The Difference of The Old Said and The New Said in the Appraisal of the Passing on “The Earth is on the Bull and the Fish”

Giriş

Her şeyin bir sâbit, bir de değişen yüzü vardır. Bir şeyin sâbit
yüzü itibariyle hep aynı kalması, ama değişen yüzü itibariyle de değişmesi esastır.
Mecelle’deki “Ezmânın tegayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr olunmaz” kuralı da İslâm’ın
değişimle ilgili tarafını ifade eden bir kaidedir.

Bediüzzaman Said Nursî, kendi hayatını Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü
Said şeklinde üç devreye ayırıyor. Eğer bir insanın hayatında üç dönemden bahsediliyorsa,
şüphesiz böyle bir zatın bazı düşünce ve davranışlarında dönemlere göre bazı farklılıklar
olacaktır. Bu farklılıklar düşünce planında asla taalluk edebileceği gibi, teferruat
seviyesinde de kalabilir. Dönemler itibariyle Bediüzzaman’da görülen farklılıklar,
öz ve asıla değil, teferruata, daha çok hizmet metoduna yönelik farklılıklardır.
O, özde ve asılda hiç değişmedi, hep aynı kaldı. Onun özde ve asılda tek bir davası
vardı: O da “imanı kurtarmak ve imansızlığa karşı mücadele etmek”ti. Bu mücadeledeki
temel metodu da “müsbet hareket etmek”ti.

Eski Said döneminde (1923’e kadar) Bediüzzaman’ın mücadelesini,
“aksiyoner bir bilim adamı” sıfatıyla verdiği görülmektedir. Önce o, Kur’an’ın maksatlarını
tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet şeklinde dört ana maddede topluyor. Sonra, İsrâiliyyât
ve Yunan felsefesinin, bazı İslamî ilimlerin içine girip İslâm’ın aslî unsurları
gibi algılandığını teşhis ediyor ve bunları İslamî ilimlerin içinden çıkarıp atmak
tamamen mümkün olmadığından, yanlış sonuçlara ulaşmamak için bunlardan korunmanın
yolu olarak -kaynak sahih olmasa bile- doğru anlama ve yorumlama metotlarını vazediyor.1
Bu çerçevede Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu en önemli hususlardan biri, din ilimleriyle
fen bilimleri arasında ayırım yapmanın doğru olmayacağı, sadece din ilimlerini okuyanlarda
taassubun sadece fen bilimlerini okuyanlarda imanî konularda şüphenin arız olacağı,
öğrencinin himmetinin ise ancak her ikisini birlikte okumakla artacağı şeklindeki
tespitidir. Ayrıca, İslâm’ın temel kaynağı Kur’ân-ı Kerîm olduğundan, Avrupa kâfirlerinin
ve Asya münafıklarının ona olan hücumlarını bertaraf etmek için İşârâtü’l-İ‘câz
adlı tefsiriyle Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu ispata çalışması
Eski Said’in önemli faaliyetlerinden biri olmuştur.

Yeni Said döneminde (1923-1949) Bediüzzaman siyasete karşı tamamen
duyarsız hale geliyor ve imanı kurtarmak için eski eserlerinin kâfi gelmeyeceğini
düşünerek Risâle-i Nur adını verdiği yeni eserler yazıyor ve “Risâle-i Nur Talebeleri”
adını verdiği yeni bir cemaat oluşturuyor. Bu dönemde siyaset cephesinde laikliğe
genellikle din düşmanlığı anlamı yüklendiği için Bediüzzaman, daha çok ananeci bir
tavır sergiliyor; kaynağın sıhhatinden ziyade yorumun sıhhatini öne çıkarıyor. Dinin
vicdana hapsedilmek ve ibadetlerde dahi değişiklik yapılmak istendiği bu dönemde
Bediüzzaman, an’ane-i İslâmiye’ye malolmuş konuları sahiplenmiş, ancak itikâdî açıdan
bir problem çıkmaması için daha çok sahih yoruma ağırlık vermiştir.

