The Controversies of Muslims and the Brotherhood of Islam

Giriş

Kur’an-ı Kerim “Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin
arasını düzeltin”[1] der. Ayrıca, “Kötülüğe
iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan
kimse candan bir dost oluvermiştir”[2]
buyurur. Bir diğer ayette, gerçek müminlerden bahsederken onları “Öfkelerini yutanlar
ve insanların kusurlarını affedenler” diye tavsif eder.[3]
Bu ayetler gösteriyor ki, müminlerin temel vasıfları iman, ittifak ve vifaktır;
kin, nifak ve adavet değildir.

Özellikle baştaki ayet-i kerime, Allah’ın emrettiği ıslah ve barışma
prensiplerini dile getirmektedir. Islahın şekli ve gerekçesi ayetin içindedir. Bu
da müminlerin iman sebebiyle kardeş olmalarıdır. Zira iman kardeşliği esastır. İman
kardeşliği olmadığı zaman nesep ve kan kardeşliğinin hiç bir önemi yoktur. Bu ayeti
tefsir eden bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v): “Müslüman Müslümanın kardeşidir;
ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu kötülemez.”[4]

Bediüzzaman, kafirlerin ortaya koydukları uygarlık ile müminlerin
ortaya koydukları uygarlık arasındaki farkları anlatırken, kafirlerdeki hamiyet
ve soy kardeşliğinin ciddi bir temele dayanmadığını, gerçek kardeşliğin sadece iman
kardeşliğiyle mümkün olabileceğini ifade ediyor ve özetle şöyle diyor:

“Kâfirlerin medeniyetiyle müminlerin medeniyeti arasındaki fark
şudur: Kâfirlerin medeniyeti medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri
parlıyor, batını da yakıyor. Dışı süs, içi pis; sureti menus, sireti makûs bir şeytandır.
Müminlerin medeniyeti ise, batını nur, zahiri rahmet; içi muhabbet, dışı uhuvvet;
sureti muavenet, sireti şefkat, cazibedar bir melektir. Çünkü mümin olan kimse,
iman ve tevhit sayesinde, kâinata bir mehd-i uhuvvet nazarıyla baktığı gibi, bütün
mahlûkatı, bilhassa insanları ve Müslümanları birbirine bağlayan ipin ancak uhuvvet
olduğunu bilir. Çünkü iman bütün müminleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan
kardeşler gibi kardeş addediyor. Küfür ise, öyle bir soğukluktur ki, kardeşleri
bile kardeşlikten çıkarır. Ve bütün eşyada bir nevi ecnebilik tohumunu ekiyor. Ve
her şeyi her şeye düşman yapıyor. Evet, hamiyet-i milliyelerinde bir uhuvvet varsa
da, muvakkattir.”[5]

Yaklaşık 200 yıldan beridir İslam dünyasının siyasi liderleri, ulema
ve elitleri arasında süren ihtilafların asıl sebebinin, iman kardeşliğinde görülen
zafiyetler olduğu şüphe götürmez bir hakikattir. Bediüzzaman İslâm toplumunun dini
ve manevî hayatında sorumluluk mevkiinde bulunan bir kişi veya elit bir zümre olmanın
getirdiği mükellefiyet açısından kardeşliğin, ittifakın ve ihlâsın önemine işaret
eder. Bediüzzaman, bu noktada, İslâm dünyasında aktif rol oynayan "ehl-i din, eshab-i
ilim ve erbab-i tarikat" gibi dini gruplardan, ittifak ve vifakın meydana gelebilmesi
için öncelikle ihlâslı olmalarını beklemektedir. Dini grupların birbirileriyle olan
münasebetlerinde ihlâsın önemine işaret eden Bediüzzaman, ihlâssızlığın bu gruplar
arasındaki ihtilafın da gerçek sebebi olduğunu vurgular. "Elim ve feci ve ehl-i
hamiyeti ağlattıracak bir hadise-i müthişe" olarak kabul ettiği İslâmî cemaatler
arasındaki ihtilaf hastalığının yegane tedavisinin yine iman kardeşliği ve ihlâs
ile mümkün olabileceğini dile getirir.[6]

