Musibetleri Bir Çeşit Aşı Olarak Görmek

Seeing Troubles as a Kind of Vaccination

Ömer ÖNBAŞ, Prof. Dr., Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nahit TOPALOĞLU, Eğitimci, Yazar
Celal AYRAL, Dr. İmmünolog, İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nejdet PEHLİVAN, Eğitimci, Yazar

 

Özet

Hastalık yapma özelliği zayıflatılmış mikrop veya türevlerinin bağışıklık sistemini uyarmak için vücuda verilmesi aşılama olarak bilinir. Böylelikle ilgili hastalık mikrobuna karşı antikor oluşturmuş vücut, hastalık etkeni ile karşılaştığında o mikrobu tanıdığından daha kolay önlem alıp hastalığı hafif atlatır. Aşılama ile birçok hastalığın şiddeti azaltılıp önlem alındığı gibi asıl musibet ve muzır musibet olan imansız kabre gitme felaketinden önce başa gelen açlık, korku, esaret, zillet deprem, afet gibi ikazlar, imanî antikor seviyelerini yükseltip herhalde gidilecek kabrin hakikatini ışıklandıran aşılar mesabesindedir.

Ölümün yüzüne gülmek ve cehennemden kurtulmak insanlığın en büyük meselesidir. “Gelmesi muhakkak olan şey uzak da olsa yakındır.” prensibince ölüm, her insanın kesin olarak yüzleşeceği bir hakikattir. Gaflet içerisinde ömür geçiren bir fert, ölüm hakikatinden bîhaber yaşadığını ölüm yaklaştığında anlar ama iş işten geçmiş olur. Şüphesiz aşılama ile antikor seviyesi yükseltilip hastalığa karşı önlem alınması önemlidir. Fakat gaflete düşmeye meyyal insanın, musibetlerin ikazıyla ölüm hakikatini fark edip tedbir alması çok daha ehemmiyetlidir. Bu çalışmada musibet ve hastalıkların aldatmaz bir nâsih, teşekkür edilmesi gereken bir mürşid olduğu vurgusu çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Aşı, Antikor, Musibetler, Ölüm, Tedbir, İhtar

 

Abstract

Vaccination is the process of injecting weakened or derivative microbes that cause diseases in order to stimulate the immune system. By doing so, the body produces antibodies against the disease-causing microbe, which makes it easier to prevent and recover quicker from the disease when encountering the microbe/disease later on. According to the principle “that which is certain to come is close, even if it is far away,” death is an inevitable reality that every person will face.

Laughing in the face of death and escaping from hell is humanity’s greatest issue. A person who spends their life in heedlessness realizes the reality of death only when it is near, but by then it is too late. While it is undoubtedly important to increase the level of antibodies through vaccination and take precautions against diseases, it is much more important for a person prone to heedlessness to realize the reality of death through the warnings of calamities and take measures accordingly. Thus, calamities and diseases are a trustworthy advisor from this perspective, and a grateful warning instructor that never deceives.

Key Words: Vaccine, Antibody, Troubles, Death, Precaution, Warning

 

  1. Giriş

Bir şehirde ihtiyaçların karşılanması için nasıl altyapı hizmetleri planlanır, şehrin güvenliğini korumak, asayişi muhafaza etmek ve gerektiğinde savunma hizmetlerini organize etmek için tertibat alınırsa, Sâni-i Hakîm’in gayet mükemmel bir şehir hükmünde yarattığı insan bedeninde de bağışıklık sistemi, “Hafîz” ismi tecellisi olarak vücut şehrini her türlü enfeksiyonlar ve yabancı maddelere karşı koruyan bir savunma sistemi olarak tesis edilmiştir.

Vücudun kendi hücrelerini kodlayıp tanıyabilen bir yetenekle donatılmış bağışıklık sistemine, kendi molekül ve hücrelerini yabancı kökenlilerden ayırt edebilmek için Fâtır-ı Hakîm tarafından benzersiz bir tanıma özelliği bahşedilmiştir. Vücut, yabancı mikroplarla karşılaştığında bağışıklık sistemi bu yabancıyı tanımak, özelliklerini bilmek ve onu yenmek için yoğun bir çaba içerisine girer. Bağışıklık sistemi mikrobu yenmede muvaffak olursa bu düşmanı, hafızasına alır; böylelikle tekrar aynı mikrop ile muhatap olduğunda daha hızlı ve etkili mukabele eder. İkinci karşılaşmada, müdafaa daha kolay ve az hasar ile atlatılır. Fakat bazı durumlarda mikropla ilk karşılaşma, özellikle de vücudun direncinin düştüğü âna rast gelirse, mikrobu yenemeyen bünye zor durumda kalır. Bazen de yenilip vefat eder.

