Woman throughout the History and Changing Woman figure in Turkish Literature

Giriş

Kadın nedir? Kadın tarih boyunca nasıl algılanmıştır? Erkek için
kadın ne ifade eder? Kadın kendisini nasıl tanımlamaktadır? Kadın, tarih boyunca
bu vb. sorular etrafında tartışıladurmuştur. Zaman zaman kadın ve erkek arasında
bitip tükenmeyen bir çekişmeye dönüşen bu tartışmaların nedeni ve son bulup bulmayacağı
da merak uyandırmaktadır. Kısacası, ‘kadın’ kelimesinin kullanılmasıyla birlikte
cevaplandırılması gereken birçok soru karşımıza çıkmaktadır.

Kadın; erkek gibi insani bir varlık olduğu halde, tarih boyunca
çok farklı olarak algılanmış ve farklı tartışmaların konusu olmuştur. Kadına olumsuz
bir anlam yüklemek tarihsel bir anlayışın ipuçlarını verir. Bugün de günlük yaşamda
‘kadın olduğunuz için böyle düşünüyorsunuz’ sözünü sık sık duymaktayız. Tarih boyunca
birçok kültür ve gelenekte erkek her zaman özne, kadın ise ona bağımlı bir varlık
olarak görülmüştür. Mesela, Michelet ‘Kadın şu bağımlı varlık…’ der. ‘Eflatun, Tanrıya
önce kendisini köle değil de özgür bir insan, sonra da kadın değil de erkek yarattığı
için şükretmekteydi.’ (Beauvoir, 1980:25) Kadın günümüze kadar bir çok toplumda
daima daha edilgen bir yapıya sahip olmuştur. Bu bizim toplumumuz için de böyledir.
Kendisini erkeğe bağlı hisseden kadın genellikle çevreden aldığı direktifler yönünde
hareket eder.

Kadın meselesini, günümüze kadar bir bütün olarak ele alan inceleme
çalışması pek yapılmamıştır. Günümüzde de kadın üzerine birçok araştırma yapılmakta
ve bu çalışmaları da genellikle kadınlar yürütmektedirler. Ancak, her bir çalışma
kadının sadece bir yönünü incelemektedir. Bu da çalışmaların eksik kalmasına yol
açabilmektedir. Bu çalışmalarda kadınla ilgili farklı tanımlamalar getirilmekte,
farklı kadın telakkileri kadına dayatılarak kadın da buna inandırılmaktadır.

Modern dönemlerde kadın konusuyla ilgili tartışmaların ‘feminizm’
kavramı etrafında düğümlendiği görülür. ‘Feminizm’ sözcüğü Fransızcaya 1837’den
sonra girmiştir. Robert Sözlüğü, bu sözcüğü ‘kadınların toplum içindeki rolünü ve
haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin olarak tanımlanmaktadır.’(Michel, 1993:9)
Feminizm kelimesi, aynı zamanda kadınların haklarının daha genişletilmesi için yapılan
eylemleri de içerir. Feministler cinsiyetçiliğe karşı çıkarlar. ‘Cinsiyetçilik’
kadın cinsine karşı uygulanan ayırımcı bir tutumdur.(Michel, 1993:9) Cinsiyetçilik
‘fallokrasinin’ doğurduğu bir sonuçtur. Fallokrasi ise: 20. yüzyıl ortalarında ortaya
çıkmış, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini ifade eden isim’ (Michel, 1993:10)
olarak tanımlanmaktadır. Bu da farklı çatışmaların odağını oluşturur. ‘Tarih kitaplarının
pek sözünü etmediği bir savaş dikkatimizi çekmektedir. Öyle bir savaş ki kadınlar
ve erkekler arasında geçmiştir. Çok eski zamanlardan beri ortalığı birbirine katarak
adeta gizli saklı bilinçaltından sürdüregelmiş egemenliği kimi zaman erkeklerin
ellerine teslim etmiştir.’ (Graber, 1998:15)

