Economic Functions of Worships

1. İbadetlerin İnsana Bakan Mümtaz Hikmetleri

Asıl itibariyle ibadetler, Yüce Allah onları emrettiği için yapılırlar;
herhangi bir hikmet, maslahat ve dünyevî fayda beklentisiyle yapılmazlar. Bununla
birlikte her bir ibadetin dünyaya, ahirete, ferde, topluma, ekonomik hayata, hukuk
düzenine, ruh sağlığına bakan hikmet ve maslahatları vardır. Hatta ibadetleri bir
bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman bunların sanki ibadet olsun diye değil, insanların
dünya ve ahiret saadetini, ruh ve beden sağlığını, fert ve toplum arasındaki iyi
münasebetleri ve genel huzuru gerçekleştirmek ve temin etmek maksadıyla emredilmiş
olduğunu söylemek mümkündür. Her ibadetin bütün hikmetlerini değil, sadece en önde
görünenlerini esas aldığımız zaman, ibadetlerin ibadet olmalarının yanı sıra, ne
ölçüde insanın ruh ve beden sağlığını koruduğu, fert ve toplum arasındaki münasebetleri
temine yönelik fonksiyonel özellikleri bulunduğu kolayca görülecektir.

Namazın en büyük fonksiyonu, kişinin ruh sağlığını temin etmesidir.
“(Ey Peygamber!) Namazı kıl… (Bil ki) Allah’ı zikretmek, en büyük (ibadet)tir…”1
ve “(Ey Mûsâ!), Bana ibadet et ve beni zikretmek için namaz kıl”2 meâlindeki
âyetler, namazın Allah’ı zikir anlamına geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Kalplerin
gerçek anlamda tatmini ve huzur bulması da ancak Allah’ı zikir ile olur.3
Hadislerde ifade edildiği üzere namaz kılan kişi dünya kelâmı konuşmaktan menedilmiştir.4
Çünkü musallî namazda iken Rabbi ile hasbihal5 ve meşguliyet halindedir.6
Günde beş defa Allah’ın huzurunda divan duran kişi manevî huzuru bulduğundan bu
kişilerde ruhî problemler pek fazla görülmez.7 Dolayısıyla namaz, sanki
kişinin ruh sağlığını temin etmek için emredilmiş gibidir.

Ruh sağlığı bozuklukları dünyada tedavisi en pahalı hastalıklar
arasında yer almaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde hükümet, her sene bu tür
hastalıkların tedavisi için yaklaşık 142.2 milyar dolar harcamaktadır.8

Orucun en büyük fonksiyonu, kişinin beden sağlığını temin etmesidir.
Hadis-i şerifte “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” buyurulmuştur. Bazı hadislerde de
orucun bedenin zekâtı olduğu9 ifade edilmiştir. Kök anlamı itibariyle
zekât, artmak, fazlalaşmak anlamına geldiği gibi temizlik, saflık ve duruluk anlamına
da gelir. Bu hadiste zekât kavramı temizlik anlamında kullanılmış olup kişinin hem
bedenî hem mânevî kirlerden temizlenmesini ifade eder. Bedenî açıdan oruç on bir
ay boyunca yorulan bedeni bakıma ve revizyona almak demek olduğundan beden için
oruç önemli bir sağlık kaynağıdır. Vücud, başka zaman atamadığı toksinleri ancak
oruç sayesinde dışarı atar ve böylece besin zehirlerinden kurtulur. Bu bakımdan
oruç sanki kişinin beden sağlığını temin etmek için emredilmiş gibidir.

Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Zekât İslâm’ın köprüsüdür.”10
Bu anlamda zekât, zenginle fakir arasındaki münasebeti sağlayan, fakirde zengine
karşı hürmet ve saygı, zenginde de fakire karşı merhamet ve şefkat hislerini doğuran
mâlî ve dinî bir ibadettir. Her yerde olduğu gibi İslâm ülkelerinde de zenginler
ve fakirler olmuştur. Ancak bu ekonomik farklılaşma, hiçbir zaman sosyolojide “sınıf”
dediğimiz ayrışmayı doğurmamıştır. Ayrıca her zaman İslâm ülkelerinde fakirlikten
zenginliğe geçişler olduğu gibi bir şekilde zenginlikten fakirliğe düşüşler de yaşanmaktadır.
Bundan daha da önemlisi, İslâm tarihinde hiçbir zaman zengin-fakir çatışması olmamış;
bu iki ekonomik sınıf, sınıf bilincine sahip birer “sosyal sınıf” haline dönüşmemişlerdir.
Bu sınıflar arasındaki münasebet ve muvazeneyi tesis eden en önemli unsur zekâttır.
Dolayısıyla zekât, sanki toplumun huzurunu temin etmek için emredilmiş gibidir.