Özellikle hayatının başındaki nazenin çocuklarda görülen bu vefatlara karşı insanlık, Halık-ı Rahîm’in yerleştirdiği bazı ipuçlarını yine onun ilhamı ile fark etmiş, vücuda zarar veren bu yabancı mikropları vücudun daha az hasarla tanıması ve savunma tedbirleri alması için hastalık yapma özellikleri kalmamış ya da hastalık yapamayacak kadar zayıflatılmış mikropları vücuda verip o mikrobu önceden tanımasını sağlayan yolu keşfetmiştir ki buna “aşılama” denir. Aşı, hastalıklara karşı bağışıklık sağlama amacı ile vücuda verilen zayıflatılmış hastalık virüsü, hastalık etkeninin parçaları veya salgıları ile oluşturulan çözeltidir. Aşının amacı, hastalıklara karşı vücudun hastalık gelişmeden etkeni tanıması ve onu yenecek antikor üretmesidir. Böylece gerçek mikropla karşılaşıldığında yükselmiş antikor marifetiyle önceden tedarikli savunma sistemi ile kişi hastalığa yakalanmaz. Bu kişi artık o hastalığa karşı bağışıktır, gerekli antikorları yeterli düzeyde oluşmuştur. Bu bağışıklama ile üretilen antikorlar genellikle ömür boyu vücutta kalır. Antikor seviyesinin, belli bir değerde sabit kalması önemlidir. Bunun için belli aralıklarla tekrar doz uygulaması yapılır. Böylelikle vücudun o mikrobu her vakit tanıma ve tedbir alma kabiliyeti korunmuş olur. Antikorların önemli bir vazifesi de solunum ve sindirim sistemi gibi dışarıdan mikropların girebileceği yollarda bol miktarda mevzilenerek mikropların hücreye ve dokulara erişmesini engellemektir. Böylece enfeksiyonların yerleşmesi önlenmiş olur. Eğer yeterli antikor seviyesi oluşmazsa aşı, salgın hastalık mikrobuna karşı koyamaz, yani aşı “tutmamış” olur. Küçük çocuklara her ne kadar ürkütücü görünse hatta bazı durumlarda hastalık belirtileri, ateş gibi şikâyetler oluştursa da aşı, sağlık içindir.

Aşıların aşı yapılan yerde ağrı, yorgunluk, ateş, kendini hasta hissetme, baş ve vücut ağrısı gibi kısa süreli bazı yan etkileri de bulunmaktadır. Bilinen en ciddi yan etki ise aşı sonrası ciddi alerjik reaksiyondur (anafilaksi).

Günümüzde pek çok bulaşıcı hastalık aşılarla kontrol altına alınmıştır. Hatta dünya çapında şuurlu bir aşı programı ile çiçek hastalığı tamamen ortadan kalkmıştır. Muhtemelen çocuk felci de aşılama ile yok edilen ikinci hastalık olacaktır. Bilinen bir tedavisi olmayan kızamık hastalığı sebebiyle çocuk ölümleri aşılama sayesinde azalmıştır.

  1. Ölüm Sekarâtı Uyandırmadan Evvel Uyanmak

Dünyaya gelişinde, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz a’dânın hücumuna müptelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç ve hayat kanunlarına cahil olan insan da bu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, önünde felaket ve helaketlerin olduğu bir yolculuğa çıkmıştır. O yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçen ebedülâbâd tarafına bir yolculuktur. Kur’ân-ı Kerîm, bu yolculuğun nihayetindeki dehşeti nazara vererek insanoğlunu “Ey insanlar, Rabb’inizden korkun. Kıyamet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük bir şeydir.”[1], “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır.”[2], “Bunlar öyle kimselerdir ki ahiretlerini dünya hayatı karşılığında satmışlardır. Onlardan azap hafifletilmeyecek, onlara yardım da edilmeyecektir.”[3], “Şüphesiz ki Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere çetin bir azap vardır.”[4] gibi âyetlerle ikaz eder.

