RİSALE-İ NUR KONGRELERİ VE MASA ÇALIŞMALARI

DEKLARASYONLAR

Bu deklarasyonlar, Risale-i Nur Enstitüsü ve Köprü Dergisi tarafından tertip edilen Risale-i Nur Kongreleri ve Masa Çalışmalarında gerçekleştirilen oturumlar sırasında açıklanan ve genel kabul gören kanaatleri bildirmekte olup toplantı yöneticileri ve sekreterleri tarafından toplantılar sırasında alınan notlar üzerinde çalışılarak hazırlanmıştır.

 

Said Nursî’nin İslam Dünyası Tasavvuru:
Hutbe-i Şamiye

  1. Risale-i Nur Kongresi,
    01.04.2011, ŞAM
  2. MASA:

Ümit

KATILIMCILAR

Doç. Dr. Adem ÖLMEZ

Doç. Dr. Ensar NİŞANCI

Doç. Dr. Hasan TANRIVERDİ

Prof. Dr. Ali BAKKAL

Prof. Dr. Doğu ERGİL

Prof. Dr. Mehmet İPÇİOĞLU

Malik ATOM

Yunus Emre ORHAN

 

  1. İman, evrenin ilahi aklın eseri olduğuna, bilimin nesnesi olan tabiat kanunlarının bu ilahi düzenin parçası olduğuna inanmaktır. İmanın diğer yönü de insanlar arasındaki ilişkilerin ölçüsü diyebileceğimiz ahlakın, toplum düzeninin temeli olduğuna inanmaktır.
  2. Said Nursî, ümidi Kur’an’ın tarif ettiği imanın bir özelliği olarak görür. Kur’an Müslümanlara Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesini öğütlemektedir. Buna karşılık ümitsizlik ise, amaçları için yeterince çabalamayan, çabalarının ödüllendirileceğine inanmayan ve iman etmeyen insanların ruh halidir. Ümidin yitirilmesi, insanın şevkini kırdığı gibi, özgüvenin yitirilmesine de neden olur. Said Nursî’ye göre, her şeyi bilen, gözeten ve koruyan Yaratıcı olduğuna göre, Müslümanlar ümitsizliğe kapılmamalıdır.

İlahi mesaj, insanlara ilahi adaletin var olduğunu, bağışlamanın, iyi niyetin, çok çalışmanın, başkalarına hizmetin ödüllendirileceğini müjdelemektedir.

  1. Said Nursî, etkin ve edilgen ümit nitelemesi yapar. Edilgen ümidi iyi şeylerin olmasını bekleme tembelliği olarak tanımlar. Etkin ümidi de ihtiyacı karşılamak ve zamanın gereğini yerine getirmek olarak belirtir. Ümit Bediüzzaman için yapabilirlik duygusudur. Yapabilir insan ve toplum ümidini kaybetmez. Yapabilirlik duygusunun önemli bir kaynağı da hürriyettir.
  2. İmanın ümidi gerektiren özelliğine rağmen, İslam dünyasının Batı karşısında üstünlüğünü kaybetmesiyle, Müslümanlar ümidini yitirmeye başlamış ve rekabet etme yeteneğini kaybetmiş, bu ümitsizlik hali de adeta bir kanser gibi, İslam toplumunun gelişmesinin önündeki en büyük engeli oluşturmuştur.
  3. Batı, Rönesans ve Reformla başlayan süreçte, Katolik kilisesinin yüklediği ümitsizlik ve güvensizlik psikolojisini yenerek, büyük bir gelişmenin temellerini atmıştır. Çağın gereklerine uygun gelişmeyi sağlayamayan Müslüman toplumlar, siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki bunalımların içerisine girmiştir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile onları canlandıran “emel” olduğu gibi, Müslümanları öldüren “yeis” olmuştur.
  4. Said Nursî, bu bunalımın giderilmesinin en başta, ümidin yeniden kazanılmasına bağlı olduğunu vurgulamıştır. Ümidin yeniden kazanılması da İslam’ın özünde var olan değerlere dönmek anlamına gelmektedir. Taklit ve tembellik terk edilerek akli ve ilmi yöntemlerle bireyin ve toplumun gelişmesini önerir.
  5. Said Nursî, yoksulluğa, cehalete, atalete, istibdat (zorbalık, keyfilik) ve esarete karşı verilecek bir uygarlık çabası ile ümitsizliğin yok edileceğine inanır. Bunun için ilim ve imanın el ele vererek Doğu’dan yükselecek bir medeniyetin gereğine vurgu yapar. Şam hutbesi, bundan 100 sene önce Bediüzzaman’ın bu kentte yaktığı ümit ışığının bugün İslam dünyasında daha gür bir aydınlığa dönüştüğünü müjdeler.
  6. Bugün ümitsizliğin doğurduğu teslimiyetle beslenen istibdadın sorgulandığı ve çözüldüğü bir döneme girdik. Bediüzzaman bu çözülmenin özgürlükle sonuçlanacağını; özgür insanın ilim ve imanı kendi iradesi ile sentezleyerek yeni bir uygarlığın hamurunu yoğuracağını öngörür. Bize düşen görev, bu vaadi bütün insanlığa duyurmaktır. Bu yeni uygarlığın uzun ince bir yol olduğu ve sabır gerektirdiği unutulmamalıdır.
  7. MASA:

Sıdk

KATILIMCILAR

İntizam Seyda DURGUN

Mustafa Said İŞERİ

Dr. Hakan YALMAN

Hasan YÜKSELTEN

Kâzım GÜLEÇYÜZ

Prof. Dr. Davut AYDÜZ

Sadık YALSIZUÇANLAR

Sönmez ARTAN

Faruk AKHAN

 

  1. Doğruluk, dürüstlük, sadakat, bağlılık, istikamet, ihlâs vb. anlamları içeren sıdk, imanın özelliği, İslamiyet’in temeli, yüksek ahlakın özü, İslam dünyasının nizamı, insanlığın cihanşümul değeridir.
  2. Varlığın ve olayların hakikati tahkiki imanla anlaşılır. Sıdk bu hakikati bulmanın, anlayıp ifade etmenin ve ona bağlı kalmanın gereğidir.
  3. Sıdkın kaynağı vahiydir. Kur’an’ın “Sâdıklarla beraber olun! (Tevbe, 9/119)” emri iman-küfür, sıdk-kizb (doğru-yalan) mücadelesinde daima doğrular ve doğruluk üzere olmanın önemini dile getirmektedir.
  4. Peygamber Efendimiz’i (asm) insanlığın zirvesine çıkaran hakikatlerden birisi de sıdktır. O’nun (asm) bütün söz, fiil ve halleri sıdkını gösterir. Günümüzde iç içe geçmiş olan sıdk ve kizb, Asr-ı Saadet’te alabildiğine birbirinden uzaklaşmıştır. Günümüz Müslümanları olarak biz de, eğer doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu yaşayarak gösterirsek, bu, insanlığın hakikatle buluşmasını hızlandıracaktır.
  5. İman tasdiktir; inkâr yalanlamadır. Tahkiki iman ne kadar inkişaf ederse tasdik, yani sıdk o derece güçlenir. Sıdkın olmadığı bir toplumda da riyakârlık, dalkavukluk, nifak gibi hastalıklar yayılır. İslam toplumlarının bu hastalıklardan kurtuluşu sıdk ile ve doğrulukladır.
  6. Toplum hayatının önemli bir boyutu olan siyaset kurumunun yalancılıktan, ikiyüzlülükten, çıkarcılıktan uzak, ahlaki bir zeminde, sıdk üzere yapılandırılması zorunludur.
  7. İnsanlığın, son yüzyıllarda karşılaştığı sorunların temelinde, özü itibariyle yalana dayanan materyalist felsefenin ürettiği ideolojiler yatmaktadır. Dünya savaşları, bölgesel çatışmalar, çıkar kavgaları, diktatörlükler, zulüm ve sömürüler, ahlakî olmayan hayat tarzları bu ideolojilerin ürünüdür.
  8. Kitlesel iletişim ortamlarında, gerçek-dışı bilgilere, karalayıcı ve abartılı, kişilik haklarını zedeleyici haber ve yorumlara, ahlak ve aile değerlerini sarsıcı yayınlara yer verilmemelidir. Medyada başta sıdk olmak üzere ahlaki değerlerin esas kabul edildiği bir yayıncılık anlayışı hâkim olmalıdır.
  9. Modern hayatın, aldatıcı ve abartılı reklam ve pazarlama teknikleriyle günümüze taşıdığı hırs ve israfa yol açtığı davranışlar, insanı ölçülü bir hayattan uzaklaştırmıştır.
  10. Sıdk üzerine kurulu bir hayat tarzı insanlığın özlemidir. Yalan, ilkesel anlamda reddedildiği gibi, maslahat gerekçeli (beyaz) yalanlardan, şakayla yapılan yalanlara varıncaya kadar yalanın her çeşidinden uzak durulmalıdır. Peygamberimizin (asm) “aldatan bizden değildir” sözü hayat prensibi haline getirilmelidir.
  11. MASA:

Muhabbet

KATILIMCILAR

Sabahattin YAŞAR

Doç. Dr. Atilla YARGICI

Abdülkadir MENEK

Abidin KARTAL

Ahmet TAŞGETİREN

Ali FERŞADOĞLU

Mustafa ÖZCAN

Prof. Dr. Bünyamin DURAN

Muhammed Ceylan MORGÜL

 

  1. Sevgisizlik insanlığı tehdit eden ve kıyamete sürükleyen küresel bir hastalıktır. Bu hastalık ise bitmez tükenmez savaşlar, terör, iç karışıklıkları ve sosyal parçalanmaları netice vermiştir. Kıyamet sevgisizlikle kopacaktır.
  2. Sevgisizliğin temelinde insanoğlunun Yaratıcı ile ilişkisinin kopması yatmaktadır. Sevgisizlik; iman zaafı, dünyevileşme, cehalet, istibdat, ırkçılık, bencillik, cemaat ve meşrep taassubu, ihtilaf şeklinde tezahür etmektedir.
  3. Varlığın yaratılış hamurunda Allah’ın sevgisi vardır. İslamiyet mizacı sevmeyi gerektirir.
  4. Sevginin merkezi olan kalp, Allah’a muhabbet ve varlıkları O’nun hesabına sevmeye uygun olarak yaratılmıştır.
  5. Sevgi sadece soyut bir kavram değil, aynı zamanda fiiller ve davranışlar bütünüdür. Hikmetli bilgi, adaletli yargı, şümullü şefkat, ahlaklı sorumluluk, dostane ittifak ve kardeşane ittihat sevgi göstergesidir.
  6. Marifetullahtan gelen sevgi, aileyi, akrabaları, komşuları, toplumları ve insanları kaynaştıran en önemli bir iksirdir. İslam’ın sosyal yardımlaşma kurumları, insanlar arasındaki sevgiyi güçlendirir.
  7. Bütün insani problemler sevgisizlikte, çözümleri de sevgidedir.
  8. Sevgisizliğin tedavisi için, evrensel planda bir sevgi eğitimine ihtiyaç vardır. Sevgi eğitimi, Said Nursî’nin, Kur’an ve sünnet kaynaklı ihlâslı sevgi önermesi çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. İhlâslı sevgi karşılık beklemeden ve Allah için sevmektir. İhlâslı sevgi aynı zamanda iman ve Kur’an’a hizmet eden gruplar arasında ittifak, yardımlaşma ve dualaşmayı gerekir.
  9. Kur’an bir yönüyle bir sevgi kitabıdır. Habibullah olan Hz. Peygamber, bir sevgi muallimidir.
  10. Said Nursî’nin ““Biz muhabbet fedaileriyiz. Husumete vaktimiz yoktur” çağrısı, bütün insanlığın ortak gönül iklimi haline gelmelidir.
  11. MASA:

Uhuvvet

KATILIMCILAR

Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ

Bestami Said ÇİFTÇİ

Doç. Dr. Halil İbrahim BULUT

Müfit YÜKSEL

Prof. Dr. Ejder OKUMUŞ

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE

Yrd. Doç. Dr. Veysel KASAR

Metin ŞENCAN

 