İhtilafın Temel Sebepleri

Bir toplumda ihlâslı insan olmak, barış, yüksek ahlak, kardeşlik,
birliktelik ve mutluluk için ne kadar gerekli ise ihlâssız olmak da o denli, ihtilafa,
nifak ve adavete, yıkıcı ve sarsıcı sonuçlara yol açmakta, üzücü ve gayri ahlakî
olaylara sebep olmaktadır. Bediüzzaman sorumlu mevkilerde olan ve toplumu dini ve
manevî yönden etkileyen insanların ihlâssız olmalarının İslâm dünyasında yol açtığı
toplumsal acı sonuçlara bir soruyla temas etmekte ve tedavi çarelerini de sıralamaktadır.
Soru aynen şöyledir:

"Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalalet ve ehl-i nifak
rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet
ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat neden rekabetli ihtilaf ediyorlar?"

Bediüzzaman "ehl-i hamiyeti ağlattıracak bu müthiş hadisenin" pek
çok sebeplerinden yedisini dile getirir. Ancak Bediüzzaman tahlillerinde, bazılarının
bekleyebileceği gibi, ehl-i ilim, ehl-i tarikat ve diğer dini grupları, aralarındaki
ihtilaf ve kavga yüzünden kötüleyerek değil; fakat onların ihtilaf ve kavgalarının
dini ve sosyolojik temelleri üzerinde durarak şaşırtıcı tahliller yapmakta, ehl-i
gaflet ve ehl-i dalalet gruplarının da, kendi aralarında yaptıkları ittifakın hak
bir temele dayanmadığını özellikle vurgulamaktadır. Bediüzzaman dini grupların kendi
aralarındaki ihtilaflarının sebepleri olabilecek yedi önemli nokta üzerinde duruyor:

1) Vazife-ücret Dengesizliği

Genelde İslâm'ı ve Müslümanları tenkit etmek isteyenlerin sıklıkla
dile getirdikleri "Müslümanlık doğru ve gerçek bir temele dayansaydı Müslümanlar
bugün bu durumda olmazlardı." şeklindeki klasik suçlamayı reddeden Bediüzzaman'a
göre dini grupların ihtilafları hakikatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i dalaletin
ittifakları hakperestlikten ve bir hakikata dayanmaktan ileri gelmiyor. Ona göre
din adamlarının ihtilafının en önemli sebeplerinden birisi vazife-ücret dengesizliğidir.
Çünkü ehl-i dünyanın sosyal hayattaki görevleri ve bu görevler karşılığında alacakları
maddî ya da manevî ücret belirlenmiş iken, din adamlarının yaptıkları dini hizmet
tüm topluma yönelik olduğu için bu hizmetler karşılığında alacakları maddî ve manevî
ücret tayin edilmemiştir. Bu durum, dini tebliğ ederlerken dini grupların birbirileriyle
rekabet etmelerine sebep olmakta ve ihtilafa yol açmaktadır.

Bu vazife-ücret dengesizliği rekabet ve ihtilaf hastalığına, ittifak
edememeye ve adavete, dolayısıyla ihlâssızlığa sebep olmaktadır. Bediüzzaman bu
hastalığın çaresinin ihlâs olduğunu vurgular. Bu noktada ihlâsın yönü şöyledir:
Her şeyden önce dinî gruplar hakperestliği nefisperestliğe tercih etmek ve dini
tebliğ etmenin bir görev olduğunu, bu konuda muvaffak olmak ve dini insanlara kabul
ettirmenin Allah'a ait bir iş olduğunu, insanlara kabul ettirmek ve insanların teveccühlerini
kazanmanın tebliğin bir parçası olmadığını bilmek mecburiyetindedirler. İhlâs, ancak
bu şekilde kazanılır.[7] Kuşkusuz, ihlâs
olunca kardeşlik ve ittifak da bunun arkasından gelir.

