Ürküten İyilikler: Musibetler

Frightening Good Deeds: Calamities

Süleyman KÖSMENE, Eğitimci, Yazar

 

Özet

Hastalık ve musibetler insana dostturlar. Zannedildiği gibi düşman değildirler. Ama insanı ürkütmekte ve korkutmaktadırlar. Musibetlerin sert mizaçlı dost olduğu ifade edilebilir. “Dost acı söyler” sözü hastalıkların ve musibetlerin simâsında tecelli ediyor denilebilir. Ancak insanoğlu aceleci, sabırsız ve ben merkezli yaşadığı için bu dostluğu çoğu kez keşfedememektedir. Bu sebepten dostu düşman sanabilmekte, musibetler karşısında daha fazla dayanamayıp ağlayıp sızlamaktadır. Oysa ağlamalar; pekâlâ şükre, teşekküre ve minnete çevrilebilir. Ağlayış huşu için araç kılınırsa pekâlâ huşu içinde bir şükür, ihlas içinde bir teşekkür, minnet içinde bir tevekkül insana dünya için de ahiret için de yetecektir.

Bu çalışmada musibetlerin sözü edilen boyutunu ve cihetini keşfetmek için detaylı bir tarama yapıldı. Musibetlerin şer olup olmadığı, derdin dermana dönüş serüveni, iyiliklerin musibetlerde nasıl saklandığı bu çalışmada incelenen konulardan başlıcalarıdır. Sonuç itibarıyla hastalık ve musibetlerin “rahmet”ten geldiği tespit edilmiştir. Cehennemî azap içinde musibetlerin ahiretin cehennemî azabından muhafaza olunmak için bir tecelli olduğu ortaya konulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Musibet, Rahmet, Şer

 

Abstract

Diseases and calamities are in fact friendly to man and not the enemies as thought. But they scare and frighten people. It can be stated that calamities are harsh-nature friends, and the saying “(real) friend tells the truth even if hurting” is manifested in the face of disease and calamities. However, because human beings live hasty, impatient and self-centered, they often do not discover this friendship. For this reason, he may think that a friend is an enemy, and he can’t stand it any longer in the face of calamities and cries and laments. However, crying can be turned into gratitude and gratefulness. If crying is made a tool for awe, a grateful thanks in awe, a sincere thanks, a grateful resignation will suffice for a person both in this world and in the Hereafter.

In this study, a detailed search was made to discover the aforementioned size and direction of the calamities. Whether calamities are evil, the adventure of turning trouble into a cure, and how goodness is hidden in calamities are the main topics examined in this study. As a result, it has been determined that diseases and calamities come from “mercy”. It has been revealed that calamities in hellish torment are a manifestation to be protected from the hellish torment of the hereafter.

Key Words: Calamity, Mercy, Evil.

 

  1. Musibetin Şer Olma Meselesi

Musibet tek başına ne şer ne de ilk planda hayırdır. Bakış penceremize göre hükmü değişen bir tecellidir.

Dünyadan bakarsak musibet şerdir. Ahirete göre bakarsak musibetin hayır olduğunu görürüz. Kendi penceremizden bakarsak musibeti şer görürüz. Allah’ın rahmeti cihetiyle bakarsak musibetin sırf Allah’ın rahmetini müjdelediğini görürüz. Zevklerin acılaşması yönüyle bakarsak musibetten hoşlanmayız, onu şer görürüz. Allah’ın rahmetinin musibete düşenlerle birlikte olduğu cihetinden bakarsak musibetin bir devlet, bir fırsat, bir talih kuşu olduğunu görürüz. Onu hayırda buluruz.

