Three Life Periods of Bediuzzaman

Bediüzzaman Said Nursi, insanlığın önemli dönüşümler geçirdiği bir
dönemde, bu dönüşümleri fikirleriyle yorumlayan ve aksiyonlarıyla yönlendirmeye
çalışan bir İslam âlimidir. O, bu yorum ve aksiyonlarını yaşadığı dönemin özelliklerini
dikkate alarak yapmıştır. Dünyada, Avrupa’da ve İslam coğrafyasında varlığını hissettiren
bütün fikrî, sosyal, siyasal ve ekonomik değişiklikleri ve bu değişikliklerin sonuçlarını
ihmal etmeden değerlendirmelerde bulunmuştur.

Said Nursi’nin bu değerlendirmelerine temel olan konulardan birisi
fikrî tartışmalardır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, İslam’ın geleneksel düşünce sistemi
ve bu sistemin nasıl modernize edileceği konusu önemli tartışma konularından birisiydi.
Batı’da Rönesans ve Reform olayları ile başlayarak Aydınlanma Çağı’nda sistematize
edilen yeni fikirlere ne şekilde yaklaşılacağı zihinlerde kargaşaya neden oluyordu.
“Kur’an’ı çağın gerekleri çerçevesinde nasıl yorumlayacağız? Batı’dan gelen fikir
ve pratiklerin ne kadarını alacağız, neleri reddedeceğiz?” gibi sorular, zihinleri
ciddi şekilde meşgul ediyordu.

Bu fikrî tartışmalar tabii olarak siyasal konuşmaların da konusunu
teşkil ediyordu. Avrupa’da Fransız İhtilali’nden sonra büyük bir ivme kazanan siyasal
değişimler, Osmanlı Devleti’ne de sirayet etmişti. Yeni değerler hürriyet, eşitlik
ve adalet bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı toplumunda da büyük makes bulmuştu.
Bu siyasal ortam azınlıkların Osmanlı Devleti’nden kopmasına zemin hazırlamak dışında
Osmanlı toplumu içinde meşrutiyet kavramı ile ifade edilebilecek yeni siyasal sistemlerin
tartışılmasına da zemin hazırlamıştı. Tanzimat döneminde Yeni Osmanlılar ile tartışılmaya
başlanan bu siyasal fikirler, sonraki dönemlerde Jön Türkler diye ifade edilen gençler
arasında yaygınlık kazanmaya başladı. Tartışmaların nirengi noktasını, bu yeni siyasal
fikirlerle İslam arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı meselesi teşkil ediyordu.
Bediüzzaman, bu konularda hayatının her döneminde fikirlerini açıklamaktan çekinmemiştir.
Ama zaman içinde bazen kavramlar bazen de üslupta bazı değişikliklerin olduğu gözlenmiştir.

Nursi’nin yaşadığı dönemi ve onun tepkilerini anlayabilmek için
bilinmesi gereken önemli konulardan birisi de dönemin ekonomik özellikleridir. Bilindiği
gibi 19. yüzyılda özellikle Batı Avrupa’da endüstri büyük bir gelişme göstermişti.
Endüstri İnkılâbının çarkları sömürgelerden gelen hammadde ile dönüyor; dünyanın
bir bölümünde sosyal refah ve gelir seviyesi günden güne artarken; diğer bölümünde
yeraltı kaynakları endüstrileşmiş ülkelere hammadde olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu.
Bu dönemde Osmanlı Devleti ikinci grupta yer almıştı. 19. Yüzyılın ortalarından
itibaren alınmaya başlanan dış borçların giderek artmasından sonra, aynı yüzyılın
son çeyreğinde Avrupalı ülkelerin denetiminde Osmanlı mali kaynaklarının önemli
bir kısmına el konulmuştu. Bu durum ülkenin içinde bulunduğu diğer kayıplarıyla
birlikte düşünüldüğünde devletin ciddi sıkıntılar yaşamasına neden olmuştu. İnsanların
siyasal kayıplar yanında ekonomik sıkıntılar da yaşaması büyük bir ümitsizlik ve
bedbinliğin yerleşmesine neden oldu. Said Nursi, İslam dünyasını bu bedbin halet-i
ruhiyeden çıkararak Müslümanlara ümit ve heyecan vermek için büyük çaba göstermiştir.