Hac, senede bir defa yapılabilen bir ibadet olup, rükünleri ihram,
Arafat vakfesi ve ziyaret tavafından ibarettir. Bazı imamlara göre ceza gerekmekle
birlikte ziyaret tavafı senenin herhangi bir gününde de yapılabilmektedir. Ayrıca
umre ibadeti çerçevesinde Kâbe’yi her zaman tavaf etmek mümkündür. Bu durumda haccın
en önemli rüknü Arafat’ta vakfe olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber de “Hac, Arafat’tır.
Kim cem‘ (Müzdelife) gecesi fecrin doğmasından önce vakfeye yetişirse, haccı idrak
etmiş olur”11 buyurmuşlardır. Hikmet bakımından haccın topluma bakan
en önemli fonksiyonu ise renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı olan dünya
milletlerinin bir arada toplanıp tanışmalarını ve kaynaşmalarını sağlamasıdır. Dolayısıyla
hac dünya milletleri arasında müsbet münasebetler kurmakta ve farklı toplum ve topluluklar
arasındaki huzuru temin etmektedir. Bu anlamda sanki hac, dünya milletlerinin tanışması
ve farklı yerlerdeki toplumların birbirlerine yabancı kalmayıp huzur içinde yaşamalarını
temin için emredilmiş gibidir.

Sonuç olarak ibadetlerin, insanın ruhî saadetini, beden sağlığını,
toplumsal huzurunu, milletler arası yardımlaşma ve dayanışmasını sağlayan en önemli
manevî unsur olduğunu söyleyebiliriz.

2. İbadetlerin Ekonomik Dengenin Teminatı Olması

Ekonominin en temel kanunu arz ve taleptir. İktisadî huzurun mevcut
olması için bu iki unsurun dengede olması gerekir. Bunlardan biri yüksek diğeri
düşük olursa ekonomik denge bozulmuş olur. Bu bozukluk da dalga dalga toplumsal
yapının ve huzurun bozulmasına sebep olur.

Başka bir ifadeyle ekonominin biri üretim, diğeri tüketim olmak
üzere iki ayağı vardır. Ekonomik huzur, bu iki unsurun dengede olmasına bağlıdır.
Bir ülkede üretim çok, fakat tüketim az ise, bu dengesizlik mutlaka bir ekonomik
krize sebebiyet verecektir. Yine bunun tersi olarak piyasada bir malın mevcudiyetine
şiddetle ihtiyaç olduğu halde o mal piyasada bulunmadığı için tüketilemiyorsa, bu
durum yine bazı sosyal ve ekonomik problemlere sebep olmaktadır. Huzurlu ve dengeli
bir ekonomide arz ve talep, üretim ve tüketim dengede olmalı; üretilen mallar tüketilebilmeli,
tüketim ihtiyacı olan mallar da üretilip piyasaya sürülmüş olmalıdır.

Yine bir ülkede ekonomik dengelerin sağlanması için sadece devletin
gelir ve giderlerini eşitlemesi, denk bütçe ile çalışması yeterli değildir; vatandaşların
da büyük bir çoğunlukla kendileri için bu dengeyi oluşturması gerekir. Devletin
aşırı miktarda borç yükü altına girmesi bir gün devlet sistemini sıkıntıya sokacağı
gibi, vatandaşların da bir gün çevirmesi mümkün olmayan borç ile işlerini yürütmeye
çalışmaları, aynı şekilde ekonomik ve sosyal dengelerin bozulmasına sebebiyet verecektir.

a. Namazın ekonomik fonksiyonları

Bir ülkede üretim ve zenginlik ne kadar yüksek olursa olsun, eğer
çoğu vatandaşlar ürettiklerinden ve kazandıklarından daha fazlasını tüketiyorsa,
er-geç o ülke bir ekonomik krize sürüklenir. Günümüzde ABD merkezli kriz de esasen
böyle bir sebepten dolayı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla yüksek üretim ve ekonomik
zenginlik, her zaman toplumsal huzurun ve ekonomik istikrarın garantisi değildir.

