Risale-i Nur’da Deprem Hadisesine Bir Bakış: 14. Söz’ün İlk Suallerine Bir Şerh

An Overview of the Earthquake Incident in Risale-i Nur: a Commentary on the First Questions of the Fourteenth (14.)Word

Mustafa GÖNÜLLÜ, Bağımsız Araştırmacı

 

Özet

Deprem hadisesine Risale-i Nur Külliyatı’nın birçok yerinde temas edilmiştir. Özellikle Sözler adlı eserin “On Dördüncü Söz’ün Zeyli” başlıklı parçası tamamıyla bu konuya ayrılmıştır. Deprem hadisesiyle alakalı soruların sorulduğu ve bu sorular çerçevesinde depremin bilhassa hikmet boyutunun ele alındığı bu parça Risale-i Nur’un deprem hadisesine bakış açısını öğrenmek için oldukça önemli bir kaynaktır. Bu yönüyle 14. Söz’ün Zeyli, depremin görünmeyen taraflarının anlaşılmasına ve hikmetinin okunmasına vesile olmakta, deprem musibetiyle karşı karşıya kalmış toplumlara derman niteliği taşımaktadır. Bu yazı, Risale-i Nur’da geçen bu parçanın kritiği mahiyetindedir.

Anahtar Kelimeler: Risale-i Nur, deprem, musibet, küre-i arz, emir, hikmet, ikaz, kefaret.

 

Abstract

In the Risale-i Nur Collection, the earthquake event has been mentioned in many parts. Especially the part of the work titled “The Addendum of the Fourteenth Word” is completely devoted to this subject. This piece, in which questions about the earthquake event are asked and especially the wisdom dimension of the earthquake is discussed within the framework of these questions, is a very important resource to learn the perspective of the Risale-i Nur on the earthquake event. In this respect, the Addendum of the 14th Word helps to understand the invisible sides of the earthquake and to read its wisdom, and it has a curing support for the societies faced with the disaster of the earthquake. This article is a discussion on this part in the Risale-i Nur.

Key Words: Risale-i Nur, earthquake, calamity, globe of earth, order, wisdom, warning, redemption

 

Giriş

Kâinatta yaşanan olayların çok çeşitli hikmetleri mevcuttur. İnsanlar, bu hikmetleri görmeyip zahire aldanarak hüküm verebilmektedir. Kâinat hadiselerini doğru okumak için Kur’an’ı anlamak elzemdir. Nitekim Bediüzzaman, Sözler adlı eserinin Yedinci Söz’ünde şunları söylemiştir: “Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım.”[1] Kur’an’ı bu asırda doğru anlamak için de Kur’an’ın bu zamandaki mühim bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okumak ve anlamak gerekir. Bediüzzaman, Mektubat adlı eserinde Yirmi Sekizinci Mektup’ta müellifi olduğu Risale-i Nurlar için şunları söylemiştir: “Hem yazılan eserler, risaleler, ekseriyet-i mutlakası, hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen, ânî ve def’î olarak ihsan edilmiş. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit, demişler: ‘Şu zamanın yaralarına devâdır.’ İntişar ettikten sonra ekser kardeşlerimden anladım ki, tam şu zamandaki ihtiyaca muvafık ve derde lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor.”[2]

Deprem sırasında oluşan tahribatla birlikte depremin insanlar üzerindeki maddi ve manevi tesiri devam etmektedir. Barınma, yiyecek gibi ihtiyaçların yanı sıra deprem sonrası manevi olarak yaşanan sıkıntılar, depremzedeleri ruhsal bunalımlara sürükleyebilmektedir. Risale-i Nur ise deprem üzerine getirdiği yorumlarla ruhları ferahlatmakta ve depremin insanların ruh dünyası üzerindeki olumsuz tesirlerini azaltmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi; yaşadığı musibetlerde hep olumlu tarafı görmüş, daima tevekkülvari hareket etmiştir. Yine Asâ-yı Musa adlı eserindeki şu tavsiyeleri de bu minvaldedir: “Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme”[3]

Risale-i Nur’daki “On Dördüncü Söz’ün Zeyli” başlıklı kısım münhasıran deprem bahsini ele almaktadır. Bu parçada deprem hadisesi; sebepleri, hikmetleri, sonuçları yönleriyle ele alınır.