Nursi’nin fikirlerinde etkili olan önemli toplumsal pratiklerden
birisi de İslam toplumunun sosyal yapısıdır. Osmanlı klasik döneminde, geleneksel
toprak sistemine bağlı olarak şekillenen Osmanlı toplum yapısı, Tanzimat’tan bu
yana büyük yara almış ve bu sistemin yerine ikame edilmeye çalışılan sistemler de
yeterince başarılı olamamıştı. 20. yüzyılın başlarına gelindiği zaman, geleneksel
sistemlerin terk edilip yerine ikame edilmeye çalışılan sistemlerle boğuşan bir
sosyal yapı vardı. Yeni yeni ortaya çıkan asker, memur ve çiftçi orta sınıf, ülkedeki
sosyal değişimin önemli motoru olma görevini üstlenmişti.

İşte Bediüzzaman Said Nursi, böyle bir dönemde yaşamış ve bu dönemin
problemleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu sorunlara çözüm ararken her zaman
Kur’anî prensipleri dikkate almıştır. Bu süreçte şahsında ve çevrede görülen değişimleri
dikkate alarak yeni üslup ve tarz geliştirmekten kendisini geri tutmamıştır. Bu
durum da, onun hayatında Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said gibi dönemlerin oluşmasına
zemin hazırlamıştır. Bediüzzaman’ın, hayatının belli bölümlerini değişik isimlerle
ifade etmesini iki önemli parametre ile açıklamak mümkündür.

Bu parametrelerden birisi çevrede görülen değişimlerle ilgilidir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde, devletin
insanlara karşı takındığı tavır, ister istemez fertlerin davranış biçimlerinin şekillenmesine
neden olmuştur. İkinci parametre Bediüzzaman’ın yaşadığı tecrübelere bağlı olarak
enfüsî âleminde görülen değişimlerdir. Aşağıda Bediüzzaman’ın hayat dönemleri bu
iki parametre dikkate alınarak analiz edilecektir.

İzzet-i İslamiye Dönemi: Eski Said

Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde bedbin bir halet-i ruhiyeye
sahip Osmanlı toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu şey, ümit, heyecan ve zihinlerdeki
kafa karışıklığının giderilmesiydi. Bediüzzaman, bu dönemde İslam toplumunun karşılaştığı
bu sorunlara dair çözüm önerileri ileri sürerek, yeniden bir İslam medeniyeti kurulması
için büyük bir fütuhat söylemi geliştirdi. Bu söyleminde yenilgiler üzerine bütün
heyecanını kaybeden topluma ümit ve heyecan veriyordu. Bediüzzaman’ın ilk hayatından
Rus esaretinden döndüğü savaş sonrasına kadar geçen süre (1918) böyle bir gayretle
geçmiştir.

Said Nursi’nin siyasete dair görüşleri Eski Said’in yoğunlaştığı
önemli bir konuydu. Bilindiği gibi, Yeni Osmanlılardan bu yana tartışılan siyasal
sisteme dair görüşler, Osmanlı toplumunun kafasını karıştırıyordu. “Hürriyet nedir?
Meşrutiyet nedir? Hürriyet-iman ilişkisi nasıldır?” gibi sorular geniş halk kitlelerinin
zihinlerini karıştıran önemli sorulardı. Bediüzzaman bu sorulara cevap vermek için
gazetelerde makaleler yayınlıyor, kitaplar yazıyor, taşraya konuyu anlatan telgraflar
gönderiyordu. Bu fikri çalışmaların yanında, aksiyoner faaliyetlerden de kaçınmıyordu.
Selanik ve İstanbul’da yaptığı konuşmalarda halkın zihinlerindeki soruları cevaplamaya
çalışıyordu.

