmiştir.
Moğol işgaliyle Abbasîlerin sonu gelince bir müddet çeşitli sultanlıklar ve beylikler
varlıklarını müstakil olarak devam ettirmiş olsa da bunlar arasından Osmanlılar
durumu toparlamış ve Yavuz’la birlikte İslâm birliğini tekrar kurmuşlardır. Ancak
Osmanlılar İran’dan öteye gidememişlerdi. Osmanlıların birliği sağlamadaki başarısı
daha çok gücünden kaynaklanıyordu. Beylik ve sultanlıklar Osmanlı bünyesine genellikle
savaş yoluyla dahil edilmişti.
Günümüzde Abbâsî ve Osmanlı örneklerinin tekrar edilmesi mümkün
görünmemektedir. Abbâsîler devleti tek devlet olarak devraldılar ve öyle de götürdüler.
Günümüzde nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan kırk dolayında devlet vardır. Bunların
tek elden bir yere teslimi veya devri asla mümkün değildir. Yine günümüzde, Osmanlılarda
olduğu gibi güç kullanmak suretiyle bir devletin başka bir devleti kendine bağlaması
da mümkün değildir. Geriye kala kala bu işin anlaşma yoluyla isteyerek gerçekleşmesi
kalmaktadır. İşte bu durum, günümüzde İslâm Birliği’nin kurulması için gerekli olan
yeni şartıdır. Özü itibariyle İslâm’ın birlikten yana olması, bu özün tekrar yakalanmasını
mümkün kılarak muhtemel İslâm Birliği’nin önünü açmaktadır.
C. Günümüzde Birlik Oluşturmanın İki Yolu
Günümüzde devletlerin birlik oluşturmaları iki şekilde olmaktadır:
Birinci olarak, güçlü bir devlet kendisinden çok düşük konumda olan komşularını
biraz tehdit ederek, biraz da bazı vaatlerde bulunarak onları kendi liderliğinde
bir birlik kurmaya zorlar; böylece yarı rıza yarı ikrah yoluyla bir birlik oluşur.
Dağılan Sovyetler Birliği bunun en açık örneğidir. Böyle bir birleşmede lider devlet
diğer küçük devletleri sömürmekle birlikte devlet olarak onların korunmalarını,
hatta eğitim ve sanayi gibi en önemli ihtiyaçlarını da tekeffül etmiş sayılır. Lider
devlet dış görünüş itibariyle istediğini yaptıran bir pozisyonda bulunmakla birlikte
diğer devletlerin ihtiyaçlarını da tekeffül ettiğinden bu yükü uzun süre götürmesi
zor olur. Nitekim Sovyetler Birliği’nin ömrü uzun olmamıştır.
İkinci olarak, ekonomik seviye ve kültürel özellikler bakımından
birbirlerine yakın olan devletler, anlaşmak suretiyle bir birlik oluşturur. Bunun
en uygun örneği Avrupa Birliği’dir. Bu tür birleşmelerde bazı daha büyük devletler
liderlik rolünü üstlenmeye kalkışsalar da bunu tam olarak gerçekleştiremezler. Üye
devletlerin fazlalaşması oranında birlik zayıflar. Netice itibariyle bu devletlerin
birbirleriyle olan siyasi, iktisadi, hukukî ve kültürel ilişkileri birliğe üye olmayan
diğer devletlerden daha fazla olur ve dışa karşı da birbirlerini desteklemiş olurlar.
Daha zengin ülkeler önce bir miktar fedakârlık yapmış olsa da, sonuçta bu birlikten
hepsi kârlı çıkarlar.
İslâm ülkelerinin içinde diğerlerine baskı uygulayabilecek güç ve
zenginlikte herhangi bir devlet mevcut olmadığı için, birinci şekilde birlik kurulması
mümkün görünmemektedir. İkinci şekildeki birleşmelerin de zor olduğu ortadadır.
İslâm ülkelerinden bazısı aşırı zengin, bazısı ise aşırı fakirdir. Fakir devletler
birlik kurmayı arzu edebilirler; onların bu birlik sebebiyle kaybedecekleri bir
şeyleri olmayacağı gibi, üstelik çok şey kazanabilirler. Zengin ülkeler ise birleşme
neticesinde ellerindeki zenginlikleri diğer fakir ülkelerle paylaşmak zorunda kalacaklarından
birlik kurmaya yanaşmak istemezler. İslâm ülkelerinin ekonomik açıdan çok farklı
seviyelerde bulunmaları birleşmenin en büyük engelidir. Birleşme evlilik gibi şeydir.
