Bediuzzaman’s Three Periods of Life: The Old Said, The New Said and The Third Said

Osman Yüksel Serdengeçti, 50’li yıllarda Bediüzzaman Said Nursi’nin
hayatını şu muhteşem cümlelerle özetlemişti: “Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar.
Güngörmüş bir ihtiyar… Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu
üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış!
Yalnız bir adam var. O, ayakta.”1

Bediüzzaman’ın akıl almaz maceralı hayatı Türkiye demokrasisinin
yaralandığı iki dönem arasına sığmıştır. Bediüzzaman, yüzyıllık inkılâpların yıllara
yüklendiği yoğun zamanları yaşamıştır. Said Nursi, 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın
(93 Harbi) başladığı, Meclisten bir karar çıkarılamaması bahanesiyle II. Abdülhamid’in
Meclis’i kapattığı ve Anayasa’yı (Kanun-u Esasi) yürürlükten kaldırdığı yıllarda
dünyaya gözlerini açmıştır. Onun ebedi âleme göç ettiği 1960 yılı ise demokrasi
ve hürriyet mücadelesinin daha büyük bir darbeye maruz kaldığı bir zamandır.

Bediüzzaman’ın 82 yıllık harikulade hayatı üç devreden meydana gelmiştir:
Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said. Onun  üç farklı hayat devresi, yalnızca siyasi
ve konjonktürel değişimlerle açıklanamaz. Bediüzzaman, esasen kaderin sevki ve enfüsi
değişimlerinin bir neticesi olarak hayatını yenilemiş ve tazelemiştir. Takdir-i
ilahi de, içtimai ve siyasi değişimler ile Bediüzzaman’ın hayat devreleri arasında
kuvvetli irtibatları netice vermiştir.

Bediüzzaman’ın 1878’den 1916 yılına kadar süren gençlik hayatının
ünvanı “Eski Said”dir. Eski Said, Mutlakıyet ve Meşrutiyetle yönetilen Osmanlı döneminde
yaşamıştır. Demokrasi tarihi açısından değerlendirildiğinde Eski Said’in yaşadığı
döneme “sığ istibdad” denilebilir.

Bediüzzaman’ın 1916–1923 yılları arasındaki hayatı, Eski Said’den
Yeni Said’e “geçiş dönemi”dir. Bu dönem siyasi ve içtimai konularla yakından ilgilenen
ve içtimai hastalıklara reçeteler mahiyetinde eserler yazan Eski Said’in, tamamıyla
Kur’an’ın hakikatlerine yoğunlaşıp Risale-i Nur’un vücuda gelmesi için çalışan Yeni
Said’e dönüştüğü bir dönemdir.

1923’ten 1949’da Afyon Mahkemesi’nden tahliyeye kadar süren -Risale-i
Nur’un telif edildiği- dönemin unvanı ise “Yeni Said”dir. Yeni Said, Tek Parti ve
Milli Şef dönemlerinden ibaret olan “derin İstibdad” dönemini yaşamıştır.

Bediüzzaman’ın 1949 yılından 1960 yılına kadar geçen hayatına ise
“Üçüncü Said” denir. Üçüncü Said ise, çok partili demokratik bir siyasetin inkişaf
ettiği “Hürriyet” devrinin bir ferdidir.

Bediüzzaman kendini sürekli yenileyen bir müceddiddir. Bu sebeple
Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said tabirleri kesinlikle “hatadan dönme” olarak
yorumlanamaz. Bediüzzaman’ın üç hayat devresini de bir tekâmül seyri olarak görmek
gerekir. Mesela, ilk hayat devresi olan Eski Said, sonraki hayatı için bir hazırlık
zamanı (mukaddemat-ı ihzariye) mahiyetindedir. Medreselerde on beş sene eğitim alınarak
elde edilen birikimi Eski Said’in on üç yaşlarında üç ay gibi kısa bir sürede elde
etmesi, onun hayatının ilerleyen zamanlarında imani ilimleri üç ayda ders verebilecek
bir Kur’an tefsirini telif etmesinin bir basamağı ve müjdecisidir. Yine küçüklüğünde
büyük âlimlerle münazarası ve o âlimlerin her türlü sorularına etkileyici cevaplar
vermesi, Risale-i Nurların her kesimden insanın anlayacağı bir seviyede iman hakikatlerini
izah edeceğinin bir işaretidir. Benzer şekilde, gençliğinde -şiddetli muhtaç olduğu
zamanlarda bile- zekât almaması ve –yazmaya çok ihtiyacı olduğu halde- yarım ümmi
vaziyeti, sonraki hayatını ve hizmetini müspet yönde etkilemiştir.

Eski Said’in (1878-1916) Hususiyetleri

1-Harikulade ilmi ve hafızası

Eski Said’in harikulade bir ilmi ve hafızası vardır. Bu ilmi üç
aylık medrese eğitimine dayanır. 1891 yılının son aylarında, Doğu Beyazıt’ta, Şeyh
Muhammed Celalî hazretleri nezaretinde gerçekleşen bu eğitiminde “üç ayda ve bir
kış içinde on beş senede medresece okunan yüz kitaptan ziyade oku[muştur].”2
Molla Fethullah Efendi’nin huzurunda “Makamat-ı Haririye”den bir yaprağı tek bir
okumayla ezberlemiştir. “Cemü’l Cemavi” kitabını ise her gün bir iki saat meşguliyetle
bir hafta içinde hafızasına almıştır. Bunun üzerine Fethullah Efendi hayranlık dolu
şu sözleri söylemiştir: “Zekâ ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nadirdir.”3

Eski Said’in hafızası gibi ilmi de harikuledir. Eski Said hiç kimseye
soru sormamıştır. Bunun sebebini ise şöyle izah etmiştir: “Ben ulemanın ilmini inkâr
etmem; binaenaleyh, kendilerinden sual sormak fazladır. Benim ilmimden şüphe edenler
varsa, sorsunlar; onlara cevap vereyim.”4 Kendisine ise sayısız sorular
sorulan Said Nursi, tümüne hikmetli, muknî, ezberbozan cevaplar vermiştir. Onun
tüm sorulara cesaretle muhatap oluşu Fatih Şekercihan’da doruk noktaya çıkmıştır.
1908 yılında odasının kapısına “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir;
fakat sual sorulmaz”5 diye bir levha asmıştır. Bu sıra dışı ilan, toplumun
her katmanından insanı Şekercihan’a çekmiştir. Haftalar süren geliş gidişlerde sorusuna
cevap bulamayan kimse kalmamıştır.

Eski Said’in ilmindeki kemalin bir ciheti de ileri görüşlülüğüdür.
Osmanlı ve Avrupa’nın geleceğiyle ilgili Şeyh Bahit Efendi’ye verdiği cevap,6
Şeyh Sanan tepesinde Rusya’nın ve İslam âleminin geleceğine dair tespitleri,7
maddi ve manevi iki büyük zelzelenin yaklaştığını haber vermesi,8 “İstikbalde
bir ışık var, bir nur görüyorum” diyerek Risale-i Nur’u hissetmesi9 vb.
Eski Said’in geniş ufkunun -ilk akla gelen- en çarpıcı misalleridir.

2-Aklî ve felsefî ilimlerle meşguliyeti

Eski Said dini ilimlerle birlikte akli ve felsefi ilimlerde de meşgul
olmuştur. Bu dengeli yaklaşımını ise şu veciz sözleriyle özetlemiştir: “Vicdanın
ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla
hakikat tecellî eder… İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde
hile, şüphe tevellüd eder.”10

Eski Said’in fennî ve felsefî meselelerine ilgisinin artmasında
Vali Tahir Paşa’nın etkisi vardır. Eski Said’in 1897 yılında başlayan Van hayatı,
gündüzleri Tahir Paşa’nın muhtevası zengin kütüphanesinde, akşamları ise onun ilim
meclisinde geçmiştir. Çeşitli ilim çevrelerinden kişilerin davet edildiği bu meclis,
dinî, felsefî, fennî her türlü meselenin münazara edildiği bir mekândır. Özellikle
Tahir Paşa’nın filozofların kitaplarından en zor soruları seçip Bediüzzaman’a yönelttiği
anlar ilim meclisine ap ayrı bir canlılık kazandırmıştır. Böyle ilmi bir atmosferde
bulunan Bediüzzaman felsefî, tarihî, fennî ve edebî birçok kitabı mütalaa etme ve
ezberleme ihtiyacı hissetmiştir. Dini konuların yanısıra felsefi konularda da Bediüzzaman’ın
sıradışı bilgisine şahit olanlar takdir hislerini dile getirmişlerdir. Bir ilim
meclisinde Mehmet Akif’in “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta
ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler”11 demesi bu açıdan
manidardır.

Risale-i Nur Külliyatı’nın farklı yerlerinde, Eski Said’in felsefe
ile meşguliyetini dikkat çekici bir şekilde vurgulayan birçok cümle vardır: “Meslek-i
felsefe ile münasebette bulunan Eski Said”12, “Şu esbâba dalmış Eski
Said gibi, mektepli feylesof…”13, “Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve
felsefiyede hareket ettiği için”14, “Eski Said, ilm-i hikmet ve ilm-i
hakikatin çok derin meseleleriyle meşgul olması ve büyük ulemalarla derin meseleler
üzerinde münazarası…”15

Eski Said fen ve felsefenin pek çok meseleleriyle meşgul iken, Yeni
Said “müzahraf felsefe”den kaynaklanan “emraz-ı kalbiye”yle muzdariptir. Eski Said’den
Yeni Said’e geçiş döneminde telif ettiği bir eserinde bu halet-i ruhiyesini şu cümlelerle
ifade etmiştir: “Şu notada, Avrupa fünunu ve medeniyeti, Eski Said’in fikrinde bir
derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa’nın
fünun ve medeniyeti o seyahat-i kalbiyede emrâz-ı kalbiyeye inkılâp ederek ziyade
müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye, Yeni Said zihnini silkeleyip, muzahraf
felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa’nın lehinde şehadet
eden hissiyât-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa’nın şahs-ı mânevîsi ile bir cihette
gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur olmuştur.”16

3-Eserlerindeki îcazlı üslubu

Dinî, felsefî ve aklî ilimlerde benzersiz bir bilgiye sahip olan
Eski Said, bu birikimini “îcazlı” ve “kısa tabirat” ile eserlerine yansıtmıştır.17
Eserlerini telif ederken kendisinin ve zeki talebelerinin anlayışlarını dikkate
almıştır. Bu sebeple “kısa cümleler”, “muhtasar ifadeler” ve “uzun hakikatlere kısa
kelimelerle işaretler” Eski Said’in üslubunu şekillendirmiştir.18 Ayrıca
Eski Said’in üslubunda “yalnız aklı ikna edecek, susturacak”19 ve zaman
zaman “şiddetli lisan”ın20 hâkimiyeti sözkonusudur.