Ayrıca, Bediüzzaman’ın Eski Said dediği bu dönemde devletin biçimlenmesi
için bizzat devlet adamlarıyla münasebetleri vardı. Padişah II. Abdülhamid’e giderek
ülkedeki eğitim faaliyetleri hakkında fikirlerini sunması, II. Meşrutiyet’ten sonra
meşrutiyet konusundaki fikirlerinin halk tabakalarına yayılmadığını görmesi üzerine,
yine aksiyoner bir yol tercih ederek Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu köy köy, aşiret
aşiret dolaşarak onlara hürriyet ve meşrutiyeti anlatması ve İttihat ve Terakki
Cemiyeti döneminde Enver Paşa ile iyi ilişkiler kurarak eğitim kurumları açmak istemesi
onun bu özelliğini gösteren örneklerdir.

Said Nursi, Eski Said döneminde dünyadaki bilimsel gelişmelere ve
felsefi düşüncelere dair gelişmeleri takip ediyordu. Hatta Van’da Tahir Paşa konağında
ikamet ettiği dönemde o dönemde yayınlanmış Batılı basın ve yayını takip etmişti.
Bu eserlerdeki inançsızlık aşılayan eserleri ilzam etmeyi kendisine bir görev olarak
görüyordu.

Bediüzzaman’ın Eski Said dönemindeki önemli vazifelerinden birisi
de, bedbinliğe düşmüş halk tabakalarına ümit ve heyecan aşılamaktı. Bu çerçevede
münhasıran bu konu ile ilgili yazdığı Hutbe-i Şamiye adlı eserinde, İslam toplumunun
en büyük sıkıntılarından birisinin ümidini yitirmiş olması olduğunu gösteriyordu.
Şam’da dönemin önemli alimlerine hitaben verdiği hutbede, Batılı fikir akımları
ve teknolojik gelişme karşısında bedbinleşmiş İslam toplumunun kendini toparlayarak
yeniden eski ihtişamlı medeniyetini kurabileceklerini belirtiyordu.

Said Nursi, Eski Said döneminin sonlarında vatanın istilaya uğradığını
görerek talebeleriyle birlikte vatan savunmasında görev aldı. Birinci Dünya Savaşı’nın
Doğu Cephesinde masum halkın istilacı Ruslar ve Ermeniler tarafından zulme uğramaması
için elinden geleni yaptı.

Azim Bir İnkılâbât-ı Ruhî: Yeni Said

Bediüzzaman bu savaşta cephede savaşırken esir oldu. Daha sonra
Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin ortaya çıkardığı şartlardan da yararlanarak esaretten
kaçıp yurda döndü. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi. Osmanlı Devleti yıkılma
sürecine girmiş, İstanbul galip devletler tarafından işgal edilmişti. İnsanlar arasında
materyalist fikirler kökleşmeye başlamıştı. Revaçta olan Batılı fikirler Müslümanlar
arasında hayat bulmaya başlamıştı. Bu yeni durum kendisinde büyük bir ruhî inkılâbın
başlamasına neden oldu. Siyaset yoluyla dine hizmet etmek düşüncesini terk ederek
enfüsi dairede yoğunlaşmaya başladı. “Bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim
ve kendi ıstılahıma göre ‘Eski Said’i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli ‘Yeni Said’ olarak
dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim.”1
diyordu.

Bu gelişmelerden sonra başlayan savaşlarda Müslümanlar muvaffak
olmuş, daha küçük sınırlara sahip bir devlet kurmayı başarmışlardı. Bu sırada Said
Nursi, Ankara’ya gelmesine dair yapılan çağrılara karşı çıkarak, cephede bulunmak
istediğini ifade etmişti. Ancak ısrarların devam etmesi üzerine, Ankara’ya gitti.
“Bir zaman, ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına
inkılâp ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler,
gittim”2 diyordu.

