The Panels of “Civilian Constitution”
“Sivil Anayasa” Panelleri
Ankara’da düzenlenen “Sivil Anayasa Paneli” (15 Eylül 2007) ve “Yeni Anayasa Paneli”ndeki (20 Ekim 2007) konuşma metinleri
Böyle bir paneli düzenleyenlere teşekkür ediyorum.
“Anayasa çok uzun olmamalı” şeklinde görüşler var. Bizim de
anayasa taslağı çalışması yaparken özellikle dikkat ettiğimiz bir noktaydı. Şu
örneği vermek istiyorum; Bir anayasa ne kadar uzun olmalı ya da ne kadar bunu
kısaltabilirsiniz? Düşününüz iki kişilik bir ailesiniz, spor bir araba
alırsınız, tek kapılıdır. Eşinizle biner gezersiniz, bu size yeterlidir. Ama
bazı aileler 7 kişilik arabaya ihtiyaç duyar, hatta bazıları buna da sığmaz daha
büyük arabalar kullanabilir. Biz de Türkiye’nin ihtiyacını görecek bir araba
tasarlamaya çalıştık. Bize iki kapılı uymuyor, çok büyük olması da hoş bir şey
değil. 82 anayasası 8-9 kişilik bir araba gibiydi. Biz bunu 4-5 kişilik bir
araba yapabilir miyiz? gayreti içinde olduk. Anayasa’nın daha kısa olması
idealdir. Spor araba gibidir. Fakat ihtiyacınızı da karşılaması gerekir. O
yüzden düşünün ki 367 gibi basit bir aritmetik sorunu, ilkokul öğrencilerinin
bile belki aralarında tartışmayacağı bir konu, ülkemizde çok büyük bir anayasal
kriz haline geldi ve Anayasa Mahkememiz tartışmalı bir karar verdi. Burada açık
anayasa hükümlerinde dahi tereddütler yaşandı.
O halde bizim belli güvenceleri anayasaya koymamız gerekiyor.
Çok kısa anayasada bunu yapamayabiliriz. Yine de bir 5 kişilik arabaya bu
süreçte razı olmak zorundayız. Bizim de endişemiz oydu; mümkün mertebe iyi,
uygulanabilen bir anayasa olsun.
Hazırladığımız ya da hazırlamamız gereken anayasa ile Mevlana
arasında bir bağlantı kurulacaksa, olsa olsa şu denebilir: Mevlana’nın
biliyorsunuz en meşhur sözü “Kim olursan ol yine gel”dir. Yani, bu hürriyetler
sonuna kadar herkes içindir şeklinde bir yorum yapılabilir.
İnsan haklarında uzlaşma olmaz fikrine yüzde yüz katılıyorum.
İnsan hakları uzlaşılarak, pazarlık yapılarak şu kadar mı bu kadar mı verelim
gibi bir yaklaşımla düzenlenebilecek bir alan değildir. İnsan hakları artık
tartışma dışı, insanlığın tecrübeleriyle, rasyonel çalışmalarıyla ürettiği,
dünyanın kabul ettiği ve bütün kültürlerin ortak saydığı bir varlığıdır.
Dolayısıyla da insanın olduğu her yerde herkese tanınması gereken hak ve
hürriyetlerdir. Bu konuda bir uzlaşma olamaz. Ama ne yazık ki ülkemizde mevcut
anayasal sistemde bile aslında var olan hürriyetler fiilen engellenebiliyor.
Bunu kaldırmak için de süreçler üzerinde bir uzlaşma ya da bu sıkıntıları
ülkemiz şartlarında aşmak için yine de bir görüşme ve müzakere söz konusu
olabiliyor. Ama ideal olan hürriyetlerin bir pazarlık konusu olmamasıdır.
Yine uzlaşmaya ve oylamaya konu olmayacak husus hukukun
üstünlüğü meselesidir. Hukuk üstün olsun mu? Hukuk bütün kurum ve kurallarıyla
anayasal sistemin merkezinde yer alsın mı? Böyle bir şey tartışma konusu olamaz.
Tabi ki eğer hukuk devleti olduğunuzu iddia ediyorsanız. Bu tartışılamaz ve bu
hukukun bütün kurum ve kurallarını ve ilkelerini kabul etmek ve uygulamak
zorundasınız.
Şüphesiz ki uzlaşmaya ve oylamaya konu olabilecek farklı
alternatiflerin, tercihlerin olabileceği alanlar çoktur. Mesela mutlaka üzerinde
uzlaşılması gereken anayasal bir sorun; Seçim sistemi ne olacaktır? Bu adeta
futbol maçının kuralları gibidir. Önce bunu belirleyip siyasi partiler
yarışacaktır, haliyle üzerinde uzlaşılması tabi ki gerekecektir. Veya kurumların
dizaynı nasıl olmalıdır? İki meclis mi olsun tek meclis mi? Başkanlık sistemi
mi, parlamenter sistem mi olsun? Bu konular müzakere edilir, üzerinde uzlaşılan
tercihler konusu olabilir.
