About “Tesettur Epistle” …

Tesettür Risâlesi’nin Orijinalliği

Bediüzzaman Said Nursi, Kur’ân’ın tesettür âyetini (Ahzab Sûresi,
59.) kadın fıtratı üzerinden yorumladığı Tesettür Risalesi adlı eserinde, semâvî
emre muhalefet edip “tesettür kadınları esaret altına alıyor” diyen sefih medeniyeti
ve düşünürlerini muhatap almaktadır. Bu çalışmada ise Tesettür Risalesi’nin Birinci
Hikmet’i analiz edilmeye çalışılacaktır.

Tesettür emr-i İlahidir. İnanan kadınlar her şeyden önce Allah’ın
emri olduğu için örtünürler, hikmetleri için değil. Bununla birlikte tesettürün
hikmetleri vardır ve bu emir kadın fıtratına uygundur. Sefih medeniyetin “tesettür
kadınları esaret altına alıyor” söylemleri içinde bu hikmetleri gündeme getirmek
önemlidir. Tesettür Risalesi’nde bu yapılır.

Bediüzzaman Said Nursi, bu eserinde tesettürün kadın için bir hürriyet
ve yaratılışına uygun bir ilahi emir olduğunu dört hikmet üzerine bina etmekte ve
bu çerçeveden tesettür hikmetlerini açıklamaktadır. Eserde; kadının ruhsal ve bedensel
özellikleri, toplum ve aile yaşantısındaki konumu, eşiyle ve çocuklarıyla olan iletişimi,
erkeğin ruhsal ve bedensel özellikleri, yaşanılan coğrafyanın insan üzerindeki etkileri
gibi çok farklı noktalardan tesettür emri ele alınmakta ve emrin fıtrî esasları
anlatılmaktadır.

Bu yaklaşım, Kur’ân’ın tesettür emrini yorumlayan benzer eserlerden
çok farklı ve diğerlerine göre son derece orijinaldir. Zira diğer tefsirlerde daha
çok mü’min kadınların tesettürü dinî bir zorunluluk olarak yaşamaları gerektiği
vurgulanmakta ve bu yönüyle açıklamalar yapılarak toplum hayatı yönlendirilmektedir.
Tesettür emrine itirazın olmadığı dönemler için bu açıklamalar yeterli kabul edilebilir.
Ancak asrımızda ‘çağdaşlık’ adına Kur’ân’ın tesettür emri reddedilmekte; bu da farklı
bir açıdan âyetlerin yorumunu gerektirmektedir. Tesettür Risâlesi’nin kadının fıtratı
esas alınarak yazılmasının sırlarından biri bu olsa gerektir.

Ne Zaman Yazıldı?

Bediüzzaman Said Nursi, Tesettür Risâlesi’nin özünü oluşturan temel
düsturları, Osmanlı’nın çalkantılı dönemleri olan 1910’lu yıllarda, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de
iken kaleme alır ve Lemaat isimli eserinde yer verir. Bu dönem pozitivist akımların
Osmanlı aydınları üzerinde etkili olduğu bir dönemdir.

Tesettür Risalesi son halini 1934’te alır ve Isparta’da Türkçe olarak
telif edilir. Tesettür Risalesi’ndeki fikirlerin yeni bir anlayışla kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen inkılâplara ve yeniden oluşturulan kanunlara ters
düşmesi nedeniyle, eserin bu dönemde setredildiği görülür.1 Buna rağmen
Tesettür Risalesi mahkûmiyet nedeni olur!

Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi

Bediüzzaman, Tesettür Risâlesi içinde yer alan küçücük bir cümle
yüzünden mahkûm olur.

Yüz yirmi talebesiyle 1934’de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk
edilir. Suç teşkil edecek hiçbir delile rastlanmaz. Bu yüzden kanaat-i vicdaniye
ile keyfî bir şekilde Bediüzzaman’a 11 ay; on beş arkadaşına 6’şar ay ceza verilir,
diğerleri serbest bırakılır…2 Bediüzzaman başka bir eserinde, Eskişehir
Mahkemesinin kararını “Mahkeme, kendini ve hakimlerini ebedî mahkûm ve mahcub eylemiş!”
diyerek yorumlamaktadır.

Günümüz dünyasında hemcinslerimizin bir çok alanda “cinsel meta”
olarak kullanıldığı görülmektedir. Reklâmdan sinema sektörüne, medyadan değişik
alanlara kadar uzanan bir silsiledir bu. ‘Küresel azgın bir çark’ olarak niteleyebileceğimiz
bu durumun masum çocukları bile istismar ettiği müşahede edilmektedir. Bugün kadınlara
yönelik cinsel suçlardaki artış bu tesbiti doğrular niteliktedir. Kadının teşhir
unsuru olarak kullanılması beraberinde bir çok problemi getirmektedir. Böyle bir
ortamda Tesettür Risalesi’nin anlattıkları daha da önem kazanmaktadır.