Günümüzde ekonomik krizler umumiyetle varlıklı ülkelerde ortaya
çıkmaktadır. Krizlerin ana sebebi, insanların tüketim veya üretimlerini daha çok
borç para ile gerçekleştirmeleridir. Tüketiciler harcamalarını mevcut kazançlarından
değil de gelecekte kazanacaklarını umdukları sermayeye dayanarak bankalardan aldıkları
kredilerle gerçekleştirirlerse, işsizliğin arttığı dönemlerde mevcut işlerini kaybetmeleri
veya umdukları parayı kazanamamaları halinde borçlarını ödeyemez hale gelirler.
Üreticiler de ürettikleri malları satamadıkları veya talep düşüklüğü sebebiyle maliyetinden
daha düşük bir fiyata satmak mecburiyetinde kaldıkları ya da sattıkları malların
parasını tahsil edemedikleri için krize girerler. Krizlerde her iki tarafın kabahati
bulunmakla birlikte, kabahatin çoğu üreticilere aittir. Çünkü reklâmlar ve uzun
vadeli satışlar yoluyla tüketiciyi tüketim çılgınlığına sürükleyenler, üreticilerdir.
Üreticilerin bütün oyunlarına rağmen, tüketiciler gelirleri oranında harcama alışkanlığını
elde edebilseler, o ülkede yine kriz olmaz. İşte namazın önemi, daha çok burada
ortaya çıkmaktadır.

Namazın doğrudan üretime katkı sağladığını söylemek mümkün değildir.
Ancak tüketim tarafına geldiğimizde rahatlıkla namazın en büyük ekonomi tasarımcısı
ve düzenleyicisi olduğunu söyleyebiliriz. Kul ile Rabbi arasındaki irtibatı sağlamasının
dışında namazın en önemli fonksiyonu, kişiyi her türlü kötülükten ve çirkinlikten
alıkoymasıdır.12 Bu anlamda namaz, farkına varmadan kişide “şuur” dediğimiz
durumdan daha yüksek düzeyde doğru bir tüketim bilinci oluşturur. Bir nevi namaz
insana “kazandığın parayı içkiye, uyuşturucuya, kumara, şans oyunlarına, zinaya
ve Allah’ın yasakladığı diğer şeylere harcayamazsın” şeklinde, manevî bir baskı
yapmaktadır. Çevremizde namaz kılanlara baktığımız zaman da, genellikle bu kimselerin
içki içmediklerini, kumar oynamadıklarını, zina etmediklerini ve haramlığı çok açık
olan diğer kötü işleri yapmadıklarını görürüz. Diğer taraftan bu insanların israf
sayılabilecek harcama içersine de girmediklerini müşahede etmekteyiz.

Bir de dünyada tüketim mallarıyla ilgili şöyle bir gerçek vardır:
Helal olan şeyler daima daha ucuz, haram olan şeyler ise daima çok pahalıdır. Namaz
kılan kişi haram olan şeylerden uzak durduğu için otomatik olarak kazandığı parayı
pahalı olan yollara harcamaktan da uzak durmuş olur. Helal olan şeyler de ucuz olduğu
için kazancı az da olsa bu kadar bir kazanç normal geçimi için kafi gelir. Ayrıca
inanç ve ibadetler yoluyla mala ve lüks yaşantıya karşı olan hırs ve özentisini
de yendiği için, halihazırda israf sayılacak harcamalara girmez ve geleceğe yönelik
olarak da lüks sayılacak bir takım ihtiyaçları da borçlanma yoluyla gidermeye çalışmaz.
Dolayısıyla namaz kılan kişi ayağını yorganına göre uzatır, kazandığı kadar harcar,
geleceğe yönelik büyük borç altına girmez.