Evlilikler, denk kişiler arasında gerçekleşirse uzun ömürlü olur.
D. İslâm Birliği’ni Oluşturmanın Engelleri
İslâm ülkeleri birlik oluşturmak için takip edilen iki yolun dışında
başka engellerle de karşı karşıyadır.
1. Otoriter idareciler
Birleşmenin gerçekleşebilmesi için üye ülkelerin demokratik bir
yapıya sahip olmaları gerekir. Halbuki İslâm ülkelerinin bir çoğunda otoriter idareciler
hakimdir. Bu idareciler, sıkı bir birliğin ülkelerinin lehine olacağını bilseler
de, otoritelerinin zayıflamasına veya kaybolmasına sebebiyet vereceği zehabına kapıldıklarından
birlik taraftarı olmazlar. Esasen bu tür idarecilerin çoğu, fakir ülkelerin yöneticileridir.
Bu yöneticiler şahıs, aile ve grup çıkarlarını öncelediklerinden ülkelerinin sıkıntılarına
aldırış etmezler.
2. Mezhep taassubu
Bazı İslâm ülkelerinde devletin resmî ideolojisini belli bir mezhep
anlayışı oluşturur. Meselâ İran’da Þîîlik, Suudî Arabistan Vehhâbilik bu devletlerin
resmi mezhepleri olup, yönetim sistemleri bu mezheplere uygun olarak düzenlenmiştir.
Ayrıca bu devletler kendi mezheplerine taassup derecesinde bağlı olduklarından diğer
mezhepleri baskı altında tutmaktan da geri durmazlar. Bunlar İslâm’ı muayyen bir
mezhep çerçevesinde anlarlar.
Devlet sistemlerini belli bir mezhebe göre düzenlemiş olan devletler,
bu mezhebin diğer İslâm ülkelerinde yaygınlaşmasını istemekle birlikte, geniş bir
İslâm birliğinin kurulması halinde buna güçleri yetmeyip, tersine zaman içinde kendi
mezheplerinden fedakârlık yapmaları gerekeceğinden mezhep taassubu sebebiyle öncelikle
kendilerini muhafaza etmeyi düşünürler ve geniş bir İslâm birliğine taraftar olmazlar.
Bu tür devletler daha çok kendilerinin hakim olacağı küçük birliklerden yana tavır
koyarlar.
3. Rejim kaygısı
Rejim bakımından İslâm ülkelerini, belli bir mezhep çerçevesinde
bile olsa dini ilkelere göre yönetilenler, medenî hukukta dinî ilkelere saygı gösterip
kamu hukukunda Batılı anlayışı tercih edenler, hem özel hem kamu hukukunda Batılı
anlayışı tercih edenler şeklinde üç ana grupta toplamak mümkündür. Bazı devletler
sahip oldukları sistem ve rejim konusunda aşırı taassup gösterip, diğer idare şekillerinin
büyük yanlış olduğu kanaatindedirler. Dolayısıyla bu devletlere göre rejimleri kendilerine
uymayan devletlerle herhangi bir birlik kurmak asla doğru değildir. Geniş bir İslâm
birliğinin kurulması karşısında en büyük engellerden biri de bu düşüncedir. Bu tür
devletler birliğin kurulması halinde rejimlerini kaybedecekleri korkusunu yaşarlar.
4. Irkçılık ve kabilecilik
Irkçılık ve kabilecilik İslâm’ın kesin olarak reddettiği düşünceler
arasında yer almakla birlikte, bu düşüncelerin bir çok İslâm ülkelerinde hakim unsur
olduğu da bir gerçektir. Birçok yönetim, belli bir ırkın veya bir kabilenin menfaatlerini
koruma ve onu yüceltme esası üzerine kurulmuştur. Durum böyle olunca aynı ülkedeki
başka ırk ve kabilelere karşı temel insan haklarıyla ilgili birçok haksızlık yapılmaktadır.