4-Şecaati ve izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmesi

Eski Said’in yüksek derece bir şecaati vardır. Bu sebeple hiçbir
şeyden zerre kadar korkusu yoktur. “Hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda
eder, meşru olmayan şeylere karışmaz”21 diye tarif edilen şecaatin hakikatini
Eski Said en mükemmel bir şekilde hayatına yansıtmıştır. Eski Said Allah’tan korkmak
dışında hiçbir şeyden korkmamıştır; ölümü göze almıştır. Hiçbir tehdit ve tehlikenin
hedefini değiştirmesine izin vermemiştir. Birçok defa ölümden dönmesinin hikmetini,
gerektiğinde hayatını minnetsiz feda etmesi için emaneten elinde bırakıldığı şeklinde
yorumlamıştır. Eski Said’i ölümle korkutamadıklarını anlayan bir kısım insanlar,
ahiretle tehdit etmek istemişlerdir. Bu gibi tehditlere karşı Eski Said’in cevabı
ise şecaatin şahikasıdır: “Şimdiki nâr-ı teessüfle muhterik bir ruh olsun, onların
bedduasıyla Cehennemde yansın; o teessüf ateşini içinden çıkarmakla vicdan, maksattan
bir firdevs tazammun ettiği gibi, hayal dahi emelden bir Cenneti teşkil edecektir.
Umumun malûmu olsun ki: İki elimde iki hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı
mübarezede iki harple meşgulüm. Tek hayatlı olan adam meydanıma çıkmasın.”22

Eski Said’in öyle bir şecaati vardır ki, herkesin korktuğu dört
büyük komutanın23 karşısında bile boyun eğmemiş,
sözünü esirgememiş ve ölümü göze alarak hareket etmiştir. Eski Said’in şecaatinin
özünde “izzet-i ilmiyeyi muhafaza”24 hakikati vardır. Eski Said’in ihlâsındaki
bu kuvvet -cebbar komutanların bile- adeta kendisinden çekinmelerini ve korkmalarını
netice vermiştir.25

Eski Said, Antere gibi “Zilletle ele geçen âb-ı hayat, tıpkı Cehennem
gibidir. İzzetle Cehennem ise, medar-ı iftihar bir menzilim olur”26 diyerek
hayatını şecaatin doruk noktalarında geçirmiştir. İzzetli bir ölümü, zillet içindeki
bir hayata severek tercih etmiştir.27

Eski Said’in şecaati, talebelerine de sirayet etmiştir. Öyle ki,
talebelerinin Eski Said’e güçlü bağlılıkları “fedailik” derecesine ulaşmıştır.28

Özetle, Eski Said’in en ehemmiyeti hususiyetleri arasında “şecaat”,
“şeref”, “izzet”29 gibi yüksek hasletler bulunmaktadır.

5-İffeti ve iktisadı

Eski Said, iffetini korumak noktasında çok hassastır. Eski Said
“kuvve-i şeheviye-i behimiye”nin30 yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi
tüm teferruatında iffetli yaşamıştır. Eski Said “Nefsinin arzusunu kendisine ma’bud
edinip onun her emrine uyan kimseyi gördün mü?”31 ayetinin tehdidinden
azami derecede çekinmiş ve tutkularına esir düşmemiştir. Eski Said gerçek hürriyeti,
insanın hem kendine hem de başkasına zararı dokunmayacak şekilde yaşaması olarak
tarif etmiştir.Haram helal ayrımı yapmadan her türlü eğlencelere ve rezilliklere
bağımlılık manasındaki sığ hürriyeti ise, şeytana kul olmak ve nefse esir düşmek
olarak yorumlamıştır.32

Eski Said’in iffet hassasiyeti denince, ilk akla iki muhteşem hadise
gelir. Birincisi, 1895-1897 yıllarında, Bitlis Valisi Ömer Paşa’nın konağında kaldığı
sırada yaşanan bir hadisedir. Vali Ömer Paşa – zekâ ve faziletini takdir ettiği-
genç Said’i evinde misafir etmiştir. Hanımı vefat eden valinin konağında -üçü büyük,
üçü küçük- altı kız çocuğu vardır. Genç Said iki sene konakta kaldığı halde “ilmin
izzetini korumak” hassasiyetiyle, üç büyük kızları birbirinden ayırt edip tanımaya
çalışmamıştır.33 İkinci hadise ise, 1908 yılında İstanbul’da gerçekleşmiştir.
Kâğıthane şenliklerinin olduğu özel bir günde Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas
ile birlikte kayığa binerler. Köprüden Kâğıthane’ye kadar Haliç’in iki tarafından
binlerce açık saçık Rum ve Ermeni kızları eğlenmektedir. Eski Said bir saat boyunca
harama hiç bakmamıştır. İffetli davranışının hikmetini ise “lüzumsuz, geçici, günahlı
zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum”34 sözüyle
izah etmiştir.

Eski Said’in iffetli kişiliğinin bir boyutu da istiğnasıdır. Çocukluğundan
ömrünün sonuna kadar, Yeni Said ve Üçüncü Said devirlerinde de, istiğnasından ödün
vermemiştir. Onun istiğnası “minnetin altına girmektense ölümü tercih etme derecesinde”35
bir yüksek ahlaktır. Çok zahmet ve sıkıntı çektiği dönemlerde bile bu hayat prensibini
değiştirmemiştir. Eski Said’in istiğnası, zahidlik arzusundan ve gösteriş sevdasından
kaynaklanmayıp altı hakikate dayanmaktadır. Bu altı hakikat, Yeni Said devrinde
telif edilen “İkinci Mektup”ta detaylı olarak izah edilmiştir. Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun
tabiriyle “yüksek iktisatçılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle
değil, bilakis fikir, zihin, istidat, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi
manevi ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesi ile ölçen bir dahidir”36

6-Siyasetle meşguliyeti

Eski Said’in hususiyetlerinden biri de içtimai ve siyasi hayatta
çok faal olmasıdır. Bu faal hâli, Nur Risalelerinde “afaka bakmak damarı”37,
“siyasette çok ileri gitme[si]”38 ve “İslam’ın hayat-ı içtimaiyesiyle
münasebettar[lığı]”39 gibi vasıflarla dile getirilmiştir.

Eski Said’in siyasetle meşguliyetinin ehemmiyetli bir kısım esasları
vardır. Risale-i Nur’un satır aralarından bu esasları araştırdığımızda karşımıza
genel manada şu maddeler çıkmaktadır: 1-Siyaseti İslamiyet’e alet yaparak, hararetle
hürriyete çalışmıştır,40 2-Siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet etmiştir,41
3-Hedefinde vatan ve milletin saadeti vardır,42 4-Muharriki, aşk-ı İslamiyet
ve hamiyet-i diniyedir.43

Eski Said’den Yeni Said’e Geçiş (1916-1923)

Kemal yaşı olarak isimlendirilen kırk yaşında, Bediüzzaman’ın Eski
Said’i bırakıp “Yeni Said” olması, çok ehemmiyetli bir vazifeye namzet olduğunun
da bir belirtisidir. Bu vazife maddi-manevi, dünyevi-uhrevi hiçbir menfaate alet
edilmemesi gereken ve Kur’an’ın yeni asra hitap eden bir tefsiri Risale-i Nurların
telifi vazifesidir.

Bediüzzaman’ın hayatı -her dönemiyle- bütünlük teşkil eden, birbirine
tamamlayan, tekmil eden ve Risale-i Nur gibi bir şaheseri ve Nurculuk gibi iman,
Kur’an hizmetini netice veren örnek bir hayattır. Bediüzzaman, her hayat döneminde
de istikametini muhafaza etmiştir. “Yaş kırka ulaşınca, iyi olsun, kötü olsun ve
nasıl bir ahlak olursa olsun yerleşmesi, meleke haline gelip daha terki mümkün olmaması”44
hakikatince kırklı yaşlarında Yeni Said’e inkılâp eden Bediüzzaman Said Nursi, Eski
Said devrindeki yüksek ahlaki özelliklerini -inkişaf ettirerek- sürdürmüştür.

Bediüzzaman’ın Eski Said’den Yeni Said’e geçtiği dönem, gençliğinin
sona erip ihtiyarlığının başladığı bir zamandır. Zübeyir Gündüzalp’in “Said Nursî,
Eski Said tabir ettiği gençliğinde…”45 sözünden anlaşıldığı üzere Eski
Said, Bediüzzaman’ın gençlik devresinin ünvanıdır. Yeni Said ise ihtiyarlamaya başlamış
bir Bediüzzaman’dır. Kasım 1922’de Ankara seyahatinin “Bir zaman, ihtiyarlığın başlangıcında,
Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılâp ettiği hengâm”46
cümlesiyle ifade edilmesi de çok manidardır. Aynı gerçeğe dair diğer aşikâr bir
delil de şu cümledir: “Sizi temin ediyorum ki, Eski Said’in on senelik gençliğini
bana verseler, ben şimdi Yeni Said’in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim.”47

Eski Said’den Yeni Said’e geçiş, 1916 yılında “niyet” ile başlayıp
1923 yılında tamamlanan bir süreçtir. Eski Said’den Yeni Said’e geçiş sürecinin
1916 (Rumi 1332) tarihinde başladığı “bin üç yüz otuz ikide İşaratü’l İ’caz’ı telif
ile beraber Eski Said’den sıyrılmak niyet edip Yeni Said suretinde bütün kuvvetiyle
mücahede-i maneviyeye başlayıp…”48 cümlesinden anlaşılmaktadır.

Kastamonu Lahikası’ndaki bir mektupta “Yirmi üç sene evvel, Eski
Said, Yeni Said’e inkılâp ettiği zaman, tefekkür mesleğinde gittiği için…”49
cümlesi yer almaktadır. 20 Eylül 1943’te Isparta savcısından gelen tutuklama emriyle,
3 Ekim 1943’te Isparta’ya gönderildiği tarihe kadar Bediüzzaman Kastamonu’da bulunmuştur.
Bu bilgiler yan yana konulduğunda, Yeni Said’e geçiş sürecinin 1920 veya daha önce
bir tarihte başladığı söylenebilir.

Eski Said’in tamamıyla sona erdiği ve her şeyiyle Yeni Said döneminin
başladığı tarih ise 17 Nisan 1923 yılıdır. Tarihçe-i Hayat’ta yer alan “Bediüzzaman’ın,
kendisine tevdi edilen mebusluğu ve teklif edilen Diyanetteki müşavere azalığını
ve Şark Vilayetleri Umumi Vaizliğini kabul etmeyerek, Ankara’dan Van’a giderken
Eski Said’i Yeni Said’e götüren tren bileti”50
cümlesi bu hakikati ifade etmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi’nin “İstanbul’da beni Yuşa Dağı’na çıkarıp
İstanbul’un, Dârü’l-Hikmet’in cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp, hatta
İstanbul’da bulunan Nurun birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman’ı
dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almaya müsaade etmeyen ve Yeni Said
mahiyetini gösteren acîp inkılâbât-ı ruhî”51 sözleri, Yeni Said’e geçiş
dönemindeki halet-i ruhiyesinin Nur Külliyatındaki ender ipuçlarındandır.

Bediüzzaman’ın esaret dönüşü İstanbul hayatının (1918-1922) ilk
zamanlarında yeğeni Abdurrahman ile birlikte Çamlıca tepesindeki Yusuf İzzettin
Paşa köşkünde yaşamıştır. Fakat “o sıralarda, en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda,
umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördü[ğü]”52
bir esnada “birden, esarette, Kosturma’daki camideki intibah-ı ruhî yine başla[mıştır].”53
Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, Yeni Said’in ruhi inkılâbı/intibahı Kosturma’daki
esaretine kadar uzanmaktadır.

Bediüzzaman, Lemeat isimli eserini 1921 yılının Ramazan’ında telif
etmiştir. Bu eserini telif ettiği dönemi “Eski Said’in Yeni Said’e inkılâb edeceği
bir hengâm”54 olarak nitelendirmiştir. 1921-1923 yılları arasında telif
ettiği Arapça Mesnevi-i Nuriye için ise “Yeni Said’in en evvel hakikatten şuhud
derecesinde kalbine zahir olan…”55 ve “Eski Said’in Yeni Said’e inkılâp
etmesi zamanında”56 açıklamalarını yapmıştır.