Allah buyuruyor ki: “Umulur ki hoşlanmadığınız bir şeyde sizin için hayır vardır ve hoşlandığınız bir şeyde sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[1]

Ayetten hareketle “Musibetten hoşlanıyor muyuz?”  sorusuna eğer “Hayır!” cevabını veriyorsak musibet bizim için şer değil, hayırdır! Ağrı çekmek, acı duymak, yüreği yanmak, hastaneye gitmek, musibetin boyutunu merak etmek, şifa çarelerini aramak… Bütün bunlardan sonra musibeti sebeplerden bilmeyip Allah’tan bilmek ama Allah ile ilişkilerimizi bozmayarak afiyet ve şifayı sadece Allah’tan beklemek tevhit inancının sonucudur. Bu şer değil, hayırdır!

Bize geçmiş olsun diyenlere, yardım edenlere, yakınlarımıza, sevdiklerimize, hastane yetkililerine dua etmek şer değil, hayırdır. Musibet vesilesiyle günahımızı kabullenmek, benimsemek, itiraf etmek, günahımızdan hicap duymak, gözyaşı dökmek şer değil, hayırdır. Allah’ın mağfiretine sığınmak, Allah’tan af istemek, Allah’a tövbe etmek, günahımızın bağışlanacağını ummak ve mahşere yüzü ak olarak çıkmak şer değil, hayırdır.

  1. Derdin Dermana Dönüşmesi

Başımızda bir musibet varsa ondan kurtulmak için çare aramaktan başka, önemli bir işimiz daha vardır, o da Allah’a dönmek. Hastalık, bela, dert, musibet bize çok etkili bir nasihatçidir. Onun nasihatini bir an önce dinler ve Allah’a dönersek kazanan biz oluruz. Allah’a döndüğümüz anda bütün dertlerimiz biter hatta dermana dönüşür.

Derdin içinde devamızı, hastalığın içinde ilacımızı, şerrin içinde hayır buluruz. Bediüzzaman Said Nursi konuyla ilgili şunları söyler:

“Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşallah sana şifa verir.”

Hem derdim: “Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip kabri düşünmeyip Allah’ı unutup bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen, hastalık gözüyle herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.”[2]

“Senden soruyorum: Bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı sen; başın, elin, midenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlâhiyeyi hissedip şükreder miydin?”

  1. Allah İyilikleri Bazen Musibetlere Saklar

“Musibet kusursuzluğa giden en hızlı attır.” der Meister Eckhart. Biz Müslümanlar da hayrı ve şerri Allah’tan biliriz. Allah; musibeti şer olsun, insanlar sıkıntı çeksinler, üzülsünler, ağlasınlar diye yaratmamıştır. Hayır için yaratmıştır. İnsanlar bugün üzülseler bile yakın veya uzak gelecekte süresiz olarak sevinsinler ve bir daha hicran yaşamasınlar diye yaratmıştır. Esas itibariyle Allah’ın bütün takdirleri bizim için hayırdır. Şer olan da hayırdır. Allah’ın yarattığı her şey hayırdır. Çünkü “O her şeyi en güzel şekilde yarattı.”[3]

“Kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır.”

Bediüzzaman bu meseleyi şöyle açıklıyor:

“Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”[4]

Allah musibeti bizim gelişip yükselmemiz için yaratmıştır. Çünkü her şeyin istediğimiz gibi yolunda ve düzgün gitmesi bizi geliştirmez. Bazı şeylerin ters gitmesi ve yolunda gitmemesi ise bizde saklı güçleri ve gizli kabiliyetleri harekete geçirir. Mesela Bediüzzaman’ın dediği gibi, atmacanın serçe kuşuna saldırması, serçe kuşunun uçuş teknikleri geliştirmesine yarar.[5] Musibetler de bizim kendimizi keşfetmemize ve pozitif yanlarımızı ortaya çıkarmamıza yarar.

Mesela deprem musibettir, tamam. Oysa Allah birçok hazinelerini ve zenginlik kaynaklarını yerin on metrelerce altına depo etmiştir. İnsanların bundan haberi olmaz. Çünkü yerin altındakileri keşfedecek bir aletleri yoktur. Depremle yerin altı üstüne gelir ve içindekileri meydana çıkarır. İnsanoğlu da böylece önemli kaynaklara ulaşır.