Birinci Hikmet’ten Tesbit ve Yorumlar

Bediüzzaman Tesettür Risâlesi’nin Birinci Hikmet’inde; “On adetten
ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini
göstermekten sıkılmasın” der.3

Bu önemli tesbit bir sonuç cümlesidir. Bediüzzaman, bu sonuç cümlesini
ifade etmeden önce kadın fıtratı üzerine şu tesbitleri yapar ve “istatistikî bilgi”
verir: “Kadınların on adetten altı-yedisi ya ihtiyardır, ya çirkindir ki; ihtiyarlığını
ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere
nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan (töhmetli olma, suçlu olma)
korkar, taarruza maruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için,
fıtraten tesettür isterler. Hatta dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan ihtiyarlardır.
Ve on adetten ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun,
hem kendini göstermekten sıkılmasın.”

Son araştırmalar Bediüzzaman’ı doğrulamakla birlikte, onun “onda
2-3” olarak verdiği oranın iyimser rakamlar olduğunu göstermektedir.

2005 yılında 10 farklı ülkeden 3.000 kadınla görüşülerek yapılan
bir araştırmada şu sonuçlar ortaya konulmuştur:

– 100 kadından ancak 2’si kendini “yeterince güzel” bulmaktadır.

– Kadınların yarısından fazlası günümüzün güzellik idealleri karşısında
kendilerini güzel hissetmenin zor olduğuna inanmaktadır.

– Araştırmaya katılan on kadından yedisi güzelliğin sadece fiziksel
özellikler bazında çok dar bir bakış açısıyla tanımlandığını düşünmektedir.4

Günümüzde kadına dayatılan güzellik ölçüleri nedeniyle; boy boy
model fotoğrafları, güzellik takıntısı, sıfır beden derken, yüz kadından ancak ikisi
kendini güzel bulmaktadır. Zira, sefih medeniyetin güzellik anlayışıyla “doğuştan
değil, ama sonradan; kadınlar giderek bakılacak bir şeye dönüştürüldüler.”5

Kendini Gizleyen Kadınlar

Kendinden daha güzellerin olduğunu düşünen kadın çirkin olmamak
için kendini gizleme ihtiyacını duyar. Aslında ciltte bir tabaka oluşturan makyaj
malzemeleri, bronzlaşma, ciltteki buruşukları ütüleyen (!) türlü çeşit estetik operasyonlar,
ak saçları türlü renklere dönüştüren saç boyaları, aksesuar amaçlı gözlükler, lensler,
şapkalar, başlıklar da çağdaş medeniyetin kadınlara sunduğu bir tür örtünme, gizlenme
ve kendini saklama şekli değil midir?

Esaretin Kendisi

Bediüzzaman’ın tabiriyle “Kur’ân’ın tesettür emrine muhalefet eden
sefih medeniyet” ideal bir “kadın modeli” tesbit eder. Reklâm afişleriyle, sinema
filmleriyle, TV dizileriyle, gazetelerin son sayfalarıyla, defilelerle “ideal model”
piyasaya sürülür. Bu aslında olmayan “bakılacak” bir kadındır. Zira gelişen teknoloji
sayesinde bilgisayar düzeltmeleriyle hepsi “fhotoshoplu”dur! Kadınların bu “ideal
modele” benzemeye çalışması ciddî bir endüstri sektörünün doğmasına sebep olmuştur.
Zayıflama âletleri ve kıyafetleri, diyet ürünleri, kozmetik ve güzellik sektörü,
estetik uygulamalar…. İltifat ve beğeninin uyuşturucu etkisine kapılan kadınların
bu güzelleşme gayretleri bazen “takıntı” boyutuna bile ulaşır.

Sefih medeniyetin dayatmaları adeta çocukları bile hipnotize eder.
Kadınlara “hürriyet” maskesi altında verilen “eğitimin dersleri” daha küçücük bir
kız çocuğu iken başlar. İdeal güzel kadın modeli tazecik beyinlere oyunlarla, oyuncaklarla,
çizgi filmlerle, dizilerle kazınır.

Batıda, bu yalanları keşfeden hakikat arayıcıları, kampanyalar düzenleyip
cazibedar fitne karşısında daha aklını kaybetmemiş anneleri ikaz etmektedirler.
Sloganları da şudur: “Güzellik endüstrisi ona ulaşmadan önce kızlarınızla konuşun!”

Gerçek Güzellik

Bediüzzaman, Kur’ân’dan ve Efendimizden (asm) aldığı ders ile varlık
âleminde yaratılan her şeyin en güzel şekilde var edildiğini eserlerinin pek çok
yerinde sık sık zikreder. Zahiren çirkin görünen şeylerde bile nice gizli güzellikler
vardır. Zira var edilmek ve hayat sahibi olmak Yaratandan mahlûkata verilmiş en
büyük armağandır. Eğer, hayat kitabı lâyıkıyla okunabilirse, en küçük varlıktan
en büyüğe İlâhî nakışlar görülür, bu nakışları nakşeden Zat rahatlıkla tanınır.