Bu anayasa hazırlığında bizim temel önceliklerimiz şunlar oldu:
Öncesinde belirteyim ki eğer ben tek başıma bir anayasa hazırlamış olsaydım çok
daha farklı olabilirdi. O komisyondaki arkadaşlarımızın her biri farklı bir
anayasa yapabilirdi. Sonuçta insan hakları, hukukun üstünlüğü aynı olacaktı; Üç
aşağı beş yukarı, ama kurumların dizaynı ya da ifade tarzlarımız farklı
olabilirdi.
İdealimizdeki anayasayı 6 kişi yapmaya çalıştık; fakat bir
yandan da hep şunu düşündük. Yani yapacağımız anayasa bir başbakan tarafından
talep edildiği için haliyle bir hukuki sürece girecektir ve gerçekleşme ihtimali
yüksek bir metin olacaktır. Bu anlamda Türkiye’nin şartlarını da, yani
sindirebileceği şartları da göz önünde tutmaya çalıştık. Belli kurumların
statüsü mesela…
Türkiye şartlarında şu aşamada gerçekleştirilebilir bir anayasa
yapmaya çalışırken bazı realiteleri de göz önüne almaya çalıştık. Ama ideal olan
bu mudur? Hayır değildir. Peki anayasanın temel ilkeleri, felsefesi? Bir kere bu
anayasa 82 anayasasından farklı olarak bireyi, hürriyetleri, insan hak ve
hürriyetlerini, bütün uluslararası sözleşmeler, ayrıca kararları bizim için
bağlayıcı olan AİHM’in yerleşik içtihatları. Tabii AİHM kararları tabu, dogma
değildir ve onlar da hata yapabiliyorlar. Biz yerleşik olanları esas aldık.
Hürriyetler devletin yetki haritasını belirler. Dolayısıyla
temel hak ve hürriyetleri düzenledik ve devletin organları nelerdir, bunlarla
ilişkisi nasıl düzenlenecektir? Bunlar anayasada olur. Bir anayasada hürriyetler
düzenlenir, bunların meşru sınırları da vardır. Tabii ki sınırlar olacaktır,
fakat bütün demokratik ülkelerin uluslararası kabul edilmiş sözleşmelerin
koyduğu meşru sınırları geçmemelidir. Bizim 82 anayasası, hele ilk yapıldığı
haliyle, tamamen bunların dışında, insan haklarını neredeyse kullanılmaz hale
getiren, otoriteyi tesis eden, adeta devleti bireye karşı koruyan bir nitelik
taşımaktaydı. İşte biz bunu tersine çevirmek, bütün anayasalarda olan, bireyi
koruyan, onun haklarını esas alan, bireyin hürriyetini ve özerkliğini tesis eden
bir taslak hazırlamaya çalıştık.
İkinci temel önceliğimiz ve ilkemiz hukukun üstünlüğünü
pekiştirmek, kurum ve kurallarıyla yerleştirmek oldu. Hukukun üstün olması için
bir kere anayasal kuralların ve buna uygun mevzuatın düzenlemesi de gerekir.
Evrensel düzeye ulaşmış hukuk normu diyebileceğimiz hukuk kurallarından oluşması
gerekiyor. Hukukun üstünlüğü derken ne kastediyoruz? Bir diktatörün totaliter
rejiminde, bu diktatörün koyduğu kanunlar uygulandığı zaman o devlet bir kanun
devleti olur ama hukuk devleti olmaz. Zira hukuk devleti evrensel standartlara
uygun insan doğasına uygun, insanın haklarını garanti eden bir hukukun
uygulanması demektir. O halde demek ki kuralların niteliği bu olacaktır.
Bunun dışında, mekanizmalarla ilgili olarak, bunları tesis
ederken hukukun üstünlüğünden hukuk devletinden bahsediyorsak anayasanızda
denetim dışı bir idari alan olamaz. Ama 82 anayasasında YSK, HSYK kararları,
Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, memurlara verilen uyarma ve kınama
cezaları vs. denetim dışındaydı; Dolayısıyla bunların hukuk devletinde olması
düşünülemez ve bunlar hep eleştirilmiştir. Bunlar tamamı kaldırılıyor.
Bir başka sorun, bizim yargı sistemimizde yargı bağımsız
diyoruz. Aslında onun içinde doğal olarak tarafsızlık olması gerektiği halde
yargı tarafsızlığı; yani yargıcın kendi özel tercihlerine, düşüncesine karşı da
kararlarını koruması, yargıcın sadece ve sadece kararında hukuku düşünerek karar
vermesi gerektiği… Tarafsızlık budur, bunu da anayasaya açıkça yazalım. Bazen
doğal olarak olması gereken şeyler yazılınca daha iyi anlaşılıyor. Bu niye
anayasaya girdi? diye eleştiriler var. Mesela Anayasa Mahkemesi, Danıştay,
özelleştirmeyi iptal yetkisi yokken siyasal iktidar yerine geçip iptal ediyor.