Üçüncü Said döneminde Bediüzzaman’ın ilmî ve dinî konulara bakışı
Yeni Said döneminde olduğu gibidir. Zira genel anlamda eski şartlar devam etmektedir.
Ancak Hizmet-i Nûriye’nin daha fazla inkişâf etmesi için herkesle görüşmeye başlar
ve Demokrat Parti’nin iktidara geçmesiyle cemaat adına olmasa bile bazı Nur Talebelerinin
kendi adlarına siyasete girebileceklerine izin verir. Din hiçbir şekilde siyasete
alet edilemez, fakat bazı dindar insanlar siyasete girip dinî hizmetlerin inkişafı
için çalışabilirler.

A. Öküz-Balık Hadîsi’nin Doğru Yorumlanması İçin Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Hususlar

Bediüzzaman, gerek Eski Said gerekse Yeni Said dönemlerinde “Dünya
öküz ve balık üstündedir”2 rivayetinin doğru yorumlanması için şu hususlara dikkat
edilmesi gerektiğini söyler:

1. Vehb İbn Münebbih (645-741) ve Ka‘bü’l-Ahbâr (551-652) gibi Benî
İsrâil âlimlerinden bir kısmı, Müslüman olduktan sonra eski bilgileri dahi onlarla
beraber Müslüman oldu ve sonra bu bilgiler dînî bir kisveye bürünüp İslâm’ın has
malı gibi telâkkî edilmeye başlandılar. Halbuki bu âlimlerin o eski bilgilerinde
bazı yanlışlıklar vardı. O yanlışlıklar Müslüman olan bu Yahudi bilginlerine ait
olup İslamiyet’e ait değildir.3

Bediüzzaman bu kaydıyla, gerek Eski ve gerekse Yeni Said döneminde,
Sevr ve Hût rivâyetinin Müslüman olan Yahudi bilginleri vasıtasıyla İslâmî kitaplara
geçtiğini, hakikatte hadîs olmadığını kabul etmiş olmaktadır.

2. Mecaz, teşbih ve temsiller, havâstan avama geçtikçe, yani ilmin
elinden cehlin eline düştükçe, belli bir zaman sonra hakikat telâkki edilir ve birçok
hurafeye kapı açar. Bediüzzaman bu gerçeği, çocukluğunda annesiyle kendisi arasında
geçen Ay tutulması olayıyla açıklar:

Çocukluğumda bir gün Ay tutulmuştu. Anneme dedim:

– “Neden Ay böyle oldu?” Dedi:

– “Yılan Ayı yutmuş.” Dedim:

– “Neden hala görünüyor?” Dedi:

– “Gökteki yılanlar cam yarı-şeffaf olup içlerinde bulunan şeyi
gösterirler.”

Bediüzzaman, uzun süre annesi gibi ciddî bir kişinin dilinde, nasıl
olup da aslı-astarı olmayan böyle bir hurafelerin gezip dolaştığını hayretle karşılayıp
anlayamadığını, ancak astronomi okuyunca bunun sebebini anladığını ifade ediyor.
Ay tutulması olayında, on iki burcun bulunduğu tutulma dairesi ile ayın yörüngesi
birbiri üstüne geçince, o iki daireden her biri kavis şeklini alır. Astronomi bilginleri,
bu iki kavise ince bir teşbih olsun diye tınnîneyn (=iki büyük yılan) adını vermişlerdir.
Bu iki dairenin kesişme noktalarından birine baş anlamında re’s, diğerine ise kuyruk
anlamında zeneb demişlerdir. Ay re’se, Güneş de zeneb’e geldiği zaman, dünya ikisinin
ortasına gelmiş bulunur. İşte tam bu durumda, “Ay Tutulması” olayı gerçekleşmiş
olur ve Ay, Güneş’ten ışık alamaz. Astronomi bilginlerinin Ay tutulmasıyla ilgili
kullanmış oldukları bu terimler daha sonra halkın eline düşünce gerçek zannedilerek
Ay’ın gökteki büyük ve şeffaf bir yılan tarafından yutulduğu zannedilmiştir.4

3. Kur’an’ın müteşâbihleri olduğu gibi hadîsin de müteşâbihleri
vardır. Bu tür hadislerle bazı derin hakikatler kolayca anlaşılacak hale gelir.
Meselâ, bir zaman Ashâb, Hz. Peygamber’in huzurunda otururken derin bir gürültü
işitilir. Hz. Peygamber bu gürültüyle ilgili olarak “Yetmiş senedir yuvarlana yuvarlana
ancak şimdi Cehennem’in dibine ulaşmış olan bir taşın sesidir” buyururlar. Birkaç
dakika sonra birisi gelip şöyle der: “Yetmiş yaşındaki meşhur münâfık öldü.”5 Böylece
Hz. Peygamber’in biraz önce sarf ettiği cümlenin mânası anlaşılmış olur.6

“Dünya öküz ve balık üstündedir” rivayeti de müteşâbih bir hadis
olup, onun doğru yorumuna ulaşmak gerekir.