Bu bakış açısıyla hastalık da güzeldir, ihtiyarlık da. Saçlardaki
aklar da güzeldir, yüzdeki buruşukluklar da. Eşyanın Yaratıcısını aksettiren melekût
boyutunda her şey güzeldir.6 Hem, güzellik bir nimettir ve nimete şükredilmesi
gerekir. Güzellik nimetine şükür, güzelliği vereni razı edecek şekilde yaşamakla
mümkündür. Asıl çirkinlik, şükredilmeyen güzellik nimetidir. Güzelliğini seven ve
bozulmamasını muhafaza etmek isteyen her güzelin bunu idrak etmesi, vücut nimetini
günahları kazanmak ve kazandırmak için kullanmaması gerekir. Bunu yaptığında güzelliği
ebedîleşir. Bu güzellik, ölüm ötesi âlemde daha mükemmel bir şekilde kendisine yeniden
ihsan edilir.7

Aslında sadece ülkemizde değil, bütün dünyada güzellik kavramının
mercek altına alınıp gerçek güzelliğin yeniden keşfedilmesi gerekiyor. Basmakalıp
tariflerle değil, farklı boyutlardan bakarak gerçek güzelliği yeniden tanımlamak
gerekiyor. Bu noktada Risale-i Nur’un Kuran ve Sünnet ölçüleri ışığında yaptığı
güzellik tanımı kadınlar aleminde keşfedilmeyi beklemektedir.

Tesettür Kadını İncitmez

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına
söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar…” (Ahzab Suresi
59.)

Bediüzzaman’ın Tesettür Risâlesi’ne doğrudan almadığı, ama Birinci
Hikmet’te üzerinde sıkça durduğu, mânâ olarak yorumladığı bir hakikat vardır: Tesettürsüzlüğün
kadınları incitmesi. Ahzab Sûresi’nin 59. âyetinin devamı şöyledir:

“Bu, onların hür ve iffetli hanımlar olarak tanınmaları ve eziyete
uğramamaları için daha uygundur. Allah ise çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”

Âyetteki “eziyete uğramak” tâbirinin bir yorumu da günümüzde sıkça
kullanılan ifadeyle kadınların erkekler tarafından rahatsız edilmesi, cinsel tacizidir.

Bugün hangi düşünce ya da inançta olursa olsun, bütün dünyada kadınların
ortak problemlerinden bir tanesi taciz meselesidir. Kadınlara yönelik saldırılar
bazen cinayetle neticelenmektedir. Cinayet uç bir nokta da olsa elle, dille ya da
bakışla tacizin yaygın olduğu bilinen bir gerçektir. Bu olaylarda kadın hep zarar
gören taraftır. Korkar, çekinir, utanır, kendini aşağılanmış hisseder…

Tacizin en sık görüldüğü alan toplu taşıma araçlarıdır. Bu yüzden
dünyanın bir çok ülkesinde kadınlara özel taksilerin devreye girdiğini medyadan
takip edebilmekteyiz. Konu ile ilgili kaynakları tararken Batılı kadınların bu tacizlerden
korunmak için ayrıca saçlarını erkekler gibi kestirdiklerini, şapka taktıklarını,
beden hatlarını belli etmeyen kıyafetlerini tamamlayan ülkelerine has şal, panço
gibi örtüler kullandıklarını öğrendik. Bu durum, örtünün adı ne olursa olsun, fıtratı
bozulmayan her kadının örtünmek istediği gerçeğini gözler önüne serer.

Pis Nazarlar, Negatif Enerjiler

“İnsan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır,
müteessir olur… Tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın nazik ve seriütteessür
olduğundan maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette
sıkılır.”

Dikkatli bakış, hele de sevmediğiniz bir insandan geliyorsa rahatsız,
huzursuz eder. Parapsikolojide psikokinezi denilen bu hâl insanlık tarihi kadar
eskidir. Halk arasında nazar, göz değmesi, kem göz gibi tabirlerle de anılmaktadır.
Dikkatli bakış, muhatabı rahatsız, huzursuz eder.

İşte Birinci Hikmet’te Bediüzzaman, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da
çoğu kadının erkeklerin dikkatli bakışlarından sıkılarak polislere “Bu alçaklar
bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye şikâyet ettiğini belirtmektedir.

Cins-i lâtif olarak tanımlanan kadınların (açık saçık oldukları
halde) ‘dikkatli bakıyor’ diye kendini güvende hissetmeyip polise erkekler için
suç duyurusunda bulunması, örtünmenin kadının yaradılışında var olduğunun bir delilidir.