Geniş kapsamlı bir İslâm Birliği’nin kurulması halinde bu devletler hem kendi ırk
ve kabilelerini eskisi kadar yüceltemeyecekler, hem de diğer ırk ve kabilelere baskı
yapamayacaklardır. Irkçı bir idare tarzını benimsemiş olanlar bazen aynı ırkın farklı
boyları karşısında dahi kendilerini koruma bahanesiyle zaman zaman şartlarla savaşırcasına
lüzumsuz tedbirlere başvurmaktadırlar. Başka ülke vatandaşlarıyla evlenen kadınların
kocalarına oturum izni ve vatandaşlık hakkı vermemek gibi.
Irkçı ve kabileci yaklaşımlar geniş çaplı bir İslâm birliğinin kurulması
karşısında önemli bir engel olduğu gibi, ülke içinde de huzurun sağlanması konusunda
büyük bir problem teşkil etmektedir.
E. İslâm Birliği İçin Yapılması Gerekenler
1. Birlik kurma engellerinin aşılması
Birlik kurmanın engellerinin otoriter idareler, mezhep taassubu,
rejim kaygısı, ırkçılık ve kabilecilik olduğunu söylemiştik. Birinci derecede yapılması
gereken iş, otoriter idarelerin yıkıcı olmamak kaydıyla içeriden ve dışarıdan yapılan
faaliyetlerle yavaş yavaş demokratikleşmesini sağlamaktır. Belli bir mezhebi esas
alan idarelerde mezhep taassubunu İslami ilkeler çerçevesinde kaldırmak, rejim kaygısı
olan idarelere bu sebeple insanların temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı faaliyetlere
girmemelerini temin etmek, ırk ve kabile asabiyetine dayanan idare şekillerini yumuşatmak
birlik kurmanın önündeki engelleri kaldıracaktır. Bu engeller ortadan kalkmadıkça
veya yumuşamadıkça, İslâm Birliği’nin kurulması mümkün görünmemektedir.
2. Ekonomik seviyelerin dengelenmesi
Bir İslâm Birliği kurulacaksa hiç şüphesiz bu birlik, anlaşmalar
yoluyla kurulacaktır. Bazı farklılıklara rağmen İslâm devletleri kültürel açıdan
birleşmeye hazır olup, bu konudaki en büyük engel ekonomik seviye farklılıklarıdır.
İslâm ülkeleri arasında daha sıkı bir birliğin kurulabilmesi için mutlaka ekonomik
olarak da birbirlerine yakın seviyelere gelmeleri lazımdır. Zengin ülkeler fakir
ülkelere destek olursa, aslında kendi geleceklerini de inşa etmiş olurlar.
3. Komşularla iyi geçim
Her devletin, halkı Müslüman olsun veya olmasın, komşularıyla iyi
geçinmesi ve aralarındaki problemleri en aza indirmesi bir dış politika ilkesi olması
gerekir. Þüphesiz devletler arası anlaşmazlıklar çok eskiden beri vardır. Problemlerin
çoğu da geçmişten günümüze intikal eden problemlerdir. Ancak günümüzde ara bozucu
konulardan ziyade her iki tarafa fayda verecek konuları gündeme taşımak gerekir.
İki kişinin küs durması her ikisine de fayda vermeyeceği gibi, iki devletin münasebetlerini
asgarî düzeyle tutmaları da hiç birisine fayda sağlamaz. Düşmanlıkların gündeme
getirilmesi ise, bazı kişi veya grupları iktidara getirmekten veya iktidarda kalmalarını
sağlamaktan başka bir işe yaramaz.
4. İnsan haklarını merkeze alan bir anlayışın geliştirilmesi
Gerek iç huzurun sağlanması gerekse birlik oluşturma esnasında,
temel insan hakları merkeze alınmalıdır. Birikmiş problemlerin çözümü dahi ancak
bu yolla mümkün olacaktır. Bunun yanında ayırıcı ve dışlayıcı konularda ısrar edilmesi
her zaman sıkıntıya sebebiyet verecektir.
5. İslâm’ın birleştirici unsurlarının öne çıkarılması
Birlik kurmada inanç, tarih ve gelenekler büyük ehemmiyet taşırlar.
Þüphesiz Avrupa Birliği’nin oluşmasında Hıristiyanlık ve onların tarihsel tecrübesi
birleştirici ve bütünleştirici rol oynamıştır. İslâm Birliği’nin oluşturulmasında
da İslâm’ın birleştirici özellikleri ve tarihsel tecrübeler mutlaka ön plana çıkarılmalıdır.