Risâle-i Nurlarda da “Ebedî ömrün önündedir. O ömr-i bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-i bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekerâtı uyandırmadan evvel uyan!”[5] nev’inden ikazlar, bu asrın dünyayı önceleyen umumî gafletini dağıtmaya mâtuftur.

İnsanın en önemli meselesi âhirete imanla gidebilmektir.  “Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye’s-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf ve recâ ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki, yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.”[6]

Hz. Enes’ten gelen bir rivayete göre Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Kıyametin alâmetlerinden biri de ani ölümlerin vuku bulmasıdır.”[7] Ani ölümlerin iyi karşılanmaması, insanların gaflet içerisinde ölüme yakalanma ihtimalinden dolayıdır.Oysa günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Oysa musibette olan kimse, gafletten sıyrılır, tövbe istiğfar eder, musibetler de günahlarına kefaret olur, bu da kabre hazırlıklı olarak gitmesine vesile olur.

“Eğer günahları düşünmüyorsan yahut ahireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryat et.”[8] satırları, hastalık ve musibetlerin beşeri ikaz ve uyarma görevlisi bir nevi aşı gibi olduğuna dikkatleri çeker. Çok zâhirî musibetler var ki İlâhî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaretü’z-zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp aczini ve zaafını bildirerek beşere bir nevi huzur vermektir.

Asıl ve muzır musibet olan imansız kabre gitme felaketinden önce başa gelen açlık, korku, esaret, zillet deprem, afet gibi ikazlar, antikor seviyelerini yükselten aşılar gibidirler. Hakiki musibetin usibetin tahribini azaltan hediye-i Rahmânî, ikaz-ı Rabbânîdirler. “Herhangi bir yurda bir peygamber gönderirsek onun halkını yalvarıp yakarmaya sevk için sıkıntıya, felakete uğratırız.”[9] âyeti, bunun ifadesidir. Zira nev-i beşerin en büyük meselesi cehennemden kurtulmaktır.

Bediüzzaman,  zahiri musibetlerin bir nevi olan hastalıkların manevi bir aşı niteliğindeki hakikkatini yanına gelen gençlere şu şekilde ifade etmektedir.  Bu gençlerin sair gençlere nispeten âhiretini düşünmeye başladığını, gençlik sarhoşluğundan uzaklaştığını, gaflet içindeki hayvanî hevesattan bir derece kendini kurtardığını görür. Onların tahammül dâhilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu ihtar eder ve der: “Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir. Senin bir kısım emsalin, sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zahirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen, hastalık gözüyle, her halde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek, senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.”[10]

“Gelmesi muhakkak olan şey uzak da olsa yakındır.” prensibince ölümü düşünmekten, onunla yüzleşmekten kaçmak, çare değildir. Günümüz insanı adeta palyatif tedaviler ve pansuman tedbirleri ile ölümü unutma yolunu denemektedir. “Sağlık bugün ölümsüzlük vasıtası olarak kullanılıyor.” diyen Zygmunt Bauman’ın şu tesbiti, günümüz insanının ölüm karşısında çaresiz çırpınışlarının itirafıdır: “Sağlığın yerine ölümsüzlük idealinin koyulmasının bedeli ölümün gölgesinde yaşamaktır. Bütün bir hayat ölümü erteleme kavgasına adanır. Sağlık alanındaki bütün ‘gelişmeler’, hastalıklara karşı alınan önlemler, spor yapmak, beslenme rejimleri, hijyen saplantısı… Bunların hepsi, modernitenin başa çıkamadığı ölümlülüğün yapısını sökerek onu baş edilebilir parçalara ayrıma stratejisinin öğeleridir.”[11]

Bir gün Peygamberimiz (asm) “Allah bir kuluna hayır dilerse onu istihdam eder.” buyurdular. Sahabeler “Yâ Resulallah! Nasıl istihdam eder?” diye sordular. Peygamberimiz (asm) “Ölmeden önce ona tevbe nasip eder ve onu hayırlı işlerde çalıştırır.” buyurdular.[12] Musibetler, dergâh-ı İlâhîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır.  İbadetin menfî kısmı olan hastalıklar ve musibetlerle musibetzede zaafını ve aczini hissedip Rabb-i Rahîm’ine ilticakârâne teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar.