Dengeli bir ekonominin kurulması üretimi arttırmakla değil, insanlarda
tüketim bilincini yerleştirmek suretiyle olur. Namaz bu bilinci otomatik olarak
oluşturmaktadır. Bediüzzaman’ın da dediği gibi; “İktisad eden, maişetçe aile belasını
çekmez”13 meâlindeki hadis-i şerîfi sırrıyla, iktisat eden, maişetçe
aile zahmet ve meşakkatini çekmez… Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe
ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda israfâta medâr olacak para çok pahalıdır.
Mukabilinde bâzen haysiyet, namus, rüşvet alınıyor. Bâzen mukaddesât-ı diniye mukabil
alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek manevi yüz lira zarar ile maddi
yüz paralık bir mal alınır.14

Namaz, dolaylı olarak üretime de katkıda bulunur. Namaz kılan insan
bilir ki, Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister. Dolayısıyla bir
lokma bir hırka anlayışının doğru olmadığı anlar ve zamanın şartlarına göre makûl
ve normal olan şeyleri talep eder. Meselâ geleneksel olarak kız ve erkek çocuklar
bir odada yatıp kalkmakla birlikte, Hz. Peygamber’in belli bir yaşa geldiklerinde
Hz. Peygamber’in erkek ve kız çocuklarının ayrılmasını emretmesi sebebiyle, bu zamanda
ebeveyn için ayrı, erkek ve kız çocuklar için ayrı odaların bulunmasını dinî bir
gereklilik olarak algılar ve böyle bir evde yaşamayı arzu eder. Malî gücü buna yetiyorsa
bu vasıflara sahip bir evi talep eder. Bu tür talepler de inşaat sektörünün canlanmasına
vesile olur. Diğer taraftan maddeten ilerlemiş olan ülkelerde mevcut olan birçok
imkan ve varlığın, farz-ı kifâye çerçevesinde İslâm ülkelerinde de bulunması gerektiğine
inanır ve bunların İslam ülkelerinde bulunması için çaba sarfeder. Bu da ekonomik
anlamda yeni talepler demektir. Askerlik, bilim ve eğitimle ilgili varlık ve imkânlar
bunun en açık örneğidir.

b. Orucun ekonomik fonksiyonları

İslâm’da ibadetler birbirini destekler ve tamamlarlar. Tüketim bilincinin
oluşması konusunda oruç da namaz gibidir. Namaz gibi oruç da insanı bütün kötülüklerden
uzak tutar.

Orucun ekonomiye en önemli etkisi sağlık giderlerinin azaltılması
şeklinde olur. Oruç tutan insan perhiz yapmış sayılacağından bu tedbir sayesinde
vücûdunu büyük ölçüde hastalıklardan korumuş ve yapılması muhtemel birçok sağlık
harcamasından da kurtulmuş olur.

Ramazan ayını bayramla birlikte düşündüğümüzde bu ayı, ekonomik
canlanma ayı olarak değerlendirebiliriz. Esnaftan bazıları gelirlerinin önemli bir
kısmını Ramazan ayında elde ederler.

İyi bir ekonomi ancak iyi bir güven ortamında gelişir. Ramazan ayının
önemli fonksiyonlarından biri de, bu ayda güven ortamının iyileşmesidir. İstatistiklerin
ortaya koyduğu sonuca göre hemen hemen bütün İslâm ülkelerinde Ramazan ayında işlenen
suçlar % 50 dolayında azalmaktadır. Bu da daha fazla güven, daha fazla ekonomi anlamına
gelir.

Ramazan ayında bir de fakirlere verilen sadaka-i fıtırlar vardır.
İslâm’a göre ekonomik açıdan insanlar üç sınıfta mütalaa edilir: Zengin, orta halli,
fakir.

Havâic-i asliyyenin dışında zekâtlık mallardan nisap miktarı mala15
sahip olan (nisâb-ı gınâ sahibi) kişi zengindir. Bu şahıs zekât vermek, kurban kesmek
ve sadaka-i fıtır vermek mecburiyetindedir.

