A Trial of Interpretation for Münazarat (The
Debates) on its Centenary Anniversary
The text and The Interpretation Why Münazarat?

1.METİN

AZAMETLİ, BAHTSIZ BİR KIT’ANIN, ŞANLI TÂLİ’SİZ BİR DEVLETİN, DEĞERLİ SAHİPSİZ BİR KAVMİN REÇETESİ VEYA¬HUT BEDİÜZZAMAN’IN MÜNAZARAT’I.

1.ŞERH

Münazarat sözlükte görüşler, fikirler, münazaralar anlamına gelir. Müna¬zara kelimesinin çoğuludur. Kökü “nazar” kelimesidir. Nazar, bakış, bakma, göz atma anlamındadır. Münazara farklı görüşlerin farklı kişiler tarafından savunulması demektir. Beraber bakmak, beraber anlamaya çalışmak demek¬tir. Münazarada karşılıklı fikirler ve görüşler vardır. Bunlar belli tezler halinde savunulurlar. Şemseddin Sami’nin Kâmus-ı Türkî’sine göre münazara “Man¬tığın usul-u adab-ı mübaheseden bahs eden kısmıdır. Kaide ve usul dahilin¬de mübahesedir” Aynı yerde Şemseddin Sami, münazaranın fen-i münazara, ilm-i münazara, usul-i münazara gibi anlam katmanlarından bahseder. Ferit Devellioğlu’na göre ise münazara; “Kaideye uygun olarak karşılıklı konuşma, ilmi münakaşa”dır.

Sözlüklerden anladığımız kadarıyla Said Nursi’nin bu kitaba verdiği isim başlı başına üzerinde düşünülmeye değer niteliktedir. Nursi, bu isimle bir defa kendisinin bir vaiz, bir şeyh, bir nutukçu olmadığını tespit eder. Âdeta insan¬lara, “Bu konular, bu meseleler hepimizin problemidir. Gelin beraber, ama bir kaide dahilinde düşünelim, konuşalım, fikirlerimizi birleştirerek çözüm yolları bulmaya çalışalım; siz sorarak, ben cevaplayarak beraber hakikate yürüyelim” demektedir.

Münazarat, Bediüzzaman Said Nursi’nin 1911 yılında neşrettiği eserinin adıdır. Bediüzzaman II. Meşrutiyetin ilanından sonra Batum ve Tiflis yoluyla Van’a gitmiştir. Buradan Hakkari, Bitlis, Muş ve Diyarbakır, Cizre, Urfa, Antep, Kilis ve Halep yoluyla Şam’a kadar bir yolculuk yapmıştır. Burada da meşhur Şam hutbesini vermiş, daha sonra da Hutbe-i Şamiye adıyla bunu neşretmiştir. Bu seyahatin gayesi Şark uleması ve ileri gelenlerine İstibdad, Hürriyet ve Meş¬rutiyeti ders vermek, Batılı gibi görülen bu kavramların asıllarının, imanımızın gerekleri olduğunu anlatmaktır. Zira II. Meşrutiyetin ilanı ile tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi Şark’ta da ciddi bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır.

Bediüzzaman, 1950’den sonra Münazarat’ın bir nüshasının kendisine gön¬derilmesi vesilesiyle yazdığı mektupta Münazarat’ın yazılış sebebini şöyle an¬latmaktadır:

“Azîz kardeşlerim,


Eski Said’in matbû eski eserlerinden birisi elime geçti. Merak ve dikkatle bak¬tım. Bu gelen fıkra kalbe geldi. Münâsipse Mektubât âhirinde yazılsın


Evvelâ: Hürriyetin üçüncü senesinde, aşâirler arasında meşrûtiyet-i meşrûayı aşâire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşâiri içinde, husûsan Küdan ve Mâmehurâna verdiği ders. Ve bin üç yüz yirmi dokuzda Matbaa-i Ebuzziyâ’da tâb edilen kırk bir sene evvel tâb edilmiş; fakat, maattessüf yirmi otuz seneden beri arı¬yordum, bulamamıştım. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said’in sünuhâtıyla, dikkatle mütalâa ettim. Anladım ki, Eski Said acîb bir hiss-i kable’l-vukû ile, otuz kırk sene sonra, şimdi vukua gelen vukuât-ı maddiye ve mâneviyeyi hissetmiş. Ve bedevî Ekrâd aşâiri perdesi arkasın¬da bu zamanın medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakîki bedevî ve hakîki mürtecî, yani, bu milleti İslâmiyetten ev¬velki âdetlerine sevk eden hâinleri görmüş gibi, onlarla konuşup başlarına vuruyor.”