Kadınların Fıtratı

Bediüzzaman’ın Birinci Hikmet’te üzerinde durduğu hususiyetlerden
bir tanesi de kadınların fıtraten korkak/çekingen oluşlarıdır. Bu yüzden kadın kendini
gizlemeye, setretmeye meyleder. Kendisine haram olanların iştahını açmamaya, tecavüzüne
meydan vermemeye büyük gayret eder. Bediüzzaman bunun aksi halinde kadının; sekiz
dokuz dakikalık bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz aylık hamilelik meşakkatini,
ardından sekiz dokuz yıl (en azından) himayesiz o çocuğun terbiyesi için uğraşacağını,
dolayısıyla yıllarca o gayrimeşrû sekiz dokuz dakikalık zevkin belâsını çekeceğini
belirtir.

Bununla birlikte; kadınların en değerli varlıkları olan hayatlarını,
evlâtları için rahatlıkla fedâ edebilecek kadar cesur ve kahraman oldukları Risale-i
Nurlarda vurgulanan bir husustur. Bediüzzaman, Risale-i Nur’un başka yerlerinde,
hususan Hanımlar Rehberi’nde sık sık bu hakikatin altını çizer. Hatta hayvanlar
âleminde korkaklığı ile meşhur tavuk bile yavrusunu köpeğe kaptırmamak için başını
fedâ etmekten çekinmez. Bu açıdan bütün anneler şefkat kahramanıdırlar.

Kadının Yol Ayrımı

Bu hakikatle birlikte kadın için en büyük zorluklardan, korkulardan
bir tanesi himayesiz bir evlâdı yetiştirmek zorunda kalmalarıdır. Hele bu evlât
gayrimeşrû ilişkiden dünyaya gelmişse… Zira, gayrimeşrû ilişkiyi (İslâmî tabiriyle
zinâyı) göze alan bir erkek genel itibarıyla sorumluluktan kaçar, bir çocuğun mesuliyetini,
himayesini üzerine almaz, hayvânî duygularının esareti altındadır.

İşte kadınların kendilerini haram nazarlardan gizlemesi, Ahzab Sûresi’nin
ilgili âyetinde de söylendiği gibi, “eziyete uğramamaları” yani yine kendi selâmetleri
için uygundur. Bu inanan bütün kadınları ilerde olacaklardan korumaya yönelik Kur’ânî
bir tavsiyedir. Tesettür önerisini dikkate almak ya da almamak ise kadının kendi
tercihidir. Kadın tercihini Kur’ân’dan yana yapar, kendini haram nazarlardan gizlerse,
zahiren (sözgelimi yaz sıcaklarında örtünmek gibi) bir eziyet çeker, ama gönlü gül
gülistandır. Aksi takdirde en azından haram nazarların göz hapsinde esarete mahkum
olur.

Adi ve Alçak Olmak

Bu tabirler, Bediüzzaman’ın Birinci Hikmet’te, satır aralarından,
sarkıntılık yapan erkeklere perdeli olarak taktığı sıfatlardır. Avrupa’daki kadınlar
böylelerini “Alçaklar!” diye polise suç duyurusunda bulunmuşlardır.

Bediüzzaman’ın eserinde “Dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık
bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık yapan adi kundura boyacısı” tabirini kullanması
dikkat çekicidir. Kundura boyacısının bu hareketi “adi” olarak nitelenmektedir.
Bediüzzaman’a burada “sınıfsal eşitlik fikrine kapalı olmak” ya da üst-ast ilişkisi”
kast etmemektedir. Burada adi olan meslek değil, yapılan harekettir.8

Ayrıca, kundura boyacısının bu âdîce hareketi yaparken korkusu da
yoktur. Köyde kasabada da değil başşehirde, gece de değil gündüz vakti, ıssız bir
yerde de değil çarşı içinde, kalabalığın gözleri önünde dünyaca rütbeten büyük bir
adamın karısına sarkıntılık edecek kadar pervasız oluşu irdelenmesi gereken bir
durumdur.

Kadınların “Korku Sigortası”

Kadının fıtratındaki korku duygusu onun tecavüze uğramaması için
koruyucu sigortası hükmündedir, kadını ilerde olacaklara karşı korunmasını hatırlatır.
Bu çerçeve içerisinde kadın için korku duygusu iyi bir özelliktir. Kadını mânen
süsler, utanma, haya gibi ahlâkî güzellikleri de beraberinde getirir. İşte, sefih
medeniyetin bütün gayreti bu “korku sigortası”nı iptal ettirmeye, attırmaya yöneliktir.

“Haydi kadınlar biraz cesaret!..” Sefih medeniyetin kadınları esir
etmekte kullandığı temel sloganlardan bir tanesidir bu. Modasıyla, TV dizileriyle,
sinemasıyla, defileleriyle, reklâmlarıyla, klipleriyle, müziğiyle, düşünürleriyle
aklınıza gelen her yöntemle kadınların fıtratındaki tesettür meyli tahrip edilmeye
çalışılır.