Tarih Boyunca Kadın

Tarih boyunca kadınların toplumdaki önemi çoğu zaman göz ardı edilmiştir.
Bununla birlikte toplumun değişmesinde ve gelişmesinde kadın önemli bir paya sahiptir.
Kadının toplumdaki değişimini görebilmek için tarih öncesine kadar gitmek gerekir.
Tarihin ilk dönemlerinden biri olan paleolitik dönemde toplumların hayat tarzı avcılık
ve toplayıcılıktı. Kadınlar daha çok toplayıcılıkla uğraşıyorlardı. Bununla birlikte
erkeklerle birlikte ava da giderlerdi. Bu dönemde insanlar doğayla uyum içinde yaşamaktaydılar.
Bu dönemde anaerkil toplumlar mevcuttu. Kadınlar kabileler arasında bir barış antlaşması
olarak alınıp veriliyordu. Yapılan bu evliklerle kabileler arsında ittifak kuruluyordu.
‘Paleolitik çoğu göçebe topluluklarında cinsler arasındaki iş bölümü (avcı erkek,
toplayıcı ve zaman zaman ava giden kadın), işbirliğine dayanır, erkek ve kadınların
oturdukları yerler ayrıdır ve soy hemen her zaman hem kadın, hem de erkekten olmak
üzere iki çizgiden devam eder.’(Michel, 1993:20)

Daha sonraki dönemde ise teknik bir devrim gerçekleşti. Kadınların
toplumdaki yerleri değişti. Saban, su ve rüzgâr değirmenleri icat edildi. ‘Tarımsal
üretimi yapan kişi olarak erkek, kadının yerini aldı; ufak bahçelerin yerine tarla
geçti, kadının çapası yerini erkeğin sabanına bıraktı’ (Michel, 1993:23) Böylece
kadınların statüsü de değişti.

Avrupa’da 11. yüzyıla gelindiğinde kilisede reformlar yapılır. Kadınlar
kilisedeki görevlerinden uzaklaştırılırlar. Eski dönemlere göre iktisadi, siyasi,
dini yönden eski güçlerini yitirirler. Bu dönemde kadınlar büyücülükle suçlanıyorlardı.
Kilise tarafından yürütülen davalarda, Engizisyon mahkemelerince büyücü olmakla
suçlanan on binlerce kadının yakılması kararı çıktı. Kadın toplumsal statüsünü ve
değerini tamamen yitirmeye başlar. Daha önce evli bir kadın eşi uzaktayken onun
yerini alma hakkına sahipti. 14. yüzyıla gelindiğinde kadınlar bu haklarını da yitirirler.
Bu yetkiyi kullanabilmek için kadının mahkemeye başvurması gerekmekteydi. Daha sonrasında
ise kadının tüm hakları elinden alınır. 16. yüzyılda, Paris’te hazırlatılan ‘Parislilerin
Aile Düzeni’ adlı bir el kitabında kadınların tek görevinin eşlerinin rahatını sağlamak
olduğu belirtilir. Avrupa’da kadınların tüm bu haklarının kısıtlanmasına karşın
kadınların direnmesi devam eder. Kastilyalı Isabelle, İspanya’yı eşinin yardımı
olmadan birleştirmeye çalıştı ve yardımcılarıyla manastırlar, hastaneler, okullar
açtı. Reform hareketlerine destek veren kadınların sayısı erkeklerinkinden fazlaydı.
Kadınlar eşitsizliğe karşı çıktılar. Amerika kolonilerinin yöneticileri Avrupa’dakilere
göre daha özgürlükçülerdi. Bu yüzden kadınlar Amerika’ya göç etmeye başladılar.
18. yüzyılda kadınlar Çariçe II. Katerina örneğinde olduğu gibi ülke yönetiminde
etkin oldular. Mary Wallstonecraft 1792’de ‘Kadın Haklarının Doğrulanması’ isimli
bir deneme yazdı. Bu yüzyılda feminist hareketler diğer yıllara göre daha çok arttı.
J.J Rouseau gibi aydınlar kadının özgürleşmesiyle toplumun özgürleşeceğini savundular.
1848 devriminden sonra kadınların ekonomik hayattaki talepleri arttı. Kadınların
çalışma saatleri azaltıldı. Bazı sendikalar kadınların çalışma hayatlarındaki haklarını
kısıtlamaya çalıştılar. Ancak sendikacıların bu cinsiyet ayırımcılığı kadınları
yıldıramadı. Grevler yaptılar, haklarını sonuna kadar savundular. Kadınlar erkeklerin
sendikaları içinde kendi sendikalarını kurdular. 20. yüzyıla gelindiğinde Batılı
feministlerin belli başlı istekleri bulunmaktaydı. Kadın ile erkek arasındaki farkın
cinsiyetten değil aldıkları eğitimden kaynaklanması gerektiğini, kadının siyasal
ve ekonomik haklarının olmasını, 1870’te demokrasinin, demokrat kadınları hesaba
katmadıkları için geçerliliğini yitirdiğini savunurlar.