İslâm ülkeleri geçmişte nasıl Abbâsî, Selçuklu, Osmanlı şemsiyeleri altında bir
birlik oluşturmuşlarsa, bugün de kapsayıcı bir birlik oluşturabilirler. İslâmî değerler,
birliğin kurulmasında çimento vazifesi görecektir.
F. İslâm Konferansı Teşkilatı’nın Daha Etkin Hale Getirilmesi
Günümüzde kurulması düşünülen İslâm Birliği, Avrupa Birliği’nde
olduğu gibi bir siyasî birlik olamaz. Avrupa Birliği dahi siyasî bir birlik için
yola çıkmamıştı. Önce Demir-Çelik Birliği oluşturuldu; sonra bu birlik Avrupa Ekonomik
Topluluğu’na çevrildi; daha sonraki dönemlerde bu topluluğun üyeleri arttırıldı;
son aşamada ise Avrupa Topluluğu siyâsî birliği teşkil edildi.
İslâm Birliği daha çok kültürel ve ekonomik bir birlik olarak kurulmak
zorundadır. Siyasî olarak sadece dış olaylar karşısında İslâm ülkelerini ilgilendiren
konularda birliği sağlamak maksadıyla nasıl davranılacağına dair bazı kurallar konulmalıdır.
Kültürel ve ekonomik anlamda bile olsa bir İslâm Birliği, kolay
kolay hiçbir İslâm ülkesinin cesaret edemeyeceği bir teşebbüstür. Kanaatimce günümüzde
İslâm Birliği’ne giden yol, İslâm Konferansı Teşkilatı’ndan geçer. Dolayısıyla İslâm
Konferansı Teşkilatı çok iyi korunmalı ve faaliyetleri günden güne daha etkin hale
getirilmelidir.
Türkiye ve İran’ın içinde yer almayacağı bir birlik noksan olur.
Kasr-ı Þirin anlaşmasından beri Türkiye ile İran problemsiz bir şekilde iki komşu
devlet olarak günümüze kadar dost kalabilmişlerdir. Her ne kadar bu süreç içinde
ilişkiler bir nevi askıya alınmışsa da, iki devlet arasında şu an için ileride problem
olacak meselelerin bulunmaması son derece önemlidir. Arapların İslâm dünyasını toparlamaları
bir yana, bir şekilde kurmayı başardıkları Arap Birliği Örgütü’nü dahi işletemedikleri
ortadadır. “Araplar ittifak etmemek üzere ittifak ettiler” sözü öteden beri meşhur
olmuştur. Koca Sünnî dünyanın İran’ın etrafında birleşmesi de mümkün değildir. Olsa
olsa bu birlik, Türkiye ve İran’ın ağırlıklarını koyması neticesinde gerçekleşebilir.
Dolayısıyla şu anda Türkiye ve İran’ın ilişkilerini canlı tutup, her birinin diğerinin
aleyhine olacak faaliyetlerden kaçınması lazımdır.
Birliği’nin oluşturulması için hem aşağıdan hem yukarıdan birleştirici
faaliyetlerde bulunmak gerekir. Aşağıdan yapılacak birlik faaliyetleri iki veya
daha fazla ülke arasındaki yapılan birlikteliklerdir. Bir zamanlar Türkiye–İran–Pakistan
arasında oluşturulan CENTO ile Türkiye–Irak–Pakistan arasında kurulan Bağdat Paktı
bunun en iyi örnekleridir. Arap devletleri arasında da zaman zaman bazı birleşmeler
olmuş, fakat bunların hiçbiri korunamamıştır. CENTO gibi birlikler bir sonuç doğurmuyor
diye ilga edilmiştir. Arap Birliği Örgütü de şimdiye kadar elle tutulur bir başarı
sağlayamamış olmakla birlikte, mevcudiyeti korunmalıdır. Bir birliğin belli süreçte
başarılı olmaması, sonraları da başarılı olmayacağı anlamına gelmez. İlga edilmek
yerine askıya alınmaları daha iyi olur. CENTO’nun ilga edilmesi tarihî hatalardan
biridir. Eğer aynı teşkilat bugünlerde ayakta kalmış olsaydı, muhtemelen çok güzel
şeyler yapılacaktı. Ancak bugün bir CENTO’yu kurmaktan bile çok uzağız.