  1. On Dördüncü Söz’ün Zeyli’ne Giriş

Bediüzzaman Said Nursi, On Dördüncü Sözün Zeyli’ne Kur’an-ı Kerim’den Zilzal Suresi ile başlamıştır. Zilzal Suresi Kur’an’daki surelerin ekseriyeti gibi “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlamaktadır. Allah’ın bu isimlerinin bu surenin başında zikredilmiş olması meydana gelen her hadise gibi deprem hadisesine de Allah’ın merhametinin ve rahmetinin tecelli ettiğine bir işarettir. On Sekizinci Söz’ün İkinci Noktası’nda Bediüzzaman, mealen “O her şeyi en güzel şekilde yarattı.”[4] ayetini şöyle tefsir etmiştir: “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”[5]

Risale-i Nur Kur’an’ın hakikatli bir tefsiri olduğuna göre, On Dördüncü Söz’ün Zeyli başlıklı parçanın da Zilzal Suresi’nin önemli bir tefsiri olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Risale-i Nur’un depreme bakış açısı Kur’an ile paralellik göstermektedir. Risale-i Nur’un depreme bakış açısını görebilmek için başta Zilzal Suresi’nin incelenmesi gerekmektedir. Zilzal Suresi’nin 1-5. ayetleri mealen şöyledir: “Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır ve insan ‘Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.”[6]

Risale-i Nur’da bu sure tefsir edilirken öncelikle Dünya hareketlerinin ve deprem hadisesinin bir emir ile olduğu ve dünyanın vahiy ve ilhama mazhar olduğu ifade edilmiştir. Bu çıkarım, surenin son ayetinde bahsi geçen, yerin (Dünya’nın) Allah’ın emriyle kıyamet gününde konuşacağının vurgulanmasından anlaşılabilecektir. Burada Dünya bir canlı olarak ele alınmış ve yeri geldiğinde konuşacağı belirtilmiştir ki Risale-i Nur Dünya’nın bir canlı olduğunu Sünuhat adlı eserde şu ifadelerle açıklamaktadır: “Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa ruhu da vardır. Alem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevâhir-i ferdiye hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? Allah’ın böyle çok hayvanları var.”[7]

Bu parçada depremle ilgili sorulan soruların daha çok depremin manevi yönüyle alakalı olduğu ve dolayısıyla depremin maddi yönlerinden daha az bahsedildiği görülecektir. Depremin maddi hasarından ziyade yaptığı manevi tahribat düşünüldüğünde Risale-i Nur’daki bu yaklaşım oldukça isabetlidir. Bir buçuk dakika kadarlık bir müddetle sınırlanmış bir deprem hadisesinin uzun yıllar insanlarda bıraktığı manevi yaranın tedavisi ancak bir emir ile deprem hadisesini yaratan Allah’ın bu emrindeki hikmetleri okumak ile olacaktır ki Risale-i Nur tam da bu noktayı ele almıştır.

Bediüzzaman depremle ilgili soruların cevaplarını tafsilatlı bir şekilde yazmaya birçok kez niyet ettiğini ancak buna manen izin verilmediğini, deprem hadisesinin akabinde bu sorulara kısaca cevaplar yazabildiğini ifade etmiştir. Bunun sebebi düşünüldüğünde ise o dönemde yaşanan depremin etkileri henüz taze iken yazılan bu parçanın depremden etkilenen insanlara hızlıca bir teselli, kolayca bir tedavi ve hemen okunup derin yaralara sürülecek bir merhem olması maksadı akla gelmektedir. Dolayısıyla yazılan cevaplar için “Yalnız icmâlen, kısacık yazılacak”[8] denilmesinin bir sebebi depremle ilgili olan hakikatlerin açık, net ve pürüzsüz bir şekilde beyan edilmesidir denilebilir.

  1. Deprem sonrasında korku hissinin şiddetlenmesi durumu

Bu parçadaki birinci soruda, “Bu zelzelenin maddi musibetinden daha elim, manevi bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me’yusiyet (ümitsizlik), ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek, dehşetli bir azab vermesi nedendir?”[9] sorusu sorularak deprem sonrasında toplumda şiddetlenen korku duygusunun hikmeti sorgulanmaktadır.