Said Nursi, Ankara’da Meclis’te hoşamedi töreni ile karşılandı.
Ne var ki o istediğini bulamamış, milletvekillerinde ibadetlere karşı bir tembellik
hissetmişti. Bu zaafı gidermek için bir broşür yayınladı. Bu broşürde milletvekillerine
en temel görevlerinin ubudiyet olduğunu yazıyor, namaza dair tavsiyelerde bulunuyordu.
Bu durum o dönemin iktidar sahiplerini rahatsız etti. M. Kemal kendisini, “Biz sizi
yüksek fikirlerinizden istifade edelim diye çağırdık, siz namaza dair neşriyatta
bulunuyorsunuz” diye eleştirdi. Bütün bunlardan sonra siyaset ile hizmet etmenin
mümkün olmadığını anladı. Bazı hadislere göre şiddetli bir inançsızlık döneminin
geleceğine dair işaretleri hatırlayarak, bu güce karşı siyaset yoluyla hizmet edilmeyeceğini
anladı.3 Kendi ifadesi ile “Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset
vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol
meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve
hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali
var.”4 Kendisinde esaret dönüşünde yerleşmeye başlayan ruhî inkılâbât böylece tamamlanmış
oldu. Artık Said Nursi’nin, hizmet telakkisindeki üslûbu tamamen farklıydı. Ancak
bu farklılık fikirlerinde bir değişimi içermiyordu. Belki fikirlerini ifade etme
biçimi ile ilgili bir üslup farkıydı.

Bundan sonra Said Nursi, daha münzevi bir hayat yaşamayı tercih
etti. Ankara’da istediği ortamı bulamaması üzerine Van’a giderek orada münzevi bir
hayat yaşamaya başladı. Kâinattaki kaçılması mümkün olmayan bir hakikat olan ölümü
düşünerek, yeni hayatını düzenliyordu. Kendi ifadesi ile onu “râbıta-i mevt Eski
Said’i Yeni Said’e (r.a.) çevirmiş”ti.5 Bu dönüşümden sonra, “Bediüzzaman, kendisine
tevdi edilen mebusluğu ve teklif edilen Diyanet’teki müşavere azalığını ve Şark
Vilayetleri Umumi Vaizliği’ni kabul etmedi”. Ankara’dan Van’a giderken aldığı bilet
onu “Eski Said”den “Yeni Said”e taşıyan bir tren bileti oldu.”6 Bediüzzaman bundan
sonra nasıl bir yol izlediğini de şöyle anlatır: “Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı
Rabbânî (r.a.) ve İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için,
her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını
temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said, Yeni Said’e inkılâp etmiş.”7

Bediüzzaman bundan sonra siyasi konularla ilgilenmeyi bıraktı. Hatta
“Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi
terk” etti.8 Afaki eserler okumak yerine Kur’an-ı Kerim’i okumayı tercih ediyordu.
“Bana Kur’an yeter” diyordu.9 Ayrıca sosyal hayata girmekten kaçınmaya, ortalıkta
görünmemeye dikkat etmeye başladı. Ancak bu da yetmedi. Ulus devlet inşa sürecinde
Cumhuriyet hükümetleri onu Anadolu’da sürgünden sürgüne taşıdılar. Ama onun hizmetine
engel olamadılar.

Bediüzzaman Yeni Said döneminde enfüsi âlemine çekilmesi, Hz. Peygamber
(asm) dönemindeki Hudeybiye Barışı gibi bir fonksiyon icra etti. Nasıl ki Hudeybiye
Barışı’ndan sonra, savaşsız dönemde iman edenler artmışsa, Bediüzzaman’ın Yeni Said
döneminde de Risale-i Nur hareketine sahip çıkanlar arttı.