Medeniyet-i sefihenin, tuğyanını maddiyunluk tâunuyla aşılaması, ehli imanın hatta bir kısım velilerin siyasî ve içtimaî hayatın râbıtaları sebebiyle, hakáik-ı imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp o cereyanların hükmüne tâbi olarak hemfikir olduğu münafıkları sevmesi, kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velâyeti tenkit ve adâvet edip hattâ hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tâbi yapması, – nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için- akıl ve kalbin sözlerini anlayıp dinlememesi gibi manevî hastalıklara düçar olanlar, yalnız tokatlar ve elemlerle ıslah olup kusurlarını anlayabilirler.

Bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelen ve azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmalıdır. Sermayesi olan ömür kısadır. Sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterip âhireti unutturur; kabri ve ölümü hatırına getirtmez, sermaye-i ömrünü bâd-ı hevâ boş yere sarf ettirir. İnsan, sıhhat belâsıyla gaflete düşer, namazı terk eder, kabri düşünmez, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Antikorsuz bir şekilde mikropla karşılaşan zayıf düşmüş bir vücut gibi insan da uyarılara dikkat etmezse “Bizi bir daha dünyaya gönder.” veya “Keşke toprak olsaydım.” gibi pişmanlıklara düşer. Bu faydasız son pişmanlıktan önce, mezkûr ikaz ve hatırlatmalar, vücudun savunma ve hatırlama yeteneğini koruması, antikor miktarının istenilen seviyede tutulması gibi insanın faydasına olacaktır. Zira “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar.”[13]

Her yolculuğun kendine has tedarikleri olduğu gibi ebedü’l-âbâd yolculuğunda da insanın, tehlikeli tecavüzleri def edecek, düşmanını alt edecek antikor gibi çanta ve silahlara ihtiyacı vardır. O çanta ve silâh ise ibadet ve takvâdır. O yolcu der: “Hâlık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakîm’dir, abes iş yapmaz; hem Rahîm’dir, ihsanı, merhameti çoktur.” diye itikat ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur. Dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabb’isinin emrine musahhar görür. Rabb’isine ilticâ eder; tevekkül ile istinat edip, her musibete karşı tahassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tâmme verir. Bu yolculuk esnasında misafirhâne-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gınâ ve elbette bir menzili olan kabrinde gıda ve ziyâ ve her hâlde mahkemesi olan mahşerde senet ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü’nde nur ve burak olacak bir namaz biletine de ihtiyacı vardır.

Hastalar Risâlesi’nde çocuk hastalıklarının bir nevi aşı olduğu ve ilerdeki hayatlarını kolaylaştıran antikor gibi fayda sağladığı şöyle ifade edilir: “Mâsum çocukların hastalıklarını, o nazik vücutlara bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbâniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffî-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffâretü’z-zünub yerine, mânevî ve ileride veyahut ahirette terakkıyât-ı mâneviyesine medar şırıngalar nev’indeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve validelerinin defter-i a’mâline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin sahife-i hasenâtına girdiği, ehl-i hakikatçe sabittir.”[14]

Literatürde, çocukluk dönemlerinde zorlu hayat şartlarına maruz kalan bireylerin, ileriki yıllarda hayatlarının daha olumlu yönde ilerlediğine, çocuklukta çekilen sıkıntıların bir nevi aşı gibi olduğuna dair çalışmalar mevcuttur[15]. Olumsuz çocukluk tecrübelerinin, yüksek bir direnç, sağlıklı bir uyumluluk ve başarıya vesile olduğu görülmektedir[16]. Özellikle bu tür deneyimler, bireyin yetişkinlikte kendine güven duymasını, geleceği iyimserlikle ve farklı planlarla düşünmesini, belirsizlik, stres ve çeşitli birtakım zorluklar karşısında dirençli olmasını sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle kişinin başa çıkma ve mücadele etme kabiliyetini arttırmaktadır.[17]

Hadiselerin bize görülen tarafı ile hakikate bakan tarafının ne kadar farklı olduğu “On dokuzuncu Mektup”ta ifade edilir: “Bir adam, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı. Şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel, oraya gideceğiz.” Gittiler. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o ölmüş kızı çağırdı, “Yâ fülâne!” dedi. Birden, o ölmüş kız “Buyurun, emredin.” dedi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.”[18] Bu hadis-i şerif hadislere bakış açımızın daha geniş bir perspektifte olması gerektiğini bize ders verir.