Dolayısıyla deprem, evet, musibettir; evleri yıkar, canları yakar, kurulu düzenimizi harap eder. Fakat bu çirkinlik ve şer altında nice saklı güzellikler vardır.

  1. Musibet Sarmalı Hayra Gebedir

Bediüzzaman Said Nursi, “Bir kısım hâdiseler var ki zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle: Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.”[6]

“Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var; bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse “Yağmurun icadı rahmet değildir.” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir.” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu.”[7]

“Hem ateşin halkında çok faydalar var; bütünü de hayırdır. Fakat bazılar, sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse “Ateşin halkı şerdir.” diyemez. Çünkü ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış. Belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.[8] Ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat bazı insanlar, sû-i ihtiyarlarıyla ateşi kendilerine şer yapmakla, “Ateşin icadı şerdir.” diyemezler.”[9]

“Meselâ, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Hâlbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur. “Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa diyebilir misin ki “Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu.” Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz. Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa sekseni bozulsa yirmisi yirmi tavus kuşu olsa denilebilir mi ki “Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu.” Hayır, öyle değil; belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.[10]

“İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Meselâ, melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sâbittir, tebeddül etmez. Kezâ, hayvânâtın dahi şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise merâtib-i terakkiyat ve tedenniyat, nihayetsizdir; Nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.”[11]

Musibet ve hastalıklar da kayıtsız şartsız şer değildirler. Şer olmaları bizim algımıza göredir. Bediüzzaman’ın, “Bazen felaketten saadet çıkar.”[12] sözünde de görüldüğü üzere, eğer sabreder ve isyan etmez isek çarelerine bakar ve gereğini yaparsak musibet ve hastalıkların neticesi -inşallah- hayır olacaktır.

  1. Her Musibet Bir Start Düğmesidir

İnsanoğlu olarak zulmümüz, isyanımız, günahımız hiç bitmez. Bu nedenle Allah’ın gazap tokatlarına hep maruz kalırız. Ne var ki biz inançlı insanlar, rüzgârın sert esmesini bile gazaptan saymalı ve kendi halimize bakmalıyız. Şiddetli yaz sıcağını “min feyhi Cehennem” (Cehennemden bir nefes)[13] sayarız ve ibret alırız. Hatamızı görmeye çalışırız.

Bediüzzaman der ki: “Git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor, ‘Ne diyorsunuz?’ de; elbette, ‘Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr’ dediklerini işiteceksin.” “Semâyı dinle; nasıl ‘Yâ Celîl-i Zülcemâl’ diyor.”[14]

Allah’ın celalini, gazabını, bizi şiddetlice uyarmak istediğini hadiselerin akışından fark ederiz. Başımızda dönen musibetleri böyle yorumlarız. Allah’ın bizimle celal ve gazap diliyle konuştuğunu idrak ederiz ve bir kusurumuz olduğunu fark ederiz.  Musibetlerin, celal dilinin kelimeleri olduğunu anlarız. Ancak bu yorum bizi ürkütmemeli. Kusurumuzu, isyanımızı, günahımızı fark ettiğimiz an işimiz kolaylaşacaktır. Gelen belayı rahmete vesile sayar, tövbe ederiz. Tövbe ettiğimizde, sabunun elimizi temizlediği gibi günahımız dökülüp gider.

Allah’tan ki bu tokatlar gazap olarak gelse de bize günahsızlığa dönüş startı veriyor, bize rahmetin kapısını açıyor, bizi mağfirete ulaştırıyor, bize Allah’ın has kulu olma fırsatını sunuyor. O halde bu musibet, bir start düğmesi sayılmalıdır. Bu start düğmesine dokunulmuşsa güzel günler gelecek demektir. Bizlere düşen ise sabretmektir.