Yeni Said’in Eski Said Üslubunu Kullanması

Bediüzzaman Yeni Said döneminde, Eski Said dönemi fikir ve yaklaşımlarını
inkâr eden bir tutuma girmedi. Hatta zaman zaman Yeni Said döneminde belirlediği
hayat tarzına uymayan yazılarını Eski Said üslubuyla anlatmaya çalıştı.

Bu durum onun Yeni Said döneminin Eski Said dönemini tamamıyla reddeden,
yeni fikirler ileri sürülen bir dönem olmadığını gösterir. Kendisiyle görüşmek için
gelmek isteyenlere Eski Said ve Yeni Said dönemindeki eserleri tavsiye etmesi ve
kendisiyle görüşmek yerine o kitapları okumaları gerektiğini söylemesi hayatının
her döneminde yazdığı eserlere sahip çıktığını ortaya koyar.10 Eserlerinin muhtelif
yerlerinde “Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda” diyerek hayatının her
döneminde yazdığı eserlerini referans gösterir. Bu durum onun bütün eserlerine sahip
çıktığını göstermesi bakımından önemlidir.11

Yeni Said’in Eski Said’den farkı temel fikri kriterler değil, bu
fikirlerin sunuluş biçimiyle ilgilidir. Hatta Yeni Said döneminde de bazen Eski
Said üslubuna dönmek zorunda kaldığını ifade etmiştir. O Yeni Said döneminde Anadolu’nun
ücra köşelerinde inzivaya çekilmiş iken rahat bırakılmaması üzerine, yine Eski Said’in
sert, meydan okuyan üslubuna dönmek zorunda kalmıştır.12 “Eski Said kafasını muvakkaten
başıma giyerek konuşmak zorunda kaldım” demiştir.13

Yeni Said döneminde bazen şehamet-i diniyeyi ve izzet-i İslamiyeyi
göstermek gerekmiştir. Bu durumlarda “mütevazi ve enfüsi dairede yoğunlaşan Yeni
Said yerine Eski Said üslubuyla konuştuğunu” ifade etmiştir. Onun bu üslubunda dikkat
çekici bir durum vardır. Sanki istemediği halde Eski Said’in üslubunu, ifade tarzını
seçmiş ve kendisi uzaktan seyrediyor gibidir. “Şu makamda Eski Said’in iftiharkârâne
söylediği şu sözlere ben iştirak etmiyorum. Bu risalede sözü ona verdiğim için susturamıyorum”14
demiştir. Yani “Enâniyetlilere karşı bir parça enâniyetini”15 göstermeyi Eski Said
üslubuyla yapıyordu.

Siyasetle ilgili sorulara cevap vermesi gerektiği zamanlar da Eski
Said üslubu imdada yetişmiştir. Bu muhtevadaki sorulara, “Yeni Said, ‘Benim cevabımı
kader-i İlâhî versin” der. Bununla beraber, “mecburiyetle, emaneten istiare ettiği
Eski Said’in kafası diyor ki” diyerek görüşlerini aktarıyordu.16 Başka bir yerde
de Eski Said’e istediklerini söylettiği halde muhalefet ettiğini de saklamıyordu.
“Eski Said olsaydı, Antere gibi diyecekti: [Zilletle ele geçen âb-ı hayat, tıpkı
Cehennem gibidir. İzzetle Cehennem ise, medar-ı iftihar bir menzilim olur] Eski
Said yok. Yeni Said ise, ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görüyor. ‘Dünyaları başlarını
yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar; mahkeme-i kübrâda onlarla muhakeme olacağız’ der,
sükût eder.”17 Yine fikr-i milliyet konusunu anlatırken de, “hayat-ı içtimaiyeden
çekilmek isteyen Yeni Said lisanıyla değil, belki İslâm’ın hayat-ı içtimaiyesiyle
münasebettar olan Eski Said lisanıyla” diyerek Eski Said’den yardım alır.18 Yine
serbestlik vesikası için müracaat etmemesini soranlara cevap verirken, “Eski Said
lisanıyla ve Yeni Said’in kalbiyle verilmiş ibretli ve merakaver bir cevaptır.”19
diyordu. Bediüzzaman’ın, Avrupa medeniyetine yönelttiği eleştirileri bazen Eski
Said üzerinden yapması dikkat çeker.20 Said Nursi, Avrupa fen ve medeniyetinin Eski
Said’in fikrinde bir derece yerleştiğini belirtiyordu. Kendi ifadesi ile “Avrupa
fünunu ve medeniyeti, Eski Said’in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said
harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa’nın fünun ve medeniyeti o seyahat-i
kalbiyede emrâz-ı kalbiyeye inkılâp ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye,
Yeni Said zihnini silkeleyip, muzahraf felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken,
kendi ruhunda Avrupa’nın lehinde şehadet eden hissiyât-ı nefsaniyeyi susturmak için,
Avrupa’nın şahs-ı mânevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek
muhavereye mecbur olmuştur.”21