I. Dünya Savaşı sırasında kadınların oy hakkı 21 ülkede tanındı.
Uluslararası Kadın Konseyi ve bu dönemde kadınların siyasi haklarını elde edebilmesi
için kurulan Oy Hakkı Birliği kuruluşları; kadınların çalışma hayatlarının düzeltilmesi,
evlilik dışı çocuklarının korunması, evli kadının soyadını koruması gibi konularda
mücadele ettiler.

Dünyada bu gelişmeler olurken Osmanlı toplumunda kadın ile ilgili
ne tür çalışmalar oldu? 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşma hareketleri
başlamış ve Batı toplumlarına örnek olarak bazı yenilikler yapılmıştır. Kadının
özgürleşmesi konusunda çalışmalar hızlanmıştır. Evlilikte eş seçme, tek eşlilik,
kadın giysilerinin değiştirilmesi gibi gelişmeler bu dönemde görülür.

Abdülaziz döneminde kızlar için öğretmen okulu kuruldu. Ancak tüm
bu gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm tabanına yayılmayıp sadece üst kesimini
etkilemiştir. Toplumun büyük çoğunluğu geleneksel yapıyı devam ettirmekteydi. Osmanlı
İmparatorluğu’nun üst sınıfına ait olan kadınlar ise Batı’da gördükleri gibi daha
özgür bir ortam istemişlerdir. Meşrutiyet’in ilanından sonra daha resmi adımların
atıldığı görülür. Kadınların eğitimini geliştirmek için dernekler kuruldu. Özellikle
Halide Edip Adıvar’ın başkanlığında çalışan ‘Teali-i Nisvan’ (Kadınların Yükselmesi)
derneği birçok alanda çalışmalar yürütmeye başladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
ise kadınlar iş hayatına aktif olarak katılmaya başladılar. Urfa, Ankara, Konya
ve Aydın’da çeşitli imalathanelerde kadınlar istihdam edilmeye başlandı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreci kadınların özgürleşme sürecini
de etkilemiştir. Bu dönemde Maarif Nazırı Ali Kemal tarafından, İstanbul Darülfünun’da
Felsefe Fakültesi’nde kadınlara özgü dersler başlatıldığı görülür.

İşgal yıllarında aktif bir kadın tipi karşımıza çıkar. Yunanlıların
İzmir’i işgali kadınları da harekete geçirmiştir. Halide Edip Adıvar, Münevver Sami
mitinglere katılmışlardır. Ayrıca Kuva-i Milliye hareketlerine destek vermişlerdir.
Kurulan ilk Türk Büyük Millet Meclisi kuvvetler birliğini öneriyordu. Ülke bir meclis
hükümet tarafından yönetiliyordu. Mecliste her ne kadar partiler yoksa da iki grup
vardı. Bu iki grup kadınların haklarını almaları konusunda zaman zaman karşı karşıya
geliyorlardı. Tunalı Hilmi Bey, kadınların haklarını almaları gerektiğini savunuyordu.
İlk mecliste zaman zaman bu minvalde tartışmalara şahit olunmuştur.

Savaşa dayalı olağanüstü durum ortadan kalkınca, Milli Mücadele’nin
aktif destekçisi kadınlar tekrar evine döner. Bununla birlikte ilan edilen Cumhuriyet
kadının statüsünde köklü değişiklikleri beraberinde getirir. Cumhuriyetin ilanıyla
kadının kanun önünde eşit olabilmesi için yasalar çıkartılmıştır. Poligami evlilik
türüne son verilmiş, kıyafet alanında yenilikler yapılmış, kadına seçme seçilme
hakkı tanınmıştır. İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi bu noktada önemli bir
adım olarak görülür. Yeni yasa ile tek eşlilik getirilmiş, kadına boşanma konusunda
eşit haklar sağlanmıştır. Çocuğun bakımı hem anneye hem de babaya verilmiştir. 1930
ve 1934’te Türkiye, Ortadoğu ülkeleri arasında kadın ve erkeği yasalar önünde eşit
tutan tek ülkedir. O dönemde Hitler’in Almanya’sında ise kadınla ilgili üç ‘k’ ön
plana çıkar. Mutfak=kilise=çocuk (kinder, kirche küche).