Üst paragraftaki bilgiler dikkate alındığında, telifat açısından
Eski Said’den Yeni Said’e geçiş tarihi 1921 yılıdır. Bu yılda telif edilen “Lemeat”
Eski Said’in son eseri ve “Arabî Mesnevi-i Nuriye” ise Yeni Said’in ilk eseridir.
Said Nursi, bu hakikati çeyrek asır sonra yazdığı bir mektubunda -daha açık bir
ifadeyle- şöyle dile getirmiştir: “Eski Said’in en son telifi ve yirmi gün Ramazan’da
telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lem’a olması
ve Yeni Said’in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî
ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyillerinden
ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem’a olması ihtar edildi.”57

Eski Said, yeğeni Abdurrahman’ın yardımıyla, eserlerindeki vecizeleri
derlemiş ve 1920 yılında “Hakikat Çekirdekleri 1” ve 1921 yılında “Hakikat Çekirdekleri
2” olarak bastırmıştır. Hakikat Çekirdekleri inkişaf etmiş, çekirdekler çiçek açmış
ve “Çekirdekler Çiçekleri” ünvanıyla, 1921 yılının Ramazan ayında Lemeat’ı netice
vermiştir. Bediüzzaman’ın tabiriyle Lemeat “Risâle-i Nur Şakirtlerine küçük bir
mesnevî ve imani bir dîvandır.”58 Lemeat ise Mesnevi-i Nuriye’yi netice
vermiştir. Çiçekler fidan olmuştur.59 Mesnevi-i Nuriye’nin inkişafıyla
Risale-i Nur Külliyatı’nın meyveleri ortaya çıkmıştır. Eski Said’in eserleri -hakikat
âleminden- “çekirdek” ve “çiçek” mahiyetindeyken; Yeni Said’in eserleri ise “fidan”
ve “meyveli ağaç” mesabesindedir.

Eski Said’i Yeni Said’e Çeviren Hakikatler

1-Rabıta-i mevt ve hayat-ı dünyevî hakikatinin inkişafı

Eski Said’in Yeni Said’e inkılâbında etkili olan en önemli hakikatlerden
biri ihtiyarlıktır ve ölüm hakikatinin inkişafıdır. Bir mektubunda geçen “râbıta-i
mevt Eski Said’i Yeni Said’e çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said’e yoldaş
olmuş”60 ifadesi “rabıta-i mevt” hakikatinin bu değişimde ne derece önemli
olduğunun bir işaretidir.

Bediüzzaman “hayat-ı dünyevînin hakikatini” izah ettiği bir eserinde
yolculuğa dair iki temsilden faydalanmıştır. Birinci temsilde “eğlenceli bir handa
konaklayan bir yolcu”, ikincisinde ise “süratle giden bir trende seyahat eden bir
yolcu”nun durumunu hikâye etmiştir. İki temsilin penceresinden dünya hayatının mahiyetini
yakinen hisseden Bediüzzaman “Ayıldım. Eski Said kaybolmuş; Yeni Said olarak kendimi
gördüm”61 diyerek yeni bir hayatı adımlamaya başlamıştır. Bediüzzaman
bu olayları yaşadığı zaman için “kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum”62
demiştir. Bu tarih ise 1923’tür ki, Eski Said’den Yeni Said’e geçiş döneminin son
yılıdır.

Kastamonu’da kaleme alınan mektupların birinde “Eski Said’i Yeni
Said’e kalbeden eski bir hastalık”tan63 bahsedilmiştir. Bu hastalık merdümgirizlik
hastalığı olsa gerektir. Bediüzzaman merdümgirizliği “insanlardan çekinmek, temas
etmemek, temastan müteessir olmak”64 olarak tarif etmiştir. Yeni Said
-Eski Said’den farklı olarak- içtimai ve siyasi hayatı terk etmiş ve tamamen Kur’an
hakikatlerine yönelmiştir. Bediüzzaman’ın eski hastalıklar içinde Yeni Said’in ruhsal
değişimine en mutabık merdümgirizlik hastalığıdır.

2-Cihad-ı manevîde tecdid zarureti

Bediüzzaman’ın cihad-ı manevîsindeki değişim, şahsiyetindeki değişimi
de netice vermiştir. Eski Said klasik manevi cihad tarzını bırakmış ve Yeni Said
olmuştur. Klasik tarzda “düşmanın silahıyla silahlanın” prensibince Avrupa’nın fen,
hikmet ve felsefesi kısmen kabul görmektedir. İslamiyet hakikatleri -kökleri çok
derin zannedilen- fen ve felsefenin hakikatleriyle desteklenmek istenmektedir. Fakat
bu yol, İslamiyet hakikatlerinin gerçek değerinin fark edilmesini engellemektedir.
Hatta İslamiyet’in değerinin bir derece düşmesine bile sebep olmaktadır. Neticede
manevi cihadda mağlubiyete yol açmaktadır. Yeni Said manevî cihad sahasında tamamen
Kur’an hikmetiyle donanmış ve felsefenin en derin esaslarının Kur’an’ın hikmeti
karşısında sığ kaldığını gözler önüne sermiştir.65

Mesela, cismani dirilişe dair “akıl buna yol bulamaz” diyen İbn-i
Sina’nın dehasıyla yetişemediği bir hakikati, avamlara ve çocuklara da Onuncu Söz
Risalesiyle ders vermiştir. Sa’d-ı Taftazani gibi bir allame, kader ile cüz’i ihtiyarinin
bağdaşması meselesini, elli sayfada ancak havassa izah edebilmişken; Yeni Said Yirmi
Altıncı Söz’ün İkinci Mehbas’ının iki sayfasında bu meseleyi herkesin anlayabileceği
bir seviyede izah etmiştir. Hiçbir felsefi düşünceyle keşfedilemeyen kâinatın varlık
ve yaratılış sırlarını, Yirmi Dördüncü Mektup, Yirmi Dokuzuncu Söz’ün sonundaki
remizli nükte ve Otuzuncu Söz’ün tahavvülat-ı zerrat bölümünün altı hikmetleriyle
keşfetmiştir.66

Özetle, Bediüzzaman’ın Yeni Said’e inkılâbının gerçek sebeplerinden
biri İslamiyet aşkıdır. İslamiyet’in çok derin hikmetinin, felsefe hikmetine hiçbir
ihtiyaç bırakmadığını ispat iradesidir.

3-Kaderin sevki ve yeni bir rehber arayışı

Said Nursi’nin Eski Said’den Yeni Said’e geçişinde en ehemmiyetli
sebep şüphesiz ilahi takdirin sevkidir. Said Nursi, iradesinin dışında gerçekleşen
hadiselerle sıra dışı bir gençlik yaşamıştır. Eski Said olarak isimlendirdiği bu
gençlik hayatı, Kur’an-ı Hakîm’e Risale-i Nur’la hizmet edecek olan Yeni Said’e
hazırlık dönemidir. Geleceğini şekillendiren gençliğindeki kaderî sırların Bediüzzamanca
yorumu şöyledir: “Adeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddemat-ı ihzariye hükmüne geçmiş
ve Sözlerle i’caz-ı Kur’an’ın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur.”67

Bediüzzaman Said Nursi, siyasi ve içtimai hayatın içinde aktif olan
Eski Said’i terk edip nefsiyle baş başa kalmak istemiştir. Bu geçiş sürecinde ruhundaki
“gayet müthiş ve manevi bir fırtına” sebebiyle akıl ve kalbinde büyük gelgitler
yaşamıştır. Yaşadıklarını ise “kâh Süreyya’dan serâya, kâh serâdan Süreyya’ya kadar
bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyor”68 cümlesiyle özetlemiştir. Sıkıntılarını
temelde “rehbersizlik” ve “nefs-i emmarenin gururu”na bağlayan Bediüzzaman, bu süreçte
Peygamber Efendimiz’in (asm) Sünnet-i Seniyyesinin -pusula gibi- en istikametli
rehber olduğu hakikatini yakinen anlamıştır.

“Nefs-i emmarenin gururu”nu terk etmek isteyen Bediüzzaman, “dâhilî
nefis ve şeytanla mücadele”ye yönelmiştir. “Her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını
tedavi ve nefsin evhamından kurtulma” gayretine dönüşen bu yöneliş Eski Said’i Yeni
Said’e kalbetmiştir. Bu manevi yolculuğun başlangıç rehberleri, kendisi gibi “akıl
ve kalb ittifakı”nı esas alan, İmam-ı Rabbani (ra) ve İmam-ı Gazali (ra) gibi İslam
büyükleridir.69 İmam-ı Gazali’nin (ra) “Sen dârü’l-hikmettesin; önce,
kalbini tedavi edecek bir tabip ara”70 sözü ile İmam-ı Rabbani’nin (ra)
“Tevhid-i kıble et; yani yalnız bir üstadın arkasından git”71 tavsiyesi
Eski Said’i Yeni Said’e çeviren en ehemmiyetli iki hakikattir. Bediüzzaman “Üstad-ı
hakiki Kur’an’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur” diyerek ve kalbini tedavi edecek
tabibin Kur’an olduğu gerçeğini fark ederek Yeni Said olmuş ve tümüyle Kur’an’a
yönelmiştir.

Kaderin sevkiyle Yeni Said, Kur’an haricindeki tüm kitapların mütalaasını
terk etmiştir. Çünkü ruhunda diğer kitapları mütalaa etmekten şiddetli “bir men”
ve “bir mücanebet” hissini taşımıştır. Bunun sırrı ise “nazarı dağıtmamak”, “Kur’an’ın
esrarına hasr-ı fikir etmek” ve “doğrudan doğruya âyât-ı Kur’aniyenin üstad-ı mutlak
olmaları” vb. hakikatlerdir.72

4-Ladînî bir istibdad-ı mutlakın gelişini öngörmesi

Bediüzzaman’ı Yeni Said’e dönüştüren enfüsi sebeplerin yanında içtimai
ve siyasi sebepler de vardır. Eski Said zamanında siyaset dairesinde hürriyet ve
İslamiyet için şevkle çalışan Bediüzzaman, laik ve despot bir dönemin yaklaştığını
manen görmüş ve hizmet/cihad metodunu yenilemiştir.

Eski Said, altıncı his denilen hiss-i kable’l-vuku ile yakın geleceğe
dair iki hakikati fark etmiştir. Birincisi, ümidini kaybedenlere “istikbalde bir
nur var” müjdesidir. Bu ümit Eski Said’i siyasete bağlamış ve -siyaseti İslamiyet’e
hizmetkâr ederek- hararetle hürriyete çalışmasını netice vermiştir. İkincisi ise,
“dehşetli ve ladînî bir istibdad-ı mutlakın geleceğini bir hadis-i şerifin manasından
anla[ması]” neticesinde “şeytan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyerek siyaseti
terk etmesidir. Bu hakikat ise Bediüzzaman’ı Yeni Said’e dönüştürmüştür.73
Eski Said’den Yeni Said’e geçiş döneminin uzun sürmesi Bediüzzaman’ın bu iki hiss-i
kable’l-vukuunun kaynağı olan ümit ve endişesinin muvazenesidir.

Eski Said, 1922 yılında Ankara’ya davet edilişine kadar siyasetle
İslamiyet’e hizmet etme ümidini taşımıştır. Ne zaman ki siyasetle dine hizmet imkânı
kalmadığını anlamıştır, o andan itibaren “dünyadan tamamen yüz çevir[miş] ve kendi
ıstılahınca “Eski Said’i göm[müştür]”74 Neticede, Eski Said’den Yeni
Said’e geçiş dönemi yedi yıllık bir sürece dönüşmüştür. Ankara’da “ladîni bir istibdad-ı
mutlak”ın güçlendiğini ve her şeyi kendine alet ettiğini fark etmesiyle, cazip tekliflere
(300 lira maaş, köşk, milletvekilliği, Büyük Millet Meclisi hükümetinin en yüksek
dini makamı olan Doğu İlleri Genel Vaizliği, Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere
Heyeti üyeliği) aldanmamış ve başkent siyasetini terk ederek memleketine çekilmiştir.
Bunun sebebini çok sonraları kaleme aldığı bir mektubunda şöyle izah edecektir:
“Ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle
o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve ‘Bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez’
diye, dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak
yolunda vaktimi sarf ettim.”75

Yeni Said’in (1923-1949) Eski Said’den Farklı Yönleri

1-İhtiyarlık Sabahıyla Uyanışı

Eski Said gençtir; Yeni Said ise ihtiyardır. Eski Said, Bediüzzaman’ın
kırk yaşına kadar süren gençlik döneminin ünvanıdır. Yeni Said cismen ihtiyarlamıştır;
fakat ruhen yeni bir dirilişi yaşamıştır. Bu yeni dönem Bediüzzaman’ın “gençliğin
gaflet uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım bir an”76 diye tanımladığı
yıllardır.