Havâic-i asliyyenin dışında zekâtlık olmayan mallardan nisap miktarı
mala sahip olan (nisâb-ı istiğnâ sahibi) kişi orta hallidir. Bu kişi zekât vermekle
yükümlü olmamakla birlikte zekât alamaz; ancak kurban kesmek ve sadaka-i fıtır vermekle
yükümlüdür.

Zekatlık olsun olmasın havâic-i asliyyenin dışında nisap miktarı
mala sahip olmayan kişi fakirdir. Bu kişi zekât alabilir, ayrıca kurban kesmek ve
sadaka-i fıtır vermek yükümlülüğüne de sahip değildir. Türkiye’de ortalama olarak
nüfusun % 30’unun fakir, % 70’inin orta halli ve zengin olduğu varsayımına dayandığımızda,
50 milyon insanın sadaka-i fıtır vermesi gerekir.16 Bu sayı asgarî sadaka-i
fıtır17 miktarıyla çarpıldığında Ramazan Bayramı öncesinde fakirlere
üç yüz milyon TL sadaka-i fıtır verilmesi gerekir. Bu paranın en fakir bir milyon
kişiye verilmesi halinde her kişiye bayram öncesi 300 TL para verilmesi anlamına
gelir.

c. Zekâtın ekonomik fonksiyonları

İstikrarlı bir ekonomik yapı, sosyal huzurun temini için her zaman
yeterli olmayabilir. Bir ülke ne kadar zengin olursa olsun, fakirlerle zenginler
arasında çok büyük gelir farkı bulunuyor ve zenginlerden fakirlere herhangi bir
yardım gitmiyorsa, bu ülkede de er-geç sosyal patlamalar olacaktır. Sosyal dengenin
sağlanabilmesi için mutlaka fakirlerin ihtiyaçlarının da belli seviyede giderilmesi
gerekir. Yukarıda ifade edildiği gibi zekât gibi bazı malî ibadetler sayesinde şimdiye
kadar hiçbir İslâm ülkesinde zenginlerle fakirler arasında sosyolojik anlamda bir
farklılaşma olmamış ve bir sınıf bilinci oluşmamıştır. Dolayısıyla zekât, toplumu,
ekonomik nedenlerden dolayı anarşiye düşmekten korumakta ve istikrarlı bir ekonomi
için güvenli bir ortam oluşmasına sebep olmaktadır.

Bazı çevreler zekâtı pek önemsemezler. Fakat tam olarak verilmesi
halinde zekâtın fakirler için önemli bir ekonomik kaynak olduğunu hesaplarla gösterebiliriz.
Şu anda Türkiye’nin yıllık ihracatı 100 milyar doların üstündedir. İhraç edilen
mal, sadece onu ihraç eden şahısların değil, ülke insanının da fazlası sayılabilir.
İhraç mallarının zekâtı 2,5 milyar dolar tutmaktadır. Bu paradan her kişiye bin
dolar zekât verilse, 2.500.000 (iki milyon beş yüz bin) kişiye 1.000’er dolar verilmiş
olur. Bu ülkede en alttaki iki buçuk milyon kişiye biner dolar verilmesi, onların
çok zaruri olan ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılar. Zekât hesabını gayr-ı sâfî
millî hâsıla üzerinden yaptığımız zaman karşımıza daha büyük bir rakam ortaya çıkar.

d. Haccın ekonomik fonksiyonları

Hac bir nevi Müslümanların yıllık kongresidir. Haccın çok iyi değerlendirilmesi
halinde pek çok ekonomik getirileri olabilir. Ancak şimdilik haccı sadece bu sebeple
dönen sermaye açısından değerlendirmek istiyoruz.

Her yıl ortalama üç milyon kişi hac görevini ifa etmektedir. Her
hacının ortalama üç bin doların biraz üzerinde bir harcama yaptığını varsaydığımızda
hac münasebetiyle bu mevsimde on milyar dolarlık bir paranın piyasada dolaştığını
görürüz. Bu rakam hac münasebetiyle sadece10 milyar dolarlık tüketim yapıldığı anlamına
gelmez. Bu rakam, hac münasebetiyle dönen para miktarını gösterir. Yapılan işlem
hacmi ise bu paranın kaç defa el değiştirdiğiyle ilgili bir durumdur.