1946’da çok partili hayata geçildikten sonra ve yeni orta sınıfın
artan nüfusu ile Türkiye’nin ekonomik yapısı büyük oranda değişmiştir. Ekonomik
yapıda devletçilik ilkesi yerine özel girişim destek görmeye başladı. İç göç arttı.
Deniz Kandiyoti, bunun sonucunda a) Göçebe b) Kırsal c) Değişen d) Kasaba e)Yeni
kentleşen gecekondu f) Kentli, orta sınıf meslek sahibi olmak üzere altı tip kadın
ortaya çıktığını ifade eder.

Kentsel orta sınıf kadınlarında ücretli kadın iş gücü sürekli olarak
bir artış göstermektedir. Endüstri sektörünün yanında, kamu yönetimi alanında da
kadın kendini göstermektedir. Günümüzde kadınların aileye ikinci gelir kazandırmak
için çalışmak zorunda kaldığı görülür. Ancak aile içinde rol çatışması yaşandığı
zaman kadınların işten vazgeçtikleri de tesbit edilen bir durumdur.

Günümüz kadınları genelde toplumda tartışılan iki düşünce arasında
kalmaktadırlar. Birinci görüşe göre kadınların birinci görevlerinin iyi bir eş,
iyi bir anne olmaları gerektiği yönündedir. İkinci görüş ise kadının her şeye sahip
olmaları gerektiğini savunur. Bununla birlikte kitle haberleşme araçları ve basın
sayesinde kadınların daha çok tüketime özendirildiği de önemli bir gerçektir. Bu
da farklı problemleri beraberinde getirmektedir.

Türk Edebiyatında Değişen Kadın İmgesi

Türk Edebiyatının dönemlerine baktığımızda ‘kadın’ imgesi farklılıklar
arz etmektedir. Divan Edebiyatında kadın daima soyut bir varlıktır. Divan şiirinde,
kadına gerçek hayatta olmayan özellikler yüklenilir. Daha sonra, Tanzimat Dönemi’nde
ise aşk ve kadın somutlaşmaya başlar. Servet-i Fünun döneminde kadın hasta bir varlıktır.
Mili Mücadele döneminde ise, savaşan, vatan için mücadele eden güçlü bir varlıktır.
1940’lı yıllarda, Garip akımı ile birlikte kadın sıradan biridir. Sokakta her zaman
karşılaşabileceğimiz birisidir. Kusurları da, güzelliği de eserlerde işlenilir.
1955’li yıllardan sonra özellikle İkinci Yeniciler’den sonra ise kadın erotik bir
imge haline gelir.

Cumhuriyet Dönemi’nden önce kadın meselesini ele alan önemli yazarlar
arasında Şemsettin Sami, Nabizade Nazım ve Recaizade Mahmut Ekrem ve Namık Kemal’i
sayabiliriz. Onların eserlerinde genellikle İstanbul ailelerindeki kadınlar işlenmiştir.
O dönemde yazılan en gerçekçi eser ‘Karabibik’ adlı eserdir. Halit Ziya’nın romanlarında
da İstanbul’daki elit tabakadaki kadınlar ele alınmıştır. Bu kadınların aşırı lüks
düşkünü olmaları, milli ve manevi değerlerden yoksun oluşları ve Türk ailesi üzerindeki
olumsuz etkileri özellikle gözler önüne serilir. Hüseyin Rahmi ise eserlerinde daha
çok mahalle kadınlarını, çevremizde her zaman görebileceğimiz kadınları işlemiştir.
Romanlarında zaman zaman kadın sorunlarını işlese de kadının birçok yönüyle ele
alması bakımından Halide Edip ismi dikkat çeker. Halide Edip Adıvar, eserlerinde
milliyetçi, mücadeleci, Batılılaşan kadın portresi çizer.