  1. Allah’a mı Küseceğiz?

Rabbim başa şer vermesin ama Allah başa verdiğinde ne yapacağız? Allah’a mı küseceğiz, insanlara mı darılacağız, taşa toprağa mı yükleneceğiz, sebeplere mi saldıracağız? Bunun cevabı “Hayır!”  olmalıdır. Kimseye küsmeyeceğiz. Musibetlerden ders alacağız. Biz akıllı insanlarız. Bir musibetten kaç yönden ders çıkarabiliriz:

Musibetler bize sabrı öğretirler. Sabrın okulu hayatın kendisidir. Sabır ise rahat bir yaşam sürerek öğrenilmez. Sabrı öğrenmek için musibete ihtiyacımız vardır. Sabrı öğrendiğimizde ve başardığımızda ne mi olacak?

İşte Allah’ın müjdesi: “Allah sabredenlerle beraberdir.”[15] “Sabredenlere müjdele!”[16] Bize Allah ile beraberlik şansı veren sabır ahlâkını öğrenmemizi sağlayan “musibet”ten şikâyetçi değil, memnun olmalıyız. Fazla ağır gelirse yine Allah’tan yardım istemeliyiz. Bu nedenledir ki Napoleon Bonaparte: “Büyük musibetler, büyük adamların yetiştiği okuldur.” der.

Musibetler, bize olumsuzluklarla mücadele etme yöntemini öğretir. 2019 yılında Covid-19 gibi bilinmeyen bir virüs ortaya çıktı. Milyonları yatağa düşürdü. Bilim dünyamız aylar boyu bu konuda çalışmalar yaptı. “Bir çaresi var mı, bir aşısı var mı?” diyerek bütün bildiklerinin üzerine yeni bilgiler eklemeye, bilmediklerini öğrenmeye çalıştı. Bir gramın milyonda birinden de küçük bir virüs, bilim dünyasına çok şey öğretti.

Musibetler, ölümü gündemimize sokar. Bu önemlidir. Yoksa biz şu fani dünyayı baki zannedecek, ölümü hatıra getirmeyecek ve ebedî ahireti yok saymaya ve gaflet içinde olmaya devam edecektik. Musibet bize, “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”[17] diye aldatmaz biçimde nasihat eder.

  1. Merak Musibeti İkileştirir

Musibet ve hastalıklar mademki incitiyor, üzüyor, ağlatıyor. O halde şerden ve musibetlerden, hastalık ve salgınlardan Allah’a sığınalım. Allah’ın gücü her şeye yeter. Biz Allah’a sığındığımızda bizi musibetlerden korur. Ancak Allah’a sığınmak tedbiri atlamak demek değildir. Bilakis tedbir, tevekkülün ve Allah’a sığınmanın bir vesilesi saymak ve başvurmaktır.

Allah’a sığınmak bizi gereksiz panikten, evhamdan, meraktan kurtarır. Çünkü hiçbir şeyin Allah’ın kontrolü dışında olmadığı inancı bize huzur vermeye yeter. Bu inanç ne tedbir almaya engeldir ne tedbir almak bu inanca zarar verir.

Şu gerçektir ki merak musibeti ikileştirir. Bediüzzaman der ki: “Sen hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın senin hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen merak etmemeye çalış. Yani hastalığın faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, hastalığın kökünü kes. Evet, merak hastalığı ikileştirir. Maddî hastalığın altında, merak ile mânevî bir hastalığı kalbine verir; maddî hastalık ona dayanır, devam eder.”[18]

Mübalağalı merak ve evham, musibeti artırdığı gibi, Allah’a sığınma inancımıza da zarar verir. Allah’ın hikmetini itham, Allah’ın rahmetini tenkit ve rahmetten şikâyet hükmüne geçer. Aksi maksadıyla tokat yenmesine sebep olur. Unutmayalım şükür nimeti artırdığı gibi şikâyet de hastalığı ve musibeti artırır.

  1. Musibet, Talih Kuşudur

Virüsler, mikroplar, bakteriler ve bizi hasta eden zerreler ve musibetler, tesadüfen meydana çıkmazlar, bizi gözü kapalı seçmezler, bize rastgele saldırmazlar; tamamen ve bizden daha itaatkâr biçimde Allah’ın izniyle, emriyle, iradesiyle, kudretiyle bizi tercih ederler ve bize gelirler.