2-Dünyadan çekilmesi ve bütünüyle ahiret ehli olması

Eski Said, vatan ve milletin saadeti için içtimai ve siyasi hayatın
içinde aktif bir şekilde bulunuyorken; Yeni Said dünyevi meşguliyetleri bir kenara
bırakarak tam bir inziva hayatını tercih etmiştir. Eserlerinin muhtelif yerlerinde
geçen “Büsbütün ahiret ehli Yeni Said olarak dünyadan elimi çektim”77,
“Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.”78,
“Bütün bütün dünyadan el çekmiş, yetmiş beş yaşına gelmiş Yeni Said”79
gibi ifadeler ahirete yüzünü dönen yeni bir Said Nursi profiline dikkat çekmektedir.

Günde sekiz gazete okuyan Eski Said’in yerini, “sigarayı”, “gazeteleri”,
“siyaseti” ve “sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi” terk eden Yeni Said almıştır.80
Yeni Said dünyevi meşguliyetlerinden ve maddi-manevi her türlü zevklerinden vazgeçmiştir.
Hatta “hürmet”, “teveccüh”, “şan”, “şeref” gibi dünyevileştirici hislerden kurtulmak
amacıyla inzivayı tercih etmiştir.81

Yeni Said “kendi ruhî âlemine dalan”, “ruhî ve vicdani hazzıyla
baş başa kalan” ve “Kur’an-ı Azimüşşanın tetkik ve mütalaasıyla vakit geçiren”82
uhrevi bir insandır.

3-Siyaseti terk edişi

Eski Said –bazen günde yedi, sekiz gazete okuyarak- siyaseti yakından
takip etmiştir. Yeni Said ise taraftar bulmaya çok muhtaç olduğu zamanlarda bile
siyasete arkasını çevirmiştir. Siyasi meselelerin dünya çapında merakla takip edildiği
II. Dünya Savaşı zamanında dahi bu prensibini bozmamıştır.

Yeni Said siyasetten bilinçli bir şekilde “şiddetle tecennüb”83
etmiştir. Büyük bir hassasiyetle siyasetten uzak duruşunu iki temel sebebe dayandırmıştır:
Birincisi, ebedi hayatı kazanma azmidir. İkincisi ise, iman ve Kur’an hizmetinin
kudsiyetidir. Dünya hayatının her bir senesi, ebedi hayatın milyarlar senelerini
netice verebilecek tarla mahiyetindedir. İhtiyarlıkla kabrin yakınlığını hisseden
ve kaç yıl daha yaşayacağından emin olmayan Yeni Said’in yüzü ahirete dönmüştür.
Zaruret olmadan geçici dünyaya ve siyasi meselelere ayıracak vakti kalmamıştır.
Kur’an hizmetinin kudsiyeti adına siyasete arkasını çevirmesinin sebebini ise şöyle
izah etmiştir: “Hakaik-i imaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde,
siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından,
‘Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?’ diye düşünürler.
O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle,
o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”84

4- Tamamen Kur’an’a yönelişi

Yeni Said ile Eski Said’in farklarından biri de ders aldıkları “medrese”lerin
farklılığıdır. Yeni Said “Kur’an medresesi”nde Risale-i Nur dersini alırken, Eski
Said “hayat-ı içtimaî medresesi”nde “Hutbe-i Şamiye ve zeyilleri” dersine muhataptır.85

Eski Said, felsefe ve pozitif bilimlerde uzmanlaşmıştır.86
Eski Said’in düşünce dünyasında bir derece yerleşen Avrupa’nın felsefe, fen ve medeniyetine
ait bilgiler, Yeni Said’in manevi yükselişinde kalbi hastalıklara dönüşmüştür. Said
Nursi, yaşadığı bu çalkantılı süreci bir eserinde şöyle anlatmıştır: “Avrupa fünunu
ve medeniyeti, Eski Said’in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı
fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa’nın fünun ve medeniyeti o seyahat-i kalbiyede
emraz-ı kalbiyeye inkılâp ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye,
Yeni Said zihnini silkeleyip, muzahraf felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken,
kendi ruhunda Avrupa’nın lehinde şehadet eden hissiyât-ı nefsaniyeyi susturmak için,
Avrupa’nın şahs-ı mânevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek
muhavereye mecbur olmuştur.”87

Kalbi hastalıklardan kurtulmak isteyen Yeni Said, İmam-ı Rabbani’nin
(ra) “tevhid-i kıble et” tavsiyesiyle tümüyle Kur’an’a yönelmiş, Kur’an’ın haricinde
her türlü mütalaayı terk etmiş ve Kur’an’ın i’cazına dair kalbine gelen manaları
Risale-i Nur’u netice verecek şekilde beyan etmiştir.

5-Ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görmesi

Yeni Said dünyevi meşguliyetleri terk ettiği gibi, aynı zamanda
“ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görüyor.”88 Bunun sebebini ise bir
mektubunda şöyle açıklamıştır: “Yeni Said dünyadan yüzünü çevirdiği için, ehl-i
dünya ile konuşmayı, müdafaat-ı kat’iye mecburiyeti olmadan yapmıyor, lüzum görmüyor.”89
Ehl-i dünya ile konuşmak mecburiyetinde kaldığında ise –geçici olarak- sözü Eski
Said’e vermiştir.

6-Eski Said’e mecburen söz hakkı vermesi

Yeni Said, birçok yönden eskisinden farklı olduğu halde bir kısım
eserlerinde Eski Said’in “kafa”sına ve “lisan”ına müracaat etmiştir. Mesela, “âlem-i
İslamın siyasetine ve hayat-ı içtimaiyesine”90 dair meselelere Yeni Said
lisanıyla cevap vermemiştir. Çünkü Yeni Said siyaseti –şeytandan kaçarcasına– terk
etmiştir. Fakat İslam âlemi ve Müslümanların geleceğine dair konularda susmamıştır
ve “mecburiyetle, emaneten istiare ettiği Eski Said’in kafası”91 ile
konuşma ihtiyacı hissetmiştir. Dikkate şayandır ki, “Eski Said lisanıyla” verilen
cevaplarda “Yeni Said’in kalbiyle” müdahil oluşu sözkonusudur.92

Yeni Said’in Eski Said’e söz hakkı verdiği ilk mektup hâl ve istirahati,
vesika için müracaat etmemesi ve siyasete uzak duruşu hakkında bilgiler verdiği
On Üçüncü Mektup’tur. Yine, On Altıncı Mektup’ta siyasetten çekilmesinin, her türlü
sıkıntılara ve hakaretlere tahammül etmesinin, çalışmadığı halde nasıl geçindiğinin
ve yaşam ve giyinme tarzını değiştirmemesinin sebeplerini Eski Said diliyle izah
etmiştir. Benzer şekilde Yirmi İkinci Lem’a’da da Yeni Said’in sessiz kaldığı sorulara,
Eski Said lisanıyla cevaplar verilmiştir. Yeni Said, kendiyle ilgili meselelerde
Eski Said’i konuşturmuştur.

Eski Said lisanına müracaat ettiği yerlerde parça parça niçin Yeni
Said lisanını kullanmadığına dair ipuçları da verir, Bediüzzaman. Mesela On Altıncı
Mektup’ta Eski Said diliyle konuşmasının sebebini şu cümlelerle izah etmiştir: “Şu
cevabı vermek benim için hoş değil; arzu etmiyorum. Her şeyimi Cenab-ı Hakkın tevekkülüne
bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü
dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım
için değil, belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak
için, hakikat-i hali hem dostlarıma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek
için, Beş Noktayı beyan ediyorum.”93 Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere
yüzünü ahirete çeviren ve bütünüyle Kur’an’a odaklanan Yeni Said, özel hayatında
rahat bırakılmadığı ve zorunlu olarak nazarı dünyaya çevrildiği için Eski Said lisanına
müracaat etmiştir. Yine aynı mektubun zeylinde, Yeni Said’in kendisine eziyet edenlerle
hesaplaşmasını bile ahirete bıraktığı ve tümüyle dünyevi konuşmalardan kendisini
soyutladığı şu cümlelerden anlaşılmaktadır: “Eski Said yok. Yeni Said ise, ehl-i
dünya ile konuşmayı manasız görüyor. ‘Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar;
mahkeme-i kübrâda onlarla muhakeme olacağız’ der, sükût eder. “94

Bediüzzaman mahkeme müdafaalarında da sözü Eski Said’e vermiştir.
Çünkü çok gururlu ve inatçı iftiracılara karşı bir nebze olsun benlik ve enaniyet
göstermek gerekmektedir. Her ne kadar Eski Said’e emaneten söz vermiş olsa da, Yeni
Said, onun mecburi enaniyetini ve temeddühünü sahiplenmemiştir. Eskişehir Mahkemesi’nde
yaptığı savunmada Eski Said lisanıyla söz istemesinin sebeplerini şöyle izah etmiştir:
“‘On üç senedir beni konuşturmadınız. Şimdi madem beni nazara alıp, sizi ittiham
altına alıyorlar ve sizden korkuyorlar; elbette benim onlarla konuşmam lazım geliyor.
Gerçi benlik, enaniyet çirkindir; fakat mağrur ve muannit enaniyetlilere karşı,
haklı bir surette ve sırf kendisini müdafaa ve muhafaza etınek için benlik göstermek
lazım geliyor. Onun için, Yeni Said gibi, mahviyetle, mülayimane konuşamayacağım.’
Ben de ona söz verdim; fakat enaniyetlerine, temeddühlerine iştirak etmiyorum.”95

Bediüzzaman’ın Eski Said’in şiddetli lisanıyla konuşmasının sebeplerinden
biri de –Risale-i Nur’un hakkaniyetine dair otuz üç Kur’an ayetinin müjdelerinin
yer aldığı Birinci Şua’yı hazmedemeyen, ihtiyar bir âlimin gıybet meselesidir.Yeni
Said’in “terk-i enaniyet” mesleğine rağmen Eski Said’e söz hakkı tanımaya ve herkese
meydan okumasına mecburiyetle izin verişine tanık olunmaktadır: “Bu mesele yalnız
şahsıma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar
olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini
kat’î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe
itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır.
Fakat garaz ve inat ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mestûreyi
işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski Said lisanıyla derim: İşte meydan!
En mutaassıp ulemadan ve en büyük velîden tut, tâ en dinsiz filozoflara ve müdakkik
hükemalara, Risale-i Nur’daki davaları ispat etmeye hazırım ve hem de ispat etmişim
ki, benim mahvıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zındık filozoflar ve mülhidler,
o davaları cerh edemiyorlar ve edememişler.”96

Ayrıca Bediüzzaman’ın mahkemedeki Eski Said diliyle konuşmaları
–kendi nefsi adına değil– Risale-i Nurları ve masum Nur talebelerini müdafaa etmek
içindir. Afyon Mahkemesi’nde Yeni Said’in sessizliğine ve “her şeye tahammül etme”97
prensibine rağmen masum rençber ve esnaf talebelerini müdafaa etmek mecburiyetiyle
Eski Said’e söz vermiştir: “Yeni Said dünyadan yüzünü çevirdiği için, ehl-i dünya
ile konuşmayı, müdafaat-ı kat’iye mecburiyeti olmadan yapmıyor, lüzum görmüyor.
Fakat bu meselede çok masum rençber ve esnaf adamlar, bize az bir münasebetiyle
tevkif edilerek, iş zamanında, çoluk çocuklarına nafaka tedarik edemediklerinden,
şiddetli rikkatime dokundu. Derinden derine beni ağlattı. Kasem ederim, eğer mümkün
olsaydı, onların bütün zahmetlerini kendime alırdım. Zaten bir kusur varsa benimdir.
Onlar masumdurlar. İşte bu elim halet için, Yeni Said’in sükûtuna rağmen, ben diyorum…”98

Eski Said’in iftihar ederek söylediklerine Yeni Said hiçbir zaman
iştirak etmemiştir. Yirmi İkinci Lem’a’da –enaniyetli insanlara hadlerinin bildirilmesi
zaruretinden– sustur(a)madığı Eski Said’den, Yeni Said olarak şöyle yakınmıştır:
“Şu makamda Eski Said’in iftiharkarane söylediği şu sözlere ben iştirak etmiyorum.
Bu risalede sözü ona verdiğim için susturamıyorum. Enaniyetlilere karşı bir parça
enaniyetini göstersin diye sükût ediyorum.”99

Bediüzzaman’ın Eski Said kafasıyla konuştuğu konular arasında milliyetçilik
ve Vehhabilikten bahseden Yirmi Altıncı Mektub’un Üçüncü Mebhası ile Yirmi Sekizinci
Mektub’un Altıncı Meselesi de vardır. Yeni Said siyaseti tamamıyla terk edip bakmadığı
için, İslam âleminin siyasetini ve sosyal hayatını ilgilendiren Milliyetçilik ve
Vehhabilik vb. meselelere de Eski Said kafasıyla ve lisanıyla cevaplar vermiştir.