B. Öküz-Balık Hadîsi’nin Doğru Yorumları

Hadîs müteşâbih hadislerden olduğu için bunun birkaç türlü yorumu
yapılabilir. Gerek Eski Said, gerekse Yeni Said olarak Bedîüzzaman bu hadîsin üç
farklı yorumu olabileceği üzerinde durur:

1. Arşın bir takım müekkel melekleri bulunduğu gibi, dünyanın da
Sevr ve Hût isminde iki tane müekkel meleği bulunur. Arzın bir kısmı toprak, diğer
kısmı ise sudur. Su kısmını şenlendiren balık, toprak kısmını şenlendiren ise insanların
maîşetinin omzuna yüklendiği öküzdür. Dünyaya müekkel olan bu iki melek, hem kumandan
hem nâzır olduklarından, balık ve öküz nevileriyle bir şekilde münasebeti bulunuyor.
Allâhü a’lem o iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misâldeki temessülleri de öküz
ve balık şeklindedir. İşte bu münasebete ve o nezârete işaret etmek ve insanların
rızık bakımından muhtaç oldukları bu iki hayvana îmâda bulunmak için “Dünya öküz
ve balık üstündedir” denilmiştir.7 Bediüzzaman başka yerlerde üç yorum çeşidinden
sadece bu kısımdan bahseder.8 Dolayısıyla ona göre en güzel yorum bu olmalıdır.
Ayrıca ilk yorum olarak bunun üzerinde durması da, bu yorumu daha güzel bulduğunu
gösterir.

2. “Bu devlet ne üzerinde duruyor?” diye sorulduğunda “Kılıç ve
kalem üzerinde duruyor” şeklinde bir cevap verilse, bundan; “devletin, askerî güç
ve devlet memurlarının adalet ve dirayeti üzerinde durduğu” anlaşılır. Dünyanın
öküz ve balık üzerinde durması da böyledir. Yeryüzünde sahil kesiminde yaşayan insanların
geçim vasıtası balıktır, denizden uzak yerlerde yaşayanların geçim vasıtası ise
genellikle ziraattır: ziraat da öküzün omzundadır. Ne zaman balık milyonlarca yumurtayı
yumurtlamaz ve öküz çalışmazsa insanların geçim meselesi sıkıntıya girer, hayat
yaşanamaz hale gelir. Allah’ın rahmet, inayet ve ihsanını hatırlamak maksadıyla
dünyanın öküz ve balık üzerinde olduğunun söylenmesi yerinde bir ifadedir.9

3. Dünya Güneş’in etrafında dönerken takip ettiği yörüngenin her
otuz derecesine burç ismi verilir. Bu otuz derecelik yerde bulunan yıldızların arasına
farazî bir hat çekilse, bazıları aslan, bazıları terazi, bazıları öküz, bazıları
balık şeklini alır; işte burçlar da bu isimlerle anılır. Eski astronomi burçları
semada, yeni astronomi ise dünyanın döndüğü yörünge üzerinde kabul eder. Ancak netice
itibariyle değişen bir şey yoktur.

“Dünya öküz ve balık üzerindedir” hadisi iki şekilde rivayet edilmiştir.
Birincisi burada ifade ettiğimiz gibi tek cümle halinde olanıdır. İkincisi ise şöyledir:

Dünyanın öküz burcunda bulunduğu bir zaman Hz. Peygamber’e (sav)
“Dünya ne üzerindedir?” diye sorulmuş, Hz. Peygamber (sav) “Öküz üzerindedir” şeklinde
cevap vermiş. Dünya balık burcunda iken yine Hz. Peygamber’e (sav) “Dünya ne üzerindedir?”
diye sorulmuş, bu sefer “Balık üzerindedir” şeklinde cevap vermiş. Sonra bu iki
rivayet birleştirilerek “Dünya öküz ve balık üzerindedir” şeklinde rivayet edilmiş.
Hadisin bu şekilde vârid olması dikkate alındığında ise bu hadisle dünyanın hangi
burçta bulunduğu ifade edilmek istenmiştir.10