2) Sevap Kazanma Hırsı

Bediüzzaman'a göre diyanet ehlini ihtilafa ve rekabete sevk eden
temel sebeplerden biri de onların "hırs-ı sevap ve vazife-i uhrevîyedeki kanaatsizlikleridir.
“Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler”
şeklinde ifadesini bulan sevap kazanma hırsı, aslında âhiret açısından güzel bir
haslet olmasına rağmen, Müslümanlar arasında rekabete yol açtığı için, kardeşliğe
zarar vermekte, ihlâsı kaçırmakta, riyâ ve gösteriş kapısını açmaktadır. Bediüzzaman’a
göre yanlış olan bu durum insanlarda manevî bir yara açtığı gibi ruhî bir hastalığa
da sebep olmaktadır. Bunun tedavisi de "Cenab-ı Hakkın rızâsının, kesret-i etba
ve fazla muvaffakiyet ile değil, ihlâs ile kazanıldığını bilmek ve buna inanmakla
olur.”[8]

Bediüzzaman'a göre dinî cemaat liderlerinin "herkes beni dinlesin"
şeklinde bir kanaate kapılmaları yersizdir. Çünkü hak ve hakikati dinleyen sadece
insanlar değildir. Kâinatın her tarafında şuur sahibi mahlûklar, ruhaniler ve melekler
vardır. Çok sevap kazanmak isteyen bir kimse ihlâsı esas aldığı zaman ağzından çıkan
mübarek kelimeler ihlâs ile havada canlanır, şuur sahibi kulaklara girip onları
nurlandırır.[9] Böylece tebliğ vazifesinden
alacağı sevabı kazanmış olur.

3) Uhrevî Hizmetlerde Benlikten Kurtulamamak

Bediüzzaman'a göre dinî gruplardaki ihlâssızlığın ve buna bağlı
olarak gelişen rekabet ve ihtilaf duygusunun en önemli sebeplerinden birisi de,
diyanet ehlinin, âhirete ait ve ileriye dönük sevaplara kalben ve ruhen yöneldikleri
sırada benlikten kurtulamamalarıdır. Bu önemli hastalığın ilacı "Allah için seviniz"[10]
prensibinden hareketle benliği bırakmak ve kim olursa olsun, hak yolda yürüyen herkesle
iftihar etmektir. Hatta benlikten kurtulabilmek için arkadaşlarına tabi olmak ve
gerekirse imamlık şerefini onlara bırakmak gerekir.[11]

4) Güçlü Bir İstinat Noktasına Dayanmak

Bediüzzaman'a göre diyanet ehlinin sürekli ihtilaf içinde olup ittifak
edememeleri zaaftan değildir. Tersine onların ihtilafı, kâmil imandan gelen güçlü
bir istinat noktasının var olmasından ileri geliyor. Ehl-i dalaletin ittifak içinde
hareket etmeleri ise, kalben dayanabilecekleri bir istinat noktasını bulamamalarından
ileri geliyor. Çünkü, zayıflar ittifaka muhtaç oldukları için kuvvetle ittifak ederler.
Güçlüler ise, bir araya gelmeye ve daha da güçlenmeye ihtiyaç hissetmediklerinden
ittifakları zayıf oluyor. Bu tabiatta var olan bir kanundur. Meselâ, aslanlar tilkiler
gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için tek başlarına gezerler. Yabani keçiler kurtlardan
korunmak için bir sürü teşkil ederler. Dolayısıyla zayıfların topluluğu ve şahs-ı
manevîsi güçlü olduğu gibi, güçlülerin cemiyeti ve şahs-ı manevîsi de buna göre
zayıftır. Sonuç olarak ehl-i hak olan dindarlar ittifaktaki gerçek kuvveti düşünmedikleri,
hatta aramadıkları için zararlı bir ihtilafa düşerler. Ehl-i dalalet ise, aczleri
vasıtasıyla ittifaktaki gücün faydasını hissettiklerinden bir araya gelebiliyorlar.
İşte bu ihtilaf hastalığının çaresi "ihtilafa düşmeyin, sonra cesaretiniz kırılır,
gücünüz de elden gider"[12] ayeti ve
"iyilik ve takva konusunda işbirliği yapınız"[13]
ayetindeki ilâhî emirleri düşünerek riya ve gösterişten kurtulmaya çalışmaktır.[14]