7-İlmin izzetini Risale-i Nur’la muhafaza etmesi

Eski Said’in en dikkat çekici özelliklerinden biri de –ilmin izzetini
korumak adına–her türlü haksızlığa boyun eğdirmeyen cesaretidir, asabiliğidir. Dört
büyük komutan karşısında pervasızca duruşu bunun en çarpıcı misalleridir. Eski Said’in
bu dört komutan karşısındaki izzetli duruşu, hukukunu savunuşu ve inancının gereğini
yapması başlı başına ibret tablolarıdır. Eski Said’in bu yönünü bilenler, Yeni Said
döneminde ona haksız bir şekilde zulmetmişler, hiddetini tahrik ederek zulümlerini
sürdürmek ve haklı göstermek istemişlerdir. Fakat Yeni Said iman ve Kur’an hizmetinin
hatırı için bu tür tacizlere azami derecede tahammül etmiş ve müspet hareketinden
asla taviz vermemiştir.

Bir mektubunda bu meseleye dair şunları söylemiştir: “Ehl-i siyasetteki
düşmanlarım, mezkûr hakikatleri bilmedikleri için, şerefli, izzetli Eski Said’i
düşünüp mütemadiyen Nurlar bedeline benim şahsıma ihanet ve tenkis etmekle meşgul
oluyorlar. Bazı mutaassıp enaniyetli hocaları da şahsımın aleyhine çeviriyorlar,
güya Nurları söndürmeye çalışıyorlar.”100

Yeni Said eski hayatına oranla çok büyük ihanetlere uğradığı ve
kanundışı, insanlıkdışı zulümlere muhatap olduğu halde, kendi tabiriyle –zahiren–
“en korkak, en miskin bir vaziyette sessiz kalıp sabret[miş]” ve hatta işkencelere
muhatap olduğu halde ruhunda ferahlık hissetmiştir. Bunun hikmetini bir mektubunda
şöyle izah etmiştir: “Kur’ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesini tefsir eden Risale-i
Nur’u hiçbir şeye ve şahsi menfaatlerine ve manevi kemâlâtlarına alet yapmamak ve
hakiki ihlâsı kırmamak için, ehl-i siyaset Said hakkında ‘dini siyasete âlet yapmak’
vehmini verip, tâ Said işkencelerle, hapislerle dini siyasete âlet etmesin diye
ehl-i siyasetin zalimane hükümleri altında kader-i İlahi, Nurdaki hakiki ihlâsı
kırmamak için Said’e şefkatli tokatlar vurup ‘Sakın, sakın, hakaik-i imaniyenin
tefsiri olan Risale-i Nur’u kendi şahsi menfaatlerine ve hatta manevi kemâlâtlarına
ve belalardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına alet yapma. Ta ki Nurun en büyük
kuvveti olan ihlâs-ı hakiki zedelenmesin’ diye, kader-i İlahinin şefkatli tokatları
olduğuna…”101

Keyfi ve kanundışı baskılar karşısında zerre kadar tavizi olmayan
Eski Said’e mukabil; “yenisi ise her şeye tahammül ediyor.”102 Yeni Said
de ilmin izzetini koruma cihetinde çok hassastır. Fakat Yeni Said öyle izzetli bir
duruşu vardır ki, karşısındaki yılan tabiatlı insanlarla muhatap olmasına engel
olmaktadır. Hem de “[Yeni] Said’in lisanında Kur’an’ın tezgâhından gelen bir elmas
kılınç varken, elindeki kırık odun parçasıyla müdafaa etme[ye]”103 ihtiyaç
kalmamıştır.

Yeni Said, yılan tabiatlı ve canavar vicdanlı kişilere karşı talebelerine
de şu tavsiyelerde bulunmuştur: 1-Zaruret-i katiye olmadan onlarla uğraşmayın, 2-
Cevabü’l-ahmakü’s-sükût nevinden, tenezzül edip onlarla konuşmayın, 3-Canavar vicdanı
taşıyanlara dalkavukluk etmekle zaaf göstermeyin, 4-Müteyakkız davranın, lakaytlık
ve gafletten kaçının…104

8-Telifatının âni ve def’i olması

Eski Said az ve öz konuşmayı sevmiştir. Bu sebeple kısa cümleler
ve veciz ifadelerle eserler yazmıştır. Eserlerini öncelikle kendisi ve ikinci derecede
medresenin yüksek derslerini gören eski talebelerinin anlayışını dikkate alarak
yazmıştır.105 Eski Said dönemindeki eserlerde “mantık” ve “ilim” öne
çıkarken, Yeni Said döneminde “sünühat” ve “ilham” galiptir. Bediüzzaman 50’li yıllarda
– kırk yıl aradan sonra yeni eline geçen – Münazarat isimli eserini gözden geçirirken
“Eski Said’in kafasını alıp, Yeni Said’in sünühatıyla dikkatle mütalaa ettim”106
ifadesini kullanması, bu açıdan manidardır. Eski Said’in eserleri daha ziyade akla
hitap ederken, Yeni Said’in Risale-i Nur Külliyatı ise akılla birlikte kalp, ruh,
sır gibi tüm latifeleri doyurucu nitelikler taşımaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, “Üçüncü Mektup”ta Eski Said ile Yeni Said’in
akıl ve kalbinin birbirinden çok uzak olduğu; fakat Nokta risalesinde ittifak ettiklerini
dile getirmiştir. Eski Said’in “kuvvet-i ilmi” ve “nazar-ı aklı”na, Yeni Said’in
ise “şuhud-u kalbi” ve “nur-u vicdanı”na dikkat çekmiştir. Bu açıdan Nokta risalesi
için Eski Said ile Yeni Said’in tevafuk ettiği bir dönemin ürünü olduğu söylenebilir.
Fakat yine de Nokta Risalesi Bediüzzaman tarafından noksan görülmüş ve Yirmi Dokuzuncu
Söz ile bu noksanlıklar tamamlanmıştır.

Bediüzzaman Yeni Said döneminde gerçekleşen telifatının özelliklerini
ise bir mektubunda şöyle sıralamıştır: “Hem yazılan eserler, risaleler, ekseriyet-i
mutlakası, [1] hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, [2] ruhumdan tevellüt eden bir
hâcete binaen, [3] âni ve [4] def’î olarak ihsan edilmiş.”107

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un (ve dolayısıyla Yeni Said’in) birinci
muhatabı olan Hulusi Bey’in kendisine sorduğu soruları cevaplarken, “Yazılan galip
Sözler ve Mektuplar, ihtiyarsız, def’i ve ani bir surette kalbe geliyordu, güzel
oluyordu. Eğer ihtiyar ile Eski Said gibi kuvve-i ilmiye ile düşünüp cevap versem,
sönük düşer noksan olur. Bir miktardır ki, tulûat-ı kalbiye tevakkuf etmiş, hafıza
kamçısı kırılmış.”108 değerlendirmesinde bulunmuştur. Bediüzzaman’ın
bu değerlendirmesi Eski Said ile Yeni Said eserleri arasındaki farkı göstermesi
açısından önemli bir ölçüdür. Yeni Said’in sünuhatının yerini Eski Said’in ilim
ve zekâsının dolduramayacağını ise başka bir eserinde şöyle zikretmiştir: “Onun
fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur’un öyle parçaları
var ki, bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan
risaleler var. Ben yeminle temin ediyorum ki, Eski Said’in kuvve-i hafızası beraber
olmak şartıyla, o on dakikalık işi, on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik
risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum. Ve o altı saatlik risale olan
Otuzuncu Sözü, ne ben, ne de en müdakkik dindar filozoflar, altı günde o tahkikatı
yapamaz.”109

9-Kemal-i mahviyet ile hüsn-ü zanları tadil etmesi

Yeni Said, “kendine hürmet ve teveccüh kazanmak ve şan ve şeref
bulmak, katiyen aleyhindedir, katiyen kabul etme[miştir]” gerekçesiyle inziva hayatını
tercih etmiştir.110 Kendisine çok fazla hüsn-ü zan eden Nur talebelerinin
–belki yüz defa– hatırlarını kırmıştır.111 Mahviyetkarane bir hayatı
benimseyen Yeni Said, mükerrer derslerle ifratkarane hüsn-ü zanların tadil edilmesi
için de azami hassas davranmıştır.112

Üçüncü Said (1949-1960)

Bediüzzaman Said Nursi, 1949 yılında Afyon hapsinde iken “acip inkılabat-ı
ruhî” içinde bulunur. Bu durumun bir benzerini otuz yıl önce İstanbul’da yaşamıştır.
İstanbul’da yaşadığı inkılab, Darü’l-Hikmet-i İslâmiye’deki faaliyetlerine ara vermesine,
Yuşa tepesinde inzivaya çekilmesine ve hatta zaruri hizmetlerini gören fedakâr talebesi/yeğeni
Abdurrahman’ı kendisinden uzaklaştırmasına yol açmıştır. İstanbul’daki ruhî ınkılabını
hatırlatan Afyon hapsindeki yeni durumu Bediüzzaman Said Nursi şöyle yorumlamıştır:
“Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin
ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şakirtleri benim vazifelerimi yapacaklar; daha
bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zaten Nurun her bir câmi cüz’ü ve sarsılmayan hâlis şakirtlerinin
her birisi, benden daha mükemmel ders verir.”113 Bu ifadelerden anlaşıldığı
üzere Risale-i Nur hizmetinin sorumluluk gerektiren ağır yükünün sâdık Nur talebeleri
tarafından omuzlandığı ve Bediüzzaman’ın vazifelerine talebelerine emanet ettiği
Üçüncü bir dönem başlamıştır.