C. Öküz-Balık Hadîsi’nin Sıhhati Konusunda Farklı Değerlendirmeler

Bediüzzaman, Eski Said döneminde mezkûr rivayet hakkında şu değerlendirmeyi
yapıyor: Herkes bilir ki, öküz ve balıkla ilgili meşhur hikaye, İslâm’a dışarıdan
giren ve varlığını İslâm üzerinden devam ettiren bir rivayettir. Râvisi Müslüman
olunca, bu rivayet de İslâmiyet’e malolmuştur. Üçüncü Mukaddeme’ye11 bakarsan İslâmiyet
dairesine hangi kapıdan girdiğini görürsün. “Dünya, öküz ve balık üstündedir” sözü,
Dördüncü Mukaddeme’de12 anlattığımız sebepten dolayı, İbn-i Abbas’a kadar yükselen
muttasıl bir senetle, ancak bu şekilde hadis olarak rivayet edilmiştir.

Birinci olarak, bu sözün hadis olduğunu kabul etmiyoruz; çünkü üzerinde
İsrâiliyât (Yahudilikten İslâmiye’te geçen hurafeler) nişanı vardır. İkinci olarak,
Hadis olsa da, Hz. Peygamber’e (sav) kadar gidişinde sened bakımından zayıflık olduğu
için verdiği bilgi bakımından zan ifade eden âhâd hadis cinsindendir. Âhad hadislerle
itikadî hükümler sabit olmaz, (yani itikatta âhad hadisler yeterli delil sayılmazlar).
İtikadî hükümlerin sabit olması için delilin hem sübût, hem delâlet bakımından kat’î
(kesin) olması gerekir. (Âhad hadislerden olduğu için Öküz-Balık hadisi, itikadî
açıdan bağlayıcı değildir).

Üçüncü olarak, tevatür yoluyla rivayet edildiğinden metnin sübûtu
kat’î olsa bile, zahirî anlamda “dünyanın öküz ve balığın üstünde bulunduğu” şeklindeki
mânaya delâleti kat’î değildir. Eğer istersen “Beşinci Mukaddeme”ye13 müracaatla
“On Birinci Mukaddeme”14 ile müşavere et. Hayallerin zâhirperestleri nasıl havalandırdığını
ve onların bu hadisi doğru yorumlarından nasıl çevirip saptırdığını göreceksin.15

Eski Said döneminde Bediüzzaman, gerekçelerini de belirterek öküz-balık
rivayetinin sahih bir hadis olmadığını açıkça ifade etmekle birlikte, onu sahih
kabul edenlerin bundan yanlış bir hüküm çıkarmamaları için, bu rivayetin doğru yorumunu
da ortaya koymuştur.

Yeni Said döneminde ise Bediüzzaman, bu rivayet hakkında şu değerlendirmeyi
yapmıştır: “İbn-i Abbas (R.A.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki,
Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm’dan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman
etmiş: “Ale’s-sevri ve’l-hût (=Öküz ve balık üstündedir). Bir rivayette bir defa
Ale’s-sevr (=Öküz üzerindedir), demiş, diğer defada Ale’l-hût (=Balık üzerindedir)
demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyât’tan alınma ve eskiden beri nakledilen
hurâfevârî hikâyelere bu Hadis’i tatbik etmişler. Hususan Benî İsrâil âlimlerinin
Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada (geçmiş Mukaddes kitaplar ve onların
tefsirlerinde) “sevr ve hût” hakkında gördükleri hikâyeleri, Hadîs’e tatbik edip,
Hadîs’in mânasını acib bir tarza çevirmişler.”16

Bediüzzaman mezkûr hadisin sahih olduğunu ifade etmekle birlikte
hadîsin doğru yorumlanması için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar arasında ilk
sırada “ravisiyle beraber Müslüman olması” meselesine yer vermesi, hadisin sıhhati
hakkında ciddi şüphelerinin olduğunu gösterir.