Hac işleri münasebetiyle işlem gören bu paranın kaç defa tedavül
ettiğini bilmiyoruz. Ancak burada ekonomideki para ile ilgili önemli bir kuralı
zikretmek yerinde olacaktır: Günde bir defa el değiştiren 100 Lira ile günde on
defa el değiştiren 10 Lira’nın ekonomik değeri aynıdır. Her ikisi de 100 liralık
iş yapmıştır. Dolayısıyla paranın üzerinde yazan değer kadar, onun kaç defa el değiştirdiği
de büyük önem taşır. Hac münasebetiyle işlem gören para hac mevsiminde üç defa el
değiştirmiş ise, bu mevsimde 30 milyar dolarlık bir ekonomik işlem yapılmış demektir.
Türkiye’nin de bu para üzerinde önemli bir payı mevcuttur.

3. İsrafın Engellenmesi

İbadetlerin en açık etkisi israf konusunda görülür. İnanan-inanmayan,
ibadetlerini yapan-yapmayan herkes namaz kılan bir kimseye lüks hayatı yakıştırmaz.18
İbadetlerinde hassas olan kişilerin, genellikle böyle bir yaşam tarzından uzak oldukları
da sosyolojik bir gerçektir. İsraf Yüce Allah tarafından yasaklandığı için19
ibadetlerinde hassas olan kişiler bu konularda da hassas olurlar ve aslı itibariyle
helal olsa bile harcamalarında aşırı gitmekten çekinirler.

Bediüzzaman’a göre israf hırsı intâc eder; hırs da üç neticeyi verir:

Birincisi: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise çalışma şevkini kırar;
şükür yerine şikayet ettirir ve kişiyi tenbelliğe sevkeder. Bunun neticesinde kanaatsiz
olan kişi meşrû ve helal olan az malı terk edip, gayr-i meşrû ve fazla zorluğa katlanmadan
elde edilen çok malın peşine düşer; bu yolda izzetini, hatta haysiyetini fedâ eder.

İkincisi: Haybet (kayıp, mahrumiyet, arzusuna ulaşamamak) ve hasârettir
(zarar). Nitekim bu konuda “Hırs, hasâret ve muvaffakıyetsizliğin sebebidir” sözü
bir deyim olarak meşhur olmuştur.

Üçüncüsü: Hırs ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü bir
ehl-i takvanın hırsı varsa, insanların kendisine yönelmesini ister. Böyle bir bekleyiş
içinde olan kişinin, tam ihlâsı kazanması mümkün değildir.

Elhasıl, israf, kanaatsizliği intâc eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın
şevkini kırar, tenbelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemâdiyen şekvâ
ettirir. Hem ihlâsı kırar, riya kapısını açar, hem izzetini kırar, dilencilik yolunu
gösterir.20

4. İbadetler Onurlu Yaşamın Garantisidir

İbadetlerini yerine getiren kişi ekonomik hayatında iktisatlı davranır.
İktisat kanaatkâr olmayı; kanaatkâr olmak da daha çok çalışmayı gerektirir. Kanaatkâr
olan ve daha çok çalışan kişi ise izzetli ve onurlu bir hayat sürer.

Bediüzzaman bu hususu şöyle özetlemektedir:

“İktisat ise, kanaati intâc eder. ‘Azze men kane‘a, zelle men tame‘a
Kanaat eden aziz olur, açgözlü olan aşağılanır”21 hadîsin sırrıyla, kanaat,
izzeti intâc eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır.
Çünkü, meselâ bir gün çalıştı, akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla,
ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz.
Çalışsa da şevksiz çalışır. Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ
kapısını kapatır. Hayatında dâimâ şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan
istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya kapısı
kapanır.”22

Bediüzzaman İktisat Risalesi’nde onurlu yaşamın müspet ve menfi
bazı örneklerini verir. Ben de günümüzden ferdî bir örnekle konuyu perçinlemek istiyorum:

1990 yılında Almanya’nın küçük bir kasabasında bir camiyi ziyaret
etmiş; oradaki cemaate namazın öneminden bahsetmiştim. Fakat asıl dersi, dernek
başkanı vermişti. Dernek başkanı namazın kendisi için aile huzuru, zenginlik ve
şeref olduğunu söylüyordu. Ben, “bu meseleyi biraz aç” dediğim zaman şunları söylemişti:

“Ben sekiz yıl önce namaza başladım. Sekiz sene önce oyun makinelerinin
önünden kalkmazdım. Kazandığımı oralarda yerdim. Eve geç geldiğim ve kazandığımı
oralarda yediğim için hanımla tartışır dururdum. O zaman da borcum yoktu; ama kıyıda-köşede
karagün için kullanacağım bir param da bulunmuyordu. Kirada oturuyordum. Allah nasib
etti; sekiz sene önce namaz kılmaya başladım. Önce kendimi oyun makinelerinden kurtardım.
Sonra tasarruf etmeyi düşünmediğim halde cebimde para birikmeye başladı. İlk olarak
biriken parayla bir otomobil aldım. Fakat para artmaya devam ediyordu. Daha sonra
bir ev aldım. Bu sene de Allah nasib ederse hanımla birlikte hacca gideceğim. Artık
hanım ve çocuklarla aram iyi. O eski kavgaları yapmıyoruz. Ayrıca eskiden kimse
beni adam yerine koymazdı. Fakat şimdi beni cami derneği başkanı yaptılar. Ben bütün
bunları namaz sayesinde kazandım. Namaza başlayalı beri, evim de oldu, arabam da
oldu, ailede huzur da buldum. Ayrıca çevrem beni adam yerine koyup dernek başkanı
bile yaptılar. Bunu da bir şeref olarak değerlendiriyorum. Ben bütün bunlara namaz
sayesinde elde ettim. Bir de ahiretimi kurtarabilirsem, benden mutlusu yok. Onun
için de yine namaza güveniyorum.”

Bu hatıradan sonra insan “Bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve zenginliklerin
temeli namazdır” demeden edemiyor.

Sonuç olarak;

İbadetlerin pek çok hikmetlerinden bazıları, kişi ve toplumun iktisadî
hayatıyla ilgilidir. İbadetler insanı her türlü kötülüklerden ve çirkinliklerden
alıkoyar ve israfa girmekten korur. Böylece insan otomatik olarak doğru bir tüketim
bilincine kavuşur; kazandığını haram ve boş şeylere harcamaz. Bir toplumda insanların
çoğu kazandıkları kadar harcar ve aşırı borçlanma yoluna gitmezse, o toplumda ekonomik
kriz kapıyı çalmaz. Dolayısıyla ibadetler dengeli bir ekonominin garantisi ve krizlerden
korunmak için en uygun manevî tedbirdir.

Öz

Kural olarak ibadetler, sadece Allah onları emrettiği için yapılır,
dünyevî bir maksat ve fayda için yapılmaz. Bununla birlikte her bir ibadetin ferde
ve topluma bakan pek çok hikmetleri vardır. Hatta ibadetlerdeki hikmetleri bu açısından
incelediğimizde, onların fert ve toplumun huzur ve saadetini temin etmek maksadıyla
emredildiğini dahi zannedebiliriz.

İbadetlerin daha açık fonksiyonları ibadet eden üzerinde görülmektedir.
Genellikle, ibadet hassasiyeti olan şahısların uzun süre maddî problemlerle uğraşmadığı,
hayatlarının uzun bir dönemini aslî ihtiyaçlarını karşılayan, çevresinden de hürmet
ve saygı gören bir kişiler olarak geçirdikleri müşahede edilmektedir. Bu çalışmada
ibadetlerin ekonomik fonksiyonları ele alınmakta ve fert ve topluma bakan yönleri
irdelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: İbadet, iktisat, ekonomik denge, tüketim bilinci,
israf

Abstract

As a rule, worships are performed just for the sake of Allah, not
for an earthly purpose and benefit. Nevertheless, each worship has many wisdoms
concerning person and society. And when the wisdoms of worships are considered from
this perspective, we can even think that they were ordered to ensure their peace
and happiness.

Clearer functions of worships are seen on the one, who worships.
In general, persons, who are sensitive to worship, are considered as those, who
have not dealt with financial problems for a long time, met their essential needs
during a considerable period of their lives and those, who are respected by the
people around them. In this study, economic functions of worships are considered,
and their personal and social aspects are analyzed.