“Üçüncü Said” devri de Risale-i Nur hizmetinin çok daha farklı boyutlara
ulaştığı, özellikle üniversiteli gençlerin bu eserlere yöneldiği ve külli bir inkişafın
yaşanmaya başladığı bir sürecin işaretidir. Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ında
Üçüncü Said devrinin hakikati, talebeleri tarafından şöyle yorumlanmıştır: “Afyon
hapsinden sonra Üstad –kendi tabirince– bir nevi Üçüncü Said olarak görünüyordu.
Çünkü bundan sonra hizmet-i Nuriye başka safhalarda tezahür edecekti; külli bir
inkişaf olacaktı. Üstadın hizmetine koşan ve Nur hizmeti için yanına gelenler, bilhassa
mektepli gençlerdendi.”114

Bediüzzaman Üçüncü Said devrinde dünyayı bütünüyle terk ettiren
bir halet-i ruhiye içinde olmakla birlikte, dünyaya bakmadığı için yapamadığı bir
kısım vazifelerin de sorumluluğunu hissetmektedir. Bir mektubunda bu enfüsi haletinden
şöyle bahsetmiştir: “Beni manen cezalandıracak, vazife-i hakikiyeye karşı büyük
kusurlarım var… Evet, büyük kusurlarımdan bir tek suçum: Vatan ve millet ve din
namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan,
hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil
edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi.”115 Yeni Said tamamen
“iman” hizmetine odaklanmışken; Üçüncü Said iman hizmetiyle birlikte “hayat” ve
“şeriat” hizmetlerinin sorumluluğuyla hareket etmiştir.

Üçüncü Said’in halet-i ruhiyesindeki “bütün bütün târik-i dünya”
oluşu Risale-i Nur’un hakiki talebelerinin faal birer hizmetkâr olmalarına vesile
olurken; “vatan, millet ve din namına mükellef olunan büyük vazifeler”in mevcudiyeti
ise Bediüzzaman’ı faaliyete sevk etmiştir. Yeni Said devrinde hiç kimsenin yanında
kalmasına izin vermeyen ve akşamdan kuşluk vaktine kadar kapısını daima kilitleyen
Bediüzzaman, Üçüncü Said devrinde sadık talebelerinden bazılarını hususi hizmetine
almıştır.116 1953’ten 1960 yılına kadar, Isparta Nur medresesinde, farklı
istidatlara sahip manevi varislerini dört dörtlük yetiştirmiştir.

Yeni Said devrinde mahkemeden mahkemeye, sürgünden sürgüne koşturulan
Bediüzzaman, ancak Üçüncü Said devrinde bir nebze olsun hürriyetine kavuşmuştur.
Yeni Said’in seyahat etme hürriyeti bile o kadar sınırlanmıştır ki, en yakın bir
köye gitmesine de izin verilmemiştir. 20 Eylül’de Afyon hapsinden tahliye olan Üçüncü
Said, 2 Aralık’ta Emirdağ’ına ulaşmıştır. İki yıl kadar Emirdağ’da kalan Üçüncü
Said bu süre içinde ilçe dışına çıkamamıştır. İlk defa 1371 yılının Muharrem ayında
(1951) seyahat etme hürriyetini kullanabilmiştir. Bu tarihte Eskişehir’e giden Üçüncü
Said, Yıldız Oteli’nde bir buçuk ay kalmıştır.117

Üçüncü Said devrinin en ehemmiyetli hususiyetlerinden biri Risale-i
Nur hizmetinin geniş kitleler üzerinde makes bulmasıdır. Bu hizmet alanları en genel
manada beş maddede özetlenmiştir: 1-Risale-i Nur’un mecmualar halinde serbest bir
şekilde basılması ve neşredilmesi. 2- Başta İstanbul, Ankara ve Şark Vilayetleri
olmak üzere Anadolu’nun çeşitli vilayet, kasaba ve köylerinde Risale-i Nur’un intişar
etmesi. 3- Risale-i Nur’un en modern neşir vasıtalarıyla, hem Anadolu’ya, hem İslam
dünyasına, hem de tüm insanlığa duyurulması. 4- Muhtelif halk tabakalarının (Üniversite
ve diğer mektep talebeleri, gençler, memurlar, hanımlar vs.) Risale-i Nur’u okumaları
ve fedakâr, halis birer iman hadimi olmaları. 5- Yeni hükümetin Risale-i Nur’a takdirle
bakması, resmi makamlarla müspet münasebetlerin artması ve müsadere edilen kitapların
iadesi.118

Üçüncü Said devrinde, başta Irak ve Pakistan olmak üzere İslam Dünyasında
Risale-i Nur kitapları geniş bir okuyucu kitlesi bulmuştur. Pakistan Eğitim Bakanı
Ali Ekber Şah Türkiye’ye geldiğinde Bediüzzaman Said Nursi’yi de ziyaret etmiştir.
Ülkesine Risale-i Nur Külliyatı’nı götürmüş ve Urduca’ya tercüme edilerek resmen
üniversitelerde okutulması için gayret sarfedeceği sözünü vermiştir. Pakistan’da
Es Sıddık gibi birçok gazete ve mecmualarda Risale-i Nur’un Uhuvvet, İktisat, Hutuvat-ı
Sitte gibi risaleleri -Arapça ve Urduca’ya tercüme edilerek- neşredilmiştir.119

Üçüncü Said devrinde başta Finlandiya ve Almanya olmak üzere Avrupa’da
Risale-i Nurlar okunmaya başlamıştır. Finlandiya İslam Cemaati Reisi tarafından
Risale-i Nur eserleri neşredilmiştir. Berlin Teknik Üniversitesi mescidine Risale-i
Nur Külliyatı konulmuştur. Şarkiyat Üniversitesi İlahiyat bölümünde Risale-i Nur
hakkında konferans düzenlenmiştir.120 Emirdağ Lahikası’nın bir mektubun
içinde yer alan “Berlin’de Almanlar Zülfikar’ı aldıkları vakit, bir gazetelerinde
alkışlayarak ilân etmişler”121 haberi, Risale-i Nurların dünya milletleri
tarafından da takdirle karşılanacağının ilk müjdeli işaretleridir.

Üçüncü Said’in talebeleri dünyanın dört bir yanına Risale-i Nurları
ulaştırma gayretini taşımışlardır. ABD, Japonya, Kore, Hindistan, Endonezya vb.
ülkelerde Risale-i Nurların neşredilmesi için tüm imkânlar seferber edilmiştir.

Üçüncü Said’in Hususiyetleri

1-“Genç Said”leri hakiki vekil ve varis kabul etmesi

Üçüncü Said, “Medresetü’z Zehra erkânları” diye nitelediği sadık
talebeleri için “hakiki vekillerim”122 ve “hakiki varislerim”123
demiştir. Onları“fedakâr evladın çok fevkinde sadakatle şimdiye kadar hizmetleriyle
her biri birer genç Said…”124 mahiyetinde görmüş ve çok kıymet vermiştir.

Said Nursi’nin vekilleri –öncelikle- vasiyetnamede adı geçen Nur
talebeleridir. Bir mektubunda bu hakikati şu sözleriyle vurgulamıştır: “Vasiyetnamemdeki
evlât kabul ettiğim küçük evlâtları tevkil ediyorum. Onlarla konuşanı benimle konuşmuş
gibi kabul ediyorum.”125 Başka bir mektubunda ise “bütün Nur talebeleri
bir cihette bu biçare Said’in dava vekilleri”dir126 diyerek bu daireyi
genişletmiştir.

Emirdağ Lahikası’nın ikinci cildinde “Üstadımız diyor ki/dedi ki/ifade
buyurdular ki/demiş”127 ifadelerinin sıkça kullanılması da genç Nur talebelerinin
Üçüncü Said’e hakkıyla vekil olduklarının bariz bir belirtisidir.

Üçüncü Said’in hususi vekilleri de vardır. Bunlardan birincisi Mustafa
Sungur’dur. Said Nursi “Ben kendim zehir hastalığıyla şiddetli hasta olduğumdan
ve kendi hukukumu müdafaa edemediğimden Sungur’u kendime vekil ediyorum”128
diyerek Ankara’da Risale-i Nur’un mahkeme işlerini takip etmek için Mustafa Sungur’u
vazifelendirilmiştir. Daha sonraları Mustafa Sungur’un yanına –ikinci bir vekil
olarak- talebelerinden Ceylan Çalışkan’ı göndermiştir.129 Daha sonraları
Bediüzzaman Said Nursi’yi savunma cesaretini taşıyan Mihri Helav, Seniyüddin Başak
ve Abdurrahman Şeref Laç gibi avukatlar bu vazifeyi üstlenmişlerdir.130

İman ve Kur’an’a Risale-i Nur’la hizmet eden her bir Nur talebesi
Bediüzzaman’ın bir vekilidir. Bediüzzaman’ın Ankara’daki bir talebesi olan Osman
Nuri hakkında “Eğer o, orada olmasa idi, benim gitmem lazımdı. Fakat o bana ihtiyaç
bırakmıyor.”131 beyanında bulunması bu cihetle manidardır.

Üçüncü Said, Risale-i Nur hizmetine dair bazı işleri talebelerinin
(Medresetü’z Zehra erkânları) reylerine havale etmiştir. Emirdağ Lahikası’nın ikinci
cildindeki bir kısım mektuplarda Nur talebelerinin reylerine havale edilmiş birçok
hizmet zikredilmiştir: Bediüzzaman’ın dünyadaki son menzili olan kabrinin nerede
olacağı,132 İnebolu’da yeni harfle çoğaltılan nüshaların durumu,133
Lemaat’ın Otuz Üçüncü Söz olarak Sözler’e dâhil edilmesi,134 Asa-yı Musa’nın
Arapça’ya tercüme edilmesi,135 Gençlik Rehberi hakkında “dini siyasete
alet etmek var” hükmüne varan vukufsuz ehl-i vukufun adlî vazifelerini dinsizliğe
alet etmek istediklerini delilllerle ispat etmek vazifesi,136 Risale-i
Nur mecmualarına dair elli liranın ne şekilde kullanılacağı,137 Said
Nursi’ye gelen mektuplara onun bedeline cevap verilmesi,138 ince bir
meseleye dair hakikatin ıslaha ihtiyacı olup olmadığı,139 Mahkeme-i Temyiz
tarafından beraati tasdik edilen mahrem bir risalenin neşir kararı,140
İhvan-ı Müslimin Cemiyeti namına gelen tebriğe cevap verilmesi,141 Isparta
Sümerbank Fabrikası’nda çalışan bir zatın sualine cevap verilmesi,142
Cezire ile irtibatın sürdürülmesi ve Zülfikar mecmuasındaki bir sehvin tashih edilmesi…143

Üçüncü Said’in talebeleri, üstadlarının inisiyatif vermesiyle Risale-i
Nur hizmetinde sorumluluk üstlenmişlerdir. Nur talebelerinin inisiyatif alarak gerçekleştirdikleri
bir kısım faaliyetlere Lahika mektuplarında yer verilmesi de teşvik maksatlı olsa
gerektir. Mesela, Üniversite Nur Talebelerinin İstanbul’da iki bin adet Gençlik
Rehberini basmaları,144 Risale-i Nur ve Bediüzzaman aleyhinde neşriyat
yapan gazetelerden yüz altmış adedinin imha edilmesi,145 Doğu Üniversitesi
hakkında tahrifçi Ulus gazetesine cevap verilmesi,146 bazı gazetelerde
çıkan yalan haberler hakkında yazılan tekzip yazıları…147

2-Yeni hizmet açılımlarında talebelerine rehberlik etmesi

Üçüncü Said, Risale-i Nur hizmetine dair bir kısım konularda talebelerinin
ufuklarını açmış ve onlara rehber olmuştur. Mesela, bir mektubunda “bu mealde adaletperver
Demokratlara istida yazabilirsiniz”148 diyerek resmi makamlara nasıl
dilekçe yazılacağının bir misalini göstermiştir.