Meydana gelmiş olan büyük bir deprem, insanlar üzerinde bu depremin akabinde oluşabilecek yeni bir depremin korku ve tedirginliğini oluşturmaktadır. Bilhassa insanların gece vakti bir depreme uykularında yakalanmış olması, diğer gecelerde de istirahatinin bozulmasına neden olacaktır. İnsanlarda görülen bu tedirginliğin maddi zararlardan daha fazla acı verdiği bu soruda vurgulanmıştır. Bunun sebebi düşünüldüğünde, oluşmuş maddi bir hasar insanlara geçici süreliğine bir üzüntü verebilir ve bu üzüntüye bir süre sonra uyum sağlanabilirken yeni ve büyük bir deprem oluşma ihtimalinin verdiği korku, oluşan artçı depremlerin etkisiyle her defasında tazelenmektedir. Bununla birlikte, yaşanmış olan büyük depremin hatırlanması, korku hissinin bir ömür boyu devam etmesine sebep olabilmektedir.

Sorulan soruda ‘dehşetli bir azap’ olarak nitelenen hislerden birinin de deprem sonrasında deprem bölgelerindeki insanlarda oluşan me’yusiyet, yani ümitsizlik hissi olduğu belirtilmiştir. Deprem afetinin diğer afetlerden farklı olarak geniş bir yayılım gösterdiği göz önüne alınırsa, o bölgedeki herhangi bir insanın depremden etkilenmemesi mümkün değildir. Nerede olursa olsun sarsıntıyı hissedecek olan bir insanda ister istemez ümitsizlik ve çaresizlik duyguları oluşacaktır. Ayrıca çocuklarını koruma içgüdüsüyle hareket eden ebeveynlerde, depremin etkisinden çocuklarını koruyamayacağı düşüncesi de korku ve ümitsizlik hislerini şiddetlendirmektedir. Dolayısıyla depremin insanlarda bu hisleri tetiklemesi sebebiyle Risale-i Nur’da bunlar için ‘dehşetli bir azap’ tabiri kullanılmıştır.

Parçada sorulan birinci soruya verilen cevap şu şekildedir: “Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde, kemâl-i neş’e ve sürur ile sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bazen kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslamiyet’in her köşesinde cazibedarâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.”[10]

Bu cevapta ülkemizin o dönemde hâlâ İslamiyet’in merkezi olmasının vurgulanması dikkat çekmektedir. Ülkemizin bu niteliğe sahip olması ülkemizde yaşayan insanlara önemli bir sorumluluk yüklemektedir. İslamiyet’in merkezi olan bir ülkede yaşayan insanlar elbette İslamiyet’in çizdiği sınırlara dikkat etmek mecburiyetindedir. Dikkat edilmediği takdirde dinin sahibi olan yüce Allah’tan bu dine tabi olması gereken insanlara bir uyarı, bazen de bir ceza mahiyetinde musibetlerin gelmesi kaçınılmazdır. Verilen bu cevapta da o dönemlerde ramazan ayının teravih vaktinde radyo vasıtasıyla dünyevi ve hevesleri tahrik eden şarkıların çalınması, deprem sonrasında o bölgedeki insanlara korku azabının verilmesine sebep olarak gösterilmektedir.

Hevesleri tahrik eden şarkıların özellikle gece vakti çalınıyor oluşuyla depremden sonra gelişen korku hissinin gece vaktinde şiddetleniyor oluşu arasındaki benzerliğe birinci sorunun cevabında dikkat çekilmiştir. Nitekim Risale-i Nur’da bir başka parçada, başa gelen bir musibetin işlenen bir amelin cinsinden oluşu şöyle vurgulanır: “Amel, cins-i cezadır. Ceza cins-i ameldir.”[11]  Dolayısıyla gece işlenen yasaklanmış bir amelin karşılığı yine gece vaktindeki bir musibeti beraberinde getirmiştir.