Keywords: Worship, economy, economic balance, consumption consciousness,
waste

Dipnotlar

1- Ankebût, 29/45.

2- Tâha 20/14.

3- Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bilin ki kalpler, ancak Allah’ın
zikri ile mutmain olur.” Râ’d, 13/28.

4- Buhârî, Amel fi’s-Salât, 2, Tefsir, Bakara 43; Müslim, Mesâcid,
35 (H. No: 559).

5- “Namaz kılan kimse rabbi ile gizli konuşur” Buhârî, Mevâkît,
8, Salât, 33.

6- Hz. Peygamber buyuruyor: “Namazda meşguliyet vardır”. Buhârî,
Amel fi’s-Salât, 2, Fedâilü’l-Ashâb, 37; Müslim, Mesâcid, 34 (H. No: 538).

7- Halk arasında “İnançlı insanın psikoloğa ihtiyacı yoktur”
şeklinde yaygın bir düşünce vardır. İnançlı insanın pek çok ruh hastalığından uzak
kalacağını biz de kabul ediyoruz. Ancak bu konuda genellemeci ve mutlakçı bir tavırdan
uzak durmak ve aşırılığa gitmemek gerekir. Öncelikle bazı psikolojik haslıkların
(şizofreni gibi) genetik olarak nesilden nesile geçtiğini; diğer taraftan travma
yoluyla beyinde oluşan kimyasal tahribatın da inançla bir ilgisinin olmadığını bilmemiz
gerekir. Ayrıca inanç ve dinî yaşam konusunda yapılan bazı hata ve yanlışlıklar
dinî içerikli bazı psikolojik rahatsızlıklara sebebiyet verebilir. Bizim burada
namaz vasıtasıyla elde edildiğini ifade ettiğimiz “ruh sağlığı” kavramından kastımız,
namazla insanın kendisini mutlu hissetmesidir. Mutlu bir insan kolay kolay psikolojik
rahatsızlıklara giriftar olmaz.

8- Zaman Pazar, 03.01.2010, s. 7.

9- “Her şeyin bir zekâtı vardır; vücudun zekâtı da oruçtur”.
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Mislan Basın Sanayi, İstanbul 1982, Râmûz el-Ehâdîs,
II, 350, H. No: 4 (Hadisi Beyhakî Şuabü’l-Îmân’ında, Taberânî Mu‘cemü’l-Kebîr’inde,
İbn Adiy el-Kâmil’inde, Heysemî Mecma‘u’z-Zevâid’inde rivayet etmişlerdir.)

10- İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Feza Gazetecilik A.Ş.,
Almanya Baskısı, trz., VI, 347.

11- Tirmizî, Hacc, 57, (889); Ebû Davud, Menâsik, 69, (1949);
Nesâî, Hacc, 211, (5, 264); İbn Mâce, Menâsik, 37, (3015).

12- Yüce Allah buyuruyor: “Muhakkak ki namaz (insanı) her türlü
hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” Ankebût, 29/45.

13- Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 447.

14- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, Almanya
baskısı, 1994, s. 145-46.

15- 80,18 gr. altın değeri.

16- Hanefi mezhebine göre sadaka-i fıtrı sadece zengin ve orta
halli olanlar verecektir. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre zengin-fakir
ayırımı yapılmadan herkes sadaka-i fıtır vermekle yükümlüdür. Sadaka-i fıtır alacaklıları
ise sadece fakirlerdir.

17- 2009 yılı için Diyanet İşleri Başkanlığı asgarî fitre miktarını
6 TL olarak ilan etmişti.

18- Günümüzde, namazını kılan bazı zenginlerin lüks evleri ve
bu kişilerin eşlerinin jip kullanmaları televizyonlarda sık sık tartışma konusu
olduğunu hatırlayalım.

19- Kur’ân-ı Kerim’de israfla ilgili pek çok âyet vardır. Bunlardan
en meşhuru sofra dualarında da okunması âdet olan “Yiyin, için, fakat israf etmeyin”
(A‘râf, 31) meâlindeki âyettir.

20- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 149-50.

21- Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, I, 586.

22- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 50.