20. yüzyılın ortalarına gelindiği zaman, 2. Dünya Savaşı sona ermiş
ve sömürgeci devletler İslam dünyasındaki sömürgelerini yavaş yavaş terk etmeye
başlamışlardı. Bu gelişmeye paralel olarak İslam dünyasında nisbî bir rahatlama
meydana gelmişti. Türkiye’de ise bu tarihlerde çok partili hayata geçiş sürecinin
yaşanması tek parti diktasının az da olsa azalmasına neden olmuştu. Ayrıca Türkiye’deki
esnaf ve çiftçi sınıf kendisini göstermeye başlamıştı. Risale-i Nurlar da bu kesimler
arasında yayılmaya başlamıştı. İşte bu ortam Bediüzzaman’ın kendi tanımıyla yeni
bir hayat devresine, Üçüncü Said22 dönemine girmesine neden oldu. Kendisi bu değişimi,
Yeni Said dönemindeki geçişe de benzeterek şöyle ifade ediyordu: “Yeni Said mahiyetini
gösteren acîp inkılâbât-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü
bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum.”23

Külli Bir İnkişaf Dönemi: Üçüncü Said

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, hak ve hürriyetler
konusunda genel bir rahatlama yaşanmıştı. Bu dönemde ezan-ı Muhammedî’nin aslına
döndürülmesi, halk üzerinde ağır baskı unsurlarının hafifletilmesi, Köy Estitüleri
ve halk evleri gibi CHP’nin ideolojisini taşıyan kurumların yavaş yavaş lağvedilmesi
ülke genelinde daha serbest bir ortamın oluşmasına neden olmuştu. Bu dönemde Risale-i
Nur hizmetleri de büyük boyutlar kazandı. Artık Risale-i Nurların telifi büyük ölçüde
tamamlanmış, eserler teksir makineleri ile hatta matbaalarda basılıyordu. Geniş
kitleler Risale-i Nurları okumaya başlamıştı. Hizmet her alanda gelişmeye başlamış
külli bir inkişaf görülmeye başlamıştı. Üniversiteliler arasında Risale-i Nurlar
hızla yayılmaya başlamıştı.24

Üçüncü Said döneminde Risale-i Nurların neşri büyük ölçüde tamamlanmış,
müellifinin ifadesi ile artık Risale-i Nurlar ve Bediüzzaman’ın talebeleri hizmeti
üstlenmeye başlamışlardı. Bediüzzaman ve talebeleri Risale-i Nurları dünyanın dört
yanına yaymanın yollarını aramaya başlamışlardı. 1950’de Bediüzzaman, talebesi Bayram
Yüksel ile Japonya’ya Risale-i Nur Külliyatı gönderdi. Yüksel bu eserleri Tokyo
Milli Kütüphanesi’ne hediye etti. Risale-i Nur’dan Zülfikar adlı eser Vatikan’a
Katoliklerin dini lideri Papa’ya gönderildi. 1951’de buradan gelen cevabî yazıda,
gönderilen “el yazısı güzel eser” için teşekkür ediliyordu.25 Nursi, 1953’de İstanbul
Fener Patriği Athenagoras ile görüşerek “Hıristiyanlığın din-i hakikisini kabul
etmek, Hazret-i Muhammed’i (asm) Peygamber ve Kur’an-ı Kerim’i de kitabullah kabul
etmek şartıyla ehl-i necat olacaksınız” dedi. Patrik bu görüşü kabul ettiğini söyleyerek
Bediüzzaman’ı tasdik etti.26