Bediüzzaman’ın mezkûr hadisi Yeni Said döneminde sahih bir rivayet
olmakla nitelemesini, bu dönemdeki şartlarla izah etmek gerekir. Çünkü Yeni Said
dönemi dine karşı baskıların arttığı ve ibadetlerin dahi değişikliğe tabi tutulmak
istendiği bir dönemdir. Bediüzzaman böyle bir zamanda “sened tenkidi” kapısından
girilerek pek çok sahih hadisin bertaraf edilmesi tehlikesini gördüğünden bu kapıyı
kapatmış, an’anât-ı İslâmiyeye malolan her şeye sahip çıkarak doğru yoruma ağırlık
vermiştir. İçtihad Risalesi’nde belirttiği gibi, “Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli
olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapıları açmak, hiçbir cihette
kâr-ı akıl değil… Hem nasıl ki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda
delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de; şu münkerât zamanında ve âdât-ı ecânibin
istilası anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında,
ictihad namıyla, kasr-ı İslâmiyet’ten yeni kapılar açıp, duvarlarından muhariplerin
girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyet’e cinayettir.”

Bediüzzaman Yeni Said döneminde doğru yoruma daha çok ağırlık vermiş
ve mezkûr hadisi öyle güzel bir şekilde yorumlamıştır ki, neredeyse buradan ilmî
bir mucize çıkarmak mümkün olacaktır. Sened bakımından tevatür derecesine çıkmayan
her hadis tenkid edilebilir. Ancak hadisler İslâm’ın temel esasları çerçevesinde
yorumlanırsa, kolay kolay hiçbir rivayet zararlı olmaz. Hatta güzel yoruma göre
bunların imanını kuvvetlendirme gibi bazı fonksiyonları bulunabilir.

Sonuç

Dönemler itibariyle Bediüzzaman’da görülen en önemli değişiklikler
siyaset ve hizmet konularıyla ilgili olmakla birlikte, nassların değerlendirilmesinde
de onda bazı yaklaşım farklılıklarının olduğu görülmektedir. Nitekim Bediüzzaman
Eski Said döneminde “Dünya öküz ve balık üstündedir” rivayeti hakkında “Teslim etmiyoruz
ki, hadistir” ifadesini kullanırken, Yeni Said döneminde “sahih bir rivayet” değerlendirmesini
yapmıştır.

Bediüzzaman, Yeni Said döneminde sened araştırması sonucunda böyle
bir sonuca ulaştığı için değil, zamanın şartları böyle gerektirdiği için bu değerlendirmeyi
yapmıştır. Bu dönemde Bediüzzaman dine hücumların artması sebebiyle an’anât-ı İslâmiyeye
mal olmuş her şeye sahip çıkmış, senet tenkidinden ziyade doğru yoruma önem vermiştir.
Yorumun İslâm’ın temel esaslarına uygun bir şekilde yapılması halinde sahih olmayan
rivayetler dahi zarar vermeyebilirler. Hatta iyi yorum neticesinde bu gibi rivayetleri
imanın tahkiki için dahi kullanmak mümkün olur. Bununla birlikte Bediüzzaman, bu
rivayetin İsrâiliyât kaynaklı olduğunu ifade etmek suretiyle hadisin sıhhati konusunda
dikkatli olunması gerektiğine işaret etmiştir.

Öz

Dönemler itibariyle Bediüzzaman’da görülen en önemli değişiklikler
siyaset ve hizmet konularıyla ilgili olmakla birlikte, nassların değerlendirilmesinde
de onda bazı yaklaşım farklılıklarının olduğu görülmektedir. Nitekim Bediüzzaman
Eski Said döneminde “Dünya öküz ve balık üstündedir” rivayetini sahih hadis olarak
değerlendirmezken; aynı hadis için Yeni Said döneminde “sahih bir rivayet” değerlendirmesini
yapmıştır. Bu çalışmada “Dünya öküz ve balık üzerindedir” rivayetinin Eski Said
ve Yeni Said dönemindeki değerlendirme farklılığı nedenleriyle birlikte ortaya konulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: “Öküz -balık” hadisi, rivayet, sahih hadis, ahad
hadis, israiliyat

Abstract

In consideration of the periods, although the most important changes
in Bediuzzaman are related to subjects about politics and religious service, it
can be seen that there are some differences in the approaches of the appraisal of
dogmas as well. As a matter of fact, Bediuzzaman did not appraise the passing on
“The earth is on the Bull and the Fish” as genuine hadith in The Old Said period,
whereas, he appraised the same hadith as genuine. In this study, the difference
of appraisal of the passing on “The earth is on the Bull and the Fish” in The Old
Said and The New Said periods are exposed with its reasons.