Bizim başına buyruk yaşadığımız kadar onlar başına buyruk yaşamazlar. Emri alırlar, itirazsız ve hedeften şaşmadan gelirler. Bize onlara “Hoş geldin!” demek düşer. Ona küsmek veya ondan korkmak yerine, ona şöyle hitap edersek rahatlarız.

“Ey musibet! Eğer O’nun izin ve rızasıyla geldinse merhaba, safâ geldin. Çünkü elbette bir vakit O’na döneceğiz ve O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na müştâkız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzâd edecektir. Haydi, ey musibet, o terhis ve o âzâd etmek senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa benim takatim yettikçe, emin olmayana, Malikimin emanetini teslim etmem”[19]

Allah senin muhtaç olduğun her rızkı sana nasıl gönderiyorsa bu zerreleri, bu virüsleri, bu musibeti sana gönderen de odur. Senin aldığın tedbir o nedenle işe yaramadı. O nedenle korkun da işe yaramadı. Sen tedbirinle sadece sana düşeni yaptın. Sana düşeni yapmak senin vazifendi. Daha ötesini de yapamazdın. Yapmaya güç yetiremezdin.

Bu musibeti seni seçerek ve aldığın tedbiri de geçersiz kılarak sana gönderdiğine göre Allah seni özel seviyor, bu şer eliyle senin dereceni yükseltmek istiyor, senin günahını bağışlamak istiyor ve seni has kulları arasına almak istiyor. Hiç endişe etme! Bu musibet senin için bir talih kuşudur! Bu musibet sana hayır getirecektir! Bu şer sana iyi olacaktır!

Bu musibet sana şunu söylüyor: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlik’ini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.”[20]

Malik’ini tanı; bak, dünyan değişecek! Bu şerrin sana manevî ibadet kazandırdığını fark et, yüksek sevabını düşün, başka şeyle ulaşamadığın mükâfatına ulaşmaya bak! Sana uzanan İlahî eli tut! Bu musibeti sevmeye çalış! Başka fırsatın olmayabilir. Hayat kısadır. Ahiret hayatı ise uzundur ve sonsuzdur.

  1. Perde Açılsa

Bu musibet-metre ile yüce yaratıcı, senin musibete karşı direncini, sabrını, teslimiyetini, tedbir ile tevhid arasındaki dengeyi koruyup korumadığını, inancını, dirayetini ölçüyor. İmtihandasın. Sakın, sorulara lakayt kalma! Sorular seni terfi ettirmek için soruldu.

Bak, böyle sorularda peygamberler nasıl davranmışlar. Sabır kahramanı Hazret-i Eyyüp Aleyhisselam vücudundaki yara bere için yıllarca nasıl sabretti? Yarası büyük olduğu halde ağrısı çok olduğu halde bir defa olsun Allah’a sitem etmedi. Bir defa olsun kendisine hizmet eden şefkatli ailesine kızmadı. Sen de Allah’a sitem etme! Sen de sevdiklerine kızma!

Bir terzi farz edelim. Ücretli bir model üstünde güzel bir elbisenin provasını yapacak. Elbiseyi modele giydiriyor. Modeli oturtuyor, kaldırıyor. Elbiseyi uzatıyor, kısaltıyor. Modelin: “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun.” demeye hakkı var mı?[21]

İşte, yüce Allah, bizdeki sanatını bu musibet ölçeğiyle ölçüyor ve bize hissettiriyor. Muhtelif isimlerinin cilvelerini bu şer ölçeğiyle gösteriyor. Mesela şifa Şafi isminden, rızıklar Rezzak isminden, sevgi Rahman isminden, şefkat Rahim isminden, ilim Âlim isminden geliyor.  Rezzak ismini hissetmemiz için aç olmamız lazımdır. Açlığımızın şiddeti derecesinde Rezzak ismini daha bir içten hissederiz. Şafî ismini hissetmemiz için hasta olmamız lazımdır. Ve hastalığımızın şiddeti ölçüsünde Şafi ismini ve verdiği şifayı daha etkin hissederiz. Rahman isminin sevgisini, Rahim isminin şefkatini hastalığımızda çok daha yakından tadarız. Yüce Mevla’mızın merhametini ve şefkatini üstümüzde hissederiz. Sevdiklerimiz ve yakınlarımız bize her zamankinden daha fazla sevgi ve şefkat gösterirler. Masumiyetimizle birden gözlerine girmeye, onlar tarafından daha bir canla sevilmeye başlarız. Elem ve acımız çok hafifler.