Bu mektuptan da Münazarat gezisinin “meşrûtiyet-i meşrûayı aşâire tam bildirmek ve kabul ettirmek için” yapıldığını anlıyoruz.

Yukarıdaki mektupta da ifade edildiği gibi bu gezi hürriyetin üçüncü sene¬sinde yapılmıştır. Bediüzzaman’ın hemen hürriyetin ilanının başında değil de, üçüncü senesinde doğudaki insanları hürriyet, meşrutiyet konularında bilgi¬lendirme çabasına girişmesi ilginçtir. II. Meşryutiyet’in ilanından hemen önce halkta büyük bir beklenti vardır. İstibdat bitecek, hürriyet gelecek ve bütün problemler çözülecektir. Ancak durum hiç de beklenildiği gibi olmamış, daha sonra Nursi’nin de söylediği gibi, hürriyetle beraber perde altındaki bütün pis¬likler âniden su yüzüne çıkmış, görünür olmuşlardır. Yönetimdeki problemler, ekonomik problemler, dış ülkelerin müdahaleleri, İttihatçıların ifratkar, laubali tavırları, bazılarının sefahati, halkta hürriyet, meşrutiyet hakkında bir ümit¬sizlik, moral bozukluğu doğurmuştur. Bediüzzaman, daha sonra sorulardan da anlaşılacağı gibi bu ümitsizlik, hayal kırıklığı ortamında halkı bilgilendirme faaliyetine girişmiştir.

Said Nursi’nin yaptığı aslında, bir hürriyet ve meşrutiyet irşad hareketi¬dir. Normalde Nursi’nin bu faaliyetine kadar, böyle sosyal ve siyasi konularda fikir adamları ve siyasetçiler ya mitingler, toplantılar düzenler, ya da gazete¬lerde, dergilerde makaleler yazarak halkı aydınlatma yolunu izlerlerdi. Ki bu faaliyetler bazı merkezlerle ve büyük şehirlerde mümkündü. Veya bu tarz halkı aydınlatma hareketleri dini konularla sınırlı kalırdı. Belki de tarihte ilk defa Bediüzzaman, medreseden çıkmış dini bir kimlik olarak, sosyal ve siyasi konu¬ları imani bir bakış açısıyla harmanlayarak doğu halklarını, aşiretleri irşad için yollara çıkıyordu.

Bediüzzaman, 31 Mart Hadisesi’nde büyük bir çabayla yatıştırıcı bir rol oy¬namış, konuşmalarıyla olayın daha da büyümesini engellemiştir. Ancak hadise bastırıldıktan sonra, olaya karıştığı iddia edilerek zulmen tutuklanmış, Divan-ı Harb-i Örfi’de idamla yargılanmıştır. Beraattan sonra 1910 yılının baharında Van’a dönmüştür. Birkaç ay Horhor medresesinin işleriyle uğraştıktan sonra aşiretleri hürriyet ve meşrutiyet hakkında bilgilendirme faaliyetine başlamıştır.

Normalde bir kişinin beraber olduğu, desteklediği insanlar tarafından yanlış anlaşılarak hapislere atılması ve idamla yargılanması onda bir kırgınlığın, küs¬künlüğün doğurmasını gerektirirdi. Ancak Bediüzzaman’ın yargılanmadan üç, beş ay gibi bir süre sonra, doğu insanlarını irşad hareketine girişmesi, onun hür¬riyet ve meşrutiyet meselesini belli bir şahsın, zümrenin, partinin, sadece siyasi bir hareketin çok ötesinde, imani bir sorumluluk olarak algıladığının ifadesidir.

“Münazarat, azametli, bahtsız bir kıtanın, şanlı tâli’siz bir devletin, değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesidir.”

Azametli bahtsız bir kıta, Asya kıtasıdır. Azamet ifadesi, kıtalar içinde en büyük kıta olması ve en çok nüfus yoğunluğunun bu kıtada olmasına işaret eder. Bahtsız olması ise İslam medeniyetinin maddi bakımdan Avrupa medeni¬yetinin gerisinde kalması ve İslam devletlerinin eski haşmetli günlerinden uzak olmasına bakar. Osmanlı’nın zayıflayıp, yıkılmaya yüz tutması ile İslam kıtası olan Asya bahtsız ve başsız kalmıştır. Asya’da yaşayan insanların başlarından istibdat, diktatörlük, unsuriyet, mezhep kavgaları, fakirlik gibi illetler bir türlü eksik olmamıştır. Şanlı, talisiz bir devlet ifadesi ise, Osmanlı devletine işaret eder. Osmanlı, pek çok yanlışlarına rağmen, yüzyıllarca İslam’ın bayraktarlığını yapmış, şanlı bir geçmişe sahiptir. Lakin bu cümlelerin ifade edildiği dönemde yıkılmak üzere ve talihsiz bir halet içindedir.