Yukarıdan yapılan faaliyetler İslâm Konferansı Teşkilatı yoluyla
yapılan faaliyetlerdir. Þimdilik İslâm Konferansı Teşkilatı son derece zayıf bir
birliktir. Ancak Avrupa’nın Demir-Çelik Birliği, bir gün Avrupa Topluluğu’na dönüştüğü
gibi İslâm Konferansı Teşkilatı da bir İslâm Birliği’ne dönüşebilir.
G. Avrupa Birliği ve İslâm Birliği Dengesi
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girerken dikkat etmesi gereken en
önemli husus, bu birliğin ileride İslâm ülkeleriyle birlik kurmasına engel teşkil
etmemesidir. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmelidir; ancak bu birliğin onun elini
kolunu bağlamasına da izin vermemelidir. Her ne kadar ufukta bir İslâm Birliği görünmese
de bu birliğin kurulması Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinden çok daha önemli
olacağı için Türkiye, Avrupa Birliği ile yapacağı anlaşmalarda bu durumu her zaman
dikkate almak zorundadır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği açısından önemi yine bir İslâm ülkesi
olmasında aranmalıdır. Onlara göre Türkiye’nin iki açıdan stratejik önemi vardır.
Birinci olarak Türkiye Avrupa Birliği ülkelerinin diğer İslâm ülkeleriyle olan ilişkilerinde
aracı bir ülkedir. İkinci olarak Türkiye İslâm Birliği’nin kurulmasında öncü bir
rol oynayabilir. Bu yüzden her zaman onu kapının önünde tutmak, gerektiğinde de
biraz içeri almak lazımdır.
Sonuç
İslâm Birliği’nin kurulması İslâm ülkeleri için bir zarurettir.
Bu birliğin kurulmasında en büyük rolü İslâm Konferansı Teşkilatı üstlenmelidir.
Bu ittifak siyasî bir birlik olmayıp neticede serbest dolaşımın da sağlandığı ekonomik
ve kültürel ilişkileri en yüksek seviyeye çıkaran gevşek bir birlik olmalıdır. Bunun
yanı sıra bu birlik, gerek içeriden gerek dışarıdan gelen hak ihlallerine karşı
hakemlik görevini ifa etmelidir.
Öz
Bugün İslâm ülkelerinin içinde bulundukları iktisadî, hukukî ve
siyasî durum İslâm Birliği’nin kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Günümüzde İslâm
Birliği’nin kurulması için pek çok engel bulunmakla birlikte İslâm’ın özü itibariyle
birlikten yana olması ve Müslümanların da geçmişte büyük birlikler oluşturması günümüzde
de böyle bir birliğin kurulabileceğini göstermektedir.
İslâm Birliği siyasî bir örgüt olarak değil, daha çok ekonomik ve
kültürel bir birlik olarak kurulmalıdır. Bunun yanı sıra birlik, gerek içeriden
gerek dışarıdan gelen hak ihlallerine karşı hakemlik görevini ifa etmelidir.
Bu birliğin oluşmasında öncü rolü İslâm Birliği Teşkilatı üstlenmelidir.
Türkiye, İran, Mısır, Endonezya gibi ülkeler bu birliğin kurulmasında ve devamında
en önemli ülkeler olduklarından öncelikle bu ülkelerin bir araya getirilmesi ve
böyle bir birlik için yeni adımların atılması gerekir.
Anahtar Kelimeler: İslam Birliği, İslam Birliği Teşkilatı, Avrupa
Birliği, demokratikleşme, otoriter idareciler, mezhep taassubu, ırkçılık
Abstract
Today, the eonomic, juristic and political situation which Islamic
Countries are in now, makes it necessary to constitute the Unity of Islam. However
today there are many obstacles fort he Unity of Islam, the case of that Islam supports
unity and the big unities that Muslims constituted in the past, shows that it is
possible to do the same today.
The Unity of Islam must be constituted as not a political organization,
but a much economic and cultural unity. Moreober, the unity must take on being a
referee against the right violations coming from both and inside and outside.
The Unity of Islam Organisation must take on this responsibility
as a leader. Since the countries such as Turkey, Iran, Egypt and Indonesia are the
most important countries in terms of constituting and keeping this unity, firstly
they must come together and take a new step for such a unity.
Key Words: The Islamic Unity, The Islamic Unity Organisation,
European Union, racism, being democratic, authoritarian governers, religious sect
fanaticism.