5) Dünyevi İşlere Zaman Ayıramamak

Bediüzzaman'a göre ehl-i hak genellikle âhirete ait faydaları düşündüğünden
dünya hayatına ait meselelere yeterince eğilemiyor. Önemli bir sermaye olan vaktini
bir tek meseleye harcamadığı için meslektaşlarıyla ittifakları muhkemleşmiyor. Ehl-i
dünya ise yalnız ve yalnız dünya hayatını düşündüklerinden bütün hissiyatı, ruhu
ve kalbiyle dünyaya ait meselelere şiddetli bir şekilde sarılır. Gerçekte beş paraya
değmeyen bir cam parçasına beş lira değer verdiği gibi, beş yüz liralık vaktini
de o dünyevi meseleye hasreder. Elbette bu kadar fiyat verip şiddetli hissiyat ile
sarılmak batıl yolda bile olsa, samimi bir ihlâstan kaynaklandığı için muvaffakiyete
ve ehl-i hakka galebe etmeye sebep olur. Bu galebe sonucunda ehl-i hak zillete,
mahkûmiyete ve riyaya düşüp ihlâsı kaybeder ve ehl-i dünyaya dalkavukluk yapmaya
mecbur olur. Bunun çaresi ise, birbirinin kusuruna bakmamak, ayıpları görmemek,
"Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini
muhafaza ederek oradan kaçıp giderler."[15]
ayetinde yer alan edep prensipleriyle edeplenmek ve harici düşmana karşı dahili
münakaşalara son vermektir.[16]

Bediüzzaman'a göre müminler ehl-i dünyadan daha şiddetli bir şekilde
birbirileriyle ittifak etmekle yükümlüdürler. Çünkü yüzlerce ayet ve hadis uhuvveti,
muhabbeti ve müminler arasındaki işbirliğini emrediyor. O halde müminler meslektaşları
ve dindaşlarıyla, ehl-i dünyadan daha çok ittifak etmek zorundadırlar. Eğer bir
mümin "Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktini sarf etmektense o çok kıymetli
vaktini zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim" deyip ittifakı zayıflaştırırsa
büyük bir sorumluluk altında kalır. Çünkü müminlerin ittifakına çalışmak manevî
bir cihattır. Manevî cihatta ise, küçük mesele zannedilen şey bazen çok büyük olabilir.[17]

6) Müsabaka Şartlarına Riayet Edememek

Bediüzzaman'a göre ehl-i hakkın ihtilaflı rekabetleri kıskançlıktan
ve dünya hırsından değil, hak yolda güzel bir haslet olan müsabaka şartlarına riayet
edememektendir. Ehl-i dalalet, menfaatlerini kaçırmamak için her şartta arkadaşlarıyla
ittifak edip menfaat etrafında toplanabildikleri halde dindarlar ihlâsı kaçırıp
sırf Allah rızâsı için çalışmadıkları ve birbirileriyle hayırlı işlerde yarışacakları
yerde kıskançlık ve haset damarıyla hareket ettikleri için Müslümanların zillet
ve mağlubiyetlerine sebep olmuşlardır. Oysa dini ve uhrevî işlerdeki müsabaka şartları
ile dünyevi işlerdeki müsabaka şartları aynı değildir. Meselâ dini ve uhrevî hizmetlerde
haset ve kıskançlık olamaz. Çünkü dünyada bir tek şeye çok kimseler talip olduğundan
ve bu geçici dünya insanın sınırsız arzularını tatmin edemediğinden ister istemez
kıskançlık ve rekabet ortamı doğuyor. İnsanlar arzu ve isteklerini tatmin edebilmek
için birbirileriyle yarışırlar. Âhiret ve âhirete ait işler ise kıskançlık ve rekabet
konusu olamaz. Çünkü âhirette bir tek insana beş yüz sene mesafelik bir cennet veriliyor.
Bu itibarla âhiret işlerinde kıskançlık ve rekabeti doğuracak bir yarışma söz konusu
olamaz. Bediüzzaman'a göre uhrevî amellerde kıskançlık eden ya riyakardır, a’mal-i
saliha vasıtasıyla dünyevi neticeleri arıyor; veyahut sadık cahildir ki, a’mal-i
salihanın nereye baktığını bilmiyor ve a’mal-i salihanın ruhu, esası ihlâs olduğunu
derk etmiyor.[18]