Cumhuriyet dönemine geldiğimizde kadın imgesi yazarların en çok
önemle üzerinde durduğu konulardan birisidir. Kadının toplum içinde yerini alması,
aydın ve çağdaş olmak için verdiği mücadele, kadın-erkek ilişkileri, kadının cinsel
yönden uğradığı baskılar bu dönem eserlerinde işlenmiştir. Yazarlar sahip oldukları
ideolojik düşüncelere göre eserlerinde bir imge oluşturmuşlardır. Peyami Safa, Yakup
Kadri gibi yazarlar romanlarında toplumda var olan çağdaşlık sorunu ile birlikte
kadının dejenere olduğunu anlatır. Yakup Kadri, ‘Kiralık Konak’ adlı eserinde Seniha’yı
ahlaki çöküntüye sürükleyen unsur olarak ‘Batılılaşma isteği’ni gösterir. Seniha’yı
kullanarak o dönemin İstanbul’un yapaylığını gösterir. Bu yazarlar kadının Batılılaşma
ile birlikte yozlaştığını, ahlaki çöküntüye uğradığını savunurlar.

Cumhuriyetin ilk elli yılında kadın bir siluettir. Bir birey olmaktan
ziyade bir anne, bir eştir. Bu dönem eserlerinde kadının net özelliklerini göremeyiz.
Daha sonraki yıllarda dünyada ve Türkiye’deki değişimler sonucu kadın köylü, işçi,
aydın, burjuva özellikleri ile karşımıza çıkar. Artık romanlarda da somutlaşmaya
başlamıştır. Kadını tüm yönleriyle ele alan yazarlar toplumcu yönüyle ön plana çıkan
yazarladır. Fakir Baykurt, Yaşar Kemal gibi yazarların romanlarında kadın düzene
karşı, doğaya karşı mücadele eden bir anne tipi olarak karşımıza çıkar. Bu kadınlar
ailesi için fedakârlık yapan, güçlü tiplerdir. Bununla birlikte yine de kadın psikolojik,
sosyolojik, bireysel olarak ayrıntılı ele alınmaz.

Son yıllarda ise bu durum değişmeye başlamıştır. ‘Üretim yapısındaki
değişmeler kadınların ne yaptıkları, nasıl yaptıkları ve bu işlerin değerlendirilip,
değerlendirilmediği sorusu kadınlara ilişkin tutum ve değer yargılarında önemli
gelişmeler yaratmaktadır. Bu tutarsızlık gün geçtikçe çağdaş edebiyata da yansımaktadır.
Özellikle son yirmi yılda Nezihe Meriç, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Ülker
Köksal gibi yazarlar yeni kent soyluların düzeysel ‘sahte çağdaşçılığın geleneksel
ve ilerici değer yargılarının çatışmasını, kitle tüketimi özendirmek için kendini
kurnazca gizlenmesini bilen ideal kadın’ simgesini son derece gerçekçi bir biçimde
anlatmayı ve irdelemeyi başarmışlardır.’ (Abadan, 1979:35)

1973’te yayımlanan Adalet Ağaoğlu’nun ‘Ölmeye Yatmak’ adlı eserde
Aysel, Batılı değerler ile geleneksel değerler arasında kalmış bir tiptir. Füruzan’da
ise iki kadın tipi vardır. Birincisi iyi bir anne olmaya çalışan, diğeri ise bedenini
bir meta olarak satan tiptir. Ancak bu tip daha önceki dönemlerdeki gibi ahlaki
olarak sorgulanmaz. Peyami Safa ya da Yakup Kadri bu tipleri yozlaşmış olarak gösterirken
Füruzan’ın böyle bir kaygısı yoktur. Kadınları bu yaşama iten ekonomik ve sosyolojik
nedenler irdelenir. ‘Kadının yeri, kişiliği ve eğitim öğretim imkanlarının çeşitliliği
ve kutupluluğu bakımından belki de dünyanın en ilginç ülkelerinden biri olan bugünkü
Türkiye’de bir yanda kadın profesörler öte yandan okur-yazar olmayan ekonomik bağımsızlını
kazanamamış kadınlar, bir yandan oyun masalarından kalkamayan sosyete gülleri; öte
yanda eylemci, devrimci genç kızlar, erkeksi kadınlar, kul eşler… 1970’lerin Türk
toplumu çok çeşitli kadın imajlarıyla romanımızda da yansımasını bulmuştur’. (Aytaç,
1990: 49)