Kadınların Kıskançlığı

Birinci Hikmet’te tesettürün kadınlar için fıtrî olduğu gerçeği
anlatılırken üzerinde durulan kavramlardan bir tanesi de kadınların kıskançlığıdır.
Bediüzzaman, “Bütün kadınlar kıskançtır” dememekte, ama istatistikî bir bilgi olarak
“onda altı-yedi” gibi bir oranda kadınların çoğunun kıskanç olduğunu belirtmektedir.

Sefih Medeniyet, Kıskançlığı Menfî Yönlendirir

Sefih medeniyetin kadını esir etmek için kullandığı metotlardan
bir tanesi kadının yaratılışındaki kıskançlık duygusunu “menfî” yönlendirmesidir.
Günümüzde çağdaş hayat perdesi altında, tüketimi arttırmak için “mukayese-rekabet-kıskançlık”
hep teşvik edilir. Medyada yer alan reklâmlardaki temel felsefelerden bir tanesi
“mukayese ve rekabet”tir.

Kadının kendisini de “ticârî bir ürün” olarak gören bu sefih zihniyet
“ideal kadın modeli” çizer. Bütün kadınları o “model”e benzemeye teşvik eder. Moda,
kozmetik ve estetik cerrahi bu şekilde sektör haline gelmiştir. İdeal modele kendini
“mukayese” ettiğinde, gördüğünden hoşlanmayan ve özgüvenini kaybeden kadınlar, kendilerine
olan saygılarını tekrar kazanmak için türlü işkenceleri göze alırlar. Bazen bu yolda
beden ve ruh sağlıklarını bile yitirirler. Sefih medeniyet, kadının fıtratına adeta
madenler gibi yerleştirilmiş olan zengin duygulardan bir tanesi olan kıskançlığı
kötü yönde işleterek onu böyle esir eder. İşte tesettür emrinin bir hikmeti de sefih
medeniyetin sonuna kadar kullandığı bu kapıyı kapatmaktır.

Tesettür, Kişiliği Ön Plana Çıkarır

“Ve tesettür ile nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan
vermemek, zaîf hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kal’ası
çarşafı olduğunu gösteriyor.” ifadeleriyle Bediüzzaman, tesettürü “siper” ve “kal’a”
olarak niteler. Buradaki nitelemelerin hikmetleri ne olabilir? Kur’ân’ı ve sünneti
ölçü alan, Tesettür Risâlesi’ni okuyan, anlayıp hayatına aktarmaya çalışan hanımlar
için çarşaf ne anlam ifade eder? Bu çerçevede günümüzde epeydir gündemde olan tesettür
defileleri ve tesettür modası kavramlarını nasıl açıklamak gerekir?

Çok Renkli, Çok Irklı, Çok Dilli Bir Din

Tesettür Risâlesi’nin başında yer alan Ahzab Sûresi’nin 59. âyet-i
kerimesinde “celâbîbihinne” denilerek çoğul olarak zikredilen kıyafetin tekil ismi
“cilbab”dır. Cilbabın ne olduğu konusunda İslâm ulemasının muhtelif yorumları vardır.
Bununla birlikte “Omuzları örten başörtüden, ayak topuklarına kadar inen bir örtüye
kadar bu işi gören her kıyafete şâmildir” diyen âlimlerin kat’î kanaati bulunmaktadır.

Dinimizde çarşaf giymek mecburiyeti yoktur. Kur’ân-ı Kerim çarşafı
emretmez, tesettür emri ile “tek tip” bir kıyafet üzerinde durmaz. Zira dinimiz
çok dilli, çok renkli, çok ırklı müntesiplere sahip olmakla birlikte, çok farklı
giyinme tarzlarını da bünyesinde barındırmaktadır. Kaynağını Kur’ân’dan alan tesettür
emrinin uygulanışı her ülkede muhtelif şekillerde olmakta; coğrafî şartlar, gelenekler,
tercihler ön plana çıkmaktadır. Sözgelimi, sadece ülkemiz sınırları dahilinde bile
tarihî seyri içinde başı örtülü peştamallı Trabzonlu hanımın tesettürlü kıyafeti
ile ehramlı Erzurumlu kadının kıyafeti tesettür emrini karşılamakla birlikte, tarzları
çok farklıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in tesettür emrinde açık ve net olarak anlaşılan
şudur:

– El, ayak, yüz görünecek.

– Uygun bollukta olacak, vücuda yapışıp hatlarını göstermeyecek.

– İnce olup da altını belli etmeyecek tarzda giyinecek.