7) İzzet ve Zillet Dengesi

Bediüzzaman'a göre ehl-i dünya ve ehl-i gaflet hak ve hakikata istinat
etmedikleri için zayıf ve zelildirler. Bu yüzden her zaman kuvvetlenmeye muhtaçtırlar.
Ehl-i hak ise hak ve hakikata istinad ettikleri için her biri gittiği yolda yalnız
Rabbini düşünüp tevfikine itimat ettiğinden manen kendisinde bir izzet ve arkasında
büyük bir güç hisseder. Za'af hissettiği vakit yalnız Rabbine yalvarır ve O’ndan
medet ister. Kendi meşrebine muhalif olanlara karşı bir işbirliği ihtiyacını hissetmez.
Hatta eğer kendisinde benlik varsa kendisini daima halklı ve muhalifini haksız kabul
eder. Bu durum ittifak ve muhabbet yerine ihtilaf ve rekabete yol açar.

Sonuç

Bediüzzaman'a göre yukarıda sıralanan sebeplerin yol açtığı ihtilafın
vahim sonuçlarını önlemenin ve Müslümanların uhuvvetini sağlamlaştırmanın yegâne
çaresi dokuz emirdir:

1- Müspet hareket etmek, yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket
etmek.

2- İslâm dairesi içinde hangi meşrepten olursa olsun medar-i muhabbet,
uhuvvet ve ittifak olacak noktaları düşünüp ittifak etmek.

3- Kişi "mesleğim haktır veya daha güzeldir" diyebilir. Ancak başka
mesleklerin çirkinliğini ima eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veya "güzel benim
meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber edinmek.

4- Ehl-i hak ile ittifak etmenin tevfik-i ilâhînin bir sebebi ve
diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmek.

5- Ehl-i dalalet cemaat şeklinde ve kuvvetli bir şahs-ı manevî dehasıyla
hücum ettiği için, o şahs-ı manevîye karşı her türlü ferdi mukavemetin zayıf düştüğünü
anlayıp ehl-i hak ile ittifaktan bir şahs-i manevî çıkarıp hakkaniyeti muhafaza
ettirmek.

6-Hakkı batılın hücumundan kurtarmak,

7-Nefsini ve enâniyetini,

8- Ve yanlış düşündüğü izzetini,

9- Ve ehemmiyetsiz, rekabetkarane hissiyatını terk etmekle ihlâsı
kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.[19]

Görüldüğü gibi Bediüzzaman, Müslümanların ihtilaf etmelerine sebep
olarak ihlâssızlığı görmektedir. Ona göre müminlerin birbirilerine karşı adavet
etmeleri onları ihlâslı iş yapmaktan alıkoymaktadır. Çünkü ona göre insanın manevi
hayatı ve ibadetlerinin sıhhati, adavet ve inatla sarsılır. Yani adavet sebebiyle,
kurtuluşun vesilesi olan ihlâs zayi olur. Çünkü taraf tutan bir muannit, yaptığı
hayırlı işlerde hasmına üstün gelmek ister. Bu yüzden ihlâslı amele muvaffak olmaz.
Ayrıca hüküm ve muamelâtında taraf tuttuğu kimseleri tercih eder, adalet edemez.
Sonuçta, hayırlı işlerin esasları olan ihlâs ve adalet, husumet ve adavete dönüşür.[20]

Dikkat edilmesi gereken diğer önemli noktalardan birisi de şudur:
Ehl-i diyanet ve ehl-i dünya açısından başarı veya başarısızlığa baktığımız zaman
sıfatların ve nitelikli davranışların galip geldiğini göreceğiz. Yani güzel hasletler,
yüksek ahlak ve değerli sıfatlar kimde ise o başarılı olur. Bediüzzaman, Müslümanlarda
olması lazım gelen sıfatların gayr-i müslimlerde olması halinde galibiyetin de yer
değişeceğine işaret etmektedir. Başka bir ifadeyle, kâfirdeki Müslüman bir sıfat
kâfiri muvaffak kılar, aynı şekilde Müslüman’daki kâfir bir sıfat Müslüman’ı mağlup
eder. Onun için "Hak daima üstündür"[21]
hadisi netice ve sıfatlar itibariyle doğrudur.[22]
Çünkü sıfat-ı kelamdan gelen teşri'i emirlere karşı itaat ve isyan olabileceği gibi
sıfat-ı iradeden gelen tekvini emirlere karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde
ceza ve mükâfat genellikle ahrette olur. İkincisinde ise, ekseriyet itibariyle dünyada
galip olmak veya mağlup olmak şeklinde tecelli eder.