Key Words: “Bull-Fish” hadith, passing on, genuine hadith, ahad
hadith, Isra’iliyat

Dipnotlar

1. Muhâkemât’ın Birinci Makale’sinde serdettiği 12 Mukaddeme gibi.

2. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1993,
s. 499 (5. Şuâ, Mukaddime, 3..nokta), (Beyhakî, s. 433; Suyûtî, c. VI, s. 124, 261.)

3. Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
2010, s. 36 (3.Mukaddeme); a.mlf., Lem‘alar, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1993, s.
94 (14. Lem’a, 1. Esas.)

4. Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 45-46 (5.Mukaddeme); a.mlf., Lem‘alar,
s. 94 (14. Lem’a, 2. Esas.)

5. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
1994, s. 94; (Müslim, c.IV, s. 3184, H.No: 2844, c. IV, s. 2145, H.No: 2782; Müsned,
c. II, s. 271, c. II, s. 341, 360.)

6. Bediüzzaman, Lem‘alar, s. 94 (14. Lem’a, 3. Esas).

7. Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 87-88 (1. Makale, 2. Mesele); a.mlf.,
Lem‘alar, s. 94-9, (14. Lem’a, 1. Vecih).

8. Bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Almanya
1993, s. 308, (24. Söz, 1. Dal, 7. Asıl); a.mlf. Şuâlar, s. 499, (5. Şuâ, Mukaddime,
3..nokta).

9. Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 88-89 (1. Makale, 2. Mesele); a.mlf.,
Lem‘alar, s. 94-95, (14. Lem’a, 2. Vecih).

10. Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 90 (1. Makale, 2. Mesele); a.mlf.,
Lem‘alar, s. 95-96, (14. Lem’a, 3. Vecih).

11. Üçünçü Mukaddeme’de Bedîüzzaman, zamanla İsrâiliyât ve Yunan
felsefesinin bazı İslâmî ilimlerin içine nasıl girdiği, bunların din süsüyle boyanarak
ve dinin malı gibi gösterilerek fikirleri nasıl karıştırdığını gayet güzel bir şekilde
tahlil ve izah eder.” Bk. Muhâkemât, s. 36-39.

12. Dördüncü Mukaddeme’de Bedîüzzaman, şöhretin insanın malı olmayan
şeyi insana nasıl mal ettiğini, bazı hurafe kapılarının bu yolla nasıl açıldığını
anlatır. Bk. Muhakemât, s. 42-43.

13. Beşinci Mukaddeme’de Bediüzzaman, mecazın, ilmin elinden cehlin
eline düşünce, hakikate dönüştüğünü ve bu şekildeki bir algılama ile birçok hurafeye
kapı açıldığını anlatır. Muhâkemât, s. 45.

14. On Birinci Mukaddeme’de Bediüzzaman, tek bir sözde birçok hükmün
bulunabileceğini, bir sadefin pek çok cevheri içinde barındırabileceğini anlatır.
Muhâkemât, s. 72

15. Orijinal metin şöyledir: (Puşîde olmasın, Sevr ve Hût’un kıssa-i
meşhûresi İslâmiyetin dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur.
İstersen Mukaddeme-i Sâliseye git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslâmiyete
dahil olmuştur.

Ammâ, İbni Abbas’a olan nispetin ittisali ise: “Dördüncü Mukaddeme”nin
âyinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra, mervîdir: “Arz, Sevr
ve Hût üzerindedir.” Hadis olarak rivayet ediliyor.

Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrâiliyâtın nişanı
vardır.

Sâniyen: Hadis olsa da, zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden
âhaddandır. Akîdeye dahil olmaz. Zîra yakîn şarttır.

Sâlisen: Mütevâtir ve kat’iyyü’l-metin olsa da kat’iyyü’d-delâlet
değildir. Eğer istersen “Beşinci Mukaddeme”ye müracaatla “On Birinci Mukaddeme”
ile müşavere et. Göreceksin nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış. Bu hadisi
mahâmil-i sahîhadan çevirmişlerdir.) Muhâkemât, s. 87, (İkinci Mesele).

16. Bediüzzaman, Lem‘alar, s. 93, (14. Lem’a).