Seyyid Salih isimli bir talebesinin “Arabistan’da Asa-yı Musa’nın
çok lüzumu ve çok faydası olduğunu, oralarda seyahatimde anladım. Herhalde Arapçaya
tercümesi lazım geliyor” mektubu üzerine, dört kanaldan (Ezher Üniversitesi, Diyanet
İşleri Başkanlığı, kardeşi Ürgüp müftüsü Abdülmecid Ünlükul ve Isparta’daki âlim
Nur talebeleri) tercüme faaliyetlerine başlanması için talebelerini yönlendirmiştir.149

Yeni Said dünyaya arkasını dönmüşken, Üçüncü Said ise içtimai ve
siyasi bazı meselelere dair tahlillerde bulunmuştur. Fakat bu mektupların neşrinde
dikkatli olunmasını istemiştir. “Merkezlerden münasip gördüğünüz yerlere, su-i tesir
yapmamak şartıyla gönderebilirsiniz”150 sözüyle bu hassasiyeti dilegetirmiştir.

Üçüncü Said Risale-i Nur’un geniş kitlelere ulaşması için toplumun
saygı duyduğu kimselerin Nur mecmualarına “sahip”, “hami” ve “varis” olmalarını
arzu etmiştir. Başta Mustafa Sabri Efendi, Ali Rıza Efendi, Mehmed Zahid Kevserî,151
Eşref Edip,152 Tevfik İleri153 vb. meşhurları göreve çağırmıştır.

Üçüncü Said’in Risale-i Nur hizmeti cihetinde ufku o kadar geniştir
ki Katolik Kilisesinin merkezi olan Vatikan’a Zülfikar isimli eserini göndermiştir.
Bu nezakete 22 Şubat 1951’de, Papa Pius XII Duodecimus (1939-1958) adına memnuniyet
mesajıyla karşılık verilmiştir.154

3-Nazarları Risale-i Nur’a ve şahs-ı maneviye yönlendirmesi

Üçüncü Said “Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten
daha kârlıdır”155, “milyonlar nüshası her birisi on Said kadar fayda
veriyor”156, “Risale-i Nur ekseriyet itibarıyla kendi kendine ders verip
muallimlere ihtiyaç bırak[mıyor]”157 diyerek nazarları Risale-i Nur Külliyatı’na
çevirmiştir.

Üçüncü Said has talebeleriyle Risale-i Nur’un “hizmeti”, “intişarı/neşriyatı”
ve “fütuhatı” söz konusu olduğunda görüşmüştür.158 Kendisiyle görüşmek
isteyenlere ise “bana hizmet eden hakiki fedakâr talebelerim ve manevi evlatlarım
ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi; bana hiç ihtiyaç yok”159
cevabını vermiştir. İman ve Kur’an hizmetini “binler, belki yüz binler Saidcikler,
senin bedeline ders verecek ve konuşacaklar var”160 diyerek Risale-i
Nur talebelerinin şahs-ı manevisine emanet etmiştir.

4-Nur dershanelerinin açılmasını teşvik etmesi

Üçüncü Said, talebelerinin her yerde dershane açmalarını teşvik
etmiştir. Bunun üzerine Isparta’nın köylerinde bile dershaneler açılmıştır. Bir
mektubunda bu düşüncesini “Şimdi resmen din tedrisatı için hususi dershaneler açılmasına
izin verilmesine binaen Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir
dershane-i Nuriye açmak lazımdır”161 sözüyle dile getirmiştir. Üçüncü
Said’in dershane açmayı teşvik ettiği yıllar, ülke şartlarının din eğitimi alınmasına
müsait hale geldiği bir dönemdir.162 Üçüncü Said, her evin de Nur dershanesi
mahiyetini taşımasını arzulamıştır. Bunun için talebelerine -evli ise çoluk çocuğuyla,
bekâr ise komşularıyla toplanarak- hiç olmazsa günde beş on dakika Risale-i Nurla
meşgul olmalarını ve böylece evlerini Nur dershanesine dönüştürmelerini tavsiye
etmiştir.163

Yeni Said, evinde geceleri hiç kimsenin kalmasına izin vermeyip,
kuşluk vaktine kadar kapısını kilitlerken; Üçüncü Said, Isparta’da kaldığı evi Risale-i
Nur dershanesine dönüştürmüştür. Sadık talebelerinden bazılarının dershanede kalmalarına
izin verip, hususi hizmetine kabul etmiştir. Talebeleriyle bazen sabah namazından
öğle ezanına kadar dersler yapmıştır. 1953 yılından 1960 yılına kadar Isparta Nur
dershanesinde yaşananlar, geleceğin Nur dershanelerinin nüvelerini teşkil etmiştir.

Üçüncü Said, eski medreselerde beş on senede elde edilen neticeyi,
Nur dershanelerinin beş on haftada kazandırabildiğini görmüştür. “Elli beş sene
bir gaye-i hayalim” ve “hayatımın bir neticesi” dediği Zehra Üniversitesinin “manevi
hakikati”nin Nur dershaneleriyle gerçekleştiğini söylemiştir. Nur dershaneleriyle
bir tek üniversiteye bedel Anadolu, belki İslam Dünyası, hatta dünya geniş bir dershane/üniversite
hükmüne geçmiştir.

5-Siyaseti takip etmesi ve siyasetçilere mektup yazması

Üçüncü Said’in en belirgin özelliklerinden biri de siyaseti takip
etmesi, siyasetçilere mektuplar yazması ve bu mektupları Emirdağ Lahikası’na derç
etmesidir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a,164 Başbakan Adnan Menderes’e,165
Adalet Bakanına,166 Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye,167
Bakanlar Kuruluna,168 Hüseyin Avni Göktürk ve Tahsin Tola’ya,169
Dindar Milletvekillerine170 hitaben kaleme alınan birçok mektup Risale-i
Nur Külliyatı’nın lahikalarına dâhil edilmiştir.

Said Nursi, uzun yıllar uzak durduğu siyasete tekrar bakmasının
hikmetini ise şu sözleriyle açıklamıştır: “Dindar demokratlar, hususan Adnan Menderes
gibi zatların hatırları için 35 seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım.”171

Üçüncü Said’in talebelerinin “Demokrat Nur Talebeleri”172
ve “Demokrat azalarından Nur Talebeleri”173
imzalarıyla mektuplar yazmaları da dikkate değerdir. Üçüncü Said “siyaset hesabına
değil, belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına
değil, belki kendi şahısları namına girebilir.”174 demiştir. Oysa Yeni
Said –hizmet şartları gereği- talebelerinin siyasetle meşgul olmasına şiddetle karşıdır:
“Risale-i Nur’un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, şimdiki siyasete
karşı ne fikirdedir diye, Boğazlar hakkında bir boşboğazlığı münasebetiyle bir iki
şey sordum. Baktım, alakadarane ve bilerek cevap verdi. Kalben, ‘Yazık!’ dedim.
‘Bu vazife-i nuriyede zararı olacak.’ Sonra şiddetle ikaz ettim. ‘Şeytandan ve siyasetten
Allah’a sığınırım’ bir düsturumuz vardır.”175 Üçüncü Said ile Yeni Said’in
siyasetle münasebetlerinin –şartlar gereği- farklı oluşu, talebelerinin de siyasi
meşguliyetlerini derinlemesine etkilemiştir.

6- Gazeteleri takip etmesi

Bediüzzaman Üçüncü Said devrinde Risale-i Nur hizmetiyle ilgili
yurtiçi ve yurtdışındaki mecmualarda yayınlanan yazıları da takip etmiştir. Bu yazılardan
bazılarını Külliyata dâhil etmiştir. Mesela, Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesi yazarı
İsa Abdülkadir’in Arabî makalesinin tercümesi Emirdağ Lahikası’nda kendine yer bulmuştur.176
Büyük Doğu’nun 29. Sayısında “Lozan’ın İçyüzü” makalesi177 ile Büyük
Cihad gazetesinde yayınlanan Ankara Üniversite Nur Talebelerinin mektubu da yurtiçi
mecmualarından yapılan alıntılara misal olarak gösterilebilir.

Bu manada yine Menderes’in Konya nutkuna dair açıklamasının Lahika’da
yer alması dikkate değerdir.178 Bu nutuk, din ile siyaset arasındaki
hassas ölçüleri beyan ettiği ve Risale-i Nur’un serbestiyetine bir senet olduğu
için Risale-i Nur’a dâhil edilmiş olmalıdır.

Üçüncü Said bir kısım menfi gazetelerin yalan haberlerine de tekzip
yazıları göndermiştir. Bunların en dikkat çekenleri Cumhuriyet gazetesi179
ve Yeni Ulus gazetesine180 verdiği cevaplardır. Gazetelere hitaben yazdığı
bir mektubunun başında “bize ait meseleleri yazan gazetelere hitaben yazdığım bu
yazıyı neşretseler, bugünlerde olan aleyhimdeki isnatlarını helâl edeceğim”181
cümlesini kurarak gazetecileri objektif olmaya davet etmiştir.

Üçüncü Said, talebelerinin de bazı gazetelerde çıkan yalanlar hakkında
tekzib yazısı kaleme almalarına izin vermiştir.182

7- İçtimai ve siyasi faaliyetleri

Üçüncü Said, merdümgirizlik vb. hastalıkları sebebiyle insanlarla
görüşmekten ve konuşmaktan men edilmiş olsa da, içtimai ve siyasi hayattan kopmamıştır.
1953 model Chevrolet marka arabasıyla seyahatlere çıkarak talebelerini ziyaret etmiştir.
1953 yılında İstanbul’un fethinin 500. yılının kutlamalarına katılmıştır. Aynı dönemde
Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret ederek Patrik I. Athenagoras (1886-1972) ile görüşmüştür.
1957 yılında Isparta 3. Eğitim Tümeni Camii’nin temeline harç koymuştur.183
Seçimlerde demokratlara açıktan destek vermiş ve oy kullanmıştır. Ayasofya’nın tekrar
ibadet mahalli haline getirilmesi için, hükümet yetkilileriyle görüşmek maksadıyla
ardarda Ankara’ya gitmiştir.184

8-Vasiyeti

Üçüncü Said, ölümü kendine çok yakın görerek vasiyetname yazmış
ve bu vasiyetini yeri geldikçe teyid etmiştir.185 Vasiyetname yazmaya
kendisini sevk eden halet-i ruhiyesini ise şöyle beyan etmiştir: “Ben şahsım itibarıyla
vazife-i Nuriyeyi yapmaya tâkatim kalmamış. Belki ihtiyaç da kalmamış. Hem müteaddit
tesemmümlerle ve çok ihtiyarlık vaziyetiyle ve hastalıkla, şimdiki hayatta kalmak,
tahammülüm kalmamış gibidir. Şayet müştak olduğum ölüm elime geçmese de, zahirî
hayatımda ölmüşüm gibi diye bu vasiyetimi yazıyorum.”186

Üçüncü Said’in vasiyetnamesinde hem maddi, hem manevi mirası vardır.
Maddi mirası, Risale-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesinin, Risale-i Nur’un
malı olarak bilinmesi ve beşten birisinin -hayatını Risale-i Nur’a vakfeden, nafakasına
çalışmaya zaman bulamayan- “halis”, “fedakâr”, “hakiki” talebelerinin tayınatına
tahsis edilmesidir.187 Üçüncü Said, maddi mirası vesilesiyle, talebelerinin
“azami ihlâsı kazanmaları”, “ilmi vasıta-i cer yapmamaları” ve “ilm-i imani yolunda
izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmeleri”nin mümkün olacağını ümit etmektedir.188 Üçüncü
Said’in manevi mirası ise tüm talebelerine emanet ettiği Risale-i Nur Külliyatı
ve Risale-i Nur hizmetinin şahs-ı manevisidir. Üçüncü Said, talebelerinden –tesanüdlerini
muhafaza ederek- üstatlarının vazifesine hakiki varis olmalarını istemiştir.189

Üçüncü Said’in diğer bir vasiyeti ise kabrinin yeridir. Kabrinin
gizli bir yerde olması gerekliliğini vasiyetinde şöyle bildirmiştir: “Benim kabrimi
gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor.
Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette
vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”190