Yukarıdaki azametli, bahtsız kıta ile talihsiz bir devlet konularında bir problem olmamakla beraber; değerli sahipsiz bir kavim ifadesi için farklı yo¬rumlar yapılabilmektedir. Buradaki kavim ifadesinin Türkleri mi, Kürtleri mi kastettiği farklı kaynaklarda değişik yorumlarla geçmektedir. Bu ifadelerde kıtadan devlete, oradan kavme doğru genelden özele bir gidiş olduğu doğru¬dur. Münazarat’ın tümüne baktığımızda buradaki kavim ifadesinden Türklerin kastedildiğini söylemek sanırım zorlama bir yorum olur. Zira münazaraların yapıldığı coğrafya Kürtlerin çoğunlukta oldukları bir bölgedir. Aşiretler de Kürt aşiretleridir. Münazarat’ın hemen hemen her yerinde de bilhassa Kürtlere hi¬tap edilmektedir. “Sahipsiz” kelimesini de düşünürsek, Münazarat’ın yazıldığı dönemde Türkler, Osmanlı gibi her şeye rağmen varlığını sürdüren bir devlete sahiptirler. Dolayısıyla sahipsizlik ifadesi Türklerden çok, Kürtler için söylene¬bilir. Bu giriş mahiyetindeki ifadelerinden ben, Münazarat’ın genelde bütün insanlığa, Müslümanlara, Asya kıtasına, Osmanlılara; özeldeyse Kürtlere hitap ettiğini anlıyorum. Yine İfade-i Meram’da geçen “Ekrat Reçetesi” ifadesi de sanırım bu görüşü destekler.

Bununla beraber Nursi, Münazarat’ın hemen başındaki İfade-i Meram ve Uzunca Bir Mazaret’in başında; “Şu eserlerden her birisi Kürt olduğu gibi, aynı halde Türk, aynı vakitte Arap’tır.” demektedir. Sanırım bu ifadelerle Münazarat’ın tüm Müslümanlarla konuştuğunu söylemek mümkündür.

Bediüzzaman’ın bu Şark gezisinde, klasik ulema gibi düşüncelerini bir vaaz şeklinde ortaya koymaması ilginçtir ve bu eserin ruhuna tam da uygundur. Said Nursi, Meşrutiyet, hürriyet konularında kafa karışıklığını gidermek için insan¬ları bir camide toplayıp konuşma yapmak yerine; “Dağ ve sahrayı bir medre¬se ederek meşrutiyeti ders vermiştir.” Bu tavır onun hem meşrutiyet, hem de medrese yaklaşımının ipuçlarını vermektedir. Nursi bu davranışıyla âdeta vaaz devrinin (yani tek kişinin konuşup, diğerlerinin sadece dinlediği, konuşanın aktif, dinleyenlerinse pasif olduğu tarzın) kapandığını, ilmin bir münazara, mü¬zakere, fikir alışverişi işi olduğunu ifade etmektedir.

Daha sonra Bediüzzaman, Kürtlerin tabiat-ı meşrutiyetpervaranelerine bi¬naen, dersi münazara ve münakaşa suretinde okuduklarını söyleyerek, bu yüz¬den medreselerinin küçük bir meclis-i mebusan-ı ilmiyeyi andırdığını söyleye¬rek kendisinin de bu tavrı benimsediğini ortaya koymuştur. Kitaba “Münazarat” isminin verilmesi Said Nursi’nin tarzının, usulünün anlaşılması açısından çok bilinçli ve isabetli bir tercihtir.

Özet

Bu çalışma, Münazarat Şerhi Denemesi başlığı ile devam ettirdiğimiz şerh denemesinin bir devamıdır. Bu yazıda Bediüzzaman Said Nursi’nin eserine ne¬den Münazarat ismini verdiği sorusu üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler

Münazarat, münazara, şerh, 2. Meşrutiyet

Abstract

This study is a sequence of the trial of interpretation, under the title “The Interpretation of Münazarat” that we have started previously. We will con¬centrate on the question, why Bediüzzaman Said Nursi named his work as Münazarat.

Key Words

Münazarat, debate, interpretation, the 2nd Constitutionalism