Cumhuriyetin ilk yıllarında birey olamamış sönük bir kadınla karşılaşırken
son yıllarda daha birey-toplum çatışması içinde kalan, kendisini sorgulayan, ayakları
üzerinde durmaya kararlı bir kadın vardır. Özellikle 1980 sonrası toplumdaki hızlı
değişim ile bu kadın imajı daha çok yaygınlaşmıştır. Bu durum 1980 sonrası yazılan
romanlardaki kadın profilini bambaşka yapmıştır. Ancak bu değişen kadın profilinde,
kadının artık iyi bir anne ya da iyi bir eş olma düşüncesi kaybolmuştur. Bu da toplum
içindeki erkek-kadın ilişkisinin boyutunu değiştirmiş, toplumdaki aile kavramını
etkilemiştir. Ne olursa olsun eşinin yanında her şeye göğüs geren, çocukları için
her şeyi kabul eden kadın profilinden ziyade; kendisini tanımaya çalışan, kendisini
düşünen ve arka planda kalmayı reddeden bir kadın tipi ile karşı karşıya kalmaktayız.
Artık kadın; cinsellik, psikolojik, sosyolojik, siyasi… her yönüyle var olan bir
varlıktır. Bu değişim kadının kendisini bilmesini, tanımasını sağlarken farklı bir
problemi de beraberinde getirmiştir. Aşırı bireyci hale gelen kadın, erkek karşısındaki
‘kadınlık’ vasfını kaybetmeye başlamıştır. Bu da güçlü, ekonomik bağımsızlığı olan;
ancak ‘yalnız kadın’ görüntüsünü ortaya çıkarmaktadır.

Kaynakça

Abadan, Nermin (1979), ‘Türk Toplumunda Kadın’, Türk Sosyal
Bilimler Derneği Yayınları, Ankara.

Aytaç, Gürsel (1990), ‘Türk Romanı Üzerine İncelemeler’, Gündoğan
Yayınları, Ankara.

Beauvoir, Simone De (1980), ‘Kadın, Genç Kızlık Çağı’, Payel
Yayınları, İstanbul.

Çeri, Bahriye (1996), ‘Türk Romanında Kadın (1923-1938 Dönemi)’,
Simurg Yayınları, İstanbul.

Graber, Gustav Hans (1998), ‘Kadın Psikolojisi’, Cem Yayınevi,
İstanbul.

Gülendam, Ramazan (2006), Türk Romanında Kadın Kimliği, Salkımsöğüt
Yayınlar, Erzurum.

Demir, Zekiye (1997), ‘Modern ve Postmodern Feminizm’ , İz Yayıncılık,
İstanbul.

Michel, Andree (1993), ‘Feminizm’, İletişim Yayınları, İstanbul.

Öz

Kadın; erkek gibi insani bir varlık olduğu halde, tarih boyunca
çok farklı olarak algılanmış ve farklı tartışmaların konusu olmuştur. Kadına olumsuz
bir anlam yüklemek tarihsel bir anlayışın ipuçlarını verir. Tarih boyunca birçok
kültür ve gelenekte erkek her zaman özne, kadın ise ona bağımlı bir varlık olarak
görülmüştür. Bu çalışmada önce tarih boyunca kadının yeri irdelenecek, daha sonra
Türk edebiyatında değişen kadın imgesine yer verilecektir.

Anahtar Kelimeler: Kadın, kadın hakları, feminizm, Türk edebiyatı,
Batılılaşma

Abstract

Although woman is a human existence like men, she is considered
differently and included within different discussions throughout the history. Attributing
negative meaning to women shows historical understanding in this scope. Men are
considered as subject and women are considered as an existence depending on men
in many cultures and traditions. In this study, status of women shall be analyzed
throughout the history and changing women figure in Turkish literature shall be
evaluated.

Key words: Woman, women rights, feminism, Turkish literature,
Westernization