  1. Yeniden kardeşleştirme çağrısının temeli, tevhid inancının ve güzel ahlakın yeniden ihyasıdır.
  2. Yeniden kardeşleştirme, insan haklarının en geniş alanda uygulandığı hür bir sistemde olabilir.
  3. Yeniden kardeşleştirme çağrısı “mü’minler ancak kardeştir” ayetine dayanır. Bu yaklaşımda dışlayıcı ve tekfirci İslami anlayış şiddetle reddedilir.
  4. Kardeşliğin tamiri ve korunmasında Asr-ı Saadet kardeşliği model alınır ve bu modelde muhabbet ve sevgi esastır.
  5. Yeniden kardeşleştirmenin gerçekleşmesinde bütün sosyal ve beşeri ilişkilerin önyargısız kurulması ve bilgi temelli olmayan tarafgirliğe düşülmemesi son derece hayatidir.
  6. Kardeşliğin tesisinde önde gelen toplum aktörlerine sorumluluk duygusu çerçevesinde ihlâs ve samimiyetle hareket etme görevi düşer. Bu bağlamda ittifak noktaları üzerinde durmak, birlik noktalarına önem vermek, güçlü bir şahs-ı manevi oluşturmak şarttır.
  7. Gerek İslam âleminin, gerekse tüm dünyanın barış ve kardeşlik ortamına kavuşması, yeniden kardeşleştirme çağrısının hayata geçirilmesiyle mümkündür.
  8. MASA:

Hürriyet

KATILIMCILAR

Av. Kadir AKBAŞ

Prof. Dr. Ahmet BATTAL

Doç. Dr. Bekir Berat ÖZİPEK

Dr. Levent BİLGİ

Dr. Recep ARDOĞAN

Dr. Ömer ERGÜN

Dr. Cemil ERTEM

Prof. Dr. Adnan ARSLAN

Prof. Dr. Recep ŞENTÜRK

Prof. Dr. Servet ARMAĞAN

Turgay OĞUR

İbrahim ERDOĞAN

 

  1. Allah’ın insanlığa bir ihsanı ve imanın bir özelliği olan hürriyet; Allah’a samimi kul olmak, Rab olarak Allah’tan başkasını tanımamaktır. Zalimler karşısında zillet göstermemek, başkalarını da zorbalıkla zillete düşürmemek, imanın bir özelliği olan hürriyetin gereğidir.
  2. Said Nursî’nin öngördüğü gibi yeni devir “malikiyet ve serbestiyet devri”dir. Beşerin fıtrî hürriyetini aradığı bu devirde, Müslümanlar yeni dönemin öncüsü olmalıdırlar.
  3. Dünyanın artık küresel bir köy haline geldiği yeni dönemde fikirlere engel koyan değil, engelleri aşan kazanacaktır. Bu bağlamda, fikir ve düşünce hürriyetinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
  4. İslam milletlerini kayıtlayan istibdat zincirlerini kırıp dağıtacak, meşveret ve şuradır.
  5. İslam dünyasındaki hürriyet hareketleri hiçbir milli veya ferdi çıkar hesabı yapılmaksızın desteklenmeli, taraflar şiddet kullanmaktan kaçınmalıdır.
  6. Devlet bireye bir din ve ahlak tercihi dayatmaktan kaçınmalı, ahlaklı ve faziletli bir toplum teşkilinde sivil toplum öncü olmalı, devlet bu çalışmaları teşvik etmelidir.
  7. “Ahlaksızlık” bir “ahlak tercihi” değildir. İnsanın kendi maddi varlığını ortadan kaldırmasına izin verilemeyeceği gibi, kendi iradesini ortadan kaldırmasına da izin verilemez.
  8. Memuriyet ve siyaset millete hizmetkârlık niyetiyle ve adaletle olmalı, hak ve hürriyeti ihlal eden despotluğun vasıtası olarak görülmemelidir.
  9. İnsanların birlikte yaşama mecburiyetleri, hürriyetlerin sınırlandırılmasını da kaçınılmaz kılmaktadır. Bediüzzaman bu noktada herkesin meşru davranışlarında serbest olması gerektiğini ifade eder.
  10. Bediüzzaman’ın yüz yıl önce irad ettiği Şam Hutbesi; aşağılanmayı, insan onurunun hiçe sayılmasını kabullenmeyen, haksızlar ve zalimler karşısında alçalmayan, küçülmeyen, mazlumları aşağılamayan, insanlık onurlarını zedelemeyen; zalimlere dalkavukluk yapmadığı gibi zayıf ve güçsüzlere de zorbalıkla davranmayan, zorla hükmetmeyen, kibirlenmeyen, şefkatle donanmış imanlı bireylerden oluşan bir İslam toplumu tasavvur etmektedir.
  11. MASA:

Hamiyet

KATILIMCILAR

Doç. Dr. Vedat DEMİR

Ahmet DURSUN

Doç. Dr. Kadir CANATAN

Doç. Dr. Yakup ASLAN

Nimet DEMİR

Mustafa AKYOL

Murat KARA

 

  1. Hutbe-i Şamiye, İslam medeniyetini yeniden ihya sürecinde, asrın gidişatı ve o asırda yaşayan Müslümanların yapısal problemlerini tahlil eden ve bu konularda çözümler sunan içtimai ve İslami bir manifestodur.
  2. İslam toplumlarını geri bırakan ve İslam âleminin gelişmesini engelleyen hastalıkların en önemlilerinden biri ‘menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek’tir. Bireysel menfaat ve çıkarların toplumsal fayda ve dayanışmanın üstüne çıkarılması egoizm, narsisizm, benmerkezcilik ve ötekileştirme gibi sonuçları doğurmaktadır.
  3. Hamiyet, ferdin ve toplumun farklılıklarını tanıyan, onların gelişmesine imkân sağlayan, hak ve özgürlüklerini teminat altına alan uzlaştırıcı bir kavramdır.
  4. Hamiyet, ‘bireycilik ve toplumculuk’ fikirlerinin ötesinde, toplum ve fert ilişkilerini sağlamlaştıran, muhabbet ve yardımlaşmayı artıran bir anlayıştır. Ne ferdi topluma ne de toplumu ferde feda eder. Toplumun menfaatini ferdin; ferdin menfaatini de toplumun gelişmesinde görür.
  5. Hamiyet kavramı hak ve sorumlulukların dengeli olarak kullanılmasını içermektedir. Haklar, yöneticiler tarafından güvence altına alınmalı, sorumluluklar ise ferdin özgür iradesine bırakılmalıdır.
  6. Hamiyet, ferdin kendi vicdanından, aile ve sosyal çevresinden destek alan; geliştirilmesi gereken bir duygudur. Temelini imanın teşkil etmesi gereken bu duygu, eğitim yoluyla doğru istikamete yönlendirilmelidir.
  7. Hamiyet, ancak Allah ve ahiret inancıyla bezendiği, İslam ahlak ve faziletiyle hayata geçirildiği takdirde sadakat, adalet ve mertlik gibi yüksek hasletleri doğuran, ümitsizliği ortadan kaldıran bir değer haline gelir.
  8. Hamiyet-i diniye, hamiye-i milliyeyi de içinde barındıran, aidiyetleri reddetmeyen, daha üst bir kimliği ifade eder. Hamiyet-i milliye, hamiyet-i diniyenin yerine geçemez. Ancak ona tabi ve hizmet etmekle gerçek anlamını kazanabilir.
  9. Hamiyet, ancak meşveret-i hakikiye sonucu doğru bir mecra kazanabilir. İslam toplumunun geleceği meşveret-i hakikiye sonucu oluşacak bir hamiyet anlayışıyla inşa edilmelidir.
  10. İttihad-ı İslam’a muhtaç olan İslam âlemi bunu ancak hamiyet-i diniye ile gerçekleştirebilir. İslam toplumları ayrıştırıcı değil, birleştirici ortak değerler etrafında kenetlenmelidir.