Keza musibetler, elem ve acısı üzerinde gösterdiğimiz sabırla bizi Sabûr ismine ulaştırırlar. Sabûr ismine ulaşmanın musibetten daha etkili yolu yoktur. Sabûr ismine ulaşan kimseler ebedî mükâfat ve mutluluk ile müjdelenirler.[22]

Musibetler bize öyle güzel nimetlere kapı açar ki eğer perde açılsa korktuğumuz ve dehşet aldığımız yüzey arkasında çok sevimli ve güzel manaları buluruz.[23]

  1. Musibet Nasıl Ucuza Düşer?

Musibetin arka yüzü, sabretmek şartıyla sonsuz rahmettir. Peygamber Efendimiz (asm), “Mü’mine bir diken veya daha da küçük bir şey de isabet etse Allah onunla Mü’minin derecesini artırır, günahını bağışlar.”[24] buyurur. Bediüzzaman: “Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir.”[25] der.

Bu durumda musibete iki yönlü bakmamız lazım:

  1. Günahımızın bağışlanmasını netice verir. Kabre ve ahirete ulaşmadan günahımızın bağışlanması fevkalade büyük bir İlahî lütuftur. Bu durum kabirde ve ahirette bize inşallah huzur getirecektir. Kabirde ve ahirette inşallah azap olmayacak demektir. Bu, güzeldir.
  2. Mükâfattan haber verir. Sabrettiğimizde bize yüce Allah’ın rızasını kazandırır. Bu da eşsiz biçimde güzeldir.

Arif kimseler, dünyada ve ahirette huzur bulmak için şu iki şeyi ihmal etmemişlerdir:

  1. Ölümü hayatın en doğru, en şaşırtmaz, en sağlam gerçeği ve nasihatçisi saymışlardır. Dünyanın fani olduğunu, asıl hayatın ahiretteki sonsuz hayat olduğunu bilmişler ve sonsuz hayat için hazırlık yapmışlardır.
  2. Nefsin ve kör hissiyatın bizi aldatmaması için çilelerle ve riyazetlerle nefs-i emmarenin öldürülmesine çalışmışlardır.

Musibetzedeye bu iki esas kendiliğinden verilmiş oluyor. Musibete uğrayan biri yüce Allah’a teslim olmakla ve O’na dayanmakla, bu musibet denilen şer eliyle az bir zamanda velayet mertebesi kazanır. Allah katında makbul bir kul olur. Böylece bu sevimsiz bela, ona çok ucuza düşer.[26]

  1. Hesabın Dünyadayken Kapanması

Mahşere ve hesap gününe iman ediyoruz elhamdülillah. Dünyanın günahlarının nihayet kendisine getirileceği o büyük divan! İster misiniz o büyük divan gelmeden bütün hesaplarınız kapansın?

Diyelim ki mahalle bakkalına bir yığın borcunuz var! Utancınızdan bakkalın önünden geçemiyorsunuz. Sonra bir gün mecbur kaldınız, utana sıkıla ekmek almaya girdiniz, tam para verecektiniz ki bakkal size: “Hayır, olmaz! Borcunuzu birisi fazlasıyla ödedi, defterinizi sildirdi!” dedi! Ne hissedersiniz, sevinçten uçmaz mısınız?

İster misiniz bu musibet karşılığında bütün cürümleriniz silinsin, bütün günahlarınız dökülsün? Emin olun ki hastalıklar ve musibetler eşsiz bir günah dökücüdür! Hangi musibet olursa olsun insana ıstırap ve acı veren şey, bir iğne ucu kadar bile olsa ahirette rahmetin, mükâfatın ve müjdenin habercisidir.