Ahireti dikkate almayan değerlendirmeler hadiselerin sonradan görülen ve âhirete bakan yönlerinden habersiz olduğundan hatalı olacaktır. Çünkü “O her şeyi en güzel şekilde yarattı.” sırrıyla olaylar ya bizzat güzeldir ya da sonuçları itibariyle güzeldir. İnsanın şahsî hayatında bu uyarılara muhtaç oluşu gibi, toplumlar da girdiği yanlış yollardan kurtulmak için kaderin uyarılarına muhtaçtır.  Evet, nasıl ki bir demir ateşe sokulur; tâ yumuşasın, güzel ve menfaattar bir şekil verilsin. Öyle de musibetlerdeki hüzn-engiz hâlet ve dehşetli vaziyetler dahi bir ateş olup katı nefisleri yumuşatır.

Antikor seviyesi düştüğünde aşının “tekrar dozları” kıymetli olduğu gibi, gaflete düşmeye meyyal insanın da hastalık ve musibetlerle uyarılıp ölüm hakikatini ölmeden önce fark etmesi çok daha ehemmiyetlidir.

Aşının küllî istifadesine nazaran yan etkileri nasıl pek cüz’î kalırsa, musibetlerdeki zahirî şerler de öyledir. Bu hakikat Risâle-i Nur’da şöyle ifade edilir: “Evet halk ve icadda bir şerr-i cüz’î ile beraber hayr-ı kesîr vardır. Bir şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri terk etmek, şerr-i kesîr olur. Onun için o şerr-i cüz’î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlahîde şer ve çirkinlik yoktur.”[19]

Musibetlerde vefatlar ve malî kayıplar olur. Bu durumlarda vefat eden masum ehli iman şehit; zâyi olan malları da sadaka hükmündedir.  Özellikle pandemiler esnasında yapılan yaygın aşılamalar müşterek bir belleğin oluşmasına vesile olduğu gibi, musibet esnasındaki şümullü yardımlaşmalar da umumî bir uyanışa ve rahmete vesile olur.

“Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı hâliyle, ‘Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim.’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, ‘Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine ona döneceğiz.’ söyle ve merci-i hakikîye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.”(5)  Kâfirlerin ve ehl-i gafletin dünyada muvaffakıyeti, refah içinde yaşamaları, kendilerine mühlet ve fırsat verilmesi onlar hakkında hayır değildir. Nitekim Cenâb-ı Allah “İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”[20] buyurmuştur.

Hususî musibetlerde şahsî dersler ön planda iken bir nevi pandemi olan umumî musibetler umumun hatasına terettüp ettiğinden umumu ilgilendiren derslerin çıkarılması kıymetlidir. Nurlarda “Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?” sualine cevap olarak: “Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.”[21] cümleleri, umumî musibetlerden ders çıkarmamızın yöntemini göstermesi bakımından önemlidir. Umumi musibetler toplumun çoğunluğunun hatasında ileri geldiği için, umumi musibetlerin def’i için toplumun çoğunluğunun hatasını anlayarak tövbe istiğfar içinde telafi yoluna gidip ilahi emre uygun hareket etmesi ikazın amacına ulaştığını göstermesi bakımından kıymetlidir.

“Elif Lâm Mîm. İnsanlar, ‘İnandık.’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? Ant olsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de yalancıları da mutlaka bilir.”[22], “Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihati unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musibet altına aldık.”[23] gibi âyetler, (şefkat tokatları ile) bu hakikati hatırlatır. Büyük davalara büyük mahkemelerde, küçük davalara nahiyelerde bakıldığı gibi kâfirlerin cezaları mahkeme-i kübrâya tecil edilir, müminlerin ise hataları az olmak cihetiyle cezaları tâcil ile bu dünyada temizlenir. Bu hakikati Efendimiz (SAV) şu hadis-i şerifle müjdelemiştir: “Şu ümmetim merhamete nail olmuştur. Âhirette azap görmeyecektir. Onun azabı ancak dünyada ağır imtihanlar, zelzeleler, öldürülmeler ve musibetler şeklinde verilir.[24]