Bu standartlar dahilindeki her kıyafetin kadın için uygun olduğu
konusunda âlimlerin kat’î ittifakı vardır.9 Zaten yukarıda tesettürlü
kıyafetin taşıması gereken zikrettiğimiz hususları da Peygamber Efendimiz (asm)
sahabe hanımlarından Hz. Esma’ya bizzat kendisi göstererek, ifade etmiştir.10

Tesettür Kadının Kişiliğini Ön Plana Çıkarır

Bütün bu ölçüleri bir araya getirdiğimiz zaman ortaya çıkan tablo
şudur: Önemli olan tesettür emrini uygulamakla “nâmahremin iştahını açmamak” yani
“dişi”liğini ön plana çıkarmayacak bir “kişi”lik sergilemektir. Mü’min bir insan
olarak bize düşen Kur’ân-ı Kerim’in tesettür emrini uygulamada çarşafı tercih eden
bir hanımın bu tercihine hürmet etmektir. Zaten “Tesettür sadece çarşafla temin
edilir” görüşü İslam alimleri tarafından tek doğru olarak kabul edilmiş değildir.
İslam tarihindeki farklı uygulamalar bu konuda gerekli cevabı da sunmaktadır. Peki,
Bediüzzaman’ın “siper, kale, çarşaf” kelimelerini tercih etmesindeki hikmetler ne
olabilir?

Sefih Medeniyetin Moda Perdesi Altındaki Esaret

Sefih medeniyetin “özgürlük, çağdaş yaşam, moda” perdesi altında
kadını esir etmek için kullandığı cazibedar tuzaklar… Kadını “bakılacak bir dişi”
haline getiren, “teşhir eden” ticârî çarklar… Tüketim ekonomisinin, kadının maddî
mânevî varlığını iliğine kadar emmek için kullandığı yöntemler… Bir yönüyle de “ekonomik
özgürlüğü kazan, elindekileri bize aktar!” mantığı ile açıklanabilecek gösteriler,
şovlar…

Defileleri ortaya çıkaran faktör ise modadır şüphesiz. Moda adı
altında kadını çepeçevre kuşatan güzellik malzemelerinden, saç stiline; giyilen
kıyafetlerden takılan aksesuarlara, dinlenen müziğe kadar uzanan esaret zincirinin
halkaları…

Tesettür ve Defile Yanyana Gelir mi?

Son yirmi yıldır ülke gündemimizde yer etmeye başlayan “Tesettür
defilesi” kavramı ise pek çok yönüyle tartışılabilir. Sadece bu kavram bile tesettür
konusunda zihinlerimizin ne kadar karıştığının en bariz delillerinden bir tanesidir.
Çünkü “tesettür” ve “defile” kelimeleri taşıdıkları mahiyet itibarıyla birbiriyle
yan yana gelemeyecek iki kelimedir.

Tesettür kadının “kişiliğini” kimliğini ön plana alırken, defile
“dişiliğini” göstermeyi hedeflemekte, kadını bakılacak bir meta haline getirmektedir.
Bu bağlamda, tesettür defileleri bu cihetiyle mahiyetinde tesettürün ruh-u aslîsini
inciten mânâlar, haller taşımaktadır. Aynı zamanda sefih medeniyetin, Kur’ân’ın
hükümlerine açıkça muhalefet etmektense “değişip dönüştürmeye” çalışması şeklindeki
stratejisine ibretli bir örnek teşkil etmektedir.

Kırmızı Çizgiler

Tesettür defilelerini ortaya çıkaran faktör, şüphesiz tesettürün
modasıdır. Aslında tesettür modası da, yine tesettür defilesi gibi ucube olan, zihinlerimizdeki
tesettür kavramı kargaşasının işareti durumundaki ayrı bir kavramdır. Moda zamana
göre değişen, vücudun belli noktalarını ön plana çıkaran ögelerle donatılmakta.
Kur’ân’ın tesettür emri ise on dört asırdır değişmiyor. Sadece kadının giyeceği
kıyafetin sınırlarını tesbit ediyor ve tercihi onun hür iradesine bırakıyor. Sınırları
çizmekle birlikte “Helâl dairesi keyfe kâfidir” düsturunca modanın tesettürün ölçülerine
tâbî olmasını da engellemiyor. Şunu ifade etmek gerekir ki, kırmızı çizgilere yakın
durmak her zaman tehlikelidir. Bu hususta çok dikkat etmeye çalışmak, İlâhî çizgilerin
dışına çıkmamak daha doğru olacaktır.

Eşler, Ebedî Hayat Arkadaşları Olmalı

Birinci Hikmet ile ilgili yorumlarımızda son olarak Tesettür Risâlesi’nin
Birinci Hikmet’inin başına dönelim ve ilk paragrafı Risâle-i Nur’un sair bölümleri
eşliğinde, özellikle Hanımlar Rehberi ışığında yorumlamaya çalışalım.

Birinci Hikmet’in ilk bölümü şöyle:

“Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü
kadınlar hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade
sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan,
kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale maruz kalmamak için, fıtrî bir
meyli var.”

Bu satırlar Bediüzzaman’ın ağır bir cinsiyetçi olduğunu mu gösterir?
Kadınların hayatlarını devam ettirebilmek için tek kurtuluş yolu erkeklerin himayesinde
yaşama mecburiyeti midir? Kadınlar erkeklere “yaranmak” için mi tesettürü tercih
ederler? Bediüzzaman Hazretleri tesettürü hep himayesine muhtaç olarak yaşayacakları
erkeklerle iyi geçinmek için bir tedbir olarak mı tavsiye etmektedir? O gerçekçi
ve açık sözlü bir erkek egemenliği taraftarı mıdır?11 Bu bölümle ilgili
akla gelebilecek bu soruların cevaplarını açmaya çalışalım.