Peygamber Efendimiz (asm) bunu şöyle ifade ediyor:

“Mü’min kişiye hiçbir yorgunluk, hastalık, kaygı, üzüntü, keder, sıkıntı isabet etmez ki; hatta ayağına batan bir diken bile yoktur ki onunla günahları silinmesin.”[27]

Sabunun kiri pası elden temizleyip attığı gibi hastalıklar da günahları döker. Ermiş ağacı silkelemekle nasıl meyveleri dökülüyorsa; iman sahibi bir hastanın titremesi de öylece günahları döker.[28]

Dolayısıyla hastalığına sabredip şikâyet etmeyen; sadece sabrı ile bu sayılı günlerdeki hastalığı nedeniyle, ebedî ahiret ıstıraplarından kurtulmuş olacak, ebedî hazlara ve ebedî güzel günlere –inşallah- ulaşacaktır. Bu hastalık; gaflet perdemizi yırtmakta, aczimizi ve zaafımızı bize göstermekte, ama o aczin ve zaafın penceresiyle Yüce Mevla’nın kudretine ve rahmetine bizi ulaştırmaktadır.

Allah’ı tanıyan kimse için üzüntü yoktur, korku yoktur, gam yoktur, keder yoktur, hicran yoktur. Hastalığı nedeniyle ümitsizlik hiç yoktur. “Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.”[29]
Kur’ân buyurur ki: “Bilin ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.”[30]

  1. Hatası da Telafisi de İçindedir

Bize hep uyarıcılar lazımdır. Çünkü çok hata yapıyoruz. Peygamberler bu nedenle gelmiş, kitaplar bu nedenle inmiştir. Ebedî bir memlekete giden kişiler olarak aslında insanın çok fazla hata yapma lüksü yoktur. Çünkü dünyadan gidince telafisi olmayacaktır.

Telafi ancak içinde hata da yaptığımız bu dünyada mümkündür.  Hem hata hem telafi… Evet, bu dünya böyle bir memlekettir. Hatası da telafisi de içindedir. Bu dünyadan gidince neticeler âlemini göreceğiz. Ne hata yapma lüksümüz olacak ne de telafi etme vaktimiz!

O zaman üzülmeyecek miyiz, “hatalarımı neden dünyada iken döküp bitirmedim” diye, “keşke ahirete tövbe etmiş olarak gelseydim” diye, “keşke hastalık ve musibet gibi şeylerle Kadir Mevla’m hatalarımın kefaretini alsaydı” diye? İşte, bu hastalıkla, bu musibetle Kadir Mevla’m hatalarının telafisini alıyor, bunu günahların kefaretine sayıyor. Bununla seni affediyor. Ve seni annenden doğduğun gibi tertemiz hale getiriyor.

Resulullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Taun şüphesiz bir azaptır. Allah dilediği kuluna gönderir. Muhakkak ki Allah, taunu mü’minler hakkında şehadet vesilesi kılmıştır. Bir yerde taun zuhur eder de orada bulunan bir mümin, sabrederek sevap umarak ‘Bu taun yalnız Allah’ın takdir ettiği kimseye isabet eder.’ diyerek bulunduğu şehirde kalırsa Allah ona şehit sevabı yazar.”[31]

Düşünebiliyor musun, şehidin ecri kadar sevap ayağına gelmiş de sen farkında değilsin? Neredeyse reddedeceksin! Olacak şey mi? Bu sevap sen isteyince gelmez. “Ha!” Deyince bulunmaz! Bu fırsat senden geçince sana bir daha dönmez! Senin için bu bir altın fırsattır! Şifanı yine iste, tedavine yine git, doktoruna yine başvur! Ona mâni yok! Ama fazla merakınla ve sabırsızlığınla bu sevabı kaçırma! Merakını sabrına sür! Gereksiz merakı kaldır! Şifan için çalış! Ama rahmet hakkında su-i zan etme! Rahmet, bu hastalığını sana derman kılıyor.  Hastalığın dermanındır.