Sonuç

Aşılama ile elde edilen antikorlar vücudu belli hastalıkların antijenlerine karşı hazır duruma getirir. Aşının, koruyucu tıbbın en önemli materyallerinden biri olarak ifa ettiği bu vazife, ölümcül birçok hastalığı önleyerek fani hayatın devam etmesini vesile olur. Musibetler de, ebedi hayatın kaybedilmesini önleyen manevi aşı niteliğindeki kaderi ikazlarıdır. Musibetlerle iptal-i his nev’inden olan kalın gaflet perdesi yırtılır. Böylelikle ebedi yaşamın sönmesine neden olan imansızlık antijenlerine karşın iman antikoru artırılıp aklı hüşyar, kalbi müteyakkız ruhlar intibaha gelerek insan ölümün ebedi idamından kurtulur. İşte musibet ve hastalıklar bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve teşekkür edilecek ikaz edici bir mürşiddir.

 

 

Kaynakça

A M Alparslan, M Ali Taş, S Ceyhan, G Kenar, Dün Çocukluktaki Zorluklar Bugünkü Psikolojik Sermayeyi Etkiler mi? MAKÜ-BİFD, 2(1), 16-34, 2019.

Bediüzzaman Said Nursi, Risâle-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017

Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyatı, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017.

Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017

Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyatı, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017.

Câmiü’s- Sağîr, No: 94

Ehlert, U. (2013). Enduring Psychobiological Effects of Childhood Adversity. Psycho neuro endocrinology, 38 (9), 1850-1857.

Kavi ve Karakale, Çalışan Psikolojisi Açısından Psikolojik Dayanıklılık  Yıl 2018, Cilt 7, Sayı 17, 55 – 77, 30.04.2018

Kur’an-ı Kerim, Al-i İmran Suresi

Kur’an-ı Kerim, Araf Suresi

Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi

Kur’an-ı Kerim, Cuma Suresi

Kur’an-ı Kerim, Hac Suresi

Mecmâu’z-Zevâid,7/325

Scherer, R. F., Adams, J. S., Carley, S. S., and Wiebe, F. A. (1989). Role Model Performance Effects on Development of Entrepreneurial Career Preference. Entrepreneurship Theoryand Practice, (3), 53–71.

Suyutî, Kabir Âlemi, 60; Abdulaziz Hatip, Dünya Ötesine Yolculuk Gençlik Yayınları 1994

Zygmunt Bauman, Ölümlülük Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2010

Zygmunt Bauman, Bireyselleştirilmiş Toplum, Ayrıntı Yayınları, 2005. sh 278

[1]       Hac Suresi 1. ayet

[2]       Cum’a Suresi 8. ayet

[3]       Bakara Suresi 86. ayet

[4]       Âl-i İmran Suresi 4. ayet

[5]       Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s.145.

[6]       Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s.334.

[7]       Mecmâu’z-Zevâid,7/325

[8]       Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s.331.

[9]       A’raf suresi 93. ayet

[10]     Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 329.

[11]     Zygmunt Bauman, Ölümlülük Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, Ayrıntı Yayınları, 2010 sh 185-189

Zygmunt Bauman, Bireyselleştirilmiş Toplum, Ayrıntı Yayınları, 2005. sh 278

[12]     Suyutî, Kabir Âlemi, 60; Abdulaziz Hatip, Dünya Ötesine Yolculuk, 48.

[13]     Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 23.

[14]     Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 343.

[15]     Kavi ve Karakale, Çalışan Psikolojisi Açısından Psikolojik Dayanıklılık  Yıl 2018, Cilt 7, Sayı 17, 55 – 77, 30.04.2018; A M Alparslan, M Ali Taş, vd., Dün Çocukluktaki Zorluklar Bugünkü Psikolojik Sermayeyi Etkiler mi? MAKÜ-BİFD, 2(1), 2019, s. 16-34.

[16]     Ehlert, U. Enduring Psychobiological Effects of Childhood Adversity. Psycho Neuro Endocrinology, 38(9), 2013, 1850-1857.

[17]     Scherer, R. F., Adams, J. S., Carley, S. S., and Wiebe, F. A. Role Model Performance Effects on Development of Entrepreneurial Career Preference. Entrepreneurship Theoryand Practice, 1989, (3), 53–71.

[18]     Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s.189.

[19]     Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 525.

[20]     Âl-i İmran Sûresi,178. ayet

[21]     Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s.199.

[22]     Ankebut Suresi,1.2.3. ayetler

[23]     En’âmSûresi 44. ayet

[24]     Câmiü’s- Sağîr, No: 94