Meselâ, sabrın mükâfâtı zaferdir, tembelliğin cezası fakirlik ve
sefalettir, çalışmak ve çalışmada sebat etmenin mükâfatı galebe etmek ve üstün gelmektir.
Bu durumda kâfirin tekvini emirlere karşı itaatte bulunması, ona galibiyet ve üstünlük
gibi bir avantaj sağlarken, Müslüman’ın aynı emirlere karşı isyan etmesi ve onları
dikkate almaması Müslüman’ın mağlubiyetine yol açmıştır, denebilir. Eğer bugün Müslümanlar
ittifak edecekleri yerde ihtilaf ediyorlarsa başarmaları ve düşmanlarına galip gelmeleri
mümkün değildir. Ayni şekilde kâfirler işlerinde ve çalışmalarında samimi bir ittifak
sergiledikleri zaman galip gelirler. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, Müslümanlardaki
ittifaksızlığın ve ihtilafın en büyük sebebinin ihlâssızlık olduğunu, hatta bu ihlâssızlığın
bir hastalık ve bir ahlaki zaaf olduğunu kabul eder.

Öz

Kur’an-ı Kerim “Mü’minler ancak kardeştirler” gibi ayetlerle kardeşliği
emretmekte, müminlerin temel vasıflarının iman, ittifak ve vifak olduğunu vurgulamaktadır.
En az iki asırdır İslam dünyasının siyasi liderleri, ulema ve elitleri arasında
süren ihtilaflar bu ayetlerde ifade edilen hakikatlerle örtüşmemektedir. Bunun asıl
sebebinin, iman kardeşliğinde görülen zafiyetler olduğu şüphe götürmez bir hakikattir.
Bu problemi aşmada kardeşliğin, ittifakın ve ihlâsın önemine işaret eden Bediüzzaman,
ihlassızlığın ihtilaf sebebi olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yazıda Bediüzzaman’ın
ihlas yaklaşımından yola çıkılarak Müslümanlar arasındaki ihtilafın nedenleri üzerinde
durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: İhlas, ihtilaf, ittifak, İslam kardeşliği,
iman

Abstract

The Quran ordains brotherhood via verses like “The believers are
solely brothers”, and emphasizes that the basic tenets of the believers are faith,
agreement, and conformity. For at least two centuries, the continuing controversies
among the political leaders, scholars, and elites of the Islamic world do not overlap
with the truths which are mentioned in these verses. It is incontestable that the
main cause of this situation is the weaknesses which appeared in the brotherhood
of faith. Bediüzzaman, who mentions the significance of agreement and sincerity
in overcoming this problem, makes clear that insincerity results in controversy.
This article, departing from Bediüzzaman's approach to sincerity, focuses on the
reasons of controversies among Muslims.

Keywords: Sincerity, controversy, agreement, brotherhood of Islam,
faith

Dipnotlar:

[1] Hucurat Sûresi,
49/10.

[2] Fussılet Sûresi,
41/34.

[3] Âl-i İmrân Sûresi,
3/134.

[4] Buhari, Mezalim,
3.

[5] Said Nursi, Mesnevi-i
Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, Germany, 1994. s. 77.

[6] Said Nursi, Lemalar,
(20. Lema),Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994. s. 154-155.

[7] A.g.e., s. 154-155

[8] A.g.e., a.y

[9] A.g.e., a.y.

[10] Hadis için
bkz. Münavi, Feyzü'l-Kadir, II, 28

[11] Lemalar, s.
154-155.

[12] Enfal, 8/46

[13] Maide, 4/2

[14] A.g.e., a.y.

[15] Furkan, 25/72

[16] A.g. e., a.y.

[17] A.g.e., a.y

[18] A.g.e., a.y.

[19] A.g.e., a.y.

[20] Said Nursi,
Mektubat, Yeni Asya Neşriyat., Germany, s. 261.

[21] Buhari, Cenaiz,
79

[22] Risale-i Nur
Külliyâtı, I, 332