  1. Depremin Müslüman ülkelerde daha fazla görülmesi durumu

On Dördüncü Söz’ün Zeyli’nde yer alan ikinci soruda gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu ülkelerde deprem hadisesinin daha az görülmesinin, ekseriyetle Müslümanların depremle daha fazla karşı karşıya kalmasının hikmeti sorgulanmaktadır. Geçmiş yıllara bakıldığı zaman deprem hadisesinin çoğunlukla ülkemiz ve İslam coğrafyası içerisindeki ülkelerde yaşandığı veya Müslüman oranı az olan ülkelerde oluşan depremlerin oradaki insanları Müslüman ülkelere nazaran daha az etkilediği görülecektir. Elbette bunun zahiri sebepleri mevcuttur ve tedbir almamak bunun bir sebebidir.

Ancak Kastamonu Lahikası’nda geçen “Bir hadisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduğundan, insan zahiri sebebe bakıp bazen haksız hükmedip zulmeder. Kader, o musibetin gizli sebebine baktığı için adalet eder”[12] cümleleri önemlidir.

Bu ifadeden hareketle kaderde niçin böyle takdir edildiğine yani durumun zahirde görünmeyen hikmet cihetlerine de bakmak gereklidir. Risale-i Nur’da bu durumun hikmet ciheti şöyle izah edilmiştir: “Büyük hatâlar ve cinâyetler, tehir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler, tâcil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binâen, ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı azamı, mahkeme-i kübra-i haşre tehir edilerek, ehl-i imanın hataları, kısmen bu dünyada cezası verilir.”[13]

Bediüzzaman Hazretleri ehl-i imanın işledikleri hataların sonsuz olan ahiret hayatlarını etkilememesi için cezanın dünyada verildiğini ifade etmektedir. Bu kaideye binaen ehl-i dalalete de deprem gibi musibetlerin daha az zarar verdiği ve cezalarının ahiret alemine ertelendiği anlaşılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında deprem hadisesinin ehl-i iman olan insanlar için günahlara bir kefaret olduğu ve dünyada verilen bu musibetin neticesinin ahiret hayatını olumlu yönde etkilediği görülmektedir. Geçici olan dünya hayatında verilen bir cezanın, sonsuz bir ahiret hayatında verilecek sonsuz bir cezaya tercih edilmesi rahmetin bir cilvesidir. Bunu tercih eden İrade, deprem hadisesi ile ehl-i imanı daha dehşetli azaplardan muhafaza etmektedir.

Gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu ülkelerdeki insanların işledikleri hata ve kusurların ise daha büyük olması ve Allah’ı inkâr etme veya Allah’a şirk koşma gibi büyük hatalara ceza olarak bu dünya hayatında verilecek herhangi bir cezanın yetersiz kalacak olması sebebiyle deprem gibi musibetler o ülkelerde daha az yaşanmaktadır. Bu da Allah’ın adaletinin bir işareti olmakta ve imandan hissesi olmayan insanlara ahirette daha büyük azaplar verileceği anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi bu parçadaki ikinci soruya verdiği cevaba ilave ettiği dipnotta şunları söylemiştir: “Hem, Rus gibi olanlar, mensuh (hükmü kaldırılmış) ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedi ve kabil-i nesh olmayan (hükmü kaldırılamayan) bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.”[14] Burada ise İslamiyet’e mensup olmayıp bozulmuş dinlere tabi olanlar ile İslam dinine tabi olanların dinlerinden uzaklaşması karşılaştırılmıştır. Hükümleri asırlardır insanlığı aydınlatan İslamiyet dinine tabi olan ancak dini gereği gibi yaşamayan insanların zemini hiddete getirdiği vurgulanmaktadır. Ayrıca depremin yaşandığı Müslüman ülkelerdeki insanların İslam’a ihanet derecesine varan zulümlerinin gayretullaha dokunduğuna da bu parçada dikkat çekilmektedir.

  1. Şahısların hatalarının toplumsal musibete sebep olması durumu

Risale-i Nur’da, On Dördüncü Söz’ün Zeyli’nde ele alınan bir diğer husus ise bir ülkede yüksek mevkide bulunan şahısların hatalarından dolayı o ülkede yaşayan insanlara deprem gibi genel bir musibet verilmesi durumudur. Risale-i Nur’da bu duruma şöyle işaret edilmiştir: “Risale-i Nur’un bir kâtibi dedi ki: “Neden dostların kusuratına tokat gelir. Hücum eden düşmanlara bu tarzda gelmiyor?