Üçüncü Said’in talebelerine vasiyetinde –ayrıca- şu dersler de vardır:
1-Kendisinin maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğinden ayrılmama, 2- Yalnız
ve yalnız Allah rızası için çalışma, 3-Bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere
karşı bütün haklarını helal etme, 4-Eza ve cefa edenlere karşı zerre kadar intikam
emeli beslememe, 5- Risale-i Nur’a sadakat ve sebatla çalışma…191

Öz

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı üç devreden meydana gelmektedir.
Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said. Onun üç farklı hayat devresi, yalnızca siyasi
ve konjonktürel değişimlerle açıklanamaz. Bediüzzaman, kaderin sevki ve enfüsi değişimlerinin
bir neticesi olarak hayatını yenilemiş ve tazelemiştir. Yine de –ilahi takdirin
hikmetiyle- içtimai ve siyasi değişimler ile Bediüzzaman’ın hayat devreleri arasında
bir irtibat kurmak mümkündür. Bu çalışmada Bediüzzaman’ın hayat devreleri ele alınmakta,
bu devreler arasındaki farklılıklar ortaya konulmakta; değişime yol açan nedenler,
bu dönemlerin belirgin özellikleri ortaya konularak irdelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Eski Said, Yeni Said, Üçüncü Said, siyaset,
Risale-i Nur, şahs-ı manevi

Abstract

The life of Bediuzzaman Said Nursi consists of three periods. The
Old Said, The New Said and The Third Said. His three different life periods can
not be explained merely with political and cyclical changes. Bediuzzaman renewed
and refreshed his life by the guidance of the destiny and the result of the changes
in his subjective realm. Still, with the wisdom of the divine will, it is possible
to find relations between social and political changes and Bediuzzaman’s life periods.
In this article, Bediuzzaman’s life periods, the differences among them, the reasons
for the changes, and the outstanding features for these periods are examined.

Key Words: The Old Said, The New Said, The Third Said, politics,
Risale-i Nur, collective personality

Dipnotlar

1. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 2001, s. 545.

2. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
2001, s. 596.

3. Tarihçe-i Hayat, s. 34.

4. A.g.e., s. 42.

5. A.g.e., s. 45.

6. A.g.e., s. 46.

7. A.g.e., s. 69-70.

8. Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l İ’caz, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 2001, s. 14; Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 2001, s. 325.

9. Bkz: Tarihçe-i Hayat, s. 98, 252; Kastamonu Lahikası, s.
24, 25, 50, 58; Emirdağ Lahikası, s. 49, 181, 345; Şualar, s. 461; Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 42, 167; Münazarat, s. 145; Sünuhat s. 11, 12.

10. Münazarat, s. 127.

11. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
2001, s. 717.

12. Sözler, s. 502.

13. A.g.e., s. 305.

14. Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 2001, s. 10.

15. A.g.e., s. 11.

16. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
2001, s. 119.

17. İşaratü’l İ’caz, s. 9; Tarihçe-i Hayat, s. 94.

18. Mesnevi-i Nuriye, s. 11; İşaratü’l İ’caz, s. 9.

19. Sözler, s. 479.

20. Lem’alar, s. 376.

21. İşaratü’l İ’caz, s. 29.

22. Münazarat, s. 115–16.

23. Dört büyük komutan şunlardır: 1909 yılında İstanbul’da karşılaştığı
Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa (1856-1913), 1916 yılında Kosturma’da
ayağa kalkmadığı Rus Kafkas Orduları Komutanı Grandük Nikolay Nikolayeviç Yudeniç
(1862-1933), 1921 yılında İstanbul’da aleyhinde mücadele ettiği İngiliz İşgal Kuvvetleri
Komutanı George Milne (1866-1948) ve 1922 yılında Ankara’da tartıştığı Mustafa Kemal’dir
(1881-1938).

24. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
2001, s. 479.

25. Şualar, s. 379.

26. Mektubat, s. 76.

27. A.g.e., s. 52.

28. Şualar, s. 447.

29. Emirdağ Lahikası, s. 198; Şualar, s. 285.

30. İşaratü’l İ’caz, s. 29.

31. Furkan Sûresi: 25:43.

32. Münazarat, s. 55.

33. Emirdağ Lahikası, s. 229.

34. A.g.e., s. 229.

35. Mektubat, s. 18.

36. Tarihçe-i Hayat, s. 16.

37. Emirdağ Lahikası, s. 52.

38. Emirdağ Lahikası, s. 51; Kastamonu Lahikası, s. 51.

39. Mektubat, s. 309.

40. Tarihçe-i Hayat, s. 73.

41. Mektubat, s. 64.

42. Şualar, s. 427.

43. Sünuhat, s. 65.

44. İşaratü’l İ’caz, s. 162.

45. Sözler, s. 712.

46. Lem’alar, s. 229.

47. A.g.e., s. 237.

48. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 132; Bkz: Lem’alar, 26. Lem’a,
11. Rica, s. 238-239.

49. Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 2001, s. 176.

50. Tarihçe-i Hayat, s. 133.

51. Şualar, s. 453.

52. Lem’alar, 26. Lem’a, 11. Rica, s. 239.

53. A.g.e., s. 239; “Rusya’da esarette iken niyet ettim ve niyaz
ettim ki, âhir ömrümde bir mağaraya çekileyim. Erhamürrâhimîn, bana Barla’yı o mağara
yaptı, mağara faydasını verdi. Fakat sıkıntılı mağara zahmetini zayıf vücuduma yüklemedi.”
Mektubat, 13. Mektup, s. 50.

54. Sözler, 30. Söz, s. 502.

55. Lem’alar, s. 379; Bkz: Kastamonu Lahikası, s. 103.

56. Mesnevi-i Nuriye, s. 11.

57. Emirdağ Lahikası, s. 40.

58. Sözler, s. 633.

59. Bkz: Mesnevi-i Nuriye, s. 11. “Arabî Mesnevî mecmuası, Risale-i
Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir.”

60. Şualar, s. 599.

61. Sözler, 23. Söz, 3. Nükte, s. 295.

62. A.g.e., s. 295.

63. Kastamonu Lahikası, s. 202.

64. Emirdağ Lahikası, s. 56.

65. Mektubat, s. 427.

66. Mektubat, s. 361; Barla Lahikası, s. 15.

67. Mektubat, s. 363.

68. Lem’alar, 11. Lem’a, 3. Nükte, s. 102.

69. Bkz: Mesnevi-i Nuriye, s. 10.

70. Mektubat, s. 339; Barla Lahikası, s. 106.

71. Mesnevi-i Nuriye, s. 10.

72. Mektubat, s. 363.

73. Tarihçe-i Hayat, s. 73.

74. Bkz: Şualar, s. 426.

75. Şualar, s. 314.

76. Mesnevi-i Nuriye, s. 141.

77. Şualar, s. 426.

78. Tarihçe-i Hayat, s. 195.

79. Şualar, s. 427.

80. Bkz: Mektubat, s. 65.

81. Emirdağ Lahikası, s. 111.

82. Şualar, s. 426.

83. Mektubat, s. 65.

84. A.g.e., s. 66.

85. Bkz: Emirdağ Lahikası, s. 342.

86. Sözler, s. 502.

87. Lem’alar, s. 119.

88. Mektubat, s. 76.

89. Şualar, s. 309.

90. Mektubat, s. 352.

91. Lem’alar, s. 173.

92. Mektubat, s. 477.

93. Mektubat, s. 64; Şualar, 397; Tarihçe-i Hayat, s. 233.

94. Mektubat, s. 76

95. Tarihçe-i Hayat, s. 228.

96. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 56.

97. Emirdağ Lahikası, s. 128.

98. Şualar, s. 309.

99. Lem’alar, s. 178.

100. Emirdağ Lahikası, s. 198.

101. A.g.e., s. 313.

102. A.g.e., s. 128.

103. Mektubat, s. 345.

104. A.g.e., s. 345.

105. Bkz: Mesnevi-i Nuriye, s. 11.

106. Emirdağ Lahikası, s. 343.

107. Mektubat, s. 363.

108. A.g.e., s. 270.

109. Kastamonu Lahikası, s. 122.

110. Emirdağ Lahikası, s. 111.

111. Bkz: Şualar, s. 342.

112. Şualar, s. 302.

113. A.g.e., s. 453.

114. Tarihçe-i Hayat, s. 525.

115. Şualar, s. 340.

116. Tarihçe-i Hayat, s. 525.

117. Bkz: Tarihçe-i Hayat, s. 560.

118. Tarihçe-i Hayat, s. 527.

119. Bkz: Emirdağ Lahikası, s. 398; Tarihçe-i Hayat, s. 627,
628.

120. Tarihçe-i Hayat, s. 614.

121. Emirdağ Lahikası, s. 298.

122. A.g.e., s. 268.

123. A.g.e., s. 267.

124. A.g.e., s. 288.

125. A.g.e., s. 442.

126. A.g.e., s. 443.

127. A.g.e., s. 272, 281, 315, 314, 402, 406, 407, 409, 415,
416, 419, 432, 443, 444, 450, 452.

128. A.g.e., s. 270, 287, 410.

129. Bkz: A.g.e., s. 287.

130. Tarihçe-i Hayat, s. 571, 567, 568, 572.

131. Emirdağ Lahikası, s. 279.

132. A.g.e., s. 267.

133. A.g.e., s. 267.

134. A.g.e., s. 291.

135. A.g.e., s. 282.

136. A.g.e., s. 358.

137. A.g.e., s. 273.

138. A.g.e., s. 268, 279, 336.

139. A.g.e., s. 339.

140. A.g.e., s. 457.

141. A.g.e., s. 280.

142. A.g.e., s. 283.

143. A.g.e., s. 284.

144. A.g.e., s. 284.

145. A.g.e., s. 302.

146. A.g.e., s. 404.

147. A.g.e., s. 433.

148. A.g.e., s. 285.

149. A.g.e., s. 282.

150. A.g.e., s. 387.

151. A.g.e., s. 301.

152. A.g.e., s. 281.

153. A.g.e., s. 403.

154. A.g.e., s. 303.

155. A.g.e., s. 406.

156. A.g.e., s. 428.

157. A.g.e., s. 441.

158. A.g.e., s. 406, 428.

159. A.g.e., s. 428.

160. A.g.e., s. 441.

161. A.g.e., s. 217, 445.

162. Bu dönem, 10 Şubat 1948 tarihinde, din görevlisi ihtiyacını
karşılamak amacıyla MEB’na bağlı kurslar açılmasının benimsendiği ve 15 Ocak 1949
tarihinden itibaren de 10 ay süreli İmam Hatip Kurslarının açıldığı yıllardır.

163. Emirdağ Lahikası, s. 338.

164. A.g.e., s. 264, 265, 437.

165. A.g.e., s. 393, 285, 294, 318, 422.

166. A.g.e., s. 285, 294.

167. A.g.e., s. 402.

168. A.g.e., s. 264, 437.

169. A.g.e., s. 431.

170. A.g.e., s. 287, 309, 318, 423.

171. A.g.e., s. 387.

172. A.g.e., s.431.

173. A.g.e., s. 423.

174. A.g.e., s. 140.

175. A.g.e., s. 42.

176. A.g.e., s. 390.

177. A.g.e., s. 277.

178. A.g.e., s. 418.

179. A.g.e., s. 444.

180. A.g.e., s. 404.

181. A.g.e., s. 453.

182 Bkz: A.g.e., s. 433-435.

183. A.g.e., s. 429.

184. A.g.e., s. 449.

185. A.g.e., s. 417, 432, 446, 447.

186. A.g.e., s. 446.

187. Bkz: A.g.e., s. 432, 446.

188. A.g.e., s. 446.

189. A.g.e., s. 417.

190. A.g.e., s. 420, 421.

191. A.g.e., s. 318.