Veya insan haklarını koruması gerekirken tam tersine insan haklarını nasıl
sınırlandırırım diye kararlar veriyor. Kılık kıyafetle ilgili Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği karar ortadadır. Bunun dışında siyasi parti kapatmaları
ortada. Yargıtay’ın ifade özgürlüğü kararları ortada. Yüksek yargı çıkıp diyor
ki bizim amacımız devleti korumaktır. Sanki hürriyeti koruyunca devlet
yıkılıyor.
Ülkemizdeki hürriyet korkusunu aşmamız gerekiyor. Bu korkuyu
aşamadığımız sürece demokratik bir reform, demokratik bir anayasa yapamayız.
Hürriyet korkusu yükseklik korkusuna benzer, bir insanın yükseklik korkusu varsa
ki benim var, 10. katta başım dönüyor, tedavi olmam lazım. Bizim de toplum
olarak kendimizi tedavi etmemiz lazım. Özgürlük korkusunu içimizden atmadıkça,
insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü bütünüyle garanti eden bir
anayasa yapamayız.
Yargıçlar devleti olgusunu yani hakimlerin siyasi iktidarın
yerine geçip kararlar verme olgusunu ortadan kaldırmak üzere de yargı yeniden
dizayn edilmektedir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay bu çerçevede ele
alınmıştır. Bu yargının siyasal iktidara bağlanması gibi yorumlandı, asla böyle
değildir, tamamen bir iftiradır. Konu tek taraflı ve bilgisizce ele alınıyor ya
da bilenler de sırf eleştiri olsun diye karşı çıkıyor. Bir bakıyorsunuz, 10-15
sene önce anayasa teklifi hazırlayanlar bizimkine benzer hükümler koymuşlar
taslaklarına. O tür hükümleri biz taslağa koyduğumuz zaman “Siz yargıyı siyasal
iktidara bağlıyorsunuz” diyorlar. Hiç ilgisi yok. Hukuk devletinin yerleşmiş
olduğu ülkelerde yargı nasıl düzenlenmişse biz de bunu ölçü aldık ve buna göre
düzenledik.
Bunun dışında tercihe açık alanlar, parlamenter rejim içinde
Cumhurbaşkanının yetkileri meselesi gibi konularda alternatifler üretip karar
vericilerin önüne koyduk. Mesela Cumhurbaşkanının fazla yetkileri var. Genelde
parlamenter sistemde bağdaşmaz göründüğü için bunları azaltmaya çalıştık.
Bir partinin siparişi ile anayasa yapılır mı? Burada bir öneri
hazırlanıyor, bunu herkes hazırlayabilir. Nitekim başka kurumlar da
hazırlıyorlar. Bunlar toplanır meclise verilir, hukuki süreç o zaman başlar. Bu
aşamaya gelinceye kadar görüşmeler, tartışmalar, müzakereler yapılacak, herkesin
görüşü alınacak. Bütün bunların bir taslak haline getirilip meclise sunulması
lazım. Meclis’te de başka öneri ve taslaklar olabilir. Bunlar komisyonda
tartışılır ve nihayetinde bir öneri ortaya çıkar. Bunun da halk oylamasına
sunulması daha doğru olur. Halk da özgür bir ortamda yani 82 anayasasının
oylandığı bir ortamda değil, tartışmaya açık, lehte ve aleyhte görüşlerin ortaya
sürülebildiği bir ortamda tartışır ve kararını verir.
Sivil-asker meselesinde ve anayasada MGK, Genelkurmayın statüsü
vs. konularda şunu da bilmek gerekir. Bir ülkede darbeler yapılıyor, muhtıralar
veriliyorsa, siz anayasaya ne yazarsanız yazın, MGK’yı çıkarın, Genelkurmayı
bakana bağlayın, orda yine bunlar olur. Eğer biz hâlâ demokrasimizde fiilen bu
aşamaya gelememişsek, darbe demeyelim ama muhtıra endişeleri yaşıyorsak, çözüm
yok demektir. Önce halk ve özellikle rütbeli askerler değişmeli. Uygulamada
zamanla özellikle asker kesiminde giderek bu dönüşümü görüyoruz. Eskiye göre
askerin sivilleşme konusundaki yaklaşımı daha olumlu gibi, tabii bir-iki istisna
olabilir. Önemli olan fiilen bir aşamaya gelmemiz.
Türkiye’de yargının temel problemlerinin başında hukuk
eğitiminin başından itibaren belli tip hukukçu yetiştirme felsefesi geliyor.
Danıştay başkanının söylemini Eser Hoca’dan dinlediniz. Bir yüksek mahkeme
başkanı böyle bir felsefeye sahipse orada hukukun üstünlüğünden gerçekten söz
edemezsiniz. Bunlar hep geliyor hukuk eğitimine dayanıyor. Hukuk hocalarının,
insan haklarını, hukukun üstünlüğünü önce kendi içlerine sindirmesi ve
öğrencilerine de böyle bir perspektif vermesi lazım ki öğrenci de böyle olsun.