“Elcevap: Memur olmayan veya hususi, şahsı itibarıyla hıyanet eden, hususi tokat yer. Bu nevi vukuat pek çoktur ve tam sadakat edenlerde, maişetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eğer memur ise kanun namına kanunsuz hıyanet eden, ilişen; o memlekete, o bîçare ahaliye bir umumi tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumi belalara bir vesile olur. Kendisi, zahiren hususi tokat yememiş gibi görünüyor.”[15]

Ayrıca Bediüzzaman yapılan zulümlere seyirci kalmanın tehlikesi ile alakalı olarak şunları söylemiştir: “Umumi musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen (lüzumlu görerek) veya iltihâken (katılarak) taraftar olmasıyla, manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.”[16]

Bir ülkede yaşayan halk, idarecilerinin fiillerinden mes’ul olabilecektir. İdarecinin yaptığı hatalı fiillere taraftar olan vatandaşlar da o hatanın sorumluluğuna dahil olmaktadır. Nitekim ayet-i Kerîme’de: “Zalimlere en ufak bir meyil göstermeyiniz, yoksa cehennem ateşi size de dokunur.”[17] buyurulmuştur. Eğer ülkenin çoğunluğu, zalim şahısların fiillerine taraftar ise o ülkeye umumi bir musibet verilmesi kaçınılmazdır. Buna göre yapılan zulümlere ülkenin ekseriyeti muhalefet edene kadar bu musibetlerin devam edeceği ifade edilebilir. Bazı musibetler zalim şahısların zulümlerinin aşikâr olmasına, ekser halkın bir nevi uyanışa geçerek zulmü görmesine ve zalim eşhâsa muhalefet etmesine vesile olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında umumi musibetin neticesi hayırlı olabilmektedir.

Bediüzzaman yaptığı izahta halkın çoğunluğunun zâlim şahıslara üç şekilde taraftar olabileceğini söylemiştir. İlki fiilen taraftarlık göstermektir ki zulmün yapılmasına fiilen yardım etmektir. Bu kişiler zulmü direkt olarak işlemese de zulmün işlenmesine fiilen yardım etmekte, zemin hazırlamaktadırlar. Bir diğer taraftarlık ise iltizam yoluyladır ki bu taraftarlıkta zalim şahısların ülke için gerekli, lüzumlu, olmazsa olmaz kişiler olduğu savunulur. Burada zulmü kalben desteklemek söz konusudur ve kişiye bu zulmün mes’uliyetinden bir hisse verir. Bir diğer taraftarlık ise “iltihaken” denilen, zalim şahısların harekâtına katılmaktır ki bu zulmü işlemektir. Bu kişiler yapılan zulme doğrudan katılırlar. Bu üç taraftarlıkta da zulme ortaklık söz konusudur. Bir ülkede yaşayan halkın bilerek veya bilmeyerek bu üç yoldan birine başvurması, umumi musibetin celbine sebep olmaktadır.

Hadis-i Şerif’te “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle düzeltiniz, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.”[18] buyurulduğu üzere zulümle karşılaşıldığında o zulme bir şekilde muhalefet edilmesi gerektiği emredilmiştir. Bu yapılmadığı takdirde musibetlerin o ülkede yaşanması söz konusu olacaktır. Yaşanan musibetler halkın ekseriyetinin yaşanan zulümlere gösterdiği tavır ile orantılıdır.

Sonuç

Deprem gibi büyük musibetler topluma maddi ve manevi büyük hasarlar vermektedir. Ölüm hadiseleri, mal kayıpları gibi maddi zararlar ve korku hissi, gelecek endişesi gibi menfi duygular toplumun derin yaralarıdır. Risale-i Nur’un deprem hadisesine bakış açısı deprem gibi musibetlerin açtığı yaraları tedavi eder ve ruhları ferahlatır. Risale-i Nur, “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır.”[19] sırrıyla deprem hadisesinin hikmetlerini okuyarak olumlu taraflarını gösterir ve musibetin zararını gidermeye çalışır.