Bediüzzaman ülkedeki gelişmeleri de incelemeye başladı. Seçimlerde
Demokrat Parti’yi desteklerken, “benim reyim ehemmiyetlidir” diyerek açıkça oy verdi.27
Çeşitli konularda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e tavsiyelerde
bulundu.28 Siyasilerin güzel icraatlarını takdir ederek başbakan Adnan Menderes’i
“İslam Kahramanı” olarak tavsif etti.

Üçüncü Said döneminde Bediüzzaman ülkenin dış politikası ile de
ilgilendi. 1955’de Türkiye ile Irak arasında imzalanan daha sonra İngiltere, Pakistan
ve İran’ın da üye oldukları Türkiye-Irak işbirliği Antlaşması’nın (CENTO) yapılmasından
dolayı dönemin idarecilerini tebrik etti. Bu birliğin İslam kardeşliğini pekiştireceğini
belirtiyordu. Ayrıca talebesi Bayram Yüksel’in Kore Savaşı’na katılmasını “İnkâr-ı
uluhiyete karşı gitmek lazım” diyerek destekledi.29

Bediüzzaman’ın hayat tarzında da bazı değişiklikler oldu. Afyon
hapsine kadar, evinde geceleri hiç kimseyi bulundurmazdı. Akşamdan tâ kuşluk vaktine
kadar kapısı kilitli olarak kalırdı. Afyon hapsinden sonra sadık talebelerinden
bazıları onun özel hizmetinde bulunmaya başladı. Bediüzzaman’ın odası sürekli ayrı
olmakla birlikte her hangi bir durumda talebeleri yanına gelebilirlerdi.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Bediüzzaman Üçüncü Said döneminde Eski
Said ve Yeni Said döneminin özelliklerini mezcetmiştir. Şartların değişmesine paralel
olarak hem Eski Said gibi siyasi konularla ilgilenmiş, siyasilere tavsiyelerde bulunmuş,
hem de iman ve Kur’an hizmetine azami derecede önem vermiştir.

Sonuç

Bediüzzaman, hayatının farklı bölümlerini farklı şekillerde isimlendirmiştir.
Bu dönemlerin oluşmasında zamanın şartlarındaki değişimler etkili olduğu gibi, bu
değişen şartlara göre Said Nursi’nin enfüsi âleminde görülen değişiklikler de etkili
olmuştur. Onun hayatındaki bu değişimleri, temel fikri konularda değişim olarak
değil, belki üslupta görülen bir değişiklik olarak yorumlamak daha doğru bir tespittir.

Eski Said Dönemi’nde hizmet-i İslamiyeyi siyasette gören Bediüzzaman,
Yeni Said döneminde enfüsi tefekküre büyük önem vermekle beraber siyasetle hiç ilgilenmemiş
değildir. Ama o geliştirdiği kavramsal çerçeve içinde siyasetle, devletle ilgili
konularda Eski Said üslubunu kullanmaktan çekinmemiştir. Bu yaklaşım, dönemler arasında
şartlardan kaynaklanan bir üslup farkı olduğunu göstermektedir. Yeni Said döneminde
zaman zaman Eski Said üslubuna müracaat etmesi, onun geçmişteki hayat dönemlerini
inkâr etmediğini gösteren en önemli delildir.