İlâhî Bir Sözleşme

İman etmek âlemleri muhteşem bir şekilde yapan o büyük Zat’a bağlanmak,
kalben varlığını, bir olduğunu tasdik etmektir. Bir benzetme ile bunu tarif etmek
gerekirse, iman eden bir kadın ve erkek, kalben Rableriyle “mânevî bir sözleşme”
yapmışlardır. Yaratılış âleminde ne varsa (kendi maddî ve mânevî varlıkları da dahil
olmak üzere) her bir şey üzerinde Rablerinin varlık ve birliğinin izlerini görmeye
çalışmalıdırlar. Bu çalışma, iman edilen ilk dakikadan, dünya hayatına vedanın son
dakikasına kadar devam eden bir süreçtir. Kişinin kimliğini, duygularını, hayata
bakışını derinleştirip, zenginleştiren heyecan verici bir maceradır… Önemli olan
mü’min kadın ve erkeğin Rablerine vermiş oldukları söze sadık kalmak üzere hayatlarını
programlamaya çalışmalarıdır. Bu samimî gayret içinde hataların ve eksiklerin olmaması
mümkün müdür? Zaten kusursuz, hatasız olmak Allah’a mahsustur. Allah ise çok bağışlayıcı
ve çok merhamet edicidir.(Ahzab Sûresinin 59. âyetinin bu ifadelerle bitirilmesi
de ilginçtir! Kur’ân’ın tesettür emri, âyette belirtildiği üzere kadınlara merhameten
onların eziyet çekmemesi içindir. Bu emre itaat edip etmemesi kadının hür iradesine
bırakılmıştır. Etmediğinde dinden çıkmaz, günahkâr bir mü’min olur. Bu arada emre
itaat edememekle, emri inkâr etmek arasındaki büyük farkı da ifade edelim.)

Evet, iman sırrı ile tesettür emrini kabul eden bir kadın ve erkek*,
Rablerine verdikleri sözü yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Verdiği sözü yerine
getirmeye gayret etmek mükemmel bir kişilik özelliği değil midir? Sözüne sadık kalmaya
çalışmakta cinsiyet ayrımı olur mu?

Günahlardan çekinmeye çalışmak ve haramı terk etmek, İlâhî “kırmızı
çizgilere” dikkat etmek noktasında kadın ve erkek arasında hiçbir ayrım yoktur,
eşittirler.

Bu noktalar ışığında İlâhî kırmızı çizgilere dikkat eden bir kadının,
etmeyen bir erkekten üstün olduğunu da belirtelim. İslâmî literatürde “takva” adı
altında yorumlanan bu kavram ışığında, kadın olsun erkek olsun, kim takvada daha
ileri ise o üstündür.

Hadislerden Müjdeler

Risâle-i Nur Külliyatının tamamı içinde yukarıda anlatmaya gayret
ettiğimiz anlam bütünlüğünü görmek mümkündür. Hatta Bediüzzaman Hazretleri (takva
yarışı içinde) şefkat kahramanı hanımların erkeklerden daha üstün olduğunu da vurgular.
Çünkü kadınlar fıtraten erkeklere nazaran yaptıkları işten karşılık beklemezler.
Erkeklerin çocuk ve eşlerini himaye, onlara yardım hikmetiyle fıtratlarına yerleştirilmiş
olan haysiyet, namus, kahramanlık hislerinin günümüzde bazı sebeplerle bozulduğunu,
çoğunlukla zayıfladığını ifade edip şöyle devam eder: “Fakat kadınlarda o seciye-i
fıtriye olan şefkat kahramanlığı bozulmamış. Bu seciye-i fıtrî, ehl-i İslâmda, ahir
zamanda büyük bir hizmet ve hayat-ı içtimâiyede, İslâm dairesinde bir esas olacağına
o gibi hadis-i şerifler işaret edip remzen haber veriyorlar.”12

İlk Öğretmenlik-Ebedî Hayat Arkadaşlığı

Bununla birlikte Hanımlar Rehberi’nde şefkat kahramanı hanımlara
şefkatlerini suistimal etmemeleri için ikazlar da bulunmaktadır. Bu ikazlar son
derece orijinal ve aktüeldir. Evlâdının ilk eğiticisi, kocasının ölüm sonrası hayatta
da arkadaşı olacak olan kadının eşi ve çocuğuyla olan iletişimi iman çerçevesinde
ele alınır ve hatırlatmalar yapılır. Hatta daha da orijinali, kadınların evlenme
kararı vermeden önce evlenmeye sebep ve gerekçe olarak gösterilen maddeleri tek
tek sıralayıp sorgulamaları ve iman süzgecinden geçirmeleri tavsiye edilir.