Risale-i Nur Kur’an’ın tefsiri olduğu cihetle kainattaki hadiseleri Kur’an gözü ile okur. Kur’an’da deprem hadisesi Zilzal Suresi’nde ele alınmıştır. Risale-i Nur’da ise deprem birçok parçada yer almakla birlikte On Dördüncü Söz’ün Zeyli’nde bütünüyle ele alınmıştır. Bu kısımda Zilzal Suresi tefsir edilmiştir. Zilzal Suresi tefsir edilirken başta Dünya’nın emir ile hareket ettiği ve deprem hadisesinin bir emir ile meydana geldiği vurgulanır. Yaşanan hiçbir hadise başıboş olmadığı gibi deprem gibi büyük bir afet de elbette tesadüfî olmayıp emir tahtında hareket eder.

Ülkemizin ekseriyeti İslam dinine mensuptur. Dolayısıyla ülke toplumunun İslam’ın çizdiği sınırlara dikkat etmesi gerekmektedir. Dikkat edilmediği takdirde topluma uyarı ve ceza olarak bir musibetin gelmesi muhakkaktır. Yaşanan deprem hadiseleri için de bu söz konusudur. Toplumun dinin gereklerini yapmaması ve dinin yasaklarına uymaması depreme sebep teşkil etmiştir. İslam dinine, iman ve Kuran’a hizmet eden yayınların noksaniyeti de genel musibetlerin oluşumuna sebep teşkil eder.

Bediüzzaman Hazretleri depremden sonra toplumda gelişen korku hissini On Dördüncü Söz’ün Zeyli’nde, “heveskârâne şarkıları ve bâzen kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübârek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde câzibedarâne işittirilmesi”[20] fiiliyle açıklamıştır. Günümüzde ise toplumun her kesimine radyodan ziyade sosyal medya ve televizyon yayınları ile ulaşıldığı göz önünde bulundurulursa bu yayınların İslam’ın yasakladığı içeriğe sahip olması, umumi bir musibet olan deprem felaketine sebep teşkil edebilecektir. Elbette bunun tersi de düşünülebilir ki, İslam’a uygun ve dinin emrettiği yayınlarla topluma ulaşılması ve müspet yayınların toplumda ma’kes bulması, umumi felaketlerden muhafaza olunmaya bir vesile olacaktır. Bilhassa topluma dinini öğreten, kötülükten sakındırıp iyiliği teşvik eden ve iman ve Kur’an hizmeti doğrultusunda yapılan yayınlar bu noktada etkili olacaktır.

Diğer dinlerin tabilerinin dinlerinden uzaklaşması deprem gibi hadiseleri çok celbetmezken Müslüman ülkelerdeki insanların İslâm dinine ihanet derecesine varan zulümleri gayretullaha dokunmaktadır. Deprem gibi hadiselerde bu zulümlerin de payı büyüktür.

Toplumun zalimleri açıkça desteklemesi ve işlenen zulümlere karşı pasif tavrı musibetlerin umumileşmesinin sebebidir. Halkın ekseriyeti zulme kalben taraftarsa, zulme yardım ediyorsa ya da zulmü işliyorsa musibetler şahıslarla sınırlı kalmayıp umumi hal alacaktır. Deprem gibi geniş yayılımlı musibetlerin yaşanması halkın ekseriyetinin yaşanan zulümleri nasıl gördüğüyle ilişkilidir.

Kaynakça

Hadîs-i Şerif, Müslim, İman 78; Tirmizi, Fiten 11

Kuran-ı Kerim, Secde Sûresi

Kur’ân-ı Kerim, Zilzal Suresi

Kur’ân-ı Kerim, Hud Sûresi

NURSİ, Said, Asa-yı Musa, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020

NURSİ, Said, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2017

NURSİ, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2017

NURSİ, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020

NURSİ, Said, Mektubat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020

NURSİ, Said, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020

 

 

 

[1]       Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 32

 

[2]       Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 371

 

[3]       Said Nursi, Asâ-yı Musa, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 200

 

[4]       Secde Suresi, 32/7

 

[5]       Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 216

 

[6]       Zilzal Suresi, 93/1-5

 

[7]       Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 445

 

[8]       Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 162

 

[9]       A.g.e. s. 162

 

[10]     A.g.e. s. 162

 

[11]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 672

 

[12]     Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 150

 

[13]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 162

 

[14]     A.g.e. s. 162

 

[15]     Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 105

 

[16]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 162

 

[17]     Hud Suresi, 11/113

 

[18]     Müslim, İman 78; Tirmizi, Fiten 11

 

[19]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 216

 

[20]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2020, s. 162