Nursi’nin hayatının farklı dönemlerindeki farklı üslubuna rağmen
genel bir ahengin varlığı inkâr edilmez bir gerçektir. Hayatının başından sonuna
kadar Kur’anî prensipleri açıklarken, her zaman hukukun üstünlüğünü, temel insan
hak ve hürriyetlerini ve hürriyet rejimini desteklerken; her türlü istibdatı, halka
rağmen yapılmaya çalışılan jakoben icraatları ve insan haklarını kısıtlayan her
türlü baskıyı reddetmiştir.

Kısacası bugün Bediüzzaman’ı anlamak isteyenler, onun hayatının
herhangi bir dönemini değil, bütün hayat safhalarını; sadece hayatının belli bir
döneminde yazdığı eserleri değil, hayatı boyunca yazdığı bütün kitapları incelemek
zorundadırlar.

Öz

Bediüzzaman, hayatının farklı bölümlerini farklı şekillerde isimlendirmiştir.
Bu dönemlerin oluşmasında zamanın şartlarındaki değişimler etkili olduğu gibi, bu
değişen şartlara göre Said Nursi’nin enfüsi âleminde görülen değişiklikler de etkili
olmuştur. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın, hayatının belli bölümlerini değişik isimlerle
ifade etmesini iki önemli parametre ile açıklamak mümkündür. Bu parametrelerden
birisi, çevrede görülen değişimlerle ilgilidir. İmparatorluktan ulus devlete geçiş
sürecinde, devletin insanlara karşı takındığı tavır, ister istemez fertlerin davranış
biçimlerinin şekillenmesine neden olmuştur. İkinci parametre, Bediüzzaman’ın yaşadığı
tecrübelere bağlı olarak enfüsî âleminde görülen değişimlerdir. Bu çalışmada, Bediüzzaman’ın
hayat dönemleri bu iki parametre dikkate alınarak analiz edilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Eski Said, Yeni Said, Üçüncü Said, izzet-i İslamiye,
din, siyaset, hizmet

Abstract

Bediuzzaman himself distinctively named different eras of his own
life. The changes in the conditions of the time, as well as the changes in Said
Nursi’s subjective realm were effective in the formation of these periods. In this
context, it is possible to explain with two parameters why he named certain parts
of his life with different names. One of these parameters is about the changes seen
in the milieu. The attitude of the state towards the people, in the period of transition
from an empire to a national state, eventually effected the formation of the behaviours
of the individuals. The second parameter is about the changes in Bediuzzaman’s subjective
realm connected with his experiences of life. In this study, the periods of life
of Bediuzzaman are analysed considering these two parameters.

Key Words: The Old Said, The New Said, The Third Said, Glory of
Islam, religion, politics, Service

Dipnotlar

1- Şualar, s. 426. (Risale-i Nur Külliyatına dair eserler,
www.risaleinurenstitusu.org
sitesindeki Yeni Asya Neşriyata ait nüshalardır).

2- Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s. 229.

3- Tarihçe-i Hayat, s. 73.

4- Şualar, s. 397.

5- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 73; Sözler, s. 294-295.

6- Tarihçe-i Hayat, s. 133.

7- Mesnevi-i Nuriye, s. 10.

8- Mektubat, s. 65.

9- Mektubat, s. 375.

10- Emirdağ Lahikası, s.342.

11- Mektubat, s.66.

12- Şualar, s.397.

13- Mektubat, s.352.

14- Lem’alar, s.119.

15- Lem’alar, s.178.

16- Lem’alar, s.173.

17- Mektubat, s.76.

18- Mektubat, s.309.

19- Mektubat, s.477.

20- Sözler, s.502.

21- Lem’alar, s. 119.

22- Tarihçe-i Hayat, Afyon Hayatı, s. 492.

23- Şualar, s. 453.

24- Tarihçe-i Hayatı, Isparta Hayatı, s. 525.

25- Emirdağ Lahikası, s. 303.

26- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said
Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1979, s. 381.

27- A.g.e., s. 392.

28- Emirdağ Lahikası, s. 264.

29- Şahiner, a.g.e., s. 365.