Sözgelimi evlâdının dünya hayatında başarılı olmasını isteyen bir
anne, onun dinî eğitimini “arka plana” alırsa, hem kendisine hem evlâdına kötülük
yapar. Evlâdı “paşa olur, ama adam olamaz.” Üstelik ahirette “Neden benim imanımı
kurtarmadın?” diye dâvâcı olur.

Bediüzzaman bu hususta şu tavsiylerde bulunur: “Kızlarım, hemşirelerim!”
diyerek başladığı bir mektubunda13 şöyle der: “Bu zaman eski zamana benzemiyor.
Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye yarım asra yakın hayat-ı içtimâiyemize
yerleştiği için, bir erkek, bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı
dünyeviye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken,
o biçare zaifeyi daimî tahakküm altında, yalnız dünyevî gençliğinde sever. Ona verdiği
rahatın bazen on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer’an küfüv tâbir edilen birbirine
denk olmazsa, hukuk-u şer’iye nazara alınmadığından, hayatı daima azap içinde geçer.
Kıskançlık da müdahale ederse daha berbat olur.”

Evet, Zaman Değişmiştir Artık, Erkekler de…

Terbiye-i İslâmiye ışığında, ebedî beraberlik ve hayat arkadaşlığı,
günahlardan muhafaza için evlenmeyi tercih etmesi gereken erkekler, artık terbiye-i
medeniye etkisiyle geçici güzelliklere meftun olup kadınları beş on yıllık (bazen
o kadarına bile katlanmayıp) dünyevî gençliğinde sevmekte, üstelik daima tahakkümle
kadının kişiliğini hiçe saymakta, ona sıkıntı ve rahatsızlık vermektedir. O açıdan
kadınlar, evlilik kararı vermeden önce, izdivacı sorgulamalıdırlar.

Bu noktada Bediüzzaman’ın “Tam muvafık, dindar, ahlâklı bir zevc
bulmadan kendilerini açık saçıklıkla satmasınlar. Eğer bulunmadı, bekâr kalsınlar.
Tâ ki ona lâyık, ebedî arkadaş olabilecek, İslâmî eğitim almış vicdanlı bir müşteri
çıkıncaya kadar…”14 sözleri yol gösterici tavsiyelerdir. Yeter ki, kadının
ebedî mutluluğu, geçici keyifler için bozulmasın. Yeter ki, kadın, medeniyetin günahları
içinde boğulmasın.

Öz

Bediüzzaman Said Nursi, Kur’ân’ın tesettür âyetini (Ahzab Sûresi,
59.) kadın fıtratı üzerinden yorumladığı Tesettür Risalesi adlı eserinde, semâvî
emre muhalefet edip “tesettür kadınları esaret altına alıyor” diyen sefih medeniyeti
ve düşünürlerini muhatap almakta ve akli delillerle tesettürün gerekliliğini ispatlamaktadır.
Bu çalışmada, Tesettür Risalesi’nin Birinci Hikmet’i analiz edilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Tesettür, kadın, sefih medeniyet, moda, güzellik,
cinsellik, evlilik

Abstract

In this Tesettur Epistle study in which woman creation is considered
on the basis of tesettur verse of Koran (Ahzab Surah, 59th), Bediüzzaman Said Nursi
addresses dissipated civilization and philosophers stating “tesettur captures women”
by refusing divine order and he proves necessity of tesettur on the basis of mental
evidences. In this study, First Philosophy of Tesettur epistle shall be analyzed.

Key words: Tesettur, women, dissipated civilization, fashion,
beauty, sexuality, marriage

Dipnotlar

1. Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul, 2007. s. 344.

2. A.g.e., s. 337.

3. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
Eylül 2005, s. 454.

4. Dove Global Araştırması/2005.

5. Tuba Akyol, 30.9.2007 tarihli Milliyet Pazar gazetesi, “Said
Nursî’den ‘sıfır beden’ baskısı” başlıklı makale.

6. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
Şubat 2005, s. 365.

7. Bediüzzaman Said Nursi, Gençlik Rehberi, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul Mayıs 2000, s. 31.

8. Handan Koç, 13/04/2008 tarihli Radikal İki gazetesi, “Tesettür
Risalesi hakkında” başlıklı makale.

9. Süleyman Kösmene, Kadın İlmihali, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul
2005.

10. Ebu Davud, Libas, 31.

11. Handan Koç, 13/04/2008 tarihli Radikal İki gazetesi, “ Tesettür
Risalesi hakkında” başlıklı makale.

* Kadın için tesettür ölçüleri olduğu gibi, Rabbimiz erkek için
de tesettürü emretmiştir. Erkekler de bu ölçülere riâyet etmekle vazifelidirler.

12. Bediüzzaman Said Nursî, Hanımlar Rehberi, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 1993, s. 33.

13. A.g.e., s. 28.

14. A.g.e., s. 30.