Bu nedenle Said Nursi hazretleri diyor ki: “Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor.”[32]

Öte yandan bu hastalık senin kısa ömrünü sevabıyla uzun bir ömür hükmüne getiriyor. Kısa bir ömürde devşiremeyeceğin kadar sevabı sana tahsis ediyor. Bu hastalıkla ölüm gelse senin ruhunu şehit olarak alıyor. O halde gam yok! Çünkü rahmet var! Keder yok! Çünkü Kadir Mevla’m seni seviyor ve senin memnun olacağın şeyi yapıyor! Memnun olacağın şeyden ürkme! Musibet ve hasatlıktan ürkme!

Sonuç

Hastalık ve musibetlerin rahmetten ileri geldiği bu çalışma sonucunda tespit edilmiştir. Musibetler bu yönüyle insanlara rahmet müjdesi getirirler. Bu musibetler zahirde bir azap çektirseler de aslında insanları ahiretin cehennem azabından kurtarmak için gelen bir tecellidir. Dolayısıyla hasta olan veya musibete uğrayan birisine elden geldiği ölçüde yardımcı olmakta yarar vardır. Bu da bir çeşit ibadettir. Ancak musibet ve hastalığa yakalanmayı bir hicran an (burada “hicran”kelimesi sanırım mana itibariyle de uygun değil ama ne konulması lazım geldiğini bilemedim?)saymanın doğru olmadığı görülmüştür. Rahmetten şikâyet etmek doğru olmadığı gibi Rahmeti azaba çevirmek de doğru değildir. Bu yük ne kadar ağır da gelse sığınılacak limanın yine Allah’ın inayeti olacağı bilinmelidir.

 

 

Kaynakça

Buharî, C.9, Hadis no: 1418.

Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16

Dârimî, Rikâk: 57;

İbn Hibban, VII, 166

Kur’ân-ı Kerim, Bakara Suresi

Kur’ân-ı Kerim, Secde Suresi

Müslim, Birr: 45

Müsned, 1:371, 441, 2:303, 335, 3:4, 18, 38, 48, 61, 81

Nursi, Bediüzzaman Said, Eski Said Dönemi Eserleri,, Yeni Asya, İstanbul, 2017

Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya, İstanbul, 2017

Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Yeni Asya, İstanbul, 2017

Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya, İstanbul, 2017

 

 

 

[1]       Bakara Suresi: 216

[2]       Lem’alar, s. 329

[3]       Secde Sûresi: 7

[4]       Sözler, s. 259

[5]       Sözler, s. 260

[6]       Sözler, s. 259

[7]       Mektubat, s. 55

[8]       Mektubat, s. 55

[9]       Lem’alar, s 159

[10]     Mektubat, s 56

[11]     Mektubat, s. 56

[12]     Eski Said Dönemi Eserleri, Sünuhat, s. 352

[13]     Mektûbât, s. 15; Buhari, 1/142, 162

[14]     Sözler, s. 372

[15]     Bakara Suresi: 153

[16]     Bakara Suresi: 156

[17]     Lem’alar, s. 328

[18]     Lem’alar, s. 332, 333

[19]     Lem’alar, s. 214

[20]     Lem’alar, s. 330

[21]     Lem’alar, s. 23, 328

[22]     Bakara Suresi: 155

[23]     Lem’alar, s. 328

[24]     Müslim, IV, 1991

[25]     Eski Said Dönemi Eserleri, Hakikat Çekirdekleri, s. 557

[26]     Lem’alar, s. 342, 343

[27]     İbn Hibban, VII, 166

[28]     Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16; Müslim, Birr: 45; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:371, 441, 2:303, 335, 3:4, 18, 38, 48, 61, 81

[29]     Lem’alar, s. 331

[30]     Yunus Suresi: 62

[31]     Buhari, C.9, H.no: 1418

[32